Erman Toroğlu

Yüreğin yetmedi!

14 Eylül 2009
SEZON başı ama zemin kötü. Mücadele iyi, futbol kötü. İki takım arasında sıklet farkı var. Bu sıklet farkı maçın neticesine de tesir etti. Fenerbahçeli futbolcular, Bursasporlu futbolcular kadar mücadele ettiler. Böyle olunca da aradaki fark meydana çıktı.

Bursaspor çalıştı ama pozisyonu yok. Sercan tek başına ileride hiçbir şey yapamaz. Bilica ile Lugano’nun altında ezildi. Orta alanda ona da destek gelmedi. Küçük takımlar ekonomik olarak güçlenmedikleri müddetçe büyüklerle mücadeleleri zor.
Mehmet Topuz nihayet oynadı. Allah var, kötü de oynamadı. Bence oyundan alınması da yanlıştı. Fenerbahçeli futbolcuların bu kadar sinirli olmalarına anlam veremedim. Deniz Çoban’ı da ilk defa bu kadar aciz gördüm. Fenerbahçeli futbolcuların yaptıkları küçük takımların futbolcuları yapsalardı acaba kaç tane kırmızı kart gösterirdi. Maçta 6 Fener’den, 3 de Bursa’dan olmak üzere toplam 9 sarı kart var. Eğer bu 9 sarı karttan en az bir-iki tanesini kırmızıya çeviremediysen, hakem olarak bir yerde çok büyük hata yaptın demektir. Ya sarıların yanlış ya da yüreğin kırmızı karta geçmeye yetmedi. Yani çok büyük bir hata yaptın.
Dede, kenara alamazdı
Altını çizerek şunu söylüyorum, bu Fenerli futbolcular perşembe günü oynayacakları Twente maçında gelecek olan uluslararası hakeme aynı hareketi yapsınlar. Ben o zaman onların boylarını göreyim kaçar santim acaba? Güiza hakemin kararına sinirlenip topu yere vuruyor. Ama aynı Güiza üç tane net gol pozisyonunda arkadaşlarına asist yapmıyor ve maçı zora sokuyor. Bu kadar basit.
F.Bahçe, Daum’la beraber sahada daha fazla mücadele etmeye başladı. Geçen seneye göre birbirlerine sahada daha fazla yardım etmeye başladılar. Dede, Roberto Carlos’la Güiza’yı kenara alamazdı ama Daum ikisini de cart diye yanına alabiliyor.
Gökhan’ı yıpratıyor
Gökhan Gönül’ü sağ arkada oynatarak bu kadar mesafede yıpratmak bence günah. Fenerbahçe, Gökhan Gönül’ü Kazım Kazım’ın yerinde oynatsa bence ondan daha fazla verim alır. Şu bir gerçek, Mehmet Topuz orta sahada Fenerbahçe’ye faydalı olacak. Özer Hurmacı da orta alana girdi mi, Fenerbahçe’deki rekabet takıma daha bir faydalı olarak yansır. Eğer dünkü maç son dakikada berabere bitseydi, Fenerbahçeli futbolcuların final noktalarındaki yardımlaşma hataları iki puanlarına malolacaktı. Bu maçta yırttılar ama her maç böyle olmaz. Güiza veya Kazım Kazım hakeme kızacaklarına gol pozisyonlarındaki arkadaşlarına zamanlaması doğru pas atsınlar.

 

Yazının Devamını Oku

Mantık kazandı

13 Eylül 2009
DÜN geceki sezonun ilk derbisi öncelikle iki teknik direktör arasında geçti. Galatasaray’ın hocası kendi silahlarını azami kullandı. Maça çıkarken kadrosu mantıklıydı. Maçın içinde de oyuncu değişikliklerini son derece dikkatli yaptı. Adeta satranç oynar gibi yönetti takımını. Mustafa Denizli ne sahaya çıkardığı, ne de sonraki oyuncu değişikliklerinde ortalıklarda yoktu. Çünkü, böyle bir kadroyu sahaya sürünce ve hatalı oyuncu değişiklikleri yapınca, Beşiktaş’ın silahları kenarda kaldı.
Nihat Kahveci’den santrfor olmaz. Üstelik Nihat Kahveci maalesef çok kötü. Sen de onu banko oynatıyorsun. Üç tane etkili olabilecek adamı yani Nobre, Holosko ve Bobo’yu da yanında oturtuyorsun. Galatasaray’ı vuracağın yer olan ceza alanında rakip savunmayı kim rahatsız edecek? Bu üç adam. Onlar nerede? Kulübede.
Tabata oynar. Hazır. Üstelik fena da oynamıyor. Ama son derece yanlış bir değişiklikle bu sefer onu oyundan alıyorsun. Nihat Kahveci’yi de çıkarınca etkili silahların yine kenarda kalıyor. Çünkü, dört değişiklik yapma şansın yok.
Biri yedi, biri tuttu
Arda Turan yorgun. Kafası da rahat değil. Oynayamayınca iyice sinir yapıyor. Zaten büyük olan kafasını da sağa, sola sallıyor sıkıntıdan. Hocası bekliyor, olmuyor. Kaptanı oyundan alıyor. Giren kim? Elano.
Rijkaard bakıyor Baros da yorgun, o da sinirli. Nonda’yı hazırlıyor. Ama o sırada Baros golü atınca fark ikiye çıkıyor. Bu sefer Baros’u değiştirme gereği duymuyor. Neden? Çünkü Nonda’yı alırsa topu ileride tutması lazım. Gol tehlikesi olan bir oyuncu. Ondan vazgeçiyor. Ne yapıyor? Keita’yı çıkarıp, Barış hamlesini yapıyor orta sahaya. Ve oyunu da iyice kilitliyor.
Burada sadece teknik direktörleri konuşurken, takım kadrosunu hazırlayan yöneticileri de unutmamak lazım. Birisi Tabata ve Yusuf’u transfer ederken, diğeri Brezilya Milli Takımı’nın starı Elano’yu alıyor. Bütün bunlar olurken kalecileri de ihmal etmemek lazım. Birisi geleni yiyor, birisi de tutuyor.
Derbinin mantığı şuydu. Beşiktaş, yöneticisiyle, teknik direktörüyle ve futbolcusuyla dün gece sınıfta kaldı. Sakın çok iyi bir Galatasaray’a yenildiklerini söylemesinler. Biraz akıllı olsalardı, rakiplerini Ali Sami Yen’de yenerlerdi. Sakın Galatasaray’ın aman aman top oynadığını sanmayın. Sadece daha akıllıydılar. Galatasaray’ın bu vaziyette olmasında kadroyu hazırlayan yönetimin, teknik adamının ve futbolcularının büyük rolü var.
Hakem Bülent Yıldırım bir kaç avantaj haricinde fena maç yönetmedi. Bir de Mustafa Sarp’a sarı kartı zamanında verecekti. Oyuna dahil olduktan sonra Mustafa Sarp kırmızılılık bir hareket yapsaydı, sarısı güme giderdi.
NOT: Leo Franco’nun, Serdar Özkan ile girdiği ikili pozisyonda topla göğüs kol karışımı bana çizgi üstü gibi geldi. Bunu da net görecek yardımcıydı. Eğer çizgi üstündeyse, kırmızı kartın da beraberinde olması gerekirdi. Ama yüzde yüz yardımcı hakemin yardımıyla.
Yazının Devamını Oku

Aynı senaryo

10 Eylül 2009
BÜTÜN şartlar aleyhimize gözüküyor. Ama maça öyle başlıyoruz ve öyle bir şok gol buluyoruz ki... Bırakın bütün şartlar aleyhimize, bütün şartlar lehimize dönecek pozisyonlar ayağımıza geiyor. 1-0 öndesin. Bosna takımı da seyirci de şaşırmış. Sen sakin olacaksın. Daha da önemlisi sahanın içinde şımarık hareketler yapmayacaksın. Rahat kullanacağım 5-6 topu sırf “kendimi göstereceğim”, sırf “hava yapacağım” diye hücuma çıkarken kaptırırsan ölmüş Bosna’yı uyandırırsın.
İlk kıvılcım Arda’nın ayakkabısının çıkmasıyla başladı. Rakibin darbesi ile ayakkabısı çıkan Adra yere çöktü ve oyunun durmasını istedi. Hakem de sallamadı, “devam” dedi. “Sen ayakkabını giy” dedi. Bu olaya Bosna takımı da şaşırdı. Onlar da kararsız kaldılar “devam mı, duralım mı?” diye. Devam ettiler. Ondan sonra film koptu. Fatih Terim önce yardımcı hakemin üstüne yürüdü fırçaladı, sonra karşıdan hakemi fırçaladı. Bu arada dördüncü de nasibini aldı. Orta hakem de bunları uzaktan kesiyordu. 2 dakika sonra hakem bu kez Servet’e faul atışı verdi. Bence faul değildi. Belki de hakem, Fatih Terim’in hareketlerinden etkilenmişti, “cartt” diye çaldı inadına.
Bu kaçıncı Terim!
Emre bu kez hakeme yoklama macunu attı, ona da sarı kart. Ve o duran top gitti, gol oldu. O kadar uzak mesafeden barajı doğru kurarsan, top nereye giderse gitsin o golü yememen yazım. Topun o kadar uçuş mesafesinde kalecinin kendisini ayarlaması lazım. Sonra ne oldu? Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim oyundan atıldı. Yüzde 100 poziyon faul olmasa da, senin teknik direktör olarak o hareketleri yapmaman ve atılmaman ve sahada takımı yalnız bırakmaman gerekir. Eğer sen bunu yapıyor ve atılıyorsan kusura bakma Fatih bu işe bir hal çaresi bulman lazım. Bu kaçıncı! Daha İsviçre maçı herkesin belleklerinde. Olmuyor, Milli Takıma da yakışmıyor, Türk insanına da... Sen kendine yakıştırıyorsan bana ne. Sakın bana “hırslıyım, bir anlık oluyor” deme. Bundan sonra ne oldu?
Futboluyla dövdü
Bosna takımı bizi futboluyla dövdü. İnanılmaz pozisyonlar kaçırdılar. Çok aciz durumlara düştük. Şans yanımızdaydı. Belki de Bosnalı futbolcular beceriksizdi. Çünkü onların da hamurunda biraz laubalilik var. Ama onlar bize göre daha takımlar, daha yardımlaşıyorlar. Daha iyi basıyorlar. Candan oynuyorlar. İlk yarı 1-1 berabere bittiyse, bu bizim takımın şansı.
Futbol Federasyonu Başkanı olsam, ilk yarı bitiminde doğru soyunma odasına giderdim, gerekli konuşmayı yapardım. Fatih Terim ve futbolcular dahil herkes dersini alırdı. Buraya kadar olan yazıyı devre arasında yazdırdım. Bundan sonraki kısmı maç biterken yazacağım.
Dilenci gibi olduk
Teknik direktörü oyundan atılan takım, ikinci yarıda daha sakih futbol oynamaya başladı. Bosnalı futbolcular da olaylardan etkilenmiş olacak ki, onlarda da tedirginlik vardı. Bayağı iyi pozisyonlar yakaladık. İki-üç tane beceriksizlikten diğerleri de şanssızlıktan kaçtı. Aslında dün gece Milli Takım’da iki eksik oyuncu vardı. Biri Semih, diğeri Arda. 11 kişiye karşı 90 dakika 9 kişi oynadık. Bu Milli Takım’ın bu hallere düşmemesi gerekirdi. Neden düştüğü bu yaşananlardan sonra belli olmuştur herhalde. Büyük ihtimalle Dünya Kupası’na gidemeyeceğiz. Estonya ve İspanyolların eline bakacağız. Neredeyse dilenci gibi olduk. Yazık oldu.
“Semih cezalı diyorsun” bekliyorsun, “sakat diyorsun” bekliyorsun. Ne yapacağı belli değil. Performans olarak ne vereceği belli değil. Daha kendi takımında bile doğru dürüst oynamaya başlamamış. Hazır Fatih Tekke’yi görmezden geliyorsun. Milli Takım işi şahsi kaprise girmez.
Yazının Devamını Oku

Para ve eziyet

6 Eylül 2009
ESTONYA maçını televizyondan seyretmek istedim. “Bu maçı kolay geçeriz, güle oynaya geçeriz, bizim için önemli olan Bosna Hersek maçı; oraya giderim” diye düşünmüştüm. Programımı da öyle ayarladım. Televizyonun başına oturdum, maçın 15’inci dakikasından sonra Kayseri’ye maça gitmediğime lanet okudum... Para herkes için önemli. Para olmadan hiçbir şey olmuyor. Hepsi tamam. Peki, bizim milli duygularımız, bizim heyecanımız, o da mı parayla satın alınıyor? Ama alınmış. Bunun sorumlusu kim? Çok net olarak Futbol Federasyonu. Neden? Bu maçı ihaleye çıkarıyorsunuz, belki de açık artırmaya... En fazla parayı verene maçın yayın hakkını veriyorsunuz. Peki, en fazla parayı veren adam, aralarda porno film oynatmak isterse razı olacak mısınız? Sadece parayı düşünüp, en fazla parayı basana maçı verirseniz, yarın bir gün size porno parçalar da oynatırlar.
90 dakikada 62 reklam
Neden mi, bunları yazıyorum? Bakınız, 90 dakikalık maçta tam 62 kere (yanlış okumadınız) ekrana reklam girdi. Tabii ki yayıncı kuruluş reklam alacak, bu en tabii hakkı; ona bir şey demiyorum. Peki, nasıl alacak? Reklam ekrana girdi mi, ekranı küçültecek. Dün akşamki yayıncı kuruluş ne yaptı? Ekranın üzerine reklamı girdi, ben 62 defa maçın oynandığı topu ve alanı göremedim. İnanamazsınız, reklam seyretmekten maçı seyredemedim. Maçı televizyondan izleyenlerin hepsi herhalde sinir sistemi bozukluğundan hap almışlardır, mübarek Ramazan’da. Böyle bir rezilliğe Futbol Federasyonu sırf para için nasıl müsaade eder, onu da anlamak mümkün değil. Ama federasyon yöneticilerinin hepsi maçta olduğu için, yalnızca aldıkları parayı biliyorlar, halkın çektiği eziyeti değil. Ama bu mübarek Ramazan’da edilen küfürler nerelere gitti, onu bilemem. Benim kulaklarım çınlamadı, bizzat seyrettiğim yerde duyarak rahatsız oldum.
Bu futbol yetmez
Şimdi gelelim maça... “Çok kolay geçer” dediğimiz maç zor geçti. Sebebi; psikolojik olarak maça iyi hazırlanmamamız. 3-4 gündür basında bu maçla ilgili, “Erken gol bulamazsak rakibin direnci artar” yorumları yapılıyordu. O gol gelmezse biz de paniklermişiz! Bütün bunları düşünürken, erken golü karşıda değil kendi kalemizde gördük. Sanki dünya başımıza yıkıldı. Olabilir, futbolda gol atmak da var, yemek de var. İşte bu ayrıntıda sahneye Tuncay çıktı. Tuncay demişken, bir şeye dikkat ettiniz mi, bilemiyorum. Bu oyuncu Türkiye’de oynarken oyun anlayışı nasıldı, şimdi nasıl? İki sene İngiltere’de oynadıktan sonra nereden nereye geldi... Net biçimde görüyorsunuz. Önce Hamit, sonra da Arda ile Emre, Tuncay’a yardım edince işin rengi değişti.
Peki, bu futbol ilerideki maçlar için yeterli mi? Hayır. Çünkü Bosna Hersek, Estonya değil. Çarşamba günü öyle bir maça çıkacağız ki, geri dönüşü yok. Bize orada beraberlik de yetmeyecek. İşte en büyük tehlike orada. Neden? Çünkü çok kolay gol yiyoruz. Aynen dün akşam olduğu gibi.
Yazının Devamını Oku

Utanç maçı

1 Eylül 2009
TÜRK futbolundaki yıllardır süregelen orta oyunlarından birinin neticesidir, dün akşamki maç. Cümle biraz uzun oldu ama ben size kestirmeden şunu söyleyebilirim; Türk futbolunun hala sahibi yok. Sebebi; herkes bir önceki federasyonları suçluyor ama eylem yapmaya ve eyleme başlamaya niyetli kimse yok. Diyeceksiniz ki, “Bu söylediklerinin dün akşamki maçla ne alakası var?” Ben de diyorum ki, köküne kadar alakası var.
Ankaraspor diye, belediyenin bir takımı oynuyor. Oynuyor da futbolcuların kendileri sahada, ruhları öbür tarafta. Çünkü hiçbir oyuncunun ve takımın teknik adamının kulüple alakası kalmamış. Oynadıkları kulüp dün başka birisiyle evlilik yapmış. O zaman Ankaraspor’un oynadığı ne? Biraz ağır olacak ama; futbol zinası. Kızabilirler... Olabilir ama şunu söyleyeyim; bu işe Futbol Federasyonu kesin bir çözüm bulmaz ise eğer, bu Ankaraspor’un bundan sonra oynayacağı bütün maçlar şaibelidir. Yani Futbol Federasyonu ya Ankaraspor’un defterini dürecek ya da bu orta oyununa göz yumacak.
Göç devam edecek
G.Saraylı futbolcular bile şaşırdılar, karşılarında oynayan takımın ne olduğu konusunda. Çünkü Ankaraspor’un böyle bir formasının olduğunu ben bile bilmiyordum. Takım değişti başka kocaya kaçtı, aynı gün forma da değişti! Bırakın Ankarasporlu futbolcuları, bence G.Saraylı futbolcular da bu durumdan çok etkilendi. Tahmin ediyorum, Ankaraspor’dan A.Gücü’ne göç bugün de devam edecek. Bu yıl Afrika’ya gitmiştim, Kenya’ya Tanzanya’ya; oralarda büyük göçe şahit oldum. Milyonlarca hayvan Tanzanya’dan Kenya’ya geçiyordu. Ankara’daki göç de onun gibi bir şey.
Futbolun olmadığı gecede isterseniz biraz da teknikten bahsedelim. Olmayan teknikten. Galatasaray bu sezon seyrettiğim en kötü futbolunu oynadı. Ve böyle bir Galatasaray olabileceğini ben düşünmemiştim. Hatta herkes diyordu ki, Galatasaray Ankaraspor’u yener, sonra da Beşiktaş’ı Ali Sami Yen’de yener, farkı 9’a çıkarır. Ama, bu Galatasaray’ı gördükten sonra o maç için erken konuşulduğu fikrindeyim.
Dün geceki maç Türk futbolu adına bir utanç maçıdır. İnşallah Futbol Federasyonu gereğini yapar da taşlar yerine oturur, az da olsa. Veya gücü yeterse... Hakemi yazmak istemiyorum, çünkü sahada iki takım olmadığı için, hakem var mıydı yok muydu, farkına bile varamadım.
Yazının Devamını Oku

Futbol ukalılığı

31 Ağustos 2009
ŞU ana kadar İstanbul’a gelen en iyi deplasman takımı Manisaspor... Takım olarak mükemmele yakın oynadılar. Bir tek eksikleri vardı; en ileri noktada biraz daha basabilirlerdi. En iyi özellikleri ayağa top yapmaları ve sahaya iyi yayılmaları. Topa dan dun vurmayınca, normalde iyi top çeviren Fenerbahçe’de panik başladı. Çünkü Fenerbahçe karşısında topa dan dun vurursan; tenis topunun duvardan dönüşü gibi, sana geriye döner. Bu tip bir takıma karşı Fenerbahçe topyekün pres yapamayınca, topa da hakim olamadı. Bu sefer en ileri noktada topu kapacaklarına, gerileye gerileye kendi ceza alanı üzerine geldiler ve oradan aldıkları toplarla hücuma çıktılar. O zaman ne oldu? Yoruldular. Yorulunca ne oldu? Sinirleri bozuldu, gereksiz hareketler yaptılar. Düşünün, takımın en iyi top kullanan iki adamlarından Emre oyundan atıldı, Alex de her an kırmızı kart çizgisinde oynadı.
Dalga geçmenin faturası
Daum, sağbekte Bekir’i oynattı, Önder’i de ortada. Halbuki tam tersini yapsa daha iyi olurdu. Fenerbahçe’nin normalde kazanma şansı yoktu. Ama Manisaspor 90+3’te bütün gardı düşmüş Fenerbahçe’nin üzerine gidip ikinci golü bulacağına, orta sahada al gülüm ver gülüm, Fenerbahçeli futbolcularla dalga geçmeye kalktılar. Buna futbol ukalalığı denir. Ve bu futbol acımasızdır. Hiç alakasız bir topu kaptırdılar ve o top gitti gol oldu. Hakemin maçta yaptığı en büyük hata ilk yarıda topa tabanla yapılan birbirinin aynı iki faullü hareketin birini cezalandırıp, diğerini cezalandırmaması oldu. Tolga Özkalfa, Fenerbahçe aleyhine olan hareketi es geçerken, Manisaspor aleyhine gelişen pozisyonda düdüğünü çaldı.
Emre ne zamandır atılacaktı, nitekim dün atıldı. Hakem onu rakibine küfür ederken yakaladı. F.Bahçe gol atabiliyor, ama bu oyun yapısıyla Avrupa’da zorlanacağı benziyor. Aynı anda pres yapmamaları, rakipten topu almak için 60-70 metre geri gelmeleri en büyük eksileri. F.Bahçe takımı rakip kaleye 30 metre mesafede eğer diri kalırsa çok tehlikeli olur. Ama oraya bitik girerlerse bu sefer rakibin işi kolaylaşır. Bence dün akşam maçın hakkı beraberlikti. Manisa’ya yazık oldu. Ama dedim ya; futbol laubaliliği ve ukalalığı asla affetmez.
Yazının Devamını Oku

Kargaları çağıran sensin Mustafa

29 Ağustos 2009
BU futbol öyle bir olay ki her maç teknik direktör için değişik bir bahane bulabilirsiniz.

Gaziantepspor’un arka ortasındaki iki uzunun arasına Nihat’ı sokunca bu oyuncuyu eziyorsun. Nihat bu sefer geriye kaçınca, o ikili rahat oynuyor. Bu sefer Holosko ile Serdar etkisiz hale geliyorlar. Diyelim ki Holosko ile Serdar kenardan top getirdiler, orta yaptılar. Kafayı kim vuracak? Yine kimse yok. Yani, Beşiktaş orta sahaya 10 numara, 10.5 numara derken bu sefer santrfor sorunuyla karşılaştı. Bu da Beşiktaş’ın uzun zamandır süren transfer politikasının yanlışlığı.

Hikaye mücadele

Yönetim net kararlar verip, nokta transferler yapamıyor. Dörtte bir, beşte bir para verip alacakları oyuncuları çok büyük paralar vererek alıyor. Haliyle de verdikleri paraların, karşılığını alamıyorlar. Dün gece Beşiktaş’a baktığınızda mücadele var mı? Eh işte. Ama nereye? Çoğu boşa.

Gaziantepspor’un ilk defa bu yıl akıllı top oynadığını gördüm. Neden? Bütün futbolcular birbirlerine yardım ettiler. Şov yapıp kendilerini göstermeye kalkmadılar. Orta alan ve defanslarını boşaltmadılar. Kontrollü hücuma kalktılar. Beto iyi değildi. Belki de Beto’nun morali, Tabata’ya verilen paradan bozulmuştur! “Ben de bu kadar para etmez miyim acaba” diye.

Siyah beyazlılar fazlaca kenara inip, orta yapmadıkları için rakip defansı zorlayamadılar. Aslında top Gaziantepspor yarı sahasında fazla oynandı ama hikaye oynandı.

Kafam karıştı

Hakem Deniz Çoban, kötü maç yönetmedi. İki takımdan birer tane aldatmaya yönelik hareket vardı. Sarısını kullanmadı, takdiridir. Maç da onu zorlamadı. Ama şu var, iyi niyetli bir hakem. Şartlanmıyor, gördüğünü çalmaya çalışıyor. Fazlaca büyük, küçük takmıyor. O iyi.

Gaziantepspor, İsmail Köybaşı ile Tabata’dan 14 milyon Euro para aldı. Yani, kamyonla para. Bu iki futbolcu kötü oyuncular mı? Hayır. Peki dünya piyasasında bu parayı ederler mi? Kesinlikle hayır. Helal olsun, hem 14 milyon Euro’yu aldılar hem de o Beşiktaş’tan puan. Ama, Tabata da kafam karıştı. Hem dün geceki Beşiktaş maçında hem de geçen seneki Beşiktaş maçlarında cezalı olup oynamadı. Bu çok büyük bir tesadüf mü acaba?

Yazının Devamını Oku

Güzelliklere tahammülleri yok

26 Ağustos 2009
Diyarbakır’daki olaylar sürpriz değil. Oradaki ve herkes tarafından bilinen bir grup maç için maça gelmiyor. Güzellikleri bu şehirden uzak tutmak için uğraşıyorlar. Maç 3-1 oluyor o grubun istediği gerçekleşiyor, iş bitiyor.

HAFTANIN son mücadelesi olan Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçındaki olaylar benim için sürpriz değil. Çünkü, Diyarbakır’daki bir grup, maç için maça gelmiyor. O grup herkes tarafından bilinen grup. Onlar Diyarbakırspor küme düşsün istiyorlar. Çünkü onlar Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ın ve Beşiktaş’ın buralara gelmesini istemiyorlar. Çünkü onların güzel olaylara tahammülü yok.

Diyarbakırspor güzel futbol oynuyor, iyi mücadele ediyor, sahaya yağmur gibi yabancı madde yağıyor. Ne zaman maç 3-1 oluyor. Yani o grubun istedikleri oluyor. Atılan maddelerin hepsi kesiliyor. Olay bu kadar basit.

Bana ağır geliyor

“Açılım” diyoruz, bu açılıma Türkiye’deki siyasilerin gücü yetmez. Bu açılımın mutlaka dış bağlantısı vardır. Kokusu yakında çıkar. Çünkü, bu doğudaki grup zannetmeyin ki topyekün hareket ediyor. Hayır. Bunlar da kendi aralarında parçalılar. Bunun en basit örneğini Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçında gördük. Bir kısım sahaya atılanları tasvip etmezken, diğer kısım atıyor.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu açılımdaki en fazla dikkat edeceği konu budur.

Veya ne kadar açılacağıdır. Bunların kötü niyetli olanları açılan yere kafayı sokup rahat rahat içeride at oynatmak istiyor. Sonrasında ne diyorlar biliyor musunuz, “Allah kerim.” Şu andaki açılım görüntüsüne en büyük ders Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçıdır. Çok açıdan incelenmelidir. Tribünlerdeki seyirci profiline kamera görüntülerinden sonra dikkatle bakılırsa, enteresan kareler çıkabilir.

Maç bitmiş, art niyetli grup hedefine ulaşmış. Sahaya yabancı madde yağdırmış. Diyarbakırspor mağlup olmuş. Sahanın içindeki eylem tamam. Bu sefer maç biter bitmez dışarıda eylem başlamış. Görüntüler ürkütücü ama o gruplar iyi niyetli değiller. Onlar Türkiye’yi kabul etmiyorlar. Ama bizi kabul etsinler diye neredeyse ayaklarına kapanıp, secdeye varacağız. Bu da bana ağır geliyor.

MHP’nin tavrını anlayamıyorum ve çözemiyorum. Seçimden evvel söyledikleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimindeki eylemleri. Şimdi de köşke sallıyorlar. Bu işin böyle olacağını bilmiyorlar mıydı? Onun için de verdiğim ve verdirdiğim reyleri onlara helal etmiyorum.

Benzetemezseniz, benzetirler

Yazının Devamını Oku