ANKARAGÜCÜ’nde futbol oynarken Hilmi Ok, benim çok maçımı yönetti. Hatta, sahanın içinde bana zaman zaman, "Senin hakem olman lazım" diye telkinler bile yapardı. Kendisi de futbolculuktan geldiği için pozisyonları iyi süzerdi. Ufak boylu olmasına rağmen, cesaretliydi ve de akıllı.
Yıllar geçti, bu sefer ben hakem oldum, o benim idarecim. Zaman zaman ters düştüğümüzde oldu. Ama beni 3 hakemle birlikte MHK kararıyla A klasmanına çıkardı. Benim hakemlikteki bütün zorluğum vitrine çıkana kadardı. Oraya çıktıktan sonra zaten, bana çelme takanların gücü kalmamıştı.
Şunun altını net çizerek söylüyorum, Türkiye’de pozisyonları hakemlere futbol oyun kuralları ruhuyla, futbolcu ruhuyla ve teknik adam ruhuyla anlatabilecek başka birini tanımıyorum. Bunlar Hilmi Ok’un artı tarafları...
Eksileri yok mu? Var.
Hakemin zekisini ister
Hakemin sahada mümkün olduğu kadar zeki olmasını ister. Mesela bu konuda ben aynı fikirde değilim. Hakem akıllı olacak ama hakem ne görüyorsa onu çalacak. Çok fazla zekiliğe ve düşünceye giderse o zaman eyyama kaçacak. Benim prensibim, hakem gördüğünü "cart" diye çalacak.
Hilmi ağabey hakemlerin ve MHK’nin basına konuşmasını hiç istemez. Basınla münasebeti de hiç istemez. Bu konuda ben onunla aynı fikirde değilim. Yalan haber yazıp, seni kullananla konuşma. Ama düzgün basınla konuş.
Bütün bunlar bir yana, önceki gün Hürriyet Gazetesi’ni aldım. Hilmi Ok’un ellerinin titrediğini, hatta Parkinson olduğunu konuşurken, ellerini masanın altında sakladığını, telefon konuşması yaparken, telefonun elinden düştüğünü söyleyenlerin olduğunu okudum.
Haberi yapan Atilla Türker düzgün gazetecidir. Her şeyden önce art niyetli değildir. Önce onu aradım, bulamadım. Sonra Hilmi Ok’u aradım, buldum. Bodrum’daymış. Hem de yangının tam ortasına düşmüş. Kempinski Otel’de kalıyormuş.
Ben de Bodrum’daydım, atladım yanına gittim. Yanımda bacanağım da vardı. Hilmi ağabey ile oturduk, bir saate yakın sohbet ettik. Sonra denize girdik, yüzdük. Sonra çıktık, yürüdük. Adam her şeyi bizden daha hızlı ve daha çabuk yapıyor.
Hortumları kesilecek
Beraber olduğumuz zaman en az 20 telefon geldi. "Geçmiş olsun Hilmi ağabey. İyi misin? Felç geçirmişsin" diye. Hepsine gülerek cevaplar verdi. Bazen o kadar çok hızlı konuşuyor ki kelimeleri yutuyor. Hilmi ağabey neredeyse benim futbolculuk dönemimdeki Hilmi Ok.
Bu hakem camiası enteresandır. Hilmi Ok’u beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Ama Ok’un bir özelliği vardır. Namusludur. Adama, bu konuda çamur atamayacaksın ve döneceksin, "Adamın eli, ayağı tutmuyor" diyeceksin.
Bu dedikoduları yapanların bir kısmını biliyorum. Bir kısmını da tahmin ediyorum. Bir kısmının hortumları kesilecek. Bir kısmının da oyuncakları. Ama insanların sağlığıyla kimse oynamasın. Yarın, bu söyledikleriniz en yakınınızda çıkar, üzülürsünüz. Akıllanırsınız, ama iş işten geçmiş olur.
Şaibeli isim yok...
Hilmi Ok’un kurduğu komiteye bakıyorum. Bir tane şaibeli isim yok, bir tane namussuz yok. Bakın ne acıdır ki, "Bu komitede namussuz yok, paralı asker yok" diye övünüyoruz. "Bu komite hem namusludur, hem de çok kabiliyetlidir. Hepsi iş yaparlar. Hepsi bu işi çok iyi bilirler" diyemiyoruz.
İşte Türkiye’nin hali bu. MHK de aynı, bakanlıklar da aynı, sendikalar da aynı, hükümetler de aynı. Demek ki o kadar çok çürümüşüz. Arada sağlam kalmış elmalar bize elmas, pırlanta gibi geliyor. Bu küçük çoğunluğu överek, büyük çoğunluktan intikam alıyoruz. Oranı en büyük olan, sessiz çoğunluktan da hiç ses çıkmıyor.
Yangınlar organize
BODRUM yanıyor... Türkiye’de değerli olan her şey mutlaka yanar. Bodrum’da yanan arazilerin çoğu, hazine arazisi. Benden size bir tavsiye, sevgili okuyucular veya Bodrum’da yaşayanlar. Yanan yerlerin şemalarını bir çıkarın. Zaten gazetelerde çıkıyor. Kaç yıl sonra oralar kimlere tahsis edilecek? Bir bakın, kimlerin yaktığını görürsünüz ve bulursunuz.
PKK’nın da yaktığı var, onu da anlarsınız. Peki, yıllarca hükümetler ne yaptılar? Tabela var, "Orman çocuk gibidir. Ormanı sevin. Ormanı seven, insanı sever" gibi saçma sapan çocukça şeyler.
Kardeşim, Bodrum Yarımadası bir cennet, Çeşme bir cennet ve Manavgat bir cennet... Hepsine, helikopter inecek pist yaparsın. Yangın uçağı, inecek pist yaparsın. Bu hem denize yakın olur hem de yangın tehlikesi olan yerlere. Bol bol yangın helikopteri ve uçağı alırsın. Bunlar çok büyük paralar değil.
Her sene resmi dairelere alınan araba sayıları ve paralarına bakın. Bunlar devede kulak kalır. Sonra girersin ormana, en az 10 metre yollar açarsın. Yangın nerede çıkıyorsa ters parsele soğutma yaparsın, ıslatma yaparsın, yangını hapsedersin. İtfaiye teşkilatını biraz genişletirsin.
Bu alternatiflerden hangisini, daha önce Türkiye’de bir hükümet yaptı? Açıklama yapsınlar, bu satırlarda yazayım.
Yakalanmıyorlar
Yangını çıkartmak organize bir iştir. Önce hava raporu lazım, rüzgar nereden nereye esecek o lazım. Hangi istikamet yakılacak o lazım. Kullanılacak malzeme lazım. En sonunda da yakalanmamak lazım.
Nasıl olsa, yangını söndürecek önlemler sıfır. Yakılacak hazine palamut gibi karşında duruyor. Yenilmek üzere. Adamlar niye yakmasın ki?
NOT: Ormanı kasıtlı yakanı görsem ve yanımda silah olsa onu vururum. Öldürsem ve hapis yatsam üzülmem. Orman sevgim bu kadar basit. Veya düz mantık.
Armut dibine düşer
FUTBOL Federasyonu ayrı telden çalıyor. Kulüpler üçe bölünmüş durumda. Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim ayrı şeyler söylüyor. "Ben eve gideceğim, bir bardak ılık süt içip uyuyacağım" diyemeyenler, hükümet kararı ile Türk vatandaşı oluyor. Türk futbolcusu olarak transferler yapıyorlar.
Takımlar aldıkları yabancıları bırakın, 18 kişilik kadroyu bazen 18 dışına itiyorlar. Ama hala, "Yabancı sayısı sınırsız olsun" diyorlar. Sonunda da 6+1 diye komik bir karar çıkıyor. Tam bir eyyam kararı. Herkese şerbet, herkese elma şekeri. Ondan sonra da bu federasyonun hakemine diyoruz ki, "Eyyam düdüğü çalıyor."
Babası eyyamcı olursa, armut dibine düşer, oğlu da eyyamcı olur.