Cilayı bırakalım

YUNANİSTAN maçını 4-1 kazandık. Herkes bulutların üzerine çıktı. Ama maça teknik olarak dikkatle baktığımızda, sahada bize hangi zar gerekliyse onu attık, hatta zaman zaman düşeş attık.

Biz bu düşeşleri atarken, rakip hepyekteydi. İki topları direkten döndü. Kale sahası içinden iki vuruşu daha zor olanı yaparak dışarı attılar. Bizim vurduğumuz gol oldu.

Biz Volkan’dan korkuyorduk, onlar Nikopolidis’e güveniyorlardı, onda da tersi oldu. Ceza alanını terk edip ayakla aldığı pozisyon hariç Volkan yine hatalı işler yaptı. Yediğimiz golde de hatalıydı. Galip geldiğimiz bir maçta bunları görürsek, önümüzdeki maçları kazanırız.

Yoksa böyle cila yapmaya devam edersek Bosna - Hersek bile gelip bizi geçebilir. Fatih Terim dışarıya bu tarz konuşuyor, ama tahmin ediyorum içeride en ağır eleştirileri yapıyordur herhalde. Yapmasa, zaten sonumuz kötü olur.

Diğerleri ateşlenmeli

Eskiden Türk futboluna üç büyükler hakimdi, eğer bu takımlarda oynamazsanız ağzınızla kuş tutsanız o formayı giyemezdiniz. Hatta hiç unutmam Ümit Milli Takımı’nda oynarken, Fatih o zaman Adana Demirspor’daydı "Bir gün İstanbul’a geleceğim göstereceğim" diyordu.

Türk Milli Takımı forması hiçbir futbolcunun tekelinde olmamalı. Mesela, Hakan Şükür.

Yıllarca milli forma altında harikalar yarattı, müthiş goller attı, hepimize keyif verdi. Ama şu sıralar bu oyuncu iyi değil, o zaman ısrar etmemek lazım. Kenarda Mehmet Yıldız oturuyor.

Tabiri caizse boğa gibi bir oyuncu. At ortaya, ver topu ayağına, silindir gibi ezsin. Bu tip oyuncular oynarsa, Türkiye liglerindeki diğer oyunculara da şevk gelir, "Yarın bana da bu formayı verirler" der. Her sabah heyecanla uyanır. Ne dersin Fatih, doğru değil mi?

Fanatik her yerde var...

ATİNA’daki milli maça Spor Servisimiz Müdürü Esat Yılmaer ile beraber metro ile gittik. Şehrin göbeğinden bindik, stadın göbeğine indik. Benim üzerimde sponsorum Sarar’dan özellikle aldığım kırmızı-beyaz kazak ve mont vardı.

Yani resmen Türk Milli Takımı forması gibi. Stadın etrafında bir tur attık, içeri girdik. Etrafımızda binlerce kişi vardı, hiçbir şekilde tepki göstermediler. Türk olduğumuzu da anlıyorlardı.

Ne zaman ki milli marşımız çalınmaya başladı, bir kısım seyirci terbiyesizlik etmeye, küfür etmeye, yuhalamaya başladı.

Bir grup geri zekalı da Atatürk ile ilgili iğrenç bir pankart açmıştı. İşte burada maçı kaybettiler. Bizim Türk olarak bir deli tarafımız vardır, o kontağımız attığı an, silahı alnımıza dayasan, o silahı elimizle tutmaya çalışır ve alıp silahı çekene vurmaya çalışırız. Nitekim maç da öyle oldu. Şimdi İstanbul’daki maçta bize bir görev düşüyor.

Eğer varsa Yunan televizyonu pek göstermemiş, ama o görüntüleri Yunan maçı oynanmadan önce statta gösterelim ve biz tam tersini yaparak sahaya hiçbir şey atmayalım. Eğer protesto edeceksek, onların milli marşında küfür etmeyelim, yuhalamayalım, ama ayağa kalkmayalım oturarak dinleyelim. Aslında bu fanatik gruplar bizde de var. Aynı takımın seyircileri tribünde birbirlerini bıçaklamıyorlar mı?

Ya da koltukları birbirlerinin kafalarına geçirmiyorlar mı? Benzerini adamlar milli maçlarında yaptılar. Tabii bunlar UEFA’yı ilgilendirir bizi değil.

Federasyona güven yok

YUNANİSTAN maçını aldık, bugün Norveç maçını da alabiliriz. Bu maçları almamız Haluk Ulusoy ve ekibinin düzlüğe çıkması demek değildir. Türk futbolundaki güvensizliği birkaç galibiyetle örtemezsiniz. Yunanistan gibi ezeli rakibimizi yeniyoruz, bireysel olarak çok seviniyoruz, ama Türkiye genelinde bu yönetime olan güvensizlik, bu maçtan sonra da çok net biçimde gözüktü.

Haluk Ulusoy, yanında gezdirdiği insanlara çok dikkat etmeli. Onların yaptığı hareketler, söylediği sözler maalesef Türk futboluna zarar veriyor. Yurt dışında bile bazı yerlerde (!), bazı şahıslar "Türk futbolunu bunlar mı yönetiyorlar?" diye bana sordular. Ben de üzülerek, "Maalesef evet" dedim. Bu cümleleri neden yazdığımı, nereden yazdığımı Haluk Ulusoy’un yanındakiler iyi bilirler. Ne dersin Sayın Ulusoy, doğru değil mi?

Doğruyu bulmaya başlıyoruz

KANSER Haftası dolayısıyla Türk Kanser Derneği, bana bir ödül verecek. Bu ödülün gerekçesini dernek şöyle açıklıyor: "Çeşitli vesilelerle fazla dozajlı hormonlarla yetiştirilen ve kanserojen etkisi yapan besinler konusunda halkı bilgilendirici söylemlerinizden ötürü, Türk milleti adına derneğimiz tarafından size özel ödül plaketi verilecektir."

Türk Kanser Derneği’ne teşekkür ediyorum. Ama o gün Ankara’da Gençlerbirliği-Beşiktaş maçını izleyeceğim için ödülümü sevgili Ali Kırca alacak. Aynı gün Ankara’da bu sefer TAÇSAV, Kanser Haftası nedeniyle bir panel düzenliyor. "Besinlerde sağlığa zararlı olabilecek maddeler" konulu panelde konuşmacı olarak bulunacağım. Bunlar insana şevk veriyor. Türkiye’de her şey oluyor. Beni mahkemeye veren Antalyalı hıyarcılar da oldu, bana ödül veren kanser dernekleri de. Demek ki yavaş da olsa doğruyu bulmaya başlıyoruz.

Yurt dışında rakı isteyin

TÜRK
işadamlarına duyrulur... Yurt dışına gittikleri seyahatlerde hangi ülke olursa olsun kaldıkları otelin barına gittiklerinde mutlaka rakı istesinler. Olmayabilir. Ama desinler ki, "Ben bu otelde 5 gün kalacağım rakı içmek istiyorum." O barmen o rakıyı bulacaktır.

Biz bunu yurt dışı seyahatlerinde yapmıyoruz, zorlamıyoruz. Bu cümleleri söyleyen Frankfurt’un üst düzey otellerinde çalışan iki tane üst düzey barmen (Ahmet ile Fatih). Bunlar 100 çeşite yakın rakı kokteyli yapmışlar, katalogları da son aşamada. Tamamen kendi çabalarıyla...

Turizm Bakanlığı’nın kulakları çınlasın. O uyumaya devam etsin. Bizim uyanık girişimci insanlarımız doğru olanları yapıyorlar.

Ya paramız ya da Didin

ATİNA’dan Frankfurt’a geçtim. Hemen hemen bütün gazete ve mecmualarda "Yuvana hoşgeldin Murat Didin" gibi cümlelere rastladım. Hayrettir, geçen hafta Türkiye’deyken Beşiktaşlı bir yöneticinin, Murat Didin için "Aniden gitti, yardımcı antrenör de takımı toparlayamayınca mağlup olduk" dediğini hatırladım. Frankfurt bürodan rica ettim, onları Frankfurt’taki Deutche Bank Skyliners Basketbol Takımı’nın yöneticileri ile konuşturdum. Gelen cevap enteresandı: "Bizim 50 bin Euro’muzu vaadettikleri tarihte ödemediler. Ödeyemeyeceklerini söylediler."

Doğru Frankfurt’a

Önceki yıl Murat Didin ayrıldığında takımı şampiyonluğu son maçında kaçırmış. Geçen sene küme düşmekten son maçta kurtulmuşlar. Adamlar demişler ki, Beşiktaş’a "Ya paramızı verin, ya da antrenörümüzü geri verin." İşin aslı, Beşiktaş yönetimi bu parayı ödeyemeyince, antrenörünü eski kulübüne vermek zorunda kalmış. Kamuoyuna duyrulur...

Bir de duyduğuma göre, Beşiktaş’a gelirken Alman kulübüyle yapılan anlaşmanın altında da Murat Didin’in garantörlüğü varmış. Allah’tan Murat Didin koyu bir Beşiktaşlı, ya Tigana gibi koyu bir Euro’cu olsaydı, ne olurdu acaba.
Yazarın Tüm Yazıları