15 Nisan 2007
SAKIN kimse çıkıpta bu maç için, "Futbolun cilvesi. İşte futbol bu" filan demesin. 1-0 öne geçiyorsun... Geçtiğin dakika 42. Karşı takımdan Evren adlı futbolcu, 32’de bir sarı kart görüyor, sonra 36’da atılıyor. Şimdi burada bir nokta koyalım.
Maçtan evvel tribünlerde konuşulan dedikodu şu; "Fenerbahçe Sakarya’ya teşvik gönderdi." Peki, Evren gibi tecrübeli(!) bir futbolcunun 4 dakika arayla iki kart görüp, takımını 10 kişi bırakması, Beşiktaş’a verilen en garanti teşvik değil mi? Bence teşviğin babası.
Bu dakikadan sonra Sakaryaspor gene defansını boşaltmadı ama tabii hücum gücü azaldı. Orta alanı kalabalık tuttular, Cangele’yi fazla geriye çağırmadılar, fırsat bulunca da onun yanına oyuncu soktular. Beşiktaş ne yaptı? Böyle bir rakibe karşı, yani bir kişiyle zaman zaman da iki kişiyle hücum eden bir rakibe karşı dört kişiyle defans yaptı. Bence Tigana kürdan kullanacağına gözlük kullansın.
Aslında hep aynı hikaye. Kabahat onu bulup getirenlerde. Acaba maçtan sonra ne cevherler yumurtlayacak basın toplantısında? Yoksa gene hedef değiştirip bana mı çatacak?
Türkiye’de şampiyonluğa giden iki tane takım var, ikisinin de teknik direktörü resmen seyirci gibi takımlarını kulübeden seyrediyorlar. En ufak bir katkıları yok.
Biraz Delgado, biraz Toraman
Orta sahada biraz Delgado var, defansta da biraz İbrahim Toraman. Eğer başka birileri varsa, lütfen söyleyin, ben atlamış olabilirim! Ricardinho bal yapmayan arıydı. Hep yan, hep geri. Topla kendini tatmin ediyor. Nobre bildiğiniz gibi. Kendini yere atıp penaltı kazandırır veya elle gol atabilirse başarılı bir santrfor tipi.
Sakaryaspor seyircisi kendi yönetimini istifaya davet ediyor. Allah’ları var, sahada canla başla mücadele eden futbolcularına bir şey demiyorlar, onları teşvik ediyorlar. Yani, rakip kendi derdinde. Ama Beşiktaş’ta bu durumdan faydalanacak güç yok.
Sakın, dün akşamki sonuç için sürpriz demeyin. Cangele’nin ayağı kaymasa, veya ceza sahasında bir kafa topuna yükselen rakibini havada iten İbrahim Toraman’a hakem penaltı çalsa, işin rengi daha değişik olurdu.
Beşiktaş kalecisi Runje’nin rakip seyirciler tarafından dalga geçilmesini sağlayanlar, Beşiktaş’ın kendi seyircileri oldu. Ona dalga geçerek tezahürat yapınca rakipler de bunu kaptı.
Martinez mükemmel bir kaleci. Onun şanssızlığı zayıf bir takımda oynaması. Türkiye’de ondan iyisi yok.
Not: Yayıncı kuruluş futbol maçları için milyon dolarlar akıtıyor. Ama gelin, radyodan ve televizyondan maç anlatılan, görüntü çekilen yerleri bir görün. Yemin ediyorum, köpek bağlasan durmaz. O da futbolumuzun perde arkası herhalde. Bu işi düzeltecek olan Futbol Federasyonu. Ama onlar yurt dışında 3 yıldızlı, 4 yıldızlı otellerde kalmıyorlar, hepsi 5 yıldızlı yerlerde yatarlar.
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2007
SÜPER Lig üçüncüsü ile yedincisi maç yapıyor. Kalite olarak üst düzey bir maç izlememiz lazım. Ama seyirciye bakıyoruz, stadın yarısından fazlası boş. Yani onlar diyorlar ki: "Bu iki takım futbol olarak fazla bir şey vermeyecekler. Onun için de biz maça gelmedik." Bu mantıkta olanların hepsi dün gece kazandılar.
Skora baktığınızda, goller var. Yani diyeceksiniz ki: "Bu kadar gol olan bir maçta heyecan da olur." Ama acaba bu goller atıldı mı? Yani inanılmaz direnç yapıldı da bu goller atılırken atanlar zorlandı mı? Yoksa onlar leblebi gibi mi rakip kaleye yollandı? Cevap: B.
Türk futbol endüstrisindeki insanların artık bir şeye karar vermesi gerekir. "Maden bu işte büyük paralar var, biz bu işi daha hareketli hale nasıl getireceğiz? Canlandıracak mıyız, pompalayacak mıyız, köpürtecek miyiz? Yoksa bu orta oyununa devam mı edeceğiz?" şıklarından birini seçmeliler. Görüntü gene B.
Özeleştiri yap
Bakın, teknik-taktik, kondisyon dayanıklılık, moral motivasyon... Hiçbirinden bahsetmedik. Çünkü esas olan yok ki, onlardan bahsedelim. Yani maça para verip emek sarfedip gelenler değil, gelmeyenler, hatta ve hatta zahmet edip televizyonu açıp seyretmeyenler kazandı. Sakın skora aldanıp da "G.Saray çok iyi oynamış, böyle bir skor almış" demesinler. Çünkü bir G.Birliği vardı, Allah muhafaza. İlhan Abi’nin aynaya bakıp, "Aynen devam mı edeyim, yoksa bazı şeylere daha mı dikkat edeyim?" diye özeleştiri yapması lazım.
Gittiği yol ve uyguladığı plan son derece yanlış. Yani İlhan Cavcav kendiyle oynuyor, kendine ihanet ediyor. Daha doğrusu kendini vurmak üzere. Bir düşün İlhan Abi. İstersen "tamam" de, istersen "devam." Ama sakın böyle gitme.
Sevgili İlhan Abi, sen esas takımla uğraşamazken, hata yaparken, ikinci takımda daha büyük hatalar yapmaya başladın. O ikinci takımı (Oftaş) Metin Diyadin götürüyordu, oraya da takoz koydun. Karar ver, her tarafta dans etme.
Bu cümleleri yazdıktan sonra G.Saray’ın bu skoru ne manaya geliyor, daha iyi anlarsınız.
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2007
08.04.2007 tarihinde Beşiktaş Kulübü’nden resmi bir açıklama yapılıyor; <br><br>"Erman Toroğlu Maraton Programı’ndaki, Beşiktaş- Çaykur Rizespor maçı ile ilgili yorumunda kulübümüze yönelik düşmanca tavrını bir kez daha sergilemiş. Yanlı iddialarıyla haddini aşmıştır" deniyor. Tam sayfalık bu açıklamada iki şey dikkatimi çekti. Birincisi "Kulübümüze yönelik düşmanca tavır" ikincisi "Acaba Erman Toroğlu Beşiktaş’ın iki kupada da şampiyonluk mücadelesi verdiği bu haftalarda, kimlerin talimatıyla sürekli olarak kulübümüz aleyhine ağır yorumlar yapmaktadır.
Seyircinin emrinde
Türkiye Ligi’nde yıllarca Beşiktaş’a karşı forma giydim. Defalarca da hakem olarak Beşiktaş maçı idare ettim.
Sayın yönetim kurulu üyeleri, Beşiktaş, Beşiktaş olalı hiçbir dönemde Beşiktaş yönetimi bu dönemde olduğu kadar bir grup seyircinin emrine girmedi. Onursal başkan Süleyman Seba’yı hatırlıyorum. Eğer Türkiye’de futbol kulüplerinde örnek başkan denilecekse, 1923 tarihinden bu yana ilk beşin içine girer. Sizlerin kontrolsüz açıklamaları, kamuoyunu geren demeçleri daha da tehlikelisi seyirci ile oynanması başka hiçbir dönemde olmadı.
Bakınız... F.Bahçe 9 puan geriden sizi geçerek şampiyon oldu. Siz de 9-10 puanı kapatıp şampiyon olabilirsiniz. Ama bir ricam var. Bu çirkin, seviyesiz ve kontrolsüz yarışlarda sakın beni kullanmayın.
Ben hiçbirinizin yanında veya karşısında değilim. Maraton’da da, Hürriyet’te de inandıklarımı, bildiklerimi söylüyorum ve yazıyorum.
Siz bırakın canlı yayın konuşmasını, yazdığınız kağıtta bile bazı şeyleri düşünmeden, kontrol etmeden, nereye gideceğini bilmeden yazıyorsunuz. O koca kulübü demek ki böyle idare ediyorsunuz.
Sporda düşmanlık yoktur. Mücadele ve rekabet vardır. Ama siz düşünerek yazdığınız kağıtta bile düşmanca kelimesini kullanıyorsunuz. Sizi mahkemeye versem, normal bir hakim sizi mahkum eder. Ama her şey hukukla olmuyor. Ben hiçbir zaman düşmancayı, düşmanı, düşmanlığı futbola sokmadım. Benim hakemliğimde de çok şampiyonluklar kazandınız. O zamanlar beni hakem olarak çok isterdiniz. O zaman dost muyduk. Şimdi düşman olduk.
Bakınız... Maalesef Türkiye’deki en eğitimsiz grup yöneticiler. Çünkü onlar yöneticilik yaptıkları zamanlardaki başarıları sağlamak için çok şey yapar. Hatta yakar, yıkarlar. Yöneticilik bittikten sonra da bu alemden çekilirler. Bizler ise bu alemde ev sahibiyiz. Yıllarca futbol oyna. Hakemlik yap. Yorumculuk yap. Sizler yolcusunuz, bizler hancıyız. Ama lütfen iyi yolcu olun. Kötü değil.
Yazının içinde bir başka cümle daha var. Benim bazılarından talimat aldığım ima edilmiş. Hayatımda kimseden talimat almadım. Talimat boyunduruğunun altına girmeyi de sevmem. Talimat vermeye kalkanlara da derslerini keyifle veririm.
Sıfırdan başladım
Hayata sıfırdan başladım. Çok çalışarak, yerleri kazarak para kazandım. Hayat mücadelesini iyi bilirim. Hayatımda çok zor para kazandığım için kumar nedir bilmem. Sigara da kullanmadım. Uyuşturucu ile hiç tanışmadım. Baba parası kullanmadım. Babam da zengin değil, memurdu...
Beyler... Bana talimat verecek kimse daha anasından doğmadı. Beşiktaş ile ilgili yaptığım yorumlar için beni haddini bilmeye davet etmişsiniz. Ben haddimi her zaman bildim. Ama ben sizi haddinizi aşmamaya davet ediyorum.
NOT: Nobre F.Bahçe’de oynarken, basın bildirisiyle onun kazandığı haksız penaltıları, elle atılan golleri, haklı olarak kınayanların bugün de aynı şeyi yapmalarını beklerdim.
Tencere dibin kara...
FENERBAHÇE iddia ediyor. Beşiktaş iddia ediyor. Karşılıklı suçlamalar var. Hepsi tamam. Peki bu iki takım futbol oynuyor mu? Kesinlikle hayır. Devamlı Futbol Federasyonu ve hakemleri hedef gösteriyorlar. Federasyon desen, zaten bir ayağı çukurda. Ölüm kalım mücadelesi veriyor. Giderayak da bazı şeyler yapmaya kalkıyorlar. O da tamam.
Hakemler bazen iyi, zaman zaman da çok kötü maçlar yönetiyorlar. O da tamam. Ama bütün bunlar, bu iki takımın futbolcularının, bırakın kötü oynamalarını, koşmalarını engelliyor mu? Hayır. Ne Beşiktaş takımının fizik gücü var, ne de Fenerbahçe’nin. Fizik gücü olmayan bir takım teknik kapasitesini sahada gösterebilir mi? Hayır.
Peki şimdi soruyorum, iki takımın yönetimi veya seyircisi teknik direktöründen memnun mu? Bence hayır. O zaman niye en kolay yolu seçiyorsunuz? Hep karşı tarafı suçluyorsunuz. Kendinizi neden eleştirmiyorsunuz?
Avrupa’da yokuz
İki takımımız da Avrupa’da yoklar. Ön turlarda elendiler. Şimdi gündem değiştirip, Türkiye Ligi ve kupasından bahsediyorlar. Ama bu yöneticileri dikkatle izleyin, lig bittikten sonra önümüzdeki sene Avrupa’da final oynamaktan bahsederler. Kulüplerini Arsenal, Manchester United, Barcelona yapmaktan bahsederler. Çünkü önlerinde Türkiye Kupası ve ligine dönecek 8 ayları daha olacak. Yani Türk insanını aldatacakları çok zaman olacak.
İki takımın yöneticileri son üç yılda güya flaş transferler yaptılar. Aldıklarını sattıklarını, tazminatını ödediklerini üst üste koysak, ne çıkar. Felaket ve rezalet bir bilanço çıkar. Yani zarar ziyan. Bütün bunları kimler yapmış?
Aynı yöneticiler. Bakın bazılarına, hala utanmadan sıkılmadan televizyonlara çıkıp konuşurlar, gazetelere demeç verirler. Nasılsa hesap soran yok. Bir tek soracak çıkabilir o da Allah. Zamanı gelince sorar.
Şamar oğlanı MHK
BİR hakem yoruma açıksa penaltıyı vermeyebilir. Göstere göstere yapılmamışsa yoruma açıktır. Hatta yoruma açık ise sarı kartı da vermeyebilir. Ama futbolda öyle pozisyonlar var ki, bunların yorumu filan yoktur.
İki hafta evvel Lugano’nun yaptığı penaltı. Bariz gol şansı olduğu için es geçilen bir kırmızı var. Aynı şekilde Baki’nin rakibine yaptığı net sarılık bir hareket var. Yani ikinci sarıdan kırmızı görmeli. Bunları uygulamayan hakemlerin, çok açık söylüyorum. Futbolda yeri yoktur.
Çünkü bu pozisyonların yorumla uzaktan yakından alakası yok. Yürekle direkt bağlantısı var. Günümüz futbolunda bir takım eksilirse, rakip büyük avantaj sağlıyor. İşte size en iyi örnek son maçtaki İliç. Atıldı, takımı çöktü. Ama daha da ilginç bir durum var. Bunları yapan hakemler de aynen futbolcular gibi yollarına devam ediyor.
Sakın birileri çıkıp da ne var yani, onların hata yapmaya hakkı yok mu? demesin. Bu pozisyonlarda hakemlerin hata yapma şansı yoktur arkadaşlar. Koşuyorsun, yürüyorsun, karar vermek için önünde uzunca bir süren var. Sonra da kartını gösteriyor veya göstermiyorsun.
Futbolcunun öyle bir şansı yok. Vurursun gol olur, ayağını kaldırırsın altından seker gol olur. Futbolcunun düşünme ile muhakeme etme şansı hakeme göre sınırlı ve dardır.
Paspas yaparlar
Daha da ilginç bir olay var. Madem bir takım, rakibinin ve kendisinin maçını yönetecek hakemi daha açıklanmadan öğrenmiş. Yani MHK ile oynuyorlar. Ey MHK o zaman sen de onlarla oynamaya başla. Sağ gösterip soldan git.
Veya sol gösterip zıpla. Ama sakın yere yatma. Paspas gibi yaparlar seni. Şamar oğlanı olursun. Son haftada olduğu gibi.
Bu ne perhiz Çulcu
MANİSA’da bir olaylı maç oldu. Hakem alemi bir anda erkekleşti. Astılar, kestiler. Olaya karışanlara da büyük cezalar geldi. Sevgili okuyucular... Türkiye’de bütün maçların böyle olması gerekir değil mi? Bütün olayların böyle cezalandırılması gerekir değil mi? Bunun cevabı sizce de evet, bence de evet. Ama genele baktığınızda hayır.
Saldıran saldırana
Geçtiğimiz hafta sonu oynanan Arsinspor-Boluspor maçında bir taraftar sahaya girerek yan hakeme saldırıyor. Yardımcı hakem fiili hareketlere maruz kalıyor. Maç yarıda kalıyor mu? Hayır. Peki sonuç ne?
O zaman neden Manisa maçı yarıda kalıyor. Veya neden Arsin-Bolu karşılaşması devam ediyor.
Manisa’da fiili harakete maruz kalan Cüneyt Çakır’a, Mustafa Çulcu, "Aferin Cüneyt iyi ki maçı yarıda bıraktın. Aslanım" diyor. Arsin-Bolu maçında da aynı Mustafa Çulcu fiili harakete maruz kalan hakeme de muhakkak, "Aferim aslanım, dayak yemene rağmen aslanlar gibi maçı bitirdin. Maçı salimen bitirdin" demiştir.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2007
BEŞİKTAŞ’ta değişen birşey yok. Yine oynamadan hatta bu sefer çok da mücadele etmeden yine bir galibiyet... Son zamanların modası; "bu saatten sonra iyi futbol olmaz." Anlamak mümkün değil. Sezon başı yeni hazırlandık, iyi futbol yok. Sezon ortası Avrupa kupası oynuyoruz, çok yorulduk, iyi futbol yok. Sezon sonu artık dönemeç iyi futbol yok. Zavallı Türk insanı. Yıllarca böyle diye diye ona keçiboynuzu yedirdiler. Bunları yapanlar da bu bahanelere sığınanlar da üçer-beşer milyon dolar alan teknik direktörler. Helal olsun onlara. Veren acemi yönetici düşünsün.
En iyisi Baki’ydi
Dün geceye dönüp şöyle bir bakıyorum. İkinci yarı diğerine göre topla iki misli oynayan takım Rizespor. Yani düşme hattının takımı. Niye? Çünkü şampiyonluğa giden yürüyor, koşmuyor. Stat da şampiyonluğa giden takmın stadı. Yani her şey lehine. Dün gece İnönü Stadı’ndan çıkan seyirilerin tamamına sorun, hepsi takımından memnun değildi.
Siyah beyazlılarda kim iyi oynadı diye bakıyorum. Gözüme biraz Baki çarpıyor, biraz da Ali Tandoğan. Tabii ki Runje. Ama kurtardığı iki top da üzerine geldi. Yine de Beşiktaş’ın en ciddi oyuncularından biriydi. Burak’a ne demeli? Sezon başı Türk Milli Takımı yeni bir oyuncuya kavuştu deniyordu. Ama o herhalde başka yolları seçti. Onun için sahada yok. Seyirci hiç tahammül edemedi ama Tigana gene onda ısrar etti.
Yan toplarda açık verdiler
Beşiktaş defansı yan toplarda büyük açıklar veriyor. Ufak boylu Altan bile iki tane yan topa kafa attı. Bir de siyah beyazlılar topu ileriye defettikten sonra çok ani çıkıp arkayı boşaltıyorlar. Ofsayt taktiğini acemi yapıyorlar. Biraz kontrollü hücum eden bir takım onları inanılmaz zor pozisyonlara düşürürler.
Rizespor Emrah tarafından çok geldi ama bu oyuncu etkili orta atamadı. Benim saydığım en az 10 tane orta attı ama hiçbirisi hedefe değildi.
Hakem acemi bir maç idare etti. Aynı pozisyonlara değişik yorumlar yaptı. Topla çarpıştı. Bence verdiği penaltı kararı da hatalıydı. Yani yazıyı şöyle bitirebiliriz. Beşiktaş hakem kararıyla galip.
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2007
GALATASARAY nakavt... G.Saray’ın kupadan sonra ligde de işini bitiren, ipini çeken adam, eski kaptanları Bülent oldu. Maçın tamamına baktığımızda, sahaya yayılışı, oyun anlayışı, taktik anlayışı, özverisi, yardımlaşması... Yani futbol için ne varsa her şeyiyle Erciyesspor bu galibiyeti hak etti. Bülent geldikten sonra Erciyesspor’un oyun şekli değişti. Şu anda düşmeyi hak edecek futbol oynamıyorlar. Bir deplasman galibiyetine ihtiyaçları vardı. Eğer bundan sonra içeride kazanıp, ikinci bir deplasman maçı daha alırlarsa ligde kalma ihtimallerini fazlalaştırırlar.
Galatasaray’ın artık bir rota çizmesi lazım. Hangi futbolcularla yollarını ayıracaklar, nasıl bir transfer politikası izleyecekler? Yönetim olarak ne yapacaklar? Lise ile mi devam edecekler, halka mı açılacaklar? Yani radikal karar almaları lazım. Ama onlardaki iç kavga bundan sonra artarak devam edecek. Bu cümlenin doğruluğunu zaten maçtan sonra gördük. Çünkü bir kısım taraftar, maçtan sonra "Liseli-Alaylı" pankartını açarak şeref tribününün dışında duruyorlardı.
Ulusoy da bıraktı
Takımın içinde yardımlaşma çok kötü. Aynen yönetim kurulunda olduğu gibi. Galatasaray öyle bir hale gelmiş ki, Iliç sorumsuzca rakibine bir dirsek atıyor, takımını 10 kişi bırakıyor. İşin daha da kötüsü, dirsek atmasını da beceremiyor, atarken kendi dirseğini de sakatlıyor. G.Saray’da bunların olacağı belli. Neden? Bir takımın antrenörü oyundan atılırsa, futbolcusu niye atılmasın ki? İşin daha da kötü tarafı, oyundan atılan futbolcusuyla, oyundan atılan antrenörü birbirini destekliyorlar. Kulübün yönetimi, ne futbolcuya, ne de antrenöre ceza verebiliyor. Bırakın cezayı, tepki bile gösteremiyor.
G.Saray’ı bundan sonra çok zor günler bekliyor. Bir tek kurtuluşları var. Bu kulüpte kaosun, tartışmanın daha fazla olması lazım. G.Saray takımının dibe vurması lazım. Ancak o hızla doğruyu bulup, tekrar yukarıya çıkabilirler, sıçrayabilirler.
Eğer seyircileri olsaydı, bu maçı belki kazanabilirlerdi. Demekki, Haluk Ulusoy da G.Saray’ı bıraktı. Acaba neden? Bence Özhan Canaydın yüzünden. Çünkü, Federasyon-Kulüpler Birliği münasebetinde Özhan Canaydın gerekli tavrı koymadı düşüncesinde Haluk Ulusoy.
G.Saray tribünlerinde olanlardan daha fazlası Fenerbahçe tribününde, Ankaragücü tribününde, Beşiktaş tribününde oldu. Ama bazıları ceza yedi, bazıları da kazandibi. Hem de kaymaklı dondurmalı...
Yazının Devamını Oku 4 Nisan 2007
HALUK Ulusoy ve yanındaki grubun Almanya’daki maceralarından ufak bir bölümü geçen hafta yazmıştım. Ulusoy döndükten sonra, "Ben Levent Bıçakcı’nın altını oymadım" dedi. Trabzon’daki Gürcistan maçını hatırlıyorum...
Fikret Ünlü’yü hatırlamadı
O gruptan çıkamamamızın tek sebebi İsviçre maçları değil, o Gürcistan maçıydı. Orada neler yapıldığını, nasıl pankartlar açıldığını, kimlerin nasıl bağırtıldığını gözlerimle gördüm. Orada yaşayanlar da biliyorlar. Ama Haluk Ulusoy, işine gelince unutuyor, işine gelince hatırlıyor.
"Başbakan beni niye aramadı da, teknik direktörü aradı?" diyor. Haluk Ulusoy yıllardır hep tek adamlık yaptı. Hep "ben" dedi. Vefa mı, o da ne, onu hiç hatırlamadı.
Milliyet Gazetesi’nde bir resim gördüm, üç ay Spor Bakanlığı yapan Erdoğan Toprak ve kendisine bütün federasyon yollarını açan Ersin Taranoğlu ile fotoğraflar çektirdi. Ama, vefadan, adamlıktan devamlı bahseden Haluk Ulusoy, 4.5 yıl bakanlık yapan ve Milli Takım Dünya Üçüncüsü olduğunda bakanlık koltuğunda oturan Fikret Ünlü’yü hiç telaffuz etti mi? Nerede? Farkında değil... Dedim ya, işine geldiği zaman...
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2007
BEŞİKTAŞ, Ankara’ya gelirken belki de bu sezon en zorlu maçlarından birini oynayacağını zannediyordu. Ama bilmiyordu ki, G.Birliği, dişleri dökülmüş bir canavar. İlhan Cavcav artık yukarılardan umudunu kesmiş olacak ki, iyi oyuncularını verip, takımı zayıflatıyor. Aldığı paralar değerinde yeni oyuncular alıyor, onlar da fiyasko çıkıyor. Ya İlhan Abi artık yoruldu ya da kılavuzları karga oldu.
Beşiktaş, işi biraz ciddi tuttu, maçı 2-0 yaptı. Sakın "G.Birliği ikinci golü kendi kalesine attı" demesin kimse. Demek ki defans elemanı çok zor durumda kalmış ki, o vuruşu yapmış. 2-0 olana kadar Delgado çok etkiliydi. Ricardinho, eh işte. Ama Burak’ta düşüş var. Sezon başındaki hali yok. O gücü, kuvveti yok. Acaba İstanbul’un o güzel sihri! onu da mı etkiledi acaba. 90 dakika boyunca Ankaralılar Runje’ye bir tane bile tehlikeli pozisyon yaşatamadılar.
En iyisi Delgado’ydu
Beşiktaş defansı araya atılan her topta hata yapıyor. Böyle bir takıma karşı pozisyona giremediler. Gençler defansı da maşallah. Her atılan topta kevgir gibiydi. Bu saatten sonra artık maç 2-0 olmuş siyah beyazlı oyuncular kendilerini niye riske soksunlar. Onlar da oyunu idare ettiler. Ama maç 2-1 olsaydı, Beşiktaş mutlak 3-1 yapardı. Varın siz G.Birliği’nin durumunu düşünün. Beşiktaş takımında şu kötüydü diyemeyeceğim. İyilerin içinde Delgado’yu başa alacağım.
G.Birliği’nde bir tek Mehmet Nas vardı. Gerisi hikaye. Zaten böyle bir maçta da hakeme bir şey düşmezdi. O da işi idare etti. Kötü bir futbol, kötü bir maç futbol seyretmeye heyecan duymaya gelen ama hiçbirini bulamayan bir seyirci. Belki de futbolcu olarak, takım olarak, teknik adam olarak pazartesiye alışık değiliz.
İnşallah öyledir diyelim, klasik anlamda yolumuza devam edelim.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2007
FENERBAHÇE yine keyif vermedi... Birisi lider takım, diğeri orta sıralarda... Ama orta sıralarda olan takımın, lidere göre oyun planı dahi iyi, belli bir şablonları var ve yardımlaşmaları üst düzeyde. Bazı şeyleri çalışmışlar. Boşa çıkıyorlar, ayağa pas yapıyorlar, rakibe 3-4 kişiyle pres yapıyorlar. Koca 90 dakikada Ankaraspor ayağa top yaparken, 3-4 veya 5 Fenerli futbolcu aynı anda pres yapıp, aynı anda baskı yapamadılar. Neden mi? Çünkü çalışmamışlar. Pres yapmak için 2’ye 2, 3’e 3 çalışmalar var. Bu çalışmalar hem taktik açıdan çok verimlidir hem de futbolcuyu fizik olarak müthiş hazırlar. Fenerbahçe ise, tamamen şahsi kapasiteyle yürüyen bir takım.
Baskıdan etkilendi
Mesela Alex’in attığı gol mükemmel ötesi. Ortanın geldiği istikamette ön direği bile geçmiş bir oyuncu, o topu tutar veya gelişine vurmaya kalkar ve kesinlikle de gol olmaz. Ama Alex üstün yeteneği ile yapacağını yaptı ve golünü attı. Appiah’ın yokluğu kesinlikle belli oluyor. Tuncay’ın attığı golde, topa gelişi ve yükselmesi güzel. Ama bir de kaleci Hakan’ın yaptığına bakın. Önce topa gitti, sonra aklına bir şey geldi, durdu. Herhalde evde bir şey unuttu ki, geri döndü.
Öyle veya böyle, Fenerbahçe seyircisi rakip futbolcu ve hakem üzerinde bayağı bir baskı kuruyor. Dün bazı ikili mücadelelerde, iyi hakem dediğimiz Yunus Yıldırım da bu seyirci baskısından etkilendi. Daha da önemlisi Fenerbahçe aleyhine verdiği penaltıda Lugano’ya sarı kart gösterdi. Madem kart göstereceksin, ki göstermen gerekir, bariz gol şansından dolayı bunun kırmızı olması gerekirdi. Neden gösteremedi? Cesareti yoktu da ondan. O da yavaş yavaş tecrübeli hakem sınıfına girmeye başladı!!!...
Yazının Devamını Oku