Maç bitti, taksiye bindim. Radyoda güzel bir fasıl çalıyordu... ‘‘Bir masalmış geçen yıllar’’ diye.
Aslında bunu, bizim Şenol Güneş'e dinletmek lazımdı. İki güzelim seneyi boşa harcadı. Elinde iyi bir kadro vardı. Yavaş yavaş oynaya oynaya çok güzel bir resim yapabileceği tabloyu sağına soluna vura vura parçaladı.
Futbolda iki olay vardır. Birincisi kısa vade, ikincisi uzun vade. Kısa vadede elindeki şartları kullanırken, uzun vadeyi de düşünmek zorundasın. Nasıl yaparsın? Takımla yavaş yavaş oynarsın, gençleri monte edersin. Şenol'un bu imkanı da elinde fazlasıyla varken o, eldekilerle oynamaya kalktı. Şimdi herkes, Şenol için yazacak. ‘‘Şöyle yaptı, böyle yaptı, istifa etsin, gitsin’’ diyecekler. ‘‘Ben dememiş miydim?’’ diye başlayan cümleyi hiç sevmem. Kusura bakmayın, burada kullanacağım.
Bu takım dünya üçüncüsü olduğunda, yani 2 yıl önce, aynen şunları söylemiştim: ‘‘Dünya şampiyonu da olsak fark etmez. Ben, Haluk Ulusoy'un yerinde olsam, bu Şenol Güneş'in maaşına zam işine son verirdim.’’ Yine aynı görüşteyim.
Kına yaksınlar
Ne yapalım, kader böyleymiş. Olan Şenol'a değil, hem Türkiye'de yaşayanlara, hem de Avrupa'daki milyonlarca gurbetçimize oldu. Portekiz'e gidemeyeceğiz. Futbolu, daha doğrusu Milli Takımı 2 sene unutacağız. Avrupa'da esamemiz okunmayacak. Şenes Erzik'le dalga geçecekler. Basın mensuplarıyla dalga geçecekler. Şimdi o bazıları, oturup, kına yaksınlar. Öyle tuhaf işler oldu ki, bugünleri gören söyleyen basın mensupları hain, hatta daha ileri gidilerek vatan haini ilan edildiler. Kendilerinden başka herkes suçlandı. Yurt dışına uçaklar dolusu adamlar götürülürken, Şenes Erzik'e ‘‘maçlara gelseydi’’ dediler. İyi olduğu zaman hep kendilerine yonttular, kötü oldu mu hep başkaları suçlu bulundu. Diyeceksiniz ki, ‘‘fubolcuların hiç mi suçu yok?’’ Var tabi. Ama, at sahibine göre kişner derler. Aslında daha ağır sözler var bizim dilimizde ama onlar herhalde bu sütunlarda yazılmaz.
Sonunda vurulduk
Ne oldu? Hani kramponlar kısaydı? Saha buzluydu? Hakem art niyetliydi? Hava soğuktu? Bir şey değişti mi? O Letonya takımı, bizimle top gibi oynadı. Rüştü efendi hakeme gitti, sarı kart görünce cezalı duruma düştü ve oynamadı. Olsa, belki ilk golü çıkarırdı. Deniz, 2 senedir A Milli Takım'da oynamak için birilerinin atılmasını mı bekledi? Veya Deniz'in illa İstanbul'da üç büyüklerden birine mi gelmesi lazım? Gökdeniz'in, Okan'ın yerine oynaması için illa İstanbul'da mı top koşturması lazım? Aslında bunların hepsi hikaye. Çok sektik keklik gibi. Sonunda vurulduk. Dünya Kupası'nda Avrupa takımıyla oynamadan üçüncü olduk. Aslında o kadar şansla Brezilya'yı bile geçmemiz lazımdı.
Futbol gerçeklerin oyunudur, hayallerin değil. İspanyolların bir atasözü vardır. Ben çok severim. ‘‘Viva esparrando morto kakando.’’ Aslında dikkatle baktığınızda, bizim kullandığımıza çok benziyor. Ne demek biliyor musunuz? ‘‘Hayalle yaşayan kakasını yaparken ölürmüş.’’