DÜNYANIN en pahalı ikinci teknik direktörü Tigana, pazar günü Ankara’daki Ankaragücü maçından sonra bir basın toplantısı yaptı...
Karşısında onlarca gazeteci, ona soru soracaklar; "Beşiktaş neden böyle kötü oynadı?" diyecekler, "Ankaragücü oynadı, Beşiktaş kazandı, ne diyorsun?" diyecekler... Söyleyecekler oğlu söyleyecekler. Beşiktaş’ın, paraca dünyada ilk üçe giren teknik direktörü de onları tatmin edici cevaplar verecek idi. Ama ne gezer?
Tigana çıktı, Erman Toroğlu ile kendisi arasında olan (Bence yok ama onun açısından var olan) bir konuda açıklama yaptı. Bu konuyu zaten kendisi Yüce Türk Adaleti’ne taşıdı. Ben de gittim Basın Savcısı’na ifade verdim. Olay bu iken onun asıl vazifesini başka yerlere taşımasına anlam veremedim. Ama, oradaki basın mensuplarından da ona hesap soran olmadı. Yani, Tigana basın mensuplarına karşı saygısızlık yaptı. Yalnız basın mensuplarına değil, dünyanın her tarafında Beşiktaş’tan haber bekleyen milyonlarca taraftara da saygısızlık yaptı. Zaten o Fransız... Kendini de herhalde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından iki üç gömlek üstün görüyor. Şu güne kadar da bu konuda ondan hesap soran olmadı.
Beşiktaş değil tazminat önemli
Olsun, zaten o gitmenin yollarını arıyor. Alacağı büyük tazminatı düşünüyor. Onun için Beşiktaş’ın geleceği falan önemli değil, zaten oynattığı takım da meydanda. 4-5 futbolcunun "Oynattığı yer benim yerim değil" diye isyan ettiği bir teknik adam dünyanın en fazla para alan üç antrenöründen biri. Ama bu konuda Tigana haklı. Adamın önüne bu kadar para koyarsan, aptal mı almasın? Veren düşünsün.
Not 1: Bir duyumuma göre Beşiktaş üçüncü olsa bile, Tigana prim alacakmış.Türkiye liglerinde Kasap Mehmet Efendi ile Manav Ahmet Efendi’yi Beşiktaş’a teknik direktör yap, zaten en kötü üçüncü olur. Dedim ya, Tigana cin gibi. Helal olsun ona.
Not 2: Bir restoranda yemek yerken karşımda birisinin ağzında kürdanla oynadığını görsem ben rahatsız olurum. Zaten milyonlarca insan da rahatsız oluyor. Ama onun için farketmiyor.
Kanunu çıkarmak mı uygulamak mı önemli?
GEÇEN hafta Ankaragücü-Beşiktaş maçı oynandı. Haftalar öncesinden olayların olacağı belliydi. Sonunda oldu da. Neden?
Nedeni çok basit... Polis Ankara’ya gelen 10 otobüs dolusu Beşiktaş taraftarını çeviriyor, otobüste arama yapıyor; tabanca, bıçak, döner bıçağı ne ararsanız buluyor. Ama otobüsün içindeki hiçbir taraftar bu silahları üstüne alınmıyor, hepsi "Bunlar bizim değil" diyor. Poliste bu taraftarları alıp nezarete tıkma ve fişleyip gönderme yetkisi yok. Bu, işin bir tarafı.
Diğer tarafta yine aynı şekilde potansiyel tehlike Ankaragüçlüler, Ankara’nın iki yerinde toplanıyor. Polis müdahale ediyor, bunların olay yapacakları belli. Ama alıp nezarete atamıyor.
Yani, potansiyel tehlikeli seyirciyi polisin, maçtan evvel nezarete atıp, fişleyip maçtan sonra salıvermesi gerekir. Ama, kanunda böyle bir şey yok. Büyüklerimiz diyorlar ki, "Değişecek" veya "Cak"... Yıllardır görmediniz mi, hep böyle oldu. Ben de diyorum ki, "İnşallah, yaparsanız maşallah."
Not: Kanun çıkarırsan bir yere kadar başarılı olursun. Onu uygulayacak cesaretteki bir devletin yoksa, kanunun mükemmelini bile çıkarsan hikaye.
Yönetici de eğitilmeli
FUTBOLCU antrenman yapıyor, kendine bakıyor, teknik öğreniyor, taktik öğreniyor, beyin cimnastiği yapıyor. Yani, eğitiliyor. Lisansı alıp profesyonel futbolcu oluyor.
Masör aynen... Belli bir eğitimden geçmezse iş bulamaz. Doktora, bir şey söylemeye zaten gerek yok. Fizyoterapist aynen. Hakem keza öyle. Hem de köküne kadar eğitim alıyor. Teknik direktör, antrenör derseniz, full eğitimliler. Basın son 10-15 yıldır bu eğitim konusuna bayağı önem veriyor. Peki, soruyorum size şimdi; "Bütün bu öğelerin yanında, yöneticinin eğitimi ne?Bilgisi ne?Görgüsü ne?"
Ve maalesef bütün bu eğitimlileri, bu eğitimsiz yöneticiler yönlendirmeye kalkıyorlar. Daha da acısı bu eğitimsiz ve görgüsüz bazı yöneticiler hesap sorma cesaretini gösterip ortaya çıkıyorlar. Ama maskeleri yavaş yavaş düşünce sinirleniyorlar ve ağızlarından salyalar çıkmış bir şekilde sağa sola saldırıyorlar. Ama yemezler... Halka bunlar anlatıldığı zaman da sinirleri iki kat oluyor.
Şahane soru
PAZAR akşamı Maraton’da Kezman’ın, attığı golden sonra formasını kafasına geçirerek sevindiği ve sarı kart gördüğü pozisyonu ekrana getirip tartıştık. Aslında tartışılmayacak bir konu. Çünkü 1.5 yıldır bu kural var.
Ulusal federasyonlara, hem de fotoğrafla beraber gönderildi. Ama karara sinirlenen Murat Özaydınlı, oturduğu locada şovlar yaparak karara tepki gösterdi. Hatta dahili telsizle birileriyle konuştu. Pozisyonu mu sordu, yoksa birilerine emirler mi verdi, bilemiyorum. Ama Kezman gibi üst düzey bir oyuncunun bu kuralı bilmemesi, hem kendi ayıbı hem de Fenerbahçe Kulübü’nün.
Biz bunları konuşurken, Avustralya’da Maraton programını seyreden Avustralya Fenerbahçeliler Derneği’nden bir telefon geliyor. Telefondaki ses diyor ki,
"Futbolcu, attığı golden sonra abartılı sevindiği, hatta rakibi tahrik ettiği için, kural gereği sarı kart görüyor. Bu tamam. Peki, aynı Kezman beş dakika sonra bu sefer yüzde yüz bir golü kaçırsa; boş kaleye topu atamasa, yine aynı şekilde formasını kafasını çıkarıp sinirlense aynı kartı görür mü?"
Futbol güzel!
Bakınız, Maraton’un çıkış noktası İstanbul, sorunun geldiği yer Avustralya. Herhalde Sydney’dir veya Melbourne’dür. Ne kadar güzel bir soru değil mi? İşte onun için futbol güzel. İşte onun için televizyon güzel. Çünkü, seyirci çoğu zaman yöneticiden de, teknik direktörden de, hakemden de, futbolcudan da daha iyi ve daha değişik yorum yapıyor.
Sevgili okuyucular, siz isterseniz soruyu tartışın, ben cevabını haftaya vereyim.
Şu ’Liseli’ meselesi
YILLARDIR Galatasaraylı ’Liseliler’ öyle veya böyle kulübü tek başlarına yönetmek istiyorlar. Bu konuda defalarca yorum yaptım, hatta çok tepki çektim. Belki de liselilerin işine gelmedi benim bu işleri gündeme getirmem. Ama sonunda ne oldu, pazar akşamı alt taraf patladı. Çok net olarak şunu söylüyorum; genelde liselilerin görüşü "Ufak olsun benim olsun" şeklindeydi. Ama artık ufağa da büyüğe de hakiki Galatasaray taraftarı karar verecek. Çünkü, toplum gücünün önünde duramazsınız.
(Liseli kendini diğer Galatasaraylılar’dan daha üstün görüyor. Hatta "Hangi üniversiteyi bitirdin?" dediğinizde, "Galatasaray Lisesi" derler, üniversitelerini söylemezler. Tamam Galatasaray Lisesi eskilerde çok iyi bir liseydi, hakikaten iyi eğitim veriyordu. Şimdi de kötü eğitim verdiği söylenemez. Ama o zaman kaç tane Galatasaray Lisesi vardı? Şimdi alternatifler bin tane. O zaman, zorlamayacaksın, sonra balatayı yakarsın.)