29 Mart 2007
YUNANİSTAN maçına çıkan kadro, başarılı olmuş. Öyle veya böyle maçı 4-1 kazanmışız. Bu maçta, bu kadar oyuncunun yeriyle oynamayı anlamak mümkün değil. Ticarette bir kural vardır. İyi giden işyeriyle oynamazsın, sistemi bozmazsın. Fatih Hoca, ne düşündü anlayamadım. Zaten ikinci yarıda yaptıkları kendisinin birinci yarıda ne kadar ters işler yaptığının kanıtı. Hakan Şükür, gene hakeme şikayet ediyordu, "Öğretmenim bana faul yaptılar, formamdan çektiler" diye...
Geçen haftaki kadroda bir yerde oynayabilirsin. O da nerde? Tümer’in yerine Emre’yi tercih edersin. İkisini beraber oynattığın an, ikisi de takıma patronluk yapmak istiyor. Hiçbir müessese iki başlı yürümez, iki patronla yürümez. Nitekim de yürümedi.
İlk yarıda Norveç, önce bizi biraz uyuttu, üstümüze geldi, sonra da bizden çok çabuk geri geldiler. İlk yediğimiz golde defansın büyük hatası var. Saçmasapan bir ofsayt taktiği, yine gol. İkinci yediğimiz golün yaratıcısı Hakan Şükür. Topu 5 pastan kaleye vuracağına, geriye çıkarıyor, o top bize gol oluyor.
Taşlar yerine oturdu
İkinci yarı kadroda taşlar yerine oturduğunda baskılı oynamaya başladık. Gökdeniz de ileri ortaya girince Norveç’in ortasında oynayan uzun oyuncuların dengesi bozuldu. Onlar da bu ortayı üçlemeyerek bize yardım ettiler. Seken bütün toplar, bu sefer bizi buldu. Yani, Norveç Teknik Direktörü, bu sıralar uyuyordu. Bir büyük hata daha yaptılar. Çok geriye kaçtılar. Bizim gücümüzü, kuvvetimizi hep hücumda kullanmamızı sağladılar. Biraz üstümüze gelselerdi bu maçı 2-2 yapamazdık.
Futbolda genel bir kural vardır. Bu hiçbir zaman değişmedi, değişmeyecek de. Bir kaleci, takımın yarısı demektir. Dün gece Norveç kalecisi Myhre gene bu cümleyi haklı çıkardı. Neticeyi ve takımı yarıdan böldü.
Hamit Altıntop, yaptığı bir hata dışında mükemmel oynadı. Milli Takım futbolcularının şunu iyi bilmesi gerekir. Eğer Hamit Altıntop takımda oynuyorsa, rakip ceza alanı civarındaki bütün serbest vuruşlara o vurmalı.
Maçın hakemi, iyi bir yönetim gösterdi. Lehimize işaret ettiği penaltıdaki büyük hatasını bir nolu yardımcısı kurtardı.
NOT: Formda oyuncular Milli Takım’a alınır, tamam. Peki, Halil Altıntop diye bir oyuncu, Alman Ligi’nde oynuyor Schalke’de. Hem de her hafta mükemmel. Şu sıralar forvet sıkıntısı çektiğimiz bir dönemde niye Milli Takım’a alınmaz, anlayamıyorum. Bu konuda acaba Fatih Terim’le aralarında bir sorun mu var yoksa Halil Altıntop kalitesindeki bir oyuncuya bizim Milli Takımımız’ın ihtiyacı yok? Veya bu Halil Altıntop’u oynadığı mevkideki bazı oyuncular mı istemiyor. Çok merak ediyorum, inşallah bir yerlerden ses verirler.
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2007
YUNANİSTAN maçını 4-1 kazandık. Herkes bulutların üzerine çıktı. Ama maça teknik olarak dikkatle baktığımızda, sahada bize hangi zar gerekliyse onu attık, hatta zaman zaman düşeş attık. Biz bu düşeşleri atarken, rakip hepyekteydi. İki topları direkten döndü. Kale sahası içinden iki vuruşu daha zor olanı yaparak dışarı attılar. Bizim vurduğumuz gol oldu.
Biz Volkan’dan korkuyorduk, onlar Nikopolidis’e güveniyorlardı, onda da tersi oldu. Ceza alanını terk edip ayakla aldığı pozisyon hariç Volkan yine hatalı işler yaptı. Yediğimiz golde de hatalıydı. Galip geldiğimiz bir maçta bunları görürsek, önümüzdeki maçları kazanırız.
Yoksa böyle cila yapmaya devam edersek Bosna - Hersek bile gelip bizi geçebilir. Fatih Terim dışarıya bu tarz konuşuyor, ama tahmin ediyorum içeride en ağır eleştirileri yapıyordur herhalde. Yapmasa, zaten sonumuz kötü olur.
Diğerleri ateşlenmeli
Eskiden Türk futboluna üç büyükler hakimdi, eğer bu takımlarda oynamazsanız ağzınızla kuş tutsanız o formayı giyemezdiniz. Hatta hiç unutmam Ümit Milli Takımı’nda oynarken, Fatih o zaman Adana Demirspor’daydı "Bir gün İstanbul’a geleceğim göstereceğim" diyordu.
Türk Milli Takımı forması hiçbir futbolcunun tekelinde olmamalı. Mesela, Hakan Şükür.
Yıllarca milli forma altında harikalar yarattı, müthiş goller attı, hepimize keyif verdi. Ama şu sıralar bu oyuncu iyi değil, o zaman ısrar etmemek lazım. Kenarda Mehmet Yıldız oturuyor.
Tabiri caizse boğa gibi bir oyuncu. At ortaya, ver topu ayağına, silindir gibi ezsin. Bu tip oyuncular oynarsa, Türkiye liglerindeki diğer oyunculara da şevk gelir, "Yarın bana da bu formayı verirler" der. Her sabah heyecanla uyanır. Ne dersin Fatih, doğru değil mi?
Fanatik her yerde var...
ATİNA’daki milli maça Spor Servisimiz Müdürü Esat Yılmaer ile beraber metro ile gittik. Şehrin göbeğinden bindik, stadın göbeğine indik. Benim üzerimde sponsorum Sarar’dan özellikle aldığım kırmızı-beyaz kazak ve mont vardı.
Yani resmen Türk Milli Takımı forması gibi. Stadın etrafında bir tur attık, içeri girdik. Etrafımızda binlerce kişi vardı, hiçbir şekilde tepki göstermediler. Türk olduğumuzu da anlıyorlardı.
Ne zaman ki milli marşımız çalınmaya başladı, bir kısım seyirci terbiyesizlik etmeye, küfür etmeye, yuhalamaya başladı.
Bir grup geri zekalı da Atatürk ile ilgili iğrenç bir pankart açmıştı. İşte burada maçı kaybettiler. Bizim Türk olarak bir deli tarafımız vardır, o kontağımız attığı an, silahı alnımıza dayasan, o silahı elimizle tutmaya çalışır ve alıp silahı çekene vurmaya çalışırız. Nitekim maç da öyle oldu. Şimdi İstanbul’daki maçta bize bir görev düşüyor.
Eğer varsa Yunan televizyonu pek göstermemiş, ama o görüntüleri Yunan maçı oynanmadan önce statta gösterelim ve biz tam tersini yaparak sahaya hiçbir şey atmayalım. Eğer protesto edeceksek, onların milli marşında küfür etmeyelim, yuhalamayalım, ama ayağa kalkmayalım oturarak dinleyelim. Aslında bu fanatik gruplar bizde de var. Aynı takımın seyircileri tribünde birbirlerini bıçaklamıyorlar mı?
Ya da koltukları birbirlerinin kafalarına geçirmiyorlar mı? Benzerini adamlar milli maçlarında yaptılar. Tabii bunlar UEFA’yı ilgilendirir bizi değil.
Federasyona güven yok
YUNANİSTAN maçını aldık, bugün Norveç maçını da alabiliriz. Bu maçları almamız Haluk Ulusoy ve ekibinin düzlüğe çıkması demek değildir. Türk futbolundaki güvensizliği birkaç galibiyetle örtemezsiniz. Yunanistan gibi ezeli rakibimizi yeniyoruz, bireysel olarak çok seviniyoruz, ama Türkiye genelinde bu yönetime olan güvensizlik, bu maçtan sonra da çok net biçimde gözüktü.
Haluk Ulusoy, yanında gezdirdiği insanlara çok dikkat etmeli. Onların yaptığı hareketler, söylediği sözler maalesef Türk futboluna zarar veriyor. Yurt dışında bile bazı yerlerde (!), bazı şahıslar "Türk futbolunu bunlar mı yönetiyorlar?" diye bana sordular. Ben de üzülerek, "Maalesef evet" dedim. Bu cümleleri neden yazdığımı, nereden yazdığımı Haluk Ulusoy’un yanındakiler iyi bilirler. Ne dersin Sayın Ulusoy, doğru değil mi?
Doğruyu bulmaya başlıyoruz
KANSER Haftası dolayısıyla Türk Kanser Derneği, bana bir ödül verecek. Bu ödülün gerekçesini dernek şöyle açıklıyor: "Çeşitli vesilelerle fazla dozajlı hormonlarla yetiştirilen ve kanserojen etkisi yapan besinler konusunda halkı bilgilendirici söylemlerinizden ötürü, Türk milleti adına derneğimiz tarafından size özel ödül plaketi verilecektir."
Türk Kanser Derneği’ne teşekkür ediyorum. Ama o gün Ankara’da Gençlerbirliği-Beşiktaş maçını izleyeceğim için ödülümü sevgili Ali Kırca alacak. Aynı gün Ankara’da bu sefer TAÇSAV, Kanser Haftası nedeniyle bir panel düzenliyor. "Besinlerde sağlığa zararlı olabilecek maddeler" konulu panelde konuşmacı olarak bulunacağım. Bunlar insana şevk veriyor. Türkiye’de her şey oluyor. Beni mahkemeye veren Antalyalı hıyarcılar da oldu, bana ödül veren kanser dernekleri de. Demek ki yavaş da olsa doğruyu bulmaya başlıyoruz.
Yurt dışında rakı isteyin
TÜRK işadamlarına duyrulur... Yurt dışına gittikleri seyahatlerde hangi ülke olursa olsun kaldıkları otelin barına gittiklerinde mutlaka rakı istesinler. Olmayabilir. Ama desinler ki, "Ben bu otelde 5 gün kalacağım rakı içmek istiyorum." O barmen o rakıyı bulacaktır.
Biz bunu yurt dışı seyahatlerinde yapmıyoruz, zorlamıyoruz. Bu cümleleri söyleyen Frankfurt’un üst düzey otellerinde çalışan iki tane üst düzey barmen (Ahmet ile Fatih). Bunlar 100 çeşite yakın rakı kokteyli yapmışlar, katalogları da son aşamada. Tamamen kendi çabalarıyla...
Turizm Bakanlığı’nın kulakları çınlasın. O uyumaya devam etsin. Bizim uyanık girişimci insanlarımız doğru olanları yapıyorlar.
Ya paramız ya da Didin
ATİNA’dan Frankfurt’a geçtim. Hemen hemen bütün gazete ve mecmualarda "Yuvana hoşgeldin Murat Didin" gibi cümlelere rastladım. Hayrettir, geçen hafta Türkiye’deyken Beşiktaşlı bir yöneticinin, Murat Didin için "Aniden gitti, yardımcı antrenör de takımı toparlayamayınca mağlup olduk" dediğini hatırladım. Frankfurt bürodan rica ettim, onları Frankfurt’taki Deutche Bank Skyliners Basketbol Takımı’nın yöneticileri ile konuşturdum. Gelen cevap enteresandı: "Bizim 50 bin Euro’muzu vaadettikleri tarihte ödemediler. Ödeyemeyeceklerini söylediler."
Doğru Frankfurt’a
Önceki yıl Murat Didin ayrıldığında takımı şampiyonluğu son maçında kaçırmış. Geçen sene küme düşmekten son maçta kurtulmuşlar. Adamlar demişler ki, Beşiktaş’a "Ya paramızı verin, ya da antrenörümüzü geri verin." İşin aslı, Beşiktaş yönetimi bu parayı ödeyemeyince, antrenörünü eski kulübüne vermek zorunda kalmış. Kamuoyuna duyrulur...
Bir de duyduğuma göre, Beşiktaş’a gelirken Alman kulübüyle yapılan anlaşmanın altında da Murat Didin’in garantörlüğü varmış. Allah’tan Murat Didin koyu bir Beşiktaşlı, ya Tigana gibi koyu bir Euro’cu olsaydı, ne olurdu acaba.
Yazının Devamını Oku 26 Mart 2007
MİLLİ Takım, çok net bir galibiyet aldı. Hem de 10 kişi oynayarak. Hakan hiç yok. Devamlı hakeme şikayet, devamlı güçsüzlük. Acaba bu kadar ısrar Amerika’dan gelen destekle mi veya yardımla mı oluyor? Bir Tümer vardı, o iki kişilik oynadı. Aradaki farkı kapattı.
Yunanlılar bir hata yaptı. Bizim bam telimize bastılar. İstiklal Marşı çalınırken yuhaladılar ve ıslıkladılar. Belki de bizim çocukların o içindeki fitili ateşlediler. Çünkü onlardaki milli duyguyla bizimki farklı. Biz, hırslandık mı topyekün hırslanıyoruz. Onlar öyle değil.
İyi ki Milli Takım’da Mehmet Aurelio var. Adam sanki otomatik sigorta veya yapıştırıcı. Ne derseniz deyin. Nerede bir açık var, orada bitiyor. Volkan yediği golde hatalı. Çünkü durduğu yer yanlış. Ardından zamanlaması çok iyi bir çıkış yaptı. Sonra da direkten dönen ve auta atılan toplarda yanlış işler yaptı. Ama dün gece yukarıdaki de bizim yanımızdaydı. Yunanistan takımının da artık değişim zamanı gelmiş. Tabiri caizse son kullanma tarihini artık geçirmişler.
Hem mantıklı hem duygusal
Tümer hem oynadı, hem oynattı. Fener takımında bu Tümer niye yok acaba dersek, bunun cevabını Zico’nun vermesi gerekiyor. Belki de Tümer onun da verdiği hırsla oynadı. Futbol, enteresan bir oyun. Futbolcu-teknik direktör ilişkisi hem mantıklı, hem duygusal olursa ve birbirlerine inanırlarsa, o zaman başarı geliyor. Fatih Terim zaten en fazla işin bu yönüyle başarıyı kovalıyor. Yanlış da değil. Ama zaman zaman da işi mantığına vurmalı.
Maçın Alman hakemi için "Rehhagel’in arkadaşı" dediler. İnsanlar şunu iyi bilmeli. Polisten ve hakemden arkadaşın olabilir. Ama onlar işlerini hislerine karıştırmazlar.
Sahadaki görevliler bizim ceza alanı içine atılanları taşımaktan yoruldular. Onların da kondisyonu bayağı iyiymiş. Bakalım UEFA ne yapacak? İkinci yarı şeref tribününe göre sağ taraftaki kale arkasında büyük bir kavga çıktı. Kavgadan kaçmak için sahaya atlayanlar bile oldu. Yunanlılar birbirlerini dövüyorlardı. Basın tribününden de hemen espri geldi: "Esenler Grubu ile Genç Fenerbahçeliler kavga ediyor." Yani Yunanlılarla bizim fazla bir farkımız yok. Birbirimize çok benziyoruz. Adamların bugün bayramıydı, hem bayramlarını çizdik, hem de karizmalarını...
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2007
SON 7-8 yılda üç büyük takımın kötü giden maçlarından sonra İstanbul’daki havalimanı görüntülerini alın, gidin maçlardaki özellikle amigo grubunun olduğu yerleri zoomlayın bakın. Kötü giden maçlardan sonra bu kez takım otobüsünün tesislere girişini izleyin. Göreceğiniz resim hep aynı. Peki bu şahıslar hep mi tesadüf oralarda? Bu şahısların maddi olanakları ne kadar? Yine baktığınızda bunların çok az para kazandıklarını asalak halinde yaşadıklarını görürsünüz. Kimisi esrar çeker, kimisi kokain kullanır, hatta tiner.
Peki bu şahıslar ayrı ayrı fert olarak mı bu işlere giriyorlar? Bence imkansız. O anda bak, havalimanına gidiş taksi parası cebinde yoktur.
Bu görüntülerin sonunda bu işlerin net şekilde organize işler olduğunu görürsünüz. Bu alemde herkes birbirini iyi tanır. Özellikle yöneticiler bu organize işlerin içine girerler. Kulüp başkanının bu işlerden haberi olmaması veya içinde olmaması imkansızdır.
Parayla alınıyorlar
Bu profesyonel futbol şiddet gruplarını parayla her yönetici alabilir. Miktarları bellidir. Bunlar köşeye sıkıştırdıkları kulüp başkanı veya yöneticiden resmen tehdit yoluyla para alırlar. Eğer vermezlerse tribünde parayı vermeyenin aleyhine bağırırlar. Eğer kulüp başkanın rakibi varsa bu sefer ona giderler, daha fazla para alarak kulüp başkanı aleyhinde pankart asarlar. Resti görürsen sen parayı artırırsın, o pankartlar iner. Bakın statlara bir metre patiska alamayacak adamlar, metrelerce bez üzerine yazı yazıp tribüne asarlar. Bunların paraları da o taraf yöneticinin cebinden çıkmaktadır.
Bu taraftar diye geçinen paralı askerlerin bazıları zaman zaman kamuoyunu bilgilendiren gazetecileri de susturmaya kalkarlar. Bu işler kulüplerde olurken, bunları önleyici, cezalandırıcı merci ne yapar. Yani Futbol Federasyonu.
Yıllarca bir şey yapmadı ve aklı başında seyirciler tribünden kaçtı. Hala da kaçıyorlar. Statlar serseri grupların ellerine geçti. Polis ne yapsın. Bazılarını tutup içeri atıyor, o malum yöneticiler de araya adam sokarak, hatta bir telefonla çıkarıyorlar. Hiç unutmuyorum... G.Saray- Leeds maçından bir veya iki sene sonra o iki İngiliz’i öldürenlerden bir tanesi İstiklal Caddesi’nde yanıma geldi. Göğsünü gere gere İngiliz’i öldürdüğünü söyledi. Nasıl çıktığını sordum, "Biz çıkarız abi" dedi.
Ben bu şahsı veya diğer kulüplerdeki bazılarını hadiseli pozisyonlarda ekranlarda görüyorum. 17 milyonluk İstanbul’da bu işleri organize yapan, üç büyük kulüp taraftarının arasında ele başı en fazla 30 kişi vardır. Hatta o kadar bile yoktur. Bunların hepsini polis teker teker bilir. İstesinler hepsini evlerinden bir dakikada alırlar. Ama bunların suçu yok ki, onlar maşa.
Organize işlerin başındaki babaları, yani vanayı kapatırsan bu iş biter. Onu yapacak olan, o vanayı kapatacak olan kim? Tabii ki Futbol Federasyonu. Peki sizce Futbol Federasyonu bu vanayı kapatabilir mi? Nerdeee... O vanayı kapatacak güç Futbol Federasyonu’nda yok.
Bir de şikayet ediyorlar
Hatırlarsınız, iki hafta evvel Murat Özaydınlı, Maraton programına katılarak, "Yorumcunuz, yöneticileri kamuoyuna şikayet ediyor" dedi.
Aklınca diğer iki kulübü de yanına alarak, yorumcuyu kıstıracak. Ben hangi yöneticileri kastediyorum. Bu organize işlere girenleri. Manisa Başkanı Haluk Çubukcu gibilere bir sözüm var mı? Hayır... O zaman bu bazı yöneticiler niye alınıyorlar...
Yumruk mesafesi!..
MANİSA’daki olaylar kötü. Bülent ve kaleci antrenörünün yaptıkları çirkin. Hepsi tamam. Peki maçın tek hakimi Cüneyt Çakır, olayın buralara gelmesinde hatalı mı? Bence yüzde yüz.
Öncelikle Cüneyt için şunu söylemeliyim. Fizik olarak etkileyici bir hakem tipi değil. Bu açıdan kayıp. Hani boyun 1.90 olur da, futbolcuya hem disiplin olarak, hem fizik olarak tepeden bakarsın. O da psikolojik olarak sana yaklaşamaz. Yalnız senin tipindeki hakemler değil. 1.90’lık hakemler de şu tekniği unutmasınlar. Bunu oyun kuralları kitabı yazmaz. Futbolculuk ve hakemlik yaptığım için tamamen benim bulduğum bir sistem. Kart gösterirken özellikle kırmızıyı çıkarırken, futbolcuya üç metreden fazla yaklaşmayın.Yumruk mesafesinin dışında durun. Hatta size uçarak kafa atma mesafesinin de.
NOT: Cüneyt sen bırak 3 metreyi, 5 metreyi, statta müzik çalsa kaleci Bülent ile neredeyse dans edecektiniz. Zaten ip orada koptu. Sonra da önüne geçemedin. Çünkü dağıldın.
Özden ve Arda...
FUTBOLDA hem santrfor, hem de santraf oynadım. Onun için de olayı çift yönlü düşünebiliyorum. Hep şunu söyledim. Forvet oynayan oyuncular, defans adamlarıyla iyi geçinecekler. Onlara kıllık yapmayacak, küfür etmeyecekler. Kötü söz söylemeyecekler. Sen defans adamının kucağında oynuyorsun. Tamam, forvet defansa göre saniyenin onda biri gibi bir zamanda daha önce düşünür. Yapacağı harekete göre defans adamı gardını alır. Ama defans adamının bir avantajı var. Forvet gibi sadece kafasında yapmak yok. Onunki bozmak. Yani daha kolay. Zor olanı forvet yapar. Zaten siz dünyada transfer rekoru kıran bir defans adamı gördünüz mü? En büyük parayı golcüler alır.
Bunları neden yazıyorum. Konya kalecisi Özden, Arda ile çarpışarak kendini de sakatladı, rakibini de. Pozisyon ceza alanı içinde Özden’in Arda’ya yapacağı hareket penaltı. Ama Özden öyle bir hareket yaptı ki, havada uçarak Arda ile çarpıştı. Sırf Arda’yı sakatlamaya gitse, öyle atlamazdı. Kendini garantiye alır, bir ayağı yerde olurdu. Özden’in kafasında bir şey mi vardı da öyle kontrolsüz girdi. Bence evet.
Geriye dönelim... İstanbul’daki Galatasaray-Konya maçını hatırlayalım. Sol iç koridordan ceza alanına giren Arda, kaleci Özden ile karşı karşıya kaldı. Vurur gibi yaptı, Özden yattı. Arda bir feyk daha attı, Özden yine terse yattı, sonra Arda vurdu gol oldu.
Bu pozisyonda Arda, Özden ile dalga mı geçti, hayır. Hareketleri ukalalıktan değil, pozisyon icabıydı. Belki de Özden’in kafasında sonra televizyondan bu pozisyonu seyrederken bazı şeyler geçmiştir. Arda’yı sakatlamak gibi bir fikir olarak söylemiyorum. O duruma düştüğü için sinirlenmiş olabilir. Onun neticesinde de Konya’da Arda’ya ikinci hamleyi yaptırmamak istemiştir.
Ceza var mı?
MERAK ediyorum... Futbol Federasyonu Appiah’ın rakibinin ayağına kastığı basma pozisyonu için bir yaptırım uygulayacak mı? Eğer uygulamayacaksa, o zaman bir nolu yardımcı ile dördüncü hakeme nasıl bir yaptırım uygulayacak bekliyorum.
Kezman sorusu!
KONYA maçı sonrasında Kezman ile ilgili bir konuyu köşeme taşımıştım. Sırp oyuncu sevinç sırasında formasını kafasına geçirdiği için haklı olarak sarı kart görmüştü. Avustralya’dan gelen bir soru vardı. Aynı Kezman 5 dakika sonra bu kez gol kaçırma anında sinirlenerek aynı hareketi yapsa, yine sarı görür müydü. Cevap: Hayır. Kural, gol attıktan sonra abartılı sevinç, rakibi tahrik eden durumu göz önüne alarak sarı kart veriyor.
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2007
FENERBAHÇE yorum getirilmeyecek, tartışılmayacak bir şekilde Bursaspor’u yendi. Saha, seyirci, hakem, zemin hepsi hikaye... İlk yarı daha kontrollü oynadılar. İkinci yarı gelen fırsatlarla işi bitirdiler. Haliyle kalite farkı, bu neticede büyük rol oynadı. Maç Bursa’da. Bursaspor seyircisi "Ben takımımı çok seviyorum" diyor... Kesinlikle hayır. Bursaspor’un bir grup seyircisi kendisini seviyor, çıkarlarını seviyor. Biraz da fazla uyanıklar, stattaki çoğunlukta olan aklı başında Bursa seyircisini de tahrik etmeye çalışıyorlar. Levent Kızıl F.Bahçeli’ymiş. Türkiye’de o kadar çok küçük kulüplerin başkanı var ki; F.Bahçeli, Beşiktaşlı, G.Saraylı olan ve hatta daha da ileri giderek kongre üyesi olan...
Terbiye özürlüler
Levent Kızıl’a bu yapılanlar müstehak... Bu terbiye özürlü, ufak Bursa seyircisi, bu Levent Kızıl’a az yapıyor! Sen kimse kulübe sahip çıkmazken gel, kulübün başına geç. Hem de ikinci ligde. Hem de gayya kuyusunda. Makul paralarla transferler yap, takımı Süper Lig’e çıkar. Gene de bu şehre yaranama!!! Pardon, ufak, küçük bir taraftara... O taraftar sen teslim olmadın diye ortalığı çomaklasın, senin teknik direktörün Raşit Çetiner’i kaçırsın. Onların istediklerini getirme, Raşit’in yardımcısı Engin’i getir. Takım yine başarılı olsun. Ve bu takım iyi mücadele etsin, futbol oynasın, bu kadar puana ulaşsın. Ama yine de sana ’Git artık Levent’ diye bağırsın. Normal, Levent Kızıl sen bunları hak ettin. Bursaspor’un gerçek taraftarı veya Bursa’nın ileri gelenleri şimdi ne yapacaklar, sen ona bak Levent Kızıl... Eğer onlar da susuyorsa ve bu terbiyesiz özürlü gruba tavır koyamıyorsa 1 dakika durma git Levent Kızıl...
Kezman’a kızmayın
Zico, herhalde Mehmet Aurelio’nun Fenerbahçe için ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu anlamıştır. O oynayınca orta sahadaki büyük problemler ortadan kalkıyor. En kötüsü, Alex hücumu daha fazla düşünüp, daha az geriye geliyor. Fenerbahçeliler Kezman’a kızmasınlar. Bu oyuncu ne kadar topla buluşursa o kadar fazla gol atar. Onu ileride tek başına bırakırlarsa o ne yapsın? Bir de Kezman mükemmel asist yapan bir oyuncu. Hiçbir zaman bencil değil. Alex’e attırdığı kafa golünde neredeyse topu Alex’in ağzının içine ortaladı.
Bursa’nın o kale arkasındaki seyircisi hiç alakası yokken Beşiktaş’a küfür etti. Hiç alakası yokken bana küfür etti. Bu seyirci belki de bunları özellikle yapıyor. Sahamız kapansın, yönetim zayıflasın, takım başarısız olsun diye. Ama yıllardır bu tip taraftarlar bütün kulüplerde mantar gibi türediler. Bu canavarları eski ve yeni kulüp başkanları yarattılar. Şimdi bunlara hakim olamıyorlar. Hakem geçen hafta olduğu gibi yine iyi maç yönetti. Son 10 yıldır sallanan Türk hakemliğinde birileri çıkıp bayraktarlık, liderlik yapacaklar. Ortada inanılmaz bir boşluk var. Akıllı olan, kabiliyetli olan hakem yırtıp götürecek. Dün geceki hakem Mustafa Kamil Abitoğlu sanki bunlardan biri gibi. İnşallah bizleri yanıltmaz. Ufak, tefek işlere girmez, küçük düşünmez ve köle olmaz.
Sarı lacivertliler belki de dün gece Galatasaray’ı devre dışı bıraktılar. Bu akşamki neticeye göre Beşiktaş ne olur onu da göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2007
TEKNİĞİ, taktiği, mücadelesi bir yana, netice olarak iki takımdan biri galip gelseydi, diğerine yazık olurdu. Çünkü iki kötüden bir tane iyi çıkmaz. "İki kötü=beraberlik" çıkar. Dün gece olduğu gibi... Arda çıkana kadar Galatasaray topu biraz daha iyi kullandı. Ama bütün tehlikeli toplar bir tek Arda’dan çıktı. Konyaspor’da El Saka olmayınca, bütün yük Erman’a biniyor. El Saka’nın yerine Tayfun’u alınca da Konyaspor’un kaybı ikiye katlanıyor. Konyaspor’un yediği iki gole bakın, Galatasaray’ın atmadığını görürsünüz. İkisini de Konyaspor’un iki kalecisi yedi. Hakan Şükür sahada bulunduğu sürede futbol oynamadı, jogging de yapmadı, bol bol yürüdü. Emre hava toplarında iyiydi, ama Galatasaray defansı dün akşamki Konyaspor’a bile çok kolay pozisyonlar verdi. Kalitesiz, pozisyonu az bir maç izledik.
Net penaltıydı
Bu tip maçlarda sahada iyi bir hakem olsa kaliteyi biraz yükseltir, maça heyecan katabilir. Ama nerede... Hakan Sivriservi belki iyi bir insan, uzun boylu, fiziği de fena değil, ama koşuş stili kötü. Hadi onu da geçelim, hakemliği kötü. Futbolu bilmiyor, avantaj kaidesi uygulamıyor. Pozisyon bitiyor, arkasını dönüp yerine gidiyor. Faul veriyor, arkasını dönüp koştuğu için pozisyonu görmüyor taç veriyor. Sonra gidip yardımcısıyla görüşüp düzeltiyor. Top Ayhan’dan taca gidiyor, ama tacı Ayhan atıyor. O top gidip Galatasaray’ın birinci golü oluyor. 44. dakikada Özden’in ceza alanında Arda’ya girdiği pozisyonda ikisi de sakatlanıyorlar. Net bir penaltı, ama o "devam" diyor. Avantaj uygulamaları çok kötü, faul kararları kötü. Sıkıldım, kusura bakmayın bu konuda daha fazla yazamayacağım.
Stat yakışmıyor
Ben çocuktum, bu Konya stadı vardı. Hatta o zaman Türkiye’de bisiklet sporu çok önemliydi ve buradaki veledromda çok şampiyon yetişti. Ben neredeyse öbür tarafa gideceğim, bu stat aynen duruyor. Haliyle de Konya’ya yakışmıyor. Hem veledrom hem atletizm pisti, saha seyirciden uzaklaşıyor, seyircinin maçla bağlantısı kesiliyor. Araya bir de bari tezgah atıp pazar yeri yapsalar, sebze, meyve, balık falan satsalar.
Gerets diyor ki, "Geçen seneki ruhumuzu yakaladık." Ben de ona diyorum ki, bırakın geçen seneki ruhunuzu yakalamayı, tuz ruhu olma yolunda ilerliyorsunuz. Ama normal. Yönetimin içinde tartışma, mücadele, kavga sürerse haliyle bu da futbolcuya yansır. Dolayısıyla sahaya.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2007
DÜNYANIN en pahalı ikinci teknik direktörü Tigana, pazar günü Ankara’daki Ankaragücü maçından sonra bir basın toplantısı yaptı... Karşısında onlarca gazeteci, ona soru soracaklar; "Beşiktaş neden böyle kötü oynadı?" diyecekler, "Ankaragücü oynadı, Beşiktaş kazandı, ne diyorsun?" diyecekler... Söyleyecekler oğlu söyleyecekler. Beşiktaş’ın, paraca dünyada ilk üçe giren teknik direktörü de onları tatmin edici cevaplar verecek idi. Ama ne gezer?
Tigana çıktı, Erman Toroğlu ile kendisi arasında olan (Bence yok ama onun açısından var olan) bir konuda açıklama yaptı. Bu konuyu zaten kendisi Yüce Türk Adaleti’ne taşıdı. Ben de gittim Basın Savcısı’na ifade verdim. Olay bu iken onun asıl vazifesini başka yerlere taşımasına anlam veremedim. Ama, oradaki basın mensuplarından da ona hesap soran olmadı. Yani, Tigana basın mensuplarına karşı saygısızlık yaptı. Yalnız basın mensuplarına değil, dünyanın her tarafında Beşiktaş’tan haber bekleyen milyonlarca taraftara da saygısızlık yaptı. Zaten o Fransız... Kendini de herhalde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından iki üç gömlek üstün görüyor. Şu güne kadar da bu konuda ondan hesap soran olmadı.
Beşiktaş değil tazminat önemli
Olsun, zaten o gitmenin yollarını arıyor. Alacağı büyük tazminatı düşünüyor. Onun için Beşiktaş’ın geleceği falan önemli değil, zaten oynattığı takım da meydanda. 4-5 futbolcunun "Oynattığı yer benim yerim değil" diye isyan ettiği bir teknik adam dünyanın en fazla para alan üç antrenöründen biri. Ama bu konuda Tigana haklı. Adamın önüne bu kadar para koyarsan, aptal mı almasın? Veren düşünsün.
Not 1: Bir duyumuma göre Beşiktaş üçüncü olsa bile, Tigana prim alacakmış. Türkiye liglerinde Kasap Mehmet Efendi ile Manav Ahmet Efendi’yi Beşiktaş’a teknik direktör yap, zaten en kötü üçüncü olur. Dedim ya, Tigana cin gibi. Helal olsun ona.
Not 2: Bir restoranda yemek yerken karşımda birisinin ağzında kürdanla oynadığını görsem ben rahatsız olurum. Zaten milyonlarca insan da rahatsız oluyor. Ama onun için farketmiyor.
Kanunu çıkarmak mı uygulamak mı önemli?
GEÇEN hafta Ankaragücü-Beşiktaş maçı oynandı. Haftalar öncesinden olayların olacağı belliydi. Sonunda oldu da. Neden?
Nedeni çok basit... Polis Ankara’ya gelen 10 otobüs dolusu Beşiktaş taraftarını çeviriyor, otobüste arama yapıyor; tabanca, bıçak, döner bıçağı ne ararsanız buluyor. Ama otobüsün içindeki hiçbir taraftar bu silahları üstüne alınmıyor, hepsi "Bunlar bizim değil" diyor. Poliste bu taraftarları alıp nezarete tıkma ve fişleyip gönderme yetkisi yok. Bu, işin bir tarafı.
Diğer tarafta yine aynı şekilde potansiyel tehlike Ankaragüçlüler, Ankara’nın iki yerinde toplanıyor. Polis müdahale ediyor, bunların olay yapacakları belli. Ama alıp nezarete atamıyor.
Yani, potansiyel tehlikeli seyirciyi polisin, maçtan evvel nezarete atıp, fişleyip maçtan sonra salıvermesi gerekir. Ama, kanunda böyle bir şey yok. Büyüklerimiz diyorlar ki, "Değişecek" veya "Cak"... Yıllardır görmediniz mi, hep böyle oldu. Ben de diyorum ki, "İnşallah, yaparsanız maşallah."
Not: Kanun çıkarırsan bir yere kadar başarılı olursun. Onu uygulayacak cesaretteki bir devletin yoksa, kanunun mükemmelini bile çıkarsan hikaye.
Yönetici de eğitilmeli
FUTBOLCU antrenman yapıyor, kendine bakıyor, teknik öğreniyor, taktik öğreniyor, beyin cimnastiği yapıyor. Yani, eğitiliyor. Lisansı alıp profesyonel futbolcu oluyor.
Masör aynen... Belli bir eğitimden geçmezse iş bulamaz. Doktora, bir şey söylemeye zaten gerek yok. Fizyoterapist aynen. Hakem keza öyle. Hem de köküne kadar eğitim alıyor. Teknik direktör, antrenör derseniz, full eğitimliler. Basın son 10-15 yıldır bu eğitim konusuna bayağı önem veriyor. Peki, soruyorum size şimdi; "Bütün bu öğelerin yanında, yöneticinin eğitimi ne? Bilgisi ne? Görgüsü ne?"
Ve maalesef bütün bu eğitimlileri, bu eğitimsiz yöneticiler yönlendirmeye kalkıyorlar. Daha da acısı bu eğitimsiz ve görgüsüz bazı yöneticiler hesap sorma cesaretini gösterip ortaya çıkıyorlar. Ama maskeleri yavaş yavaş düşünce sinirleniyorlar ve ağızlarından salyalar çıkmış bir şekilde sağa sola saldırıyorlar. Ama yemezler... Halka bunlar anlatıldığı zaman da sinirleri iki kat oluyor.
Şahane soru
PAZAR akşamı Maraton’da Kezman’ın, attığı golden sonra formasını kafasına geçirerek sevindiği ve sarı kart gördüğü pozisyonu ekrana getirip tartıştık. Aslında tartışılmayacak bir konu. Çünkü 1.5 yıldır bu kural var.
Ulusal federasyonlara, hem de fotoğrafla beraber gönderildi. Ama karara sinirlenen Murat Özaydınlı, oturduğu locada şovlar yaparak karara tepki gösterdi. Hatta dahili telsizle birileriyle konuştu. Pozisyonu mu sordu, yoksa birilerine emirler mi verdi, bilemiyorum. Ama Kezman gibi üst düzey bir oyuncunun bu kuralı bilmemesi, hem kendi ayıbı hem de Fenerbahçe Kulübü’nün.
Biz bunları konuşurken, Avustralya’da Maraton programını seyreden Avustralya Fenerbahçeliler Derneği’nden bir telefon geliyor. Telefondaki ses diyor ki,
"Futbolcu, attığı golden sonra abartılı sevindiği, hatta rakibi tahrik ettiği için, kural gereği sarı kart görüyor. Bu tamam. Peki, aynı Kezman beş dakika sonra bu sefer yüzde yüz bir golü kaçırsa; boş kaleye topu atamasa, yine aynı şekilde formasını kafasını çıkarıp sinirlense aynı kartı görür mü?"
Futbol güzel!
Bakınız, Maraton’un çıkış noktası İstanbul, sorunun geldiği yer Avustralya. Herhalde Sydney’dir veya Melbourne’dür. Ne kadar güzel bir soru değil mi? İşte onun için futbol güzel. İşte onun için televizyon güzel. Çünkü, seyirci çoğu zaman yöneticiden de, teknik direktörden de, hakemden de, futbolcudan da daha iyi ve daha değişik yorum yapıyor.
Sevgili okuyucular, siz isterseniz soruyu tartışın, ben cevabını haftaya vereyim.
Şu ’Liseli’ meselesi
YILLARDIR Galatasaraylı ’Liseliler’ öyle veya böyle kulübü tek başlarına yönetmek istiyorlar. Bu konuda defalarca yorum yaptım, hatta çok tepki çektim. Belki de liselilerin işine gelmedi benim bu işleri gündeme getirmem. Ama sonunda ne oldu, pazar akşamı alt taraf patladı. Çok net olarak şunu söylüyorum; genelde liselilerin görüşü "Ufak olsun benim olsun" şeklindeydi. Ama artık ufağa da büyüğe de hakiki Galatasaray taraftarı karar verecek. Çünkü, toplum gücünün önünde duramazsınız.
(Liseli kendini diğer Galatasaraylılar’dan daha üstün görüyor. Hatta "Hangi üniversiteyi bitirdin?" dediğinizde, "Galatasaray Lisesi" derler, üniversitelerini söylemezler. Tamam Galatasaray Lisesi eskilerde çok iyi bir liseydi, hakikaten iyi eğitim veriyordu. Şimdi de kötü eğitim verdiği söylenemez. Ama o zaman kaç tane Galatasaray Lisesi vardı? Şimdi alternatifler bin tane. O zaman, zorlamayacaksın, sonra balatayı yakarsın.)
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2007
Bir kaleci, saçmasapan yan toplara çıkar ya da çıkmaz veya arkadaşlarını dağıtırsa, sonunda bunlar gol olursa, o futbol takımının direnci, şevki kırılır... Bütün bu anlattıklarım, dün gece eşittir: Özden. FUTBOL ayak oyunu... Bir futbol takımı kaç kişiden oluşuyor dediğinizde, "Biri kaleci olmak üzere 11 kişiden oluşur" diye bir cevap veririz. Sebebi de kaleci, ceza alanı içinde yalnız ayağı ile değil, elleriyle de oynar. Yani onun büyük avantajları vardır. Hatta bir hava topuna çıktığında, elleriyle onu tutmak için hamle yaptığında, yani elleri yukarıdayken şarj yapamazsınız, dokunamazsınız. Bütün bu haklara sahip olan bir kaleci, saçmasapan yan toplara çıkar ya da çıkmaz veya arkadaşlarını dağıtırsa, sonunda bunlar gol olursa, o futbol takımının direnci, şevki kırılır...
Direnci kırdı
Bütün bu anlattıklarım, dün gece eşittir: Özden... Konyaspor, klasik oyun taktiği ile başlıyor, bol pas yapıyor. Bütün futbolcular boşa çıkıyorlar ve top alıyorlar. Bu durumda F.Bahçe ne yapacak? En az 5-6 kişiyle pres uygulayacak, topu kapıp hücum edecekler. Sarı lacivertliler bunların hiçbirisini koca 45 dakika yapmadılar. 45+1’de Özden bir hata yaptı, tam yaptı. Soyunma odasına bir takımı moralli, diğerini ise moralsiz götürdü.
İkinci yarı bu kez F.Bahçe daha arzulu, daha bir istekli... Seyirci Deniz’e takmış top ayağına gelince ıslıklıyor. Appiah çok kenarda, Aurelio ortada arı gibi. Serkan sağ tarafta çok çalışkan ama topu kullanacağı yerde maalesef yok. O kadar koşacağına, üç dört tane uzun pas atabilse arkadaşlarını golle buluşturacak, ama o kafası yerde güreşiyor. Fakat iyi niyetli. Topu kaybediyor, ardından yine dönüp, saldırıp alıyor. F.Bahçe seyircisi, buna da razı. Çünkü F.Bahçe’de saldıran futbolcu adedi az.
Serdar’a tavsiyem
Alex, duran topları kullanamıyor deniyordu. Dün akşam bayağı kullandı. Zaten iki gol de böyle geldi. Ama dün gecenin en güzel golü bence, hazırlanış, estetik ve final açısından üçüncü goldü. Kaleci Serdar bir iki pozisyonda topun üstüne gelmesiyle şanslıydı. Bazı pozisyonlarda iyi yer aldı. Yalnız, ona bir tavsiyem var; Fenerbahçe kalesinde oynuyorsun. Topu tutuyorsun, hiçbir olay yok, hiçbir tehlike yok. Kendini yere atıp iki seksen bir doksan uzanıyorsun. Sonra yerden kalkıp degaj yapıyorsun. Dışarıdan çirkin gözüküyor. Daha çok gençsin, bu tavsiyelere ihtiyacın olmamalı.
Aurelio’ya mecbursun
Zico’nun bir şeyi çok iyi bilmesi gerekir. Mehmet Aurelio varsa ve sakat değilse, bu takımda banko oynatmaya mecbursun! Çünkü bu tarz ikinci bir oyuncun yok. Neden ters düştün, anlamak mümkün değil?
Aytekin Durmaz iyi niyetliydi. Ama bazı pozisyonlarda kornere aut, taçları da ters verdi. Her pozisyonda yardımcı hakeme teslim olmayacaksın. O tacı yanlış vermiş olabilir, önemli olan sahada doğruyu bulmaktır. Yoksa o bayrağı kaldırdı, onu rencide etmeyeyim düşüncesinden vazgeçin. Onlar milattan önceki hakem yorumlarıdır. Fenerbahçe Stadı’nın tribünlerindeki seyirciyi ısıtma sistemi çok iyi. Ama sahadaki Fener takımının bu seyirciyi daha bir farklı ısıtması gerekir.
Yazının Devamını Oku