22 Ağustos 2007
GEÇEN yıl hava sıcaktı Meduna ölümden döndü, çarşı karıştı. Bizim Futbol Federasyonu’nun çok iyi bilen sağlık ekibi bu sene de maçları gözü kırmızı bantlı seks filmleri gibi gece yarısı oynatmaya devam ediyor. Koca bir ülkenin hem sağlığı ile, hem de siniriyle oynuyorlar. Meduna genetik bir kalp sorunundan dolayı hastalandı. Ey Futbol Federasyonu, 18.45’te başlattığın Türkcell Süper Ligi maçları var. Diğer liglerin çoğu gündüz oynanıyor. Türkcell Süper Ligi’nde oynayan futbolcular camdan yapılmış, iyi aile çocukları mı? O zaman gündüz maç yaptırdıkların neyin çocukları. Onların güneşten ve sıcaktan etkilenme şansları yok mu?
21.45’te başlattığın maç, takriben 24’te bitiyor. Bu futbolcular duş alıyorlar, belli bir sıvı alacaklar, gıda alacaklar. Ne zaman uyuyacaklar, ne zaman kalkacaklar. Deplasmana gidenler şehirlerine ne zaman dönecekler. Ne zaman dinlenecekler. Bunların kız arkadaşları, eşleri, çocukları yok mu? Çünkü salı günü tekrar ağır idmanlar başlayacak.
Maçları seyredenlerin ertesi gün işleri yok mu? Kimisi memur, kimisi işçi. Yarın okullar açılacak. Veya bazıları sabah erkenden kurslara gidiyorlar.
Bizde işler arabalı vapur gibi hantal. Bir deli taş atıyor, elli kişi çıkaramıyor. Biraz haraketli olun ve çabuk karar verin.
Nerede o yürek
TRABZON asıllı, Trabzonspor başkanlığına oynayan, Futbol Federasyonu yönetim kurulu üyesi biri çıkıyor, inanılmaz beyanatlar veriyor. Arkadaşlar, futbol federasyonuna seçildiğiniz gün üzerinizden takım formanızı atın, atın ki bu ülke futbolu biraz kımıldasın. Haluk Ulusoy’un yerinde olsam, o yönetim kurulu üyesini bir dakika orada tutmam. Ama bizde nerde öyle Federasyon başkanı.
NOT: Bu yönetim kurulu üyesi Hakem Bülent Demirlek için de tuhaf şeyler söylemiş. Düşünün Türkiye’de hakem hakkında federasyonun bir yönetim kurulu üyesi bu beyanat veriyor. Ben Faal Futbol Hakemleri derneği olsam, o yönetim kurulu üyesine ya o lafları yediririm. Onun istifasını isterim. İstifa edene kadar da Türkiye’deki bütün maçları boykot ederim. Ama nerede bizde böyle yürekli hakemler. Veya hakem yöneticileri.
Hep bana hep bana
YILDIRIM Demirören, Kasımpaşa maçında Ricardinho’ya neden penaltı verilmedi diye Futbol Federasyonu Başkan Vekili Affan Keçeci’ye çıkışmış. Keçeci’nin ne cevap verdiğini bilmiyorum ama her halde ezilmiştir. Sayın Demirören, Ricardinho’nun penaltı pozisyonu yoruma açık. İbrahim Toraman’ın kırmızı kart pozisyonu ise bütün yorumlara kapalı. Yani net kırmızı. Ama bu üç büyük takımın üçü de aynıdır. Yıllardır hep döner gibi hep kendilerine doğru kestiler.
Ödüllük taksici
İSTANBUL’un işlek bir caddesinin kaldırımına sandalyeyi atın. Fazla değil, en fazla yarım saat oturun. Eğer önünüzden 100 taksi geçiyorsa, 90’ının bir tek şöför koltuğunda başlık görürsünüz. Diğerleri kaldırılmıştır. Neden? Çünkü yoldaki müşteri eğer başlık varsa, bu taksi dolu diye el kaldırmazmış. Yani taksiciler diyorlar ki, arkadan vurulduğunda bir tek şöförün boynu kırılmasın yeter. Vatandaş önemli değil.
Allah aşkına şu ülkesindeki vatandaşını seven bir tane yetkili çıksın, bu başlıksız, taksileri trafikten men etsin. Daha fazla cinayete göz yummasın. Nerde bizde böyle yetkili.
Onlar yollarda pusu kurarlar, 120 km gidene ceza yazarlar. Şehir içinde de arada sırada alkol kontrolü yaparlar. Bakın bakalım Türkiye’de kaç kişinin taksilerde boynu kırılarak ölüyor. Ama azınlıkta kalan öyle mükemmel taksiler var ki, geçen cumartesi akşamı yoldan geçen 34 THV 13 plakalı taksiye bindim. Biner binmez kendimden geçtim. İçerde harika çalışan bir klima, sigara kokusu yok. Taksinin dışı da bir, içi de pırıl pırıl. Şöför tertemiz giymiş. Nefis bir koku havalandırmanın etkisiyle içeriye harika yayılmış. Takside başlık var mı? Var. Hem de nasıl biliyor musunuz? Ön iki başlığın arkasına iki tane TV vericisi gömülmüş, ekranda nefis bir CD, dans eden gruplar. Sordum, Akmerkez’in taksisiymiş. Yetkili olsam, bu taksiye ödül verdirirdim.
Herşey dahil şezlong
DAHA neler göreceğiz. Türk turizmini mahveden bir olay var. Herşey dahil sistemi. Turistin cebindeki parayı bu sayede alamıyoruz. Zaten bize zengin turist gelmiyor, geleni de hava limanından otele getirip. Ardından tekrar havalimanına geri götürüyoruz ve ülkesine uğurluyoruz.
Ama biz çok zeki bir ülkeyiz. Müthiş yaratıcıyız. Herşey dahil, otel, motel, tatil köyü olur da. Herşey dahil şezlong olmaz mı? Ben gördüm Bodrum’da.
Sabah erkenden gidiyorsun deniz kenarına, herşey dahil bir şezlongu 50 YTL’ye kiralıyorsun. Sana şezlongun havlusunu veriyorlar, başına şemsiyeyi dikiyorlar, öğlen yemeğini afiyetle yiyorsun. İstediğin kadar çay bira içiyorsun, akşamüstü kahvaltı, buz gibi su ile duşunu da aldıktan sonra evinin yolunu tutuyorsun. Helal olsun onlara. Yaşasın herşey dahil şezlong.
Acaba biliyorlar mı?
F.BAHÇE Stadı’nın zemini bozuk. Bir türlü halledemediler. Sebebi çimlerin güneş ışığı almaması. Peki dünyada bu tarz örnek statlar yok mu? Var. Onlar nasıl halletmişler. Takriben yerden yüksekliği bir metre, eni bir iki metre olan, boyu 15-20 metre civarında panolar yapmışlar. Bunların altına, yani çime bakan yüzeyine güneş ışığı ayarında florasanlar veya ışıklar yerleştirmişler. Çimin güneş ışığı görmeyen yerlerinde gezdiriyorlar.
Belli fasılalarla da çimin içine yarım metre boyunca suni çim parçaları itelemişler. Hakiki çimin kökü toprağın altından gidip bu plastik parçaları sarıyor. Yarın bir gün üsteki parçalar yok olsa da alttan taze çim gelmesini sağlıyor. Fenerbahçeli yöneticiler bunu acaba biliyorlar mı? Veya bilip de uygulamıyorlar mı?
Yıllar önce G.Birliği kulübü ile Avrupa Kupası maçında Portekiz’e gittiğimde görmüştüm.
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2007
FENERBAHÇE’de enteresan bir kadro... Maçtan evvel rastladığım bir arkadaş, "Sarı lacivertliler bu gece mağlup olurlarsa, Zico’yu Brezilya’ya gönderecek uçak bulamazlar" dedi. Tahmin ediyorum böyle bir işe Zico tek başına soyunmamıştır. Yalnız şunu da unutmamak lazım; bu çıkan kadroda oynayan futbolcular geçen yıllarda Türkiye’nin diğer takımlarında forma giyen, hatta herkesin ağzının suyunu akıtan genç oyuncular değil mi? Bu şunu gösteriyor; Anderlecht karşısında oynayan futbolcuların "Çok maç yaptık yorulduk" deme hakları yok.
Peki, ağabeyleri oynasaydı, maç bu kadar tempolu geçermiydi, bence hayır. İki taraf da çatır çutur mücadele etti. Çok kalite varmıydı, hayır. Ama mücadele vardı, heyecan vardı. Fenerbahçe’nin çıkardığı kadro Gaziantepsporlu futbolcuların da konsantrasyonunu bozdu. Çünkü, karşılarında büyük isimler oynasaydı, belki de mücadele tarzları ve motivasyonları daha farklı olacaktı.
Çıkan kadronun bir avantajı da şuydu; "Ben bu Fenerbahçe takımında oynarım" diyeceklerin 90 dakika şans bulmasıydı.
Kazım, Anelka’dan daha faydalı olur
Mesela, Colin Kazım için net bir karar verememiştim. Ama bu maçtan sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim; ismi Anelka kadar büyük değil ama Fenerbahçe’ye ondan daha faydalı olacağı kesin. Hele Türkiye’nin kış şartlarında zeminler ağırlaştı mı, rakipler için bayağı büyük tehlike olacak. Vücudunu iyi kullanıyor, o vücuda göre çabuk, inatçı ve ısrarcı.
Gaziantepspor’un golünü atan De Nigris de etkili bir oyuncu. Ama, yanındakiler ona ayak uyduramadılar. Daha güçlü bir takımda çok farklı işler yapabilecek bir oyuncu.
Bu maçı, ikinci kadroyu çıkararak Zico da pek önemsememişti. Fenerbahçe seyircisi de öyle düşünüyor olacak ki, çoğunluğu stada gelmedi.
Takımlar sahaya çıktılar, hakemlerin formaları sarı... Devre arasında telefon geldi, siyahları giydiler. Göstere göstere, pozisyon yokken maça böyle çıkacak bir hakemden iyi idare nasıl beklenir? Mesela, taç atışı topun çıktığı yerden yapılmıyorsa, o top rakip takıma verilir. Ama bu hakem tekrarını aynı oyuncuyla yaptırıyor. Top yerde dönüyor, durmadan faul atışı yaptırıyor. Dönüyorum, Gaziantepspor kalecisinin giydiği kıyafete bakıyorum; Fenerbahçeliler ile iç içe girince ne olduğunu anlayamıyorum. İşte bizden en üst düzey bir hakemin portresi. Demek ki, başka şeyler yapsa, devre arasında telefonla onu da değiştirecekler.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2007
1-0’lık skor bence Fenerbahçe için iyi. Çünkü, sarı lacivertlilerin defansta yan top zaafı gene devam ediyor. Cepheden vurulan iki şutu da Serdar zamanında öne çıkarak kurtardı. Alex olunca Fenerbahçe’de işler daha iyi oluyor. Bu tip maçı özellikle kendi sahanda oynarken çok zorlanırsın. Gol atmaya çabalasan bir türlü, gol yememeye uğraşsan bir türlü. Şimdi rövanşta sen 2-0 geriye bile düşsen, atacağın bir golle turu getireceksin. Yani gergin olan Anderlecht olacak.
Anderlecht üst düzey bir takım değil. Fenerbahçe’den de iyi bir takım değil. Sarı lacivertlilerin etkili oyuncuları onlardan daha fazla. İki üç kere pres yiyince top çıkaramıyorlar. Saçma sapan yerlere vuruyorlar.
Dün gece Fenerbahçe’de belki çok iyi oynayan oyuncular yoktu ama hepsi iyi mücadele ettiler. Belediye maçındaki vurdumduymazlık yoktu. Sarı lacivertlilerin büyük hatalarından biri de çok ağır hücuma kalkıyorlar. Bunda da kabahatli olan yer yine defans. Çünkü önündeki oyuncuları ileriye itmiyorlar. Kalabalık kalalım, rakibe geniş alan bırakmayalım istiyorlar. Ağır oyuncular oldukları için teke tek mücadeleye girmiyorlar. Tedirginler. Roberto Carlos, yaptığı bütün hareketlerle farklılığını gösterdi. Yoksa adamı Real Madrid’de kolay kolay oynatmazlar.
Deniz’e dikkat
Uğur Boral, kafayı biraz kaldırıp enerjisini dikkatli harcarsa ileride Fenerbahçe’ye çok faydalı olabilir. Bence Roberto Carlos’un gelmesi onun için büyük şans. Onun yerinde olsam, sahanın içinde de dışında da Roberto Carlos’un yanından ayrılmam. Ondan bir şeyler öğrenmeye bakarım. Önder iyi işler yaptı. Oynadığı sürece Tümer iyiydi. Mehmet Aurelio bildiğimiz gibi. Yine ha bire top çaldı.
Fenerbahçe seyircisi, bir yerde yanlış yapıyor. Her sene bir futbolcuyu bulup, onun üzerine çalışıyorlar. Bu, takımı da etkiliyor. Bu sene de buldukları Deniz. Bazen oyuncuyu öyle hale getiriyorlar ki, Deniz ’bana top gelmesin’ diyor. Onu tribünden hissedebiliyorsun. Top alırken de, verirken de tedirgin. Bunu bu hale getiren de Fenerbahçe seyircisi. Anlamak mümkün değil. Halbuki Deniz son derece iyi niyetle, takımı için her şeyini veren bir oyuncu. Her şeye karışan Fenerbahçeli yöneticiler bence bu olayı daha büyümeden çözmeliler.
Daha bu havalarda zemin iyi değil. Yarın yağmurlar başlayınca ne olur bilemem. Bu Fenerbahçe, biraz dikkatli, sabırlı ve zaman zaman çabuk oynarsa, bu Anderlecht’i Belçika’da da yenerek turu geçer.
Not: Daha hala bazı akılsızlar, seyircilerin arasına sızıp, meşale yakabiliyorlar. Onlar için bence ruh hastası demek gerekir. Çünkü takımlarına ancak bu kadar kötülük yapabilirler.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2007
TRABZONSPOR- Sivasspor maçı Futbol Federasyonu için bir şans oldu. Çünkü yıllardır eyyam yapan Türk hakemleri ve Futbol Federasyonu, Galatasaray- Fenerbahçe maçından sonra artık doğruyu bulacaklardır. Türk futbolunda eğer o maçı milat kabul edersek, futboldaki şiddeti önleyebiliriz.
O maç dahil, öncesini kaşımayalım. Mesela o karşılaşmayı yöneten Bülent Demirlek, o maçı yarıda bırakması gerekirken, bitirdi.
Ama Trabzon’da 30 saniye kala maça çıkmadı.
Hakemlerimiz de Federasyonumuz da, Disiplin ve Tahkim kurullarımız da yavaş yavaş eğitiliyorlar. Tahkim kurulları yıllarca bütün cezaları indirdi ama Galatasaray- Fenerbahçe maçındaki cezayı indirmedi.
Trabzonspor’a ders olacak bir ceza verilirse ve Tahkim’de indirilmezse, bundan sonra çok az maçta olay çıkar. Kimsenin gözünün yaşına bakmayacaksın. Ama bu arada hakemlerinizi de eğiteceksiniz.
Bir FIFA hakemini düşünün. Trabzonspor- Sivasspor maçında 9 tane sarı kart kullanıyor, hala kırmızıya dönememiş. Bu şunu gösterir. Ya sarıları yanlış kullanıyorsun ya da eyyam yapıp kırmızıya dönemiyorsun. En fazla 4 sarıdan sonra kırmızıya dönemezsen, o sarıları sana mor olarak yedirtirler, Trabzonspor maçında olduğu gibi.
Sivasspor Balili’yi oyuna alıyor, Trabzonspor ise Ayman’ı. Ey Demirlek kendine hiç sormadın mı, "Balili ile Ayman niye sonradan oyuna giriyor? Niye Trabzonspor, Balili oyuna girdikten sonra Ayman’ı sahaya sürüyor?"
Düşünemedin değil mi? Düşünemezsin. Zaten düşünemediğin için maç o hale geldi. Daha ikisi karşı karşıya geldiği ilk pozisyonda, taç çizgisi üzerinde kontak noktası başladı. Ama sen hala fark edemedin.
Her şey bir yana, Ayman’a kırmızıyı çaksaydın, yine de o maç biterdi. Hakemlik eline düdüğü alıp sahaya çıkmak değildir. Düdük dudakla değil, beyinle üflenir.
Topla çok oynarsan
LİNCOLN tekmeden sakatlanmadı. Bir futbolcu topla çok oynuyorsa, ona mutlaka müdahale edilir. Futbolun doğası budur. Hemen ’yıldız futbolcular korunmalı’ diye sesler yükselmeye başladı. Yıldız futbolcu, o maçta üst düzey oynayan futbolcudur. Yani, futbolcuların yıldızı maçına göre değişir. O gün çok iyi oynayan futbolcuyu herkes durdurmak ister. Onun için de yıldız futbolcu diye bir kavram yoktur. Ve hakemlerin görevi bütün futbolcuları aynı şekilde korumaktır.
Alt yapımız çok eksik...
SORUN Lucescu’ya, Zico’ya, Daum’a... Türkiye’nin en üst düzey takımlarında oynayan futbolculara şut idmanında topa vuruluş tekniğini anlatmışlar mı, anlatmamışlar mı?
Ben hiç sormadım. Eğer anlatmadık diyorlarsa, istediğiniz her türlü cezaya razıyım.
Türk futbolcusu eğitim açısından hala zayıf. Ama bizim teknik adamlarımız hala iyi eğitim verildiğinden bahsediyorlar.
Ben de diyorum ki, Türkiye’de kulüplerimizin alt yapılarında, torpille gelmiş yüzlerce antrenör var. A takımını çalıştıran bir teknik adam, vasat da olsa işi kurtarır. Ama ufak çocukların başına o ülkenin en üst düzey teknik adamlarını görevlendirirseniz, futbolda bir yere varırsınız.
Yasal markaj
BİZİM gençliğimizde öyle fazla özel araçlar yoktu. Büyük şehirlerde bile özel arabası olanı elle gösterirlerdi. Dolmuşlar station model Amerikan arabaları... Minibüs yok gibi. Genelde belediyenin otobüslerine biniyoruz.
O zamanlar bu otobüsler tıklım tıklım. (Hoş şimdi de aynı). Bu otobüslerde fortçu diye tabir ettiğimiz, kadınlara sürtünerek keyif alan sapık tipler vardı. Bunlar, hani bir film var ya, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, aynen onun gibi, ani hareketlerle bayanların arkalarına geçiyordu. Ve onlarla yapışık biçimde seyahat ediyorlardı.
Genelde bayanların bazıları tavır koyuyorlardı ama, Allah var, hoşlananlar da vardı. Çünkü yüz ifadelerinden bunu anlayabiliyordunuz.
Aslında dar alanda bu kadar yakın temastan hoşlanan hiçbir futbolcu olmaz. Çünkü futbolcu geniş alan ister, baskı yemek istemez. Ama maalesef bizim futbolcular fortçuluğu sevmiyorlar. Hepsinin en sapık biçimde, oyun kuralları içerisinde fortçu olmaları gerekir. Çünkü bütün dünyada defans böyle yapılıyor. Hiçbir forvet elemanına yarım metre mesafede duramazsın. Çünkü o, bu yarım metre mesafeyi avantaj sayarak, senden evvel ayağını yere basarak, senden fazla yükselir ve kafayı çakar. Topu da ağlarında görürsün. Aynen Fenerbahçe defansının yaptığı gibi.
Fortçuluk belediye otobüslerinde ne kadar ahlaksızca, terbiyesizce bir uygulama olsa da futbolda inanılmaz derecede yasal ve gol yememek için faydalı bir uygulamadır. Otobüsteki ile sahadakinin biraz farkı vardır. Birinde rakibe arkadan baskı yaparsın, diğerinde ise yandan.
Ne olduğunu gördük
UMUR Talu, bana ve Rıdvan’a (Dilmen) sallamış. Olabilir. Ona göre Beşiktaş-Konyaspor maçında büyük pozisyonlar varmış, biz görememişiz. Ne şutlar atılmış, ne kombine akınlar yapılmış. Allah’tan iki takımın teknik direktörleri Sağlam’lar maçtan sonra açıklama yaptılar da neyin ne olduğunu gördük. O maçtaki iki kalecinin Kocaelispor alt yapısından geldiğini bana biri sufle vermiş, ben de öyle yazmışım. Gazeteciler çok zaman sufle alarak doğruyu yazarlar. Yoksa Umur Talu’nun herhalde sufle almadan yazdığı gibi ben Güneşspor’dan değil, Gençlerbirliği’nden yetiştim. Çünkü doğru haber vererek gazetecilik yapmak için her türlü bilgiye, istihbarata ve sufleye açığım.
Ellerim kırılsın
İYİ hatırlıyorum, yıllarca İstanbul susuzluktan kıvrandı. İki günlük, üç günlük, hatta bir haftalık kesintiler vardı. Susuzluktan o zaman şehri terkedenlere bile rastlanıyordu. Nüfus da 8-9 milyon civarındaydı.
Tayyip Erdoğan belediye başkanı oldu, İSKİ’nin başına da Prof. Veysel Eroğlu’nu getirdi. Ondan sonra İstanbul’da su konuşulmadı. Hatta şu anda Caddebostan ve Haliç’te denize girebiliyorsunuz. Eskiden yanından geçemezdiniz. Sonra Veysel Eroğlu DSİ’nin başına getirildi.
Şu anda Türkiye’de, Ankara’dan başka su sıkıntısı konuşulan bir şehir yok. Melih Gökçek ve Veysel Eroğlu’nu ayrı ayrı televizyondan izliyorum. Ankara’da üç dönem görev yapan bir Belediye Başkanı, susuzluğun kabahatini başka taraflara atıyorsa eğer, böyle belediye başkanına bir daha oyumu vermem. Çünkü, şu anda Ankara ile İstanbul’un su rezervleri arasında fazla bir fark yok. Çok iyi çalışılırsa, kasımın ortasında Kızılırmak’tan su gelir. Bu sefer Melih Gökçek kendi oyunu ile tuş oldu. Kimseye de bir şey anlatma şansı kalmadı. Ama Gökçek, hep tek başına top oynamak ister. 5-6 kişiye çalım atarak gol atmaya çalışır. Takım oyununu sevmez.
Futbol Federasyonu Genel Kurulu’ndaki seçimden sonra Haluk Ulusoy: 1 - Tayyip Erdoğan: 0 başlığını attıran en büyük aktör Melih Gökçek’ti.
İki seçim CHP’ye vermiştim, "Ellerim kırılsın bir daha Deniz Baykal’a vermeyeceğim" demiştim, vermedim. İki seçimde de Melih Gökçek’e oy verdim. Ellerim kırılsın, gelecek seçimde belediye başkanı adayı olursa, ona oy vermeyeceğim.
Not: Türkiye’de mutlak surette bir Su Bakanlığı kurulmalı. Çünkü, su işinde zorlanan ülkelerden gelen Su Bakanları, karşılarında bu işten anlayan bir bakan istiyorlar. DSİ bizde Genel Müdürlük. Madem susuzluk artık Türkiye için bir tehdit, o zaman var olan su imkanlarımızı kullanmak için çok iyi organizasyon lazım. Bu mücadele de Genel Müdürlük kademesinde verilmez.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2007
GEÇEN hafta Süper Kupa için Köln’deydim. Biliyorsunuz Almanların biraları meşhurdur. Bir bara girdim, "1 metre bira var verelim mi?" dediler. İki kişiydik, "hayır" dedim. 1 metre deyince bizim Türkiye’deki yukarıya doğru 1 metre aklıma geldi. Eyfel Kulesi gibi. Ama onlardaki farklıymış. Fırıncı küreği gibi bir alet 1 metre boyunca üzerinde 10 tane bardak var. Adam 1 metre deyince psikolojik olarak geriliyorsun. Gözünde büyütüyorsun...
Dün akşam maçın oynanacağı stada girdim. Takım listelerinin yazıldığı ismi "esame listesi" olan kağıdı elime aldım. Enine olarak belki de büyütüldüğünde 1 metre olan isimler vardı. Hepsi yabancı oyuncular. Aynen Alman birahanesinde olduğu gibi etkileniyorsunuz. Çünkü adamın ismi herhalde büyükbabası, büyükannesi veya sülalesi şeklinde yazılıyor. Haliyle adamın parası da bizimkilere göre büyük oluyor.
Aynı kayıktayız
Ama yanıma biri geldi, dedi ki: "Beşiktaş’ın da Konya’nın da kalecileri Kocaelispor’un altyapısından yetişme." Onların adları kısacıktı. Zaten maç da 1-0 bitti. Yani o sülalesinin ismini 1 metre yazanların maça fazla katkıları olmadı.
Dün gece İnönü Stadı’nda pozisyon yoktu. Gol de bir tane. Bahane hazır, sezonun başı. Bir sene bitecek o zaman da "Yok devenin başı" diyecekler. Düşünüyorum maçta ne yazarım diye fazla bir şey bulamıyorum. Bakın hep aynı kayığın içindeyiz. Ve bu işten ekmek parası kazanıyoruz. Ama maalesef kendi malımıza mundar diyoruz. Bir şeyler yapmamız lazım. Daha da önemlisi herkesi aptal, kendimizi akıllı sanmamamız lazım.
Not: Çarşı her şeye karşıydı. Şimdi de Sinan Engin’e karşı. Doğru mu yanlış mı? Bunun cevabını bir kişi verebilir. Tabii ki Yıldırım Demirören... Tabii babası karışmaması şartıyla.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2007
SİZE fazla uzatmadan bu maçı ancak şu cümlelerle anlatabilirim; Bir tarafta toplama bir takım. Daha doğrusu sahanın içindeki her futbolcusu teker teker bir takım. Yanda maçı seyreden bir teknik direktör, aynı tiyatro seyreder gibi. Öbür tarafta bir futbol takımı. 11 kişiyle oynayan, yanda bir teknik adam. Öteki teknik adama göre hep önde düşünen, onun hamle yapmasını bekleyen... Öyle bir maç ki, sabaha kadar oynansa bu Büyükşehir, bu Fenerbahçe’yi yener. Aslında sonuç F.Bahçe için çok sürpriz değil. Fenerbahçe, geçen sene de böyle maçları çok oynadı. Ama onlarda bir yönetim kurulu var. Şimdi yarın gündemi değiştirmek için bu mağlubiyeti Futbol Federasyonu’na yıkarlar.
Lugano yorgunmuş
Hatta derler ki, "Bu Federasyon bize 25 tane yabancı oyuncu transfer ederse, biz Büyükşehir’i yenerdik." Bu zihniyet bırakın Büyükşehir’i yenmeyi, küçük şehirin belediye takımını bile yenemez. Bir düşünün Pendik faciasını... Hani o maçtan sonra dayak yemişti.
Peki sorarım size o F.Bahçe’den bu F.Bahçe’ye neler değişti futbol takımı zihniyetinde? Sakın bana kimse Roberto Carlos demesin. Roberto Carlos motorun bir parçası. Eğer o parçaya uygun motorun varsa Roberto Carlos iş yapar. Yoksa Roberto Carlos o eskimiş dişlerin arasında yok olur. Lugano-Edu ikilisi kötü bir çift santrhaf ikilisi ama sen Lugano’yu oynatmıyorsun. Neymiş Lugano Amerika Kupası’nda oynamış ve çok yorulmuş. Hele penaltıyı da kaçırınca iyice morali bozulmuş.
Abdullah Avcı hangi takıma gitse başarılı olur. Demek ki bu çocukta bir şey var. Ama bizim yönetici zihniyetinin beyni (büyük takımlardaki) henüz o seviyede olmadığı için bu çocuk başka yerlerde mücadele ediyor.
Dün gece sahanın en iyisi Büşükşehir’den Adriano’ydu. Peki Adriano’yu büyüten kim?. Fener defansında oynayan 4 kişi. Neden? Çünkü 90 dakika hücuma gelen bütün topları Adriano aldı ve o 4 F.Bahçeli 90 dakika Adriano’yu tutmaya kalktılar ama tutamadılar da. Hem 4 kişi Adriano’yu seyretti hem de Zico onlara "Ne yapıyorsunuz kardeşim" diyemedi.
Bu Fenerbahçe defansına 10 tane yan top atın, 8’i pozisyon 4’ü gol olur.
Yönetim zihniyeti
Bu Fenerbahçe geçen seneden daha başarılı olamayacak bu kesin. Sebebi de kesinlikle yönetici zihniyeti. Büyük futbolcu alarak, futbol takımını büyütemezsiniz. Koşan, mücadele eden, takıma uyan futbolcu alarak, o takımı büyütürsünüz. Geçen sene F.Bahçe’yi takım yapabilecek oyuncular bu sene ayrıldılar. Yerlerine de bireysel oyuncular alındı.
Düşünün ki, 2-0 geriye düşen F.Bahçe maçı kurtaracak en ufak bir hamle yapamıyor. Hakem de ortadan çalınca hiç şansları kalmadı. Aslında Bülent Yıldırım 32. dakikada müthiş bir Büyükşehir akınını kesti, Roberto Carlos’a faul yapıldı diye. Pozisyonun uzaktan yakından faulle ilgisi yoktu.
Bir 90 dakika düşünün, F.Bahçe gol pozisyonuna giremedi, gol bile kaçıramadı. Büyükşehir hak ettiği maçı çatır çatır aldı. Pardon çıtır çıtır aldı.
Bu futbol maçıdır. Bir takım mağlup olabilir. İlla galip gelecek diye bir kural yok. Ama bir futbol takımının, hangi takım olursa olsun, böyle mücadele etmeye hakkı yoktur. Çünkü bu seyircisine saygısızlıktır.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2007
DÜNYANIN neresinde bir futbolcu, en büyük kupa törenine tokyo terliklerle çıkar, merak ediyorum. Bu maç niye Almanya’da oynanır, onu da anlamak mümkün değil.
Birileri mantıklı bir açıklama yaparsa öğrenebileceğiz. İki takımın da oynadığı futbol kaliteli değil. Türkiye şartlarında ufak takımlara belki üstünlük sağlayabilirler ama Avrupa kupalarında işleri zor. Beşiktaş maça 10 kişiyle başladı. Çünkü Koray’la Cisse aynı görevi yaptılar. Fenerbahçe bu anlarda etkili gözüktü. Baktı ki Zico, işler fena gitmiyor bu sefer Deniz’in önüne Mehmet Aurelio’yu çekti, o da başladı 10 kişi oynamaya...
Fenerbahçe, Roberto Carlos’u aldı ama onu anlayan, ona uyan futbolcular Fenerbahçe’de var mı? Bence hayır. Nitekim Carlos, dün etkili değildi. Bu maçın doğru dürüst anonsunu yapan ne bir Alman gazetesi var, ne de televizyonu. Kendi kendimize Avrupa’da hava yapıyoruz. Ama merak edip, maça gelip seyreden Almanlar da futbolun kalitesini gördükten sonra sebebini anlamışlardır.
Bakınız, futbol oyunundaki en büyük faktör hakemdir. O, futbolu güzelleştirir veya çirkinleştirir. Futboldan nasibini almışsa her şey güzel olur. Ama dün, iki takım futbolcuları da Fırat Aydınus’un futbolu ne kadar net bir şekilde bilmediğini anladılar. Bundan sonra onun işi çok zor. Çünkü futbolcular önce birbirlerine yoklama çektiler. Hakemin futbolu bilmediğini anlayınca ona yüklendiler, onunla oynadılar ve kazandılar. Ve onu inanılmaz güç pozisyonda bıraktılar.
Sağlam, karar verememiş
Ertuğrul Sağlam, karar verecek. Neye? Tello’yu transfer etmişsin, böyle bir kupa maçına yedek çıkarıyorsun. İbrahim Akın’ı kazanmak istiyorsun ama İbrahim Akın kendini kazanmak istemiyor. Sen, seyircinin önüne iddialı aldığın transferi çıkarmazsan, o zaman kafalarda soru işareti kalır.
Fenerbahçe, defansta müthiş hatalar yapıyor. Bakmayın, dün gece kazandı ama orta halli bir Avrupa takımı bu savunmayı delik deşik eder. Beşiktaş defansı nasıl? O da çok farklı değil.
Ceza alanı içindeki bir topu yakın olmana rağmen bir defans oyuncusu olarak vuramazsan o topu kaleciye bırakırsan, kaleci de diğer ikisine bırakırsa ve aradan bu kadar zaman geçerse, birileri gelip, onu kaleye yuvarlar. Kezman’ın yaptığı gibi... Sonra da Kezman’a kızıyorsun. Sen kendine kız. Fenerbahçe’nin kadrosu belli. Alacağı adamın oynayacağı yer de belli ama Beşiktaş öyle değil. Artık lig başlayacak belli bir kadronun oturması lazım. Ama Ertuğrul Sağlam’ın kafası hala git-gelde. Karar verecek...
İstiklal Marşı söyleniyor, sahadaki 22 futbolcudan 9 tanesi söyleyemiyor. Türkiye’nin şu andaki genel durumuna göre, bundan sonra transfer edilecek futbolcuların sünneti olup olmama durumu da önem kazanacak herhalde...
NOT: Köln Stadı’na geldiğinizde stadın dışında 400 metreye, 400 metre olan büyük bir yeşil alan var. Üzerinde de 8-10 tane seyyar futbol kalesi olan, ormanın içindeki bu alanın zemini, şu anki Saracoğlu’ndaki zeminden daha iyi.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2007
ANKARAGÜCÜ’nde futbol oynarken Hilmi Ok, benim çok maçımı yönetti. Hatta, sahanın içinde bana zaman zaman, "Senin hakem olman lazım" diye telkinler bile yapardı. Kendisi de futbolculuktan geldiği için pozisyonları iyi süzerdi. Ufak boylu olmasına rağmen, cesaretliydi ve de akıllı. Yıllar geçti, bu sefer ben hakem oldum, o benim idarecim. Zaman zaman ters düştüğümüzde oldu. Ama beni 3 hakemle birlikte MHK kararıyla A klasmanına çıkardı. Benim hakemlikteki bütün zorluğum vitrine çıkana kadardı. Oraya çıktıktan sonra zaten, bana çelme takanların gücü kalmamıştı.
Şunun altını net çizerek söylüyorum, Türkiye’de pozisyonları hakemlere futbol oyun kuralları ruhuyla, futbolcu ruhuyla ve teknik adam ruhuyla anlatabilecek başka birini tanımıyorum. Bunlar Hilmi Ok’un artı tarafları...
Eksileri yok mu? Var.
Hakemin zekisini ister
Hakemin sahada mümkün olduğu kadar zeki olmasını ister. Mesela bu konuda ben aynı fikirde değilim. Hakem akıllı olacak ama hakem ne görüyorsa onu çalacak. Çok fazla zekiliğe ve düşünceye giderse o zaman eyyama kaçacak. Benim prensibim, hakem gördüğünü "cart" diye çalacak.
Hilmi ağabey hakemlerin ve MHK’nin basına konuşmasını hiç istemez. Basınla münasebeti de hiç istemez. Bu konuda ben onunla aynı fikirde değilim. Yalan haber yazıp, seni kullananla konuşma. Ama düzgün basınla konuş.
Bütün bunlar bir yana, önceki gün Hürriyet Gazetesi’ni aldım. Hilmi Ok’un ellerinin titrediğini, hatta Parkinson olduğunu konuşurken, ellerini masanın altında sakladığını, telefon konuşması yaparken, telefonun elinden düştüğünü söyleyenlerin olduğunu okudum.
Haberi yapan Atilla Türker düzgün gazetecidir. Her şeyden önce art niyetli değildir. Önce onu aradım, bulamadım. Sonra Hilmi Ok’u aradım, buldum. Bodrum’daymış. Hem de yangının tam ortasına düşmüş. Kempinski Otel’de kalıyormuş.
Ben de Bodrum’daydım, atladım yanına gittim. Yanımda bacanağım da vardı. Hilmi ağabey ile oturduk, bir saate yakın sohbet ettik. Sonra denize girdik, yüzdük. Sonra çıktık, yürüdük. Adam her şeyi bizden daha hızlı ve daha çabuk yapıyor.
Hortumları kesilecek
Beraber olduğumuz zaman en az 20 telefon geldi. "Geçmiş olsun Hilmi ağabey. İyi misin? Felç geçirmişsin" diye. Hepsine gülerek cevaplar verdi. Bazen o kadar çok hızlı konuşuyor ki kelimeleri yutuyor. Hilmi ağabey neredeyse benim futbolculuk dönemimdeki Hilmi Ok.
Bu hakem camiası enteresandır. Hilmi Ok’u beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Ama Ok’un bir özelliği vardır. Namusludur. Adama, bu konuda çamur atamayacaksın ve döneceksin, "Adamın eli, ayağı tutmuyor" diyeceksin.
Bu dedikoduları yapanların bir kısmını biliyorum. Bir kısmını da tahmin ediyorum. Bir kısmının hortumları kesilecek. Bir kısmının da oyuncakları. Ama insanların sağlığıyla kimse oynamasın. Yarın, bu söyledikleriniz en yakınınızda çıkar, üzülürsünüz. Akıllanırsınız, ama iş işten geçmiş olur.
Şaibeli isim yok...
Hilmi Ok’un kurduğu komiteye bakıyorum. Bir tane şaibeli isim yok, bir tane namussuz yok. Bakın ne acıdır ki, "Bu komitede namussuz yok, paralı asker yok" diye övünüyoruz. "Bu komite hem namusludur, hem de çok kabiliyetlidir. Hepsi iş yaparlar. Hepsi bu işi çok iyi bilirler" diyemiyoruz.
İşte Türkiye’nin hali bu. MHK de aynı, bakanlıklar da aynı, sendikalar da aynı, hükümetler de aynı. Demek ki o kadar çok çürümüşüz. Arada sağlam kalmış elmalar bize elmas, pırlanta gibi geliyor. Bu küçük çoğunluğu överek, büyük çoğunluktan intikam alıyoruz. Oranı en büyük olan, sessiz çoğunluktan da hiç ses çıkmıyor.
Yangınlar organize
BODRUM yanıyor... Türkiye’de değerli olan her şey mutlaka yanar. Bodrum’da yanan arazilerin çoğu, hazine arazisi. Benden size bir tavsiye, sevgili okuyucular veya Bodrum’da yaşayanlar. Yanan yerlerin şemalarını bir çıkarın. Zaten gazetelerde çıkıyor. Kaç yıl sonra oralar kimlere tahsis edilecek? Bir bakın, kimlerin yaktığını görürsünüz ve bulursunuz.
PKK’nın da yaktığı var, onu da anlarsınız. Peki, yıllarca hükümetler ne yaptılar? Tabela var, "Orman çocuk gibidir. Ormanı sevin. Ormanı seven, insanı sever" gibi saçma sapan çocukça şeyler.
Kardeşim, Bodrum Yarımadası bir cennet, Çeşme bir cennet ve Manavgat bir cennet... Hepsine, helikopter inecek pist yaparsın. Yangın uçağı, inecek pist yaparsın. Bu hem denize yakın olur hem de yangın tehlikesi olan yerlere. Bol bol yangın helikopteri ve uçağı alırsın. Bunlar çok büyük paralar değil.
Her sene resmi dairelere alınan araba sayıları ve paralarına bakın. Bunlar devede kulak kalır. Sonra girersin ormana, en az 10 metre yollar açarsın. Yangın nerede çıkıyorsa ters parsele soğutma yaparsın, ıslatma yaparsın, yangını hapsedersin. İtfaiye teşkilatını biraz genişletirsin.
Bu alternatiflerden hangisini, daha önce Türkiye’de bir hükümet yaptı? Açıklama yapsınlar, bu satırlarda yazayım.
Yakalanmıyorlar
Yangını çıkartmak organize bir iştir. Önce hava raporu lazım, rüzgar nereden nereye esecek o lazım. Hangi istikamet yakılacak o lazım. Kullanılacak malzeme lazım. En sonunda da yakalanmamak lazım.
Nasıl olsa, yangını söndürecek önlemler sıfır. Yakılacak hazine palamut gibi karşında duruyor. Yenilmek üzere. Adamlar niye yakmasın ki?
NOT: Ormanı kasıtlı yakanı görsem ve yanımda silah olsa onu vururum. Öldürsem ve hapis yatsam üzülmem. Orman sevgim bu kadar basit. Veya düz mantık.
Armut dibine düşer
FUTBOL Federasyonu ayrı telden çalıyor. Kulüpler üçe bölünmüş durumda. Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim ayrı şeyler söylüyor. "Ben eve gideceğim, bir bardak ılık süt içip uyuyacağım" diyemeyenler, hükümet kararı ile Türk vatandaşı oluyor. Türk futbolcusu olarak transferler yapıyorlar.
Takımlar aldıkları yabancıları bırakın, 18 kişilik kadroyu bazen 18 dışına itiyorlar. Ama hala, "Yabancı sayısı sınırsız olsun" diyorlar. Sonunda da 6+1 diye komik bir karar çıkıyor. Tam bir eyyam kararı. Herkese şerbet, herkese elma şekeri. Ondan sonra da bu federasyonun hakemine diyoruz ki, "Eyyam düdüğü çalıyor."
Babası eyyamcı olursa, armut dibine düşer, oğlu da eyyamcı olur.
Yazının Devamını Oku