28 Ağustos 2004
<B>TÜRK </B>güreşinin üstüne <B>Harun Doğan </B>diye bir kabus çökmüş duruyor. Sydney Olimpiyatları’nda yaptıkları daha hafızalarımızdan silinmezken peşinden doping belasına bulaşan bu sporcunun ismini Atina Olimpiyat kafilesi içinde görünce ‘Haydi hayırlısı, yine bize malzeme çıkartacak’ demiştim. Dediğim de oldu. Sanki başka güreşçi yokmuş gibi, apar topar buraya getirdiler, bir türlü kilo düşemeyen, zoru zoruna sıkleti olan 55 kiloya indirilen Harun, hayalet gibi çıktığı minderde elbette tutunamazdı.
Bu adamın torpili kim?
İlk iki güreşini kaybettikten sonra üçüncü güreşine de ‘sakatım’ diye çıkmayan bu güreşçiyi neden buralara getirirler anlamak mümkün değil. Her türlü rezalete bulaşıp affedilen, sonra da önemli turnuvalarda ortaya çıkartılan bu adamın torpili kim diye çok merak ediyorum. Son yıllarda yerlerde sürünen serbest güreşimizi her türlü çirkinliğe bulaşmış bu adamlar mı kurtaracak? Vazgeçelim artık bu çağ dışı sporcu örneklerinden. Bize burada ülkeyi en iyi şekilde temsil edecek Şeref Eroğlu gibi, Mehmet Özal gibi, Taner Sağır gibi, Nurcan Taylan gibi aydınlık yüzlü gerçek sporcular gerekli. Geçmişi olaylarla dolu sporculardan ümit beklemek sporumuzu hiçbir yere götürmez. Alın işte kolladığınız Harun Doğan’ı bir kere daha gördünüz. Artık size ben ne diyeyim?
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2004
<B>VE </B>rüya devam ediyor... Atina’ya geldiği günden beri eleştirilen ve grup maçlarında iki yenilgi alan Amerika takımı, çeyrek finalde basketbol gururunu ön plana çıkartınca, İspanya’yı devirip, yarı finale adım attı. NBA oyuncularından kurulu Amerika, bundan önce takım olamadığı, yıldızlar bir arada oynamayı beceremedikleri için istediği sonuçları alamıyordu. Ancak, dün İspanya önünde Amerikalı oyuncuları değişik bir havada gördük. Saha içinde ilk kez bir araya gelip, mini toplantılar yapıyorlar ve birbirlerine destek veriyorlardı. İşte bu destek, onlara takım olma yolunda büyük bir hamle getirdi.
Sadece Gasol yetmedi
Mücadele eden, kazanmayı kafasına koyan Amerika’nın bunu başarmak için de bir saha içi liderine ihtiyacı vardı. Dün Marbury o liderliğe soyunup, Amerika’nın en eksik yönü olan isabetli dış atışları peş peşe yapınca, sadece Gasol ile mücadele eden İspanyollar için tehlike çanları çalmaya başladı. İspanya, Amerika’yı durdurmak için alan savunmasını tercih etmiş ve onları isabetsiz dış atışlara zorlamayı planlamıştı. Bunda zaman zaman başarılı oldular. Özellikle Tim Duncan’ın olmadığı anlarda çember altını da iyi kullanıp, oyundan kopmadan mücadelelerini sürdürdüler. Ama, bugüne kadar İspanya takımını sırtlayan Navarro, dün NBA oyuncuları ile yarışa girmiş gibiydi. Navarro, sanki ‘ben sizlerden daha iyi oyuncuyum’ diye bir şeyi ispat etmeye kalkıp, eline gelen her topu potaya atınca, İspanyol takımının tüm planları alt üst oldu.
Marbury lider olunca
Marbury’nin peşine önce küçük dev adam Iverson takıldı. Sonra Tim Duncan, peşinden Boozer ve diğerleri gelince, sinirlenen ve disiplini unutan İspanya dağıldı. Büyük takımlar ve büyük yıldızlar gerektiği anlarda ortaya çıkıp, zoru başarırken, Marbury bunun en güzel örneğini veren isimlerin başındaydı.
Dünkü enfes mücadelenin ve basketbol dolu çekişmenin tek çirkin yanı, Amerika takımının koçu Larry Brown’ın sonucun belli olmasından sonra bitime 23 saniye kala aldığı mola idi. Avrupa basketbolunda ‘hakaret ve alay etme’ olarak kabul edilen bu molaya İspanyol koçu ve seyirciler haklı olarak çok büyük tepki gösterdiler. Larry Brown, maç sonrası özür dilemesine diledi ama, bu olay, daha uzun süre tartışılacağa benzer.
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2004
<B>ATİNA’</B>ya geldiğimiz günden beri ilk kez gerçek bir olimpiyat günü yaşadım diyebilirim. Atletizmin dördüncü gecesinde iki büyük yarış ve iki muhteşem şampiyon vardı. 1500 metrede dünyanın en iyi ismi olan Faslı Hicham El Guerrouj gerçek bir şampiyonun neler yapabileceğinin en açık kanıtıydı.
Sydney’de son anda geçilen bu dev atlet, Atina’da altını almayı kafasına koymuştu. Muhteşem bir tempo ile başladığı yarışı yine süper bir finişle tamamlarken, Kenyalı rakibi Bernard Lagat ile girdiği mücadele uzun yıllar atletizm severlerin hafızasından silinmeyecek gibi. Bir 100 metre finali havasında biten 1500’ün son metrelerinde Hicham’ın yine geçileceğini düşündük. Ama o muhteşem atlet, Kenyalının süper atağına daha güçlü bir cevap vererek olimpiyat altınına bu kez ulaşmayı başardı. Bu metrede dünyanın tartışmasız en iyi ismi olan 30 yaşındaki şampiyon, kazanmanın haklı gururunu yaşarken, belki de geçmişten bugüne ayakta kalan tek dev isim olmanın mutluluğunu da hissediyordu. Guerrouj hem 4 yıl öncesinin rövanşını alırken, ‘4 yıl önce üzüntüden gözyaşı döküyordum, bugün ise mutluluktan ağlıyorum. Sanki 5 yaşındaki bir çocuk gibiyim’ diyordu.
Isinbayeva süperdi
1500 metrede yıllar boyu hafızalardan çıkmayacak bu muhteşem yarışın bitiminden birkaç dakika sonra bir başka büyük başarıya tanık olmak unutulmaz gecenin farklı bir tadıydı.
Bayanlar sırıkla atlamada enfes bir performans çizen Rus Isinbayeva yükseklikleri hiç zorlanmadan tek tek aşarken sanki kıracağı rekorun haberini veriyordu. 4.90 ile 30 Temmuz’da Londra’da kırdığı rekoru bu kez geliştireceğinin müjdesini veren Isinbayeva, rakipleri vatandaşı Feofanova ve Polonyalı Rogowska’nın vedasından sonra bile altın madalyanın kendisine yeterli olmadığını söyledi. Çıtanın 4.91’e konulmasını istediğinde 70 bin kişi soluğunu tutmuş onu bekliyordu. Son derece rahat geldi ve Atina’nın muhteşem stadında rekorunu tüm dünyaya duyururken statta sanki bir gök gürültüsü patlamıştı.
Muhteşem gece muhteşem bir rekorla kapanırken, avuçlarımız patlayana kadar bu büyük yıldızı alkışlıyor ve böyle şampiyonların sayısının daha da artmasını diliyorduk. Hele hele buraya gelip 3 adım atlamada iki hakkında yürüyüp son hakkını da kullanmayan Berk Tuna gibi turistlerden sonra böyle şampiyonları alkışlamak gerçekten keyifliydi.
Bağlamayı öğrenin
Bir altın, bir bronz beklediğimiz güreş gecemizi sadece Şeref’in gümüşüyle noktaladık. Güreşin yeni değişen kuralları arasında bağlama diye bir şey var. Ama biz bu bağlamayı bir türlü beceremiyoruz. Hamza’nın kaybettiği 2 güreşte bu bağlama sonucu oldu. Şeref ise künde oyununun kurbanı. Birisinin bizimkilere bu bağlamanın önemini anlatması lazım. Yoksa Karalin’in başını yiyen bu oyun, bizim canımızı daha çok yakar.
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2004
<B>OLİMPİYAT</B> oyunları sevinç ve hüzünün, gurur ve kederin kol kola yaşandığı dev bir organizasyon. Bir gün kazandığımız başarıya veya elde ettiğimiz bir galibiyete coşkuyla sevinirken, ertesi gün elimizin içinden kaçıp giden, madalyanın ardından ağlarız. Bu çok kapsamlı spor organizasyonuna katılan hemen her sporcunun rüyası o boyuna geçirilen madalyadır. Ona ulaşmak için aylarca emek verilir, çalışılır, kazanıldığı vakit dünyalar o sporcunun olur. Ama ya tersi olursa!..
İşte o zaman sporcu için karabasanlar ve şoklar başlar. Tıpkı Elvan’da olduğu gibi. Herbirimiz bu minicik kızın 5000’de madalyaya alıp, ülkesine getireceğini düşünüyordu. Bunun için de küçücük kızın omuzlarına taşıyamayacağı kadar büyük bir yük bindi. Hayatında hiç böyle büyük bir organizasyonda, bu kadar çok seyircinin karşısına çıkmamış olan Elvan da, omuzlarına yüklenen bu baskının altında kaybolup gitti.
Naim de yaşamıştı
Şimdi komplo teorileri üretip, ‘Etiyopyalılar baskı yaptı’ gibi mazeretler ileri sürmenin hiçbir anlamı yok. Sporda bunun adı, pes etmektir. Bir sporcu hedefine ulaşamayacağını anlayınca moral olarak çöker, ayakları gitmez ve elleri tutmaz.
Elvan da üzerine yüklenen sorumluluğu gerçekleştiremeyeceğini anladığında işte bunu yaşadı. Moral olarak çöktü, sporcu deyimiyle ‘boşaldı.’ Bundan sonra ondan doğru dürüst koşmasını beklemek imkansızdı.
Kısacası bu, sporun bir gerçeği. Bunu sadece Elvan yaşamadı, 5. kez olimpiyatlara gelen Gail Devers, 10 bin metrenin unutulmaz ismi Haile Gebrselassie de aynı dramatik sonla karşı karşıya kaldı. Basketbolda dünya şampiyonu Sırbistan&Karadağ’ın Çin karşısında uğradığı hüsranın, Elvan’ın yaşadığı şoktan ne farkı var? Benzer bir şoku geçtiğimiz olimpiyatta Naim Süleymanoğlu yaşamamış mıydı? Sporun doğasında olan pes etmek kavramı Elvan’ın da başına geldi.
Ve işte bu Elvan dün, hayatının en zor yarışlarından birini koştu. Uykusuz geceye, yaşadığı büyük şoka karşın, bu kez sporcu kişiliğini ön plana çıkarıp, son 200 metredeki müthiş atağıyla kendi kendiyle savaşıp, yarı finale 1500 metrede yükselmeyi başardı. İnanıyorum ki, geçen her gün Elvan, moral ve fizik olarak daha da güçlenip, gelecekte en iyisini yapacaktır. İşte burada o küçücük omuzlarına bu kadar sorumluluk yükleyen bizlere büyük görev düşüyor.
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2004
<B>ATİNA</B>’daki ruh durumumuzu tek kelimeyle özetlemek gerekirse; <B>şaşkınız.</B> Ufak tefek kızımız Elvan’ın 5 bin metre finaline büyük ümitlerle gelmiştik. Kafamızda hep O’nun alacağı altın madalya sonrası yapacağımız kutlamaların hesabı vardı. Bu anı bekliyorduk. Gerçi, yarı finaldeki koşusundan sonra biraz ürkmüş ve endişelenmiştik. Ama yine de Elvan’dan, altın değilse bile bir madalya beklentisi içindeydik.
Sanki bitmişti
Yarış başladığında ön grupta koşan Elvan’ı görünce içimiz rahatladı. 2 bin 400 metreye kadar da büyük rakibi Etiyopyalı Meseret Defar ile başa baş bir tempo içinde gözüktü. Hatta bir ara düşük giden tempoyu artırıp öne fırladığında Etiyopyalılar’ın kendisini yorma tuzağından da kurtulduğunu düşündük.
Ama 3 bin metreden sonra inanılmaz bir şey oldu. O ceylan gibi seken, rakiplerini rahatça gerisinde bırakan Elvan birden bire yok oldu. Bizler de endişe dolu gözlerle avucumuzun içinden kaçıp giden madalyaya bakmaya başladık. Elvan sanki bitmişti. Koşmuyor, yürüyordu.
Metreler geçtikçe en arka sıralara düşmeye başladı. Şaşkındık, bir anlam veremiyorduk. Elvan’ı bu kadar ürkek ve bu kadar korkak görmemiştik. Bildiğimiz kadarıyla bir sakatlığı da yoktu.
Galiba dünya rekoru kırarken en üst form düzeyine vurmuş, ondan sonra da gerilemeye başlamıştı. Buna bir de Türk sporunun geleneksel final sendromu eklendi, diye düşünüyoruz. Ya da hepimiz, bu ufacık tefecik kızcağızın üzerine, kaldıramayacağından daha fazlasını yükledik. O da yükün altında ezilip gitti.
Hayal kırıklığı
Bildiğimiz, tanıdığımız Elvan’ın böylesine kötü koşup hepimizi şaşırtmasına başka bir anlam da veremiyoruz. Yarı finaldeki kötü koşusunu, taktik olarak yorumlamıştık. Ama finalde daha da kötü koşacağını hiç düşünmemiştik. Kısacası, Atina’da inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşadık. Şaşkınız ve de üzgünüz.
Ama ne diyelim, spor bu. Bazen coşar, bazen de beklenmedik bir şekilde hayal kırıklığı yaşarsınız. İnanıyorum ki, Elvan en kısa süre içinde kendini toparlayacaktır. Dün Atina’da final koşusuna çıkıp herkesi şaşırtan Elvan’ın, gerçek Elvan olmadığını hepimiz biliyoruz.
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2004
<B>NEREDE </B>benim o eski olimpiyatlarım. O eski oyunlarda bizleri heyecandan heyecana sürükleyen, çıktıkları her yarışı merakla izleten kahramanlar vardı. Bu yıldızlar, katıldıkları olimpiyata damgasını vurur, hemen herkes onları konuşurdu. Atina’da böyle bir yıldızı ara ki, bulasın.
Açık söylemek gerekirse, sportif bakımdan en heyecansız, yıldızı olmayan dopingten başka konuşulacak bir şeyi olmayan olimpiyat izliyoruz.
Geçmişi şöyle bir düşünüyorum. Bütün gazetecilerin ağzından bir laf alabilmek için yarıştıkları, Spitz’ler, Comenici’ler, Carl Lewis’ler artık yok. Burada sadece geçmişlerini arayan eski yıldızlar var.
Sönük ve heyecansız
Ama onlar da sportif başarılarını tekrarlayamayıp Atina’nın sıcağında bir bir eriyorlar. Burada sportif heyecan olarak konuşulacak biraz tek başına yarışan 6 altın madalyalı ABD’li yüzücü Phelps, biraz çekişmeli basketbol maçları ve biraz da bayan voleybol karşılaşmaları var. Gerisi heyecandan, kaliteden uzak, sıradan karşılaşmalar.
Böylesine sönük ve heyecansız olimpiyatta, biz gazetecilerin işi de zor oluyor. Bereket versin kendi kendimize olay çıkartmakta ustayız. Önce bir doping olayı yarattık. Şimdi de ilginç bir güreş vakasıyla karşı karşıyayız. Bilindiği gibi Türk spor tarihinin unutulmaz şampiyonu, Ahmet Ayık, FILA yönetim kurulu üyesi. Ayık’ın Atina’da kongresi vardı.
Sanırım yüzü kızarmıştır
Yani yeniden seçilecekti. Doğal olanı da, Türkiye Güreş Federasyonu Başkanı Osman Şansal’ın kongreye gelip, Ahmet Ayık’ı desteklemesiydi.
Ancak Şansal, kongreye gelmesine rağmen Ayık için için oy atmadığı gibi yakın olduğu yabancı ülkelerin temsilcilerine de Ayık’ın seçilmemesi için kulis yapmıştı.
Bu nasıl iştir. Senin ülkenin bir temsilcisi, uluslararası federasyona seçilecek ve sen onunla arandaki kişisel sorunların nedeniyle ülkenin aleyhine çalışacaksın. Allah’tan aklı başında FILA temsilcileri Şansal’a inanmadılar da, Ahmet Ayık en fazla oyu alarak, yeniden FILA’daki yönetim kurulu üyeliğine seçildi.
Sanırım Şansal’ın yüzü iyice kızarmıştır. Şimdi yapması gereken olimpiyatın bitmesini beklemeden, istifasını verip, buradan çekip gitmesidir. Türk güreşinde böyle bir sorun yaratan bu adamın, buradaki kafilemizin yüzüne nasıl bakacağını merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2004
<B>OLİMPİYAT</B> oyunlarının en fazla ilgi çeken spor dalı kuşkusuz atletizm. Atletizm yarışmalarının başlamasına bir çok spor yorumcusu ‘Gerçek olimpiyatlar şimdi start aldı’ diye yorumladı. Atina’da da bu gerçek değişmedi. Atletizmin ilk gününde bir spor devinin vedasına tanık olmamız gerçekten hepimizin içini burktu. Olimpiyat oyunlarında büyük sevinçlerin yanı sıra böylesine dramatik olayların yaşanması da çok doğal.
Bu kez değil
Haile Gabrselassie hiç kuşkusuz atletizm tarihinin ve 10 bin metrenin gelmiş geçmiş en büyük şampiyonlarından biriydi. Önceki gece de herkes ondan yeni bir zafer daha bekliyordu. Son derece mütevazi ve sempatik bir kişi olan Gabrselassie’nin ne kadar büyük bir sporcu olduğunu final öncesi bir kez daha anladım.
Yarışma öncesi Gabrselassie önümüzden piste çıkarken, yanımda oturan Etiyopyalı meslektaşlarım ellerinde tutukları şapkayı göstererek, ‘Bu şapka yine seni bekliyor’ diye bağırıdı.
Ünlü şampiyon ise parmağıyla hayır işareti yaparak, ‘Bu kez değil’ deyip birlikte koşacağı 2 genç Etiyopyalı Kenenisa Bekele ve Sileshi Sihine’yi göstererek, ‘Şimdi sıra onlarda. Bugün onların günü’ diye cevap verdi.
Merakla Etiyopyalı meslektaşlarıma döndüm. Ve şapka meselesinin aslını sordum. Verdikleri cevap ilginçti; ‘Biz her zaferden sonra. Bana bir şapka hediye edilir. Bir anlamda bu uğurumuzdur’ dediler.
Yarış başladı Gabrselassie 6 bin metreye kadar Etiyopyalı öğrencileriyle beraber koştu. Sonra ara biraz açıldı. Gençler ustalarını bekledi. 7 bin metrede tekrar bir araya geldiler.
Elvan hazır değil
Ancak şampiyonun gidecek gücü yoktu. Yarış içinde 2 genç öğrencisinin omuzlarına vurdu, ‘Benden bu kadar. Hadi siz devam edin’ hareketlerini yaptıktan sonra 2 öğrencisi ilk iki sırayı alırken, Gabrselassie sakatlığına rağmen yarışı bırakmadı ve 5. sırada bitirdi.
Sonra da yine o mütevazi kişiliği ile öğrencilerini kutlayıp onlarla birlikte şeref turu attı ve ‘Benden artık bu kadar’ açıklamasını yaptı. Muhteşem bir şampiyon kendisine yakışır bir şekilde veda etmişti. Hem de yerine velihatlarını bırakarak.
Atletizmde bizim sporcularımıza gelince. 19 yaşındaki Binnaz Uslu’nun mutlaka üzerinde durulması gerekir. Hızlı bir seride koşmanın şanssızlığını yaşadı. Ama önünde uzun yıllar var. Yeter ki, inatla çalışmaya devam etsin.
Madalya umudumuz Elvan’a elemede pek hazır gözükmedi. Etiyoplalılar’ın atağına cevap verememesi ve diğer serinin daha hızlı oluşu bizde bazı endişeler yarattı. Dileriz finalin havası başka olur.
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2004
<B>ATİNA’</B>ya geldiğimiz günden beri bir doping tartışmasıdır gidiyor. Türkiye’de <B>Süreyya Ayhan </B>olayı ile başlayıp, burada <B>Kenteris </B>ve<B> Thanou</B> ile doruğa çıkan doping zincirine bir yeni halka da haltercimiz <B>Şule Şahbaz</B> ile eklendi. Ülkesinde bir halk kahramanı kabul edilen ve oyunlarda madalya kazanmasına kesin gözüyle bakılan sporcuların doping denen illete nasıl ve niçin buluştıklarına bir anlam vermek gerçekten güç.
Tavır koyamadılar
Daha önceki yazılarımızda bu şampiyonların gelişen ilaç sanayinin kurbanları olduğunu öne sürmüştük. Nitekim, bu görüşümüz her geçen gün güçleniyor. Asıl üzerinde durmak istediğim nokta, dopingle her alanda savaştığını söyleyen IOC’nin Kenteris ve Thanou konusunda bir türlü gerekli tavrını koyamaması.
İki Yunanlı sporcunun doping kontrolüne girmeyi reddettikten sonra motosiklet kazası bahanesine sığınmasının ardından geçen günlerde yapılan basın toplantısı, açık söylemek gerekirse kimseyi tatmin etmedi. IOC ev sahibini darıltmamak, ülkesinde milli kahraman olan Kenteris’i daha fazla üzmemek için net bir tavır ortaya koyamadı.
Ceza konusunda topu Uluslararası Atletizm Federasyonu’na atan IOC Disiplin Komitesi Başkanı Francois Gerrard’ın, basın toplantısındaki ‘Doping yapıp yapmadığını söyleyemem. Geleceği ise bilmiyorum’ şeklindeki sözleri, tam anlamıyla bir körler sağırlar birbirini ağırlar örneğiydi. Kısacası, IOC ev sahibini daha fazla üzmek istemedi ve onların oyunlardan çekilmelerini yeterli gördü. Ancak Yunan halkı çok sevdiği Kenteris’in yaptığını hala bir aptallık olarak değerlendiriyor. Kenteris, Yunanistan’da oyunlar öncesinde tıpkı bizde Süreyya Ayhan’ın olduğu gibi çok seviliyor ve madalya umudu olarak görülüyordu. Hatta Atina-Midilli arasında çalışan ve ismini rüzgar tanrısı Heolos’tan alan hızlı feribota halk Kenteris adını takmıştı.
İdari bir hata
Yani, kahramanını süratle sembolleştirmişti. Ama, bu doping olayından sonra geminin ismi yeniden Kenteris’ten Heolos’a döndü. Bu da sanırım bir halkın zirveye çıkarttığı bir sporcuya verdiği en büyük ceza.
Gelelim bizi üzen Şule Şahbaz’a. Ne yazık ki, bazı soprucalarımız bilerek veya bilmeyerek bu yanlış yönteme başvuruyorlar. Şule’nin bunu neden yaptığını anlamak güç. Günümüzde gelişen teknoloji özellikle burada her türlü olayı yakalıyor. Bunu bile bile doping yapmanın adı ya çılgınlık ya da cahilliktir. Bunda da hiç kuşkusuz en büyük suç, geleceğini düşünmeden ülkesinin adını lekeleyen bilinçsiz sporcularındır.
Kaldı ki, Şahbaz’ın daha önce benzer bir yanlışı olduğu halde iyice kontrol edilmeden buraya getirilmesi de idari bir hatadır. Ayrıca Hacettepe Üniversitesi’nin ‘Şule’yi götürmeyin’ uyarısını dikkate almamaları da büyük hata.
Bereket versin olay yarışmadan önce ortaya çıktı. Ya yarışıp kazanılan bir madalyadan sonra ortaya çıksaydı, skandal daha büyük olurdu.
Yazının Devamını Oku