YIL 1982'ydi. Yedek subay askerliğimi yapıp yeni dönmüşüm. O zamanlar günde 1.5 milyon satan Tercüman gazetesinde yazmaya başladım. Aynı anda da hakemliğe başlamıştım. Bir müddet sonra da hakemlikte üst kademelere çıkınca tenkitler gelmeye başladı "Hem hakim hem de savcı olamazsın, birinden birini bırakacaksın." Gazeteyi bıraktım hakemliğe devam ettim.
Yıllar geçiyor, değerler de değişiyor. İşte en son örnek Mustafa Denizli. Ondan önce Rıdvan, say sayabildiğiniz kadar. Mustafa da, Rıdvan da ve diğer yorum yapan antrenörlerin de televizyon yorumları son derece başarılı. Bazıları çok da keyifli oluyor. İşin bu yönü tamam, ama aynı arkadaşlar dönüp de teknik direktörlük yapınca işin rengi değişiyor. Neden? Ya televizyonda söylediklerini yiyecekler, ya da söylediklerinin arkasında kalacaklar. Bu sefer takımda işler karışacak.
Mesela sevgili Mustafa dedi ki "Ben olsam İbrahim Toraman'la, Gökhan Zan'ın olduğu yerde Zapotocny ile Sivok'u almazdım. Onlar varken bu ikili oynamaz." Hadi bakalım Mustafa, şimdi ne yapacaksın? Ama fark etmez nasıl olsa Yıldırım Demirören de sana ve Samet'e "Benim Beşiktaş'ta başkan olduğum sürece bu ikili kapıdan içeri giremez" demişti. Fark etmez bizim sevgili Mustafa da "Sezonun yarısında takım almam" demişti. Yani dün dündür, bugün bugündür. Kulakların çınlasın Süleyman Demirel, ne güzel bir cümle iteledin Türkiye'ye.
Sevgiyi transfer edemezsiniz
BUNDAN bir buçuk ay önce, Maraton'da Şansal (Büyüka) ile konuşuyoruz. Şansal diyor ki, "Bu Fener'de ne var?" Ben de cevap veriyorum, "Herhalde tuhaf bir şey var, çıkaramıyorum ve çıkarmak için zorluyorum." Sonunda çıkardım. Fener'de olan şey sevgisizlik.
Özellikle Zico'nun sevgi dolu hareketlerinden sonra Aziz Yıldırım'ın bir kopyası olan Aragones'in davranışları takımı bu hale getirdi. Şu anda Fener'de belki futbolcu noksanlığı var. Belki yedek kulübesi çok iyi değil. Ama bir şey yok ki, onu ne kiralayabiliyorsunuz, ne de transfer edebiliyorsunuz. O da sevgi. Maalesef bu sevgisizlik, Fenerbahçe takımında tribünlerden bile gözüküyor.
Almancılar iyi taranmıyor
İKİ yıl önce Almanya'da Hürriyet büro beni çağırarak, randevu aldıkları Türk kulüplerine sohbet toplantısı yaptırdı. En az 10 kulübe gittim. Bütün kulüplerdeki dertler aynıydı. Özellikle Almanya'daki Türk futbolcuların iyi taranmadığı, bu işlerde görevli birkaç kişinin bu işten anlamadığı, hatta daha ileri giderek komisyonculuk yaptıklarını iddia ettiler. Komisyonculuk olayına bir şey diyemem, ama bu futbolcuların iyi taranmadığı konusunda aynı fikirdeydim.
Almanya'da resmen sera var.
Alt yapıları çok iyi pıtır pıtır futbolcu çıkıyor. Bu çıkan Türk futbolcularına sonradan hiçbir emek vermeden bizim kulüp takımlarımız veya milli takımımızlar saldırıyorlar. Almanlar da bu konuda haklılar; "Sanki sizin arka bahçeniziz, koparıp koparıp yetiştirdiğimiz mahsülleri yiyin, hazıra konuyorsunuz" diyorlar.
Almanlar onları kaybetmek istemiyor
Peki biz 80 milyon Türkiye'de ne yapıyoruz? Hikaye. Ne Milli Eğitim'le ne de Gençlik Spor İl Müdürlüğü ile Futbol Federasyonu'nun teması olmadı. Hiçbir organizasyon yapmadılar. Hepsi tek başlarına yürüdüler. En son rahmetli Hasan Doğan bu olaya el atmıştı. Bakalım bu federasyon hangi etkinlikle bunu başaracak.
Bu Almancı futbolcularla hem çok erken temas kuracak hem de gönüllerini hoş edeceksin. Çünkü maalesef biz bunlara "Almancı" diyoruz, Almanlar da "yabancı" diyorlar. Ama şimdilerde Almanlar bu yabancı dedikleri çocuklara oldukça eğildiler. Onları artık kaybetmek istemiyorlar.
Biz de artık karar verelim. Hangi yolu seçeceğiz? İşimize gelince bu çocuklara "gel" işin bitince kapıya koyma dönemi bitti.
Beraber hareket etmemiz gerekiyor
İki sene evvel bu konuyu Fatih Hoca ile konuşacaktım olmadı. Geçenlerde Maraton Programı’na katıldı orada konuşabildik. Tabii ki belli çerçevede. Çünkü 1.5 ay önce Mesut Özil'in babasıyla telefonla konuşmuş ve onun söylediklerini Fatih Hoca’ya aktardım. Fatih Hoca’nın bu konudaki samimi fikrini ve şikayetlerini televizyondan öğrendim.
Bu olaydan sonra da Fatih hocanın ne kadar duyarlı ne kadar samimi ne kadar içten ne kadar bu konuda "Ben" değil "Biz" dediğini yaşadım. O da "Benim bu işi yapmam yetmez Türk Milli takımlarının menfaatleri konusunda hep beraber hareket etmeliyiz" dedi.
"Bütün Almanya'da yetişenleri de milli takımlarda oynatalım" diye bir kanun yok. Mesela şöyle bir maçı 15-20 sene sonra düşünün -ki mutlak olacak inşallah- Türkiye ile Almanya arasında bir Dünya Kupası finali oynanıyor.
Alman Milli Takımı formasını giyen 5-6 Türk futbolcusu var. Fena mı olur? Yani, bu çocuklara da bizi seçmedikleri için vatan haini damgasını vuramayız.
Kim yaptı, ne yaptı!..
DİYORLAR ki "Güiza'ya çok para verilip alındı. Başarısız. Aragones geldi o da başarısız". Hepsi tamam, Adnan Polat diyor ki "Aragones'i ben de alırdım."
Zaten bu kafadaki başkanlar yüzünden transferler tutmuyor. Şimdi bir beyin cimnastiği yapalım. Fenerbahçe, Güiza'yı almasaydı da yerine Cristiano Ronaldo'yu alsaydı farklı olur muydu? Kesinlikle hayır. Olay ne Güiza'da ne Aragones'te. Bu Fenerbahçe kadrosunda bırakın ikisini, 3'er tane alsan gene iş yapmaz. Neden? Güiza'yı kim getirdi veya nasıl geldi? Aragones geldiği için. Peki bu Aragones Fenerbahçe takımını köküne kadar tanıyor muydu? Tanımıyordu.
Dönelim; eğer Zico kalsaydı, Güiza'yı alalım dediğinizde "alın" deseydi o zaman "kabul" derdim. Çünkü Zico artık Fenerbahçe'yi öğrenmişti. Yani sen iki isim alınca "İyi transfer yaptım" diyorsun. Aragones'i de Güiza'yı da getiren kim? Tek başına Aziz Yıldırım. Bu sonuç şunu gösteriyor; Aziz Yıldırım Fenerbahçe takımını ne kadar tanıyıp tanımıyor.
Bir teknik direktör gideceği takımın kasetlerini seyrederek bilgi sahibi olamaz. Gideceksin o takımı canlı canlı seyredeceksin. Çıplak gözle. Hem de en az 5-6 maç. Ama maalesef hala bizde kasetlerle teknik direktörler de geliyor futbolcular da.