Erman Toroğlu

Kabus gibi

26 Haziran 2004
<B>P</B><B>ORTEKİZ</B>-İngiltere rüya maçından sonra dün gece bir kabus karşılaşması oynandı. 10 dakikada aut atan, 15 dakikada faul atan Yunanistan, <B>‘Bu turnuva nereden çıktı, bu angaryaya bizi kim getirdi?’</B> diyen bir Fransa ve iğrenç bir maç. Yunanistan’ın gücü belli. Defansa kapanacaklar, yavaş çekilmiş film gibi oynayacaklar. Bir pozisyon bulup gol yaparlarsa, turu geçecekler. Bu Yunanistan veya Fransa, Çekler’in eline geçse iki takımı da maymun yapar. Ama futbol bu. Bakıyorsun, maçlar denk geliyor, İngiltere eleniyor ve Yunanistan devam ediyor.

Topu alan Zidane’e atıyor

Portekiz-İngiltere maçını üst üste 20 gün pehlivan tefrikası gibi yazabilirsin, kimse sıkılmaz. Bu maçta Allah için yazacak üç cümle yok. Bakın hala daha o mücadeleden bahsediyoruz. Yunanistan bizim iyi zamanımızın kötü haliydi. Fransa Milli Takımı diye bir şey kalmamış. Topu alan Zidane’a atıyor. O ne yaparsa, o kadar. Onun da gücü bir yere kadar yetiyor.

Tabii buradaki önemli nokta şu, Fransa Ligi’nden ve Alman Ligi’nden böyle milli takımlar çıkmasının sorumluluğu kesin olarak teknik direktörlerdir. Fransa’nın elinde Henry diye bir ‘İngiltere Gol Kralı’ var. O ligde gol kralı olmak kolay değil. Ama dün gece Henry’e bakıyorsun nereye gideceği, ne yapacağı belli değil. Bunun sorumlusu, Henry’den faydalanamayan, oynatamayan kim; tabii ki Jacques Santini.

Frisk de yardım etti

Zaten ağır geçen maçta hakem Frisk de temiz avantaj kurallarını uygulamayarak, devamlı düdük çalarak Yunanistan’a yardım etti. Maç biraz çabuk oynansa Fransa’nın lehine dönebilirdi. Yunanistan’da maçın golünün asistini yapan Zagorakis etkili oyuncu.

Portekizliler, Almanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın elenmesine sevindi. Ama bu üç ülkenin takımı elenince ve seyircileri ülkelerine dönünce Portekiz boş kaldı. Çünkü para bırakan bu üç takımın seyircisiydi. Allah’tan maç uzatmaya gitmedi. Kabus belki 15 dakika, belki yarım saat daha sürecekti.
Yazının Devamını Oku

Sonsuz teşekkürler

25 Haziran 2004
<B>DÜN </B>gece, dünyadaki şanslı kişilerden biriydim. Sahaya mesafem 15 metre ve tam ortadayım. Dakika 74’ü gösteriyor... Portekiz 1-0 mağlup, Figo 35 metreden müthiş bir top vurmuş, kaleci de zor bir şekilde kornere atmış. Figo, bu korneri kullanmak için karşı çapraza gidiyor... O sırada dördüncü hakem de tabelayı kaldırıyor... Scolari, Figo’yu dışarı alıp, Postiga’yı sokacak. Figo, 150 metre yürüyor, tam önümüze geliyor. Scolari, Figo’nun kulübeye döneceğini düşünerek, kendini dışardan kulübenin içine atıyor. Ama Figo, kulübe yerine soyunma odasına gidiyor. Bu sefer Scolari, Rui Costa’yı kolundan çekip, yedek kulübesinin dışına atıyor, ‘soyun’ diye. Figo ortadan kaybolunca, kendisi de tekrar yedek kulübesinin dışına çıkıyor.

İkisini de ben atacağım

Buraya kadar yazdığım, dünyaca ünlü bir teknik adam ile dünyaca ünlü bir futbolcunun sahaya yansıyan çekişmesi. Figo çok iyi bir futbolcu. Dün gece o ayarda başka bir oyuncu sahada yoktu. Ama Figo, dün takımına değil, kendine oynadı. Neredeyse, hakem çift vuruş verse ‘İkisini de ben atacağım’ diyecekti...

İngilizler defansta devamlı dört kişi oynadılar. Bir de önlerine sigorta adam, etti beş. Orta sahadaki diğer oyuncuyu da yüzde 100 hücuma çıkarmıyorlar, etti altı. Kaleciyi de katarsanız, yedi. Geriye kalıyor dört kişi. Onlara da ‘Siz ne yaparsanız yapın’ diyorlar. Erken attıkları golün altında da ezildiler. Yalnız şunu iyi düşünmek lazım. Scolari, böyle bir maçta bile Figo’yu alma cesaretini gösterdi. Ama Eriksson, sahada hiçbir şey yapmayan Beckham’a dokunamadı.

Hızlı hücum yapamadılar

İlk 45 dakika Portekiz, çok ağır hücuma kalktı. Özellikle ortadan Campbell ile Terry’nin arasına verkaç yaparak giremediler ve topu sıfıra indirip ortalayamadılar. Karşıdan yolladılar, o zaman da Nuno Gomes ikisinin arasında ezildi. İngilizlerde iki yanda oynayan Garry Neville ile Cole çok çabuk oyuncular. Haliyle Portekiz’in iki dış adamı, karşılarında etkisiz kaldı. Özellikle Cole, Ronaldo gibi tehlikeli bir oyuncuya fazla pozisyon vermedi.

İngilizler kendi kazandıkları kornerlerde arka ortadaki iki uzunu ileri gönderip, Cole’u rakip hücumcuyla kafa kafaya bıraktı. Yani Eriksson diyordu ki, ‘Cole rakibini santrada kaçırsa bile, dönüp yakalar.’

Bize çok benziyorlar

Portekizli oyuncuların yapısı, bizim futbolcuların yapısına yakın. 2-1’lik skoru yakalayınca maçın bittiğini zannettiler. Moralmen bitmiş İngilizlerin üstüne gidip öldürücü darbeyi vuramadılar.

İki takım da bu 120 dakikada kanlarının son damlasına kadar mücadele etti. Çek Cumhuriyeti-Hollanda karşılaşmasını Türkiye’de televizyondan seyretmiştim, son 5 yılda böyle bir maç görmediğimi düşünmüştüm. Ama ben, böyle 120 dakika süren bir mücadeleyi hayatım boyunca tanımıyorum. İki takıma da böyle bir maçı bizlere seyrettirdikleri için sonsuz teşekkürler.

Ve son bir not... Portekizli seyirciler kendi biletlerini karaborsada satarak, takımlarını İngilizler’e karşı sattılar.
Yazının Devamını Oku

Parayı verin susun

2 Haziran 2004
Bu transferde direksiyon F.Bahçe yönetiminde değil ki... Gökdeniz’e başkaları 10 veriyorsa, siz 8 verip imzayı attırırsınız. Ama bunu yapmak yerine bol bol beyanat veriyorsunuz. Nasılsa beyanat vermek bedava. GAZETELERİN spor sayfalarını açıyorsunuz, sevgili Trabzonspor Başkanı Atay Aktuğ’un hemen hemen her gün bir beyanatını okuyorsunuz.

Gökdeniz’in kafasını karıştırmasınlar, Gökdeniz bizim çocuğumuz, Gökdeniz Trabzon’da kalacak. Gökdeniz Fener’e gitmeyecek.

Tahmin ediyorum, 15 gün sonra ‘Gökdeniz artık denize girmeyecek, Gökdeniz haftada iki gün banyo yapacak, Gökdeniz ayakkabı almayacak. Gökdeniz akşam yemek yiyip kilo almayacak’ gibi cümleler okuyacağız.

Neymiş, Fenerbahçe Gökdeniz ile ilgileniyormuş. Gökdeniz’i Galatasaray ve Beşiktaş da istiyormuş.

Hikaye anlatmayın

Arkadaşlar, hikaye anlatmayı bırakın. Gökdeniz, şu anda kimin? Tabii ki Trabzonspor’un. Gökdeniz, şu anda nerede? Milli Takım’ da değil, tatilde. Sen Gökdeniz’e, ‘Gel buraya arkadaş, seni bekliyorum’ dedin mi, demedin. Niye? Çünkü Gökdeniz’e bir para verdin, bu para onu kesmedi. Gökdeniz, 65 yaşına kadar da futbol oynayacak değil.

Şu anda hem yaş olarak, hem futbol verimliliği olarak üst düzeyde. Sen diyorsun ki, ‘Gökdeniz, bizim çocuğumuz.’ Güzel, ama çocuğun olması, ona hak ettiği parayı vermeni engellemez ki. Başkaları 10 veriyorsa, sen 8 verirsin, attırırsın imzayı, işi bitirirsin. Ama başkaları 10 verirken, sen 4 verirsen, futbolcu haliyle imza atmaz. Yani şu anda bu transferin direksiyonu Trabzonspor yönetiminin elinde, Fenerbahçe yönetiminde değil.

Tanımazsınız bile...

Futbolcuya hak ettiği parayı vermezsen, habire beyanat verirsen, (Nasılsa beyanat vermek parayla değil) yönetim olarak inandırıcılığın kalmaz.

Veya çıkar, ‘Arkadaşlar, ey Trabzonlular, Gökdeniz’i tutmak maddi olarak bizi aşıyor. Sevgili Trabzonlular Gökdeniz gitmesin diyeceğinize, ellerinizi cebinize atın, akıl vereceğinize, para verin’ dersiniz, Gökdeniz’i bitirirsiniz. Gökdeniz şimdi para kazanmayacak da, ne zaman kazanacak? Yarın sakatlanıp da futbol oynayamasa, ne yaparsınız? Tanımazsınız, bunun örnekleri çok.

Çünkü her şey futbolcunun etrafında dönüyor. Futbolcu olmasaydı, yönetici olmazdı. Futbolcu olmasaydı, hakem olmazdı. Futbolcu olmasaydı, basın olmazdı. Futbolcu olmasaydı, Federasyon da olmazdı. Yani işin mihenk taşı futbolcu. O da hakkını istiyor. Ama sizler onları köle zannediyorsunuz.

Ondan sonra da üzerlerine basarak, TV ekranlarında ve gazete sütunlarında arzı-endam edersiniz.

Beşiktaş yönetimi ve 5 isim

BEŞİKTAŞ Kulübü enteresan bir yapıya döndü. Aynen amip gibi. Bölüne bölüne çoğalıyorlar. Fikret Orman, Yıldırım Demirören bundan önce Serdar Bilgili’nin ağır toplarındandı. İkisi de son kongrede foto finişe kadar mücadele ettiler.

İkisinin de yapıları değişikti. Demirören, futbol şube sorumlusu olduğu dönemlerde, takımın kazandığı maçtan sonra, soyunma odasına inip daha önceden belirlenen primin üzerine prim ilave ediyordu. Bunu da cebinden vermiyordu. Ve diğer yöneticiler de bu işe bozuluyorlardı. ‘Eğer vaadeyorsa, cebinden versin kardeşim’ diyorlardı.

Bu tip insanı futbolcu sever. Demirören seyirciyle de iyi geçinir. Onların bir dediğini iki etmez. Tabi bu yetki kendisinde yokken, yani okkanın altına tam girmemişken kolaydır bu işler. Şimdi öyle değil. Demirören başkan olurken her gruba taviz verdi. Yani çocukları doğurdu. Çocuğu doğurmak kolaydır, ama o çocuk yarın senin ayaklarına yapışıp, ekmek, su ve para isteyecek. İşte asıl tehlike burada...

Yanlışlar... Yanlışlar...

Yönetim Kurulu listesine bakıyorum, işadamları var. Çoğu bağımsızlar. O listedeki iki kişi beni rahatsız ediyor. Bir tanesi Murat Aksu. İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu’nun oğlu. Çok iyi insan olabilir. Düzgün insan da olabilir. Ama eğer bir insanın babası şu anda bakan ise ve hele hele içişleri bakanıysa, bu tip yönetimlere girmemesi gerekir. O istediği kadar, ‘Benim polisle bir ilgim olmaz. Bulunduğum yönetimde diğer takımlara karşı bir baskı unsuru kullandırmam. Benim taraftarlarımın diğer takımlara karşı polis nezdinde bir üstünlüğü olmaz’ dese de, içişleri bakanın oğlu olması, polisi etkiler.

Dönelim, Ziraat Bankası Genel Müdürü Canakın Çağlar’a. Bu arkadaşımız çok büyük Beşiktaşlı olabilir. Ama şu anda devletin en önemli bankasının, en tepesindeki isim. Yönetime giriş sebebi nedir? Beşiktaş’ın mali yapısını mı değiştirecek veya mali yapıyı disipline mi edecek, yoksa...?

İşte bu yoksa. Ne gereği var, şu anda zaten Türkiye banka olaylarıyla çalkalanıyor. Ziraat Bankası’ndaki işler zaten 24 saat değil, 48 saat bile çalışmaya az gelir. Niye bu tarz yönetimlere girerek isminizi yıpratıyorsunuz. Ama sizler de diyeceksiniz ki, neremiz doğru.

Beşiktaş Kulübü enteresan bir yapıya döndü diye başlamıştık. Aslında dönmedi, devam ediyor. İçişleri Bakanı’nın avukat oğlu Murat Aksu, Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Alaattin Çakıcı ve MİT’in eski yöneticisi ve Onursal Başkan Süleyman Seba... Bu üyelerin hepsi yan yana gelse ve bir aile fotoğrafı çektirseler, ne güzel olur değil mi?

Evi pislik götürüyor

Bazı siyasi köşe yazarları, spor basınını suçluyor, ‘Mafyanın üzerine gitmiyorsunuz’ diye. Keşke siz köşe yazarları mafyanın üzerine spor basını kadar gitseniz veya gücünüz yetse de gidebilseniz. Aslında işinize geldiği zaman nerelere gidiyorsunuz, nerelere.

Galatasaray Avrupa Kupası’nda finale kaldı, el kameralarını alıp, uçağa ilk atlayan siz oldunuz. Yıllardır Galatasaray’ı takip eden çilekeş kulüp kameramanları dışarda kaldılar. Avrupa seyahatleri olunca hepiniz futbolun baş köşesine oturuyorsunuz. Diyarbakır- Elazığ olunca işiniz çıkıyor. Çocuklarınızı tuvalete götürüyorsunuz.

Beyler, Türkiye bir ev. Bu evin en büyük yeri salonu ve yatak odaları. Yani sizin sorumlu ve sorunlu olduğunuz yerler. Ama oraları bok götürüyor. Futbol mutfak. Evin her tarafı pislikken, kokudan girilemezken, siz mutfağın temiz olması gerektiğini söylüyorsunuz. Söyledikleriniz ile yazdıklarınıza kargalar güler, kargalar. İnsanlar değil.

Allah’tan spor basını var da, çok şey yazılıyor. Onun için de vurulanların hepsi spor yazarlarının içinden çıkıyor. Özellikle bazılarınız bukalemun gibisiniz, rengarenk. Ama yine hayrettir ki, en fazla gürültüyü bazılarınız yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Yalan değil gerçek başkan

26 Mayıs 2004
G.Saray’ın ay sonunda ödemesi gereken 43 milyon dolarlık borcu ödenemeyecek ve okkalı bir faiz binecek, süre uzatılacak. Aslında uzatılan boylu boyunca yatan G.Saray. Hedefiniz sadece 100. yılda G.Saray’a başkanlık yaparak tarihe geçmek mi, yoksa 100. yılda G.Saray’ı şampiyon yaparak tarihe geçmek mi? Şu andaki görüntünüzle, A şıkkı.

‘Kılıçlar Çekildi’ haberi için önce ‘Yalan’ diyorsunuz. Ama aynı açıklamanızın 2 satır altında haberi doğruluyorsunuz. Manipülasyonu siz yapıyorsunuz.

BASKETBOL camiasına hep gıptayla bakmışımdır. ‘Futbolda ne kadar seviyesizlik varsa, basketbolda da o kadar kontrollü ve dengeli bir yaşam devam eder’ diye düşünürdüm. Ama son özerklik kavgası, o camianın da futboldan çok farklı olmadığını gözler önüne serdi.

Galatasaray’ın başkanlığına bir basketbolcu geldi, Faruk Süren. Çok şeyler yaptı, hep önde, çabuk ve özellikle büyük düşündü. Yani bir basketbolcu, futbol takımını ve kulübü düzgün idare etti. Peki borç yaptı mı, yaptı. Sonunda ne kazanıldı, hem UEFA Kupası, hem Süper Kupa. Sonra, bir ara verildi, Mehmet Cansun başkan oldu. Sonrasında da yine bir başka basketbolcu Özhan Canaydın.

Özhan Canaydın
dönemi, bence G.Saray tarihindeki en kötü idare dönemidir. Sıfır başarı, çok kötü bir görüntü.

Birşeyleri kabul ederseniz, o şey hakkında doğru işler yaparsınız. Mesela, İtalya’da, ‘Şike savcılığı’ kuruldu. Neden? Şike olduğu kabul edildi de ondan. Bizde de organize suçlar için ayrı bir yasa çıktı. Ayrı bir emniyet birimi oluşturuldu. Neden? Bazı suçların isteyerek, bilerek, çete oluşturularak yapıldığı ve mevcut yasaların yeterli olmadığı kabul edildi de ondan.

Futbolu bilmem diyordunuz

G.Saray yönetimi, ‘Futbolcu alacağım, yıldız alacağım’ diyor -Daha önce de süper teknik direktör getireceğim demişti- Ondan sonra da alamadığı Yıldıray için, ‘Şuraya bak, hem Türk, hem de bize üçüncü sınıf ülke muamelesi yapıyor’ diyor. Yıldıray’a niye kızıyorsunuz? Adamın istediği parayı veremiyorsunuz.

Galatasaray’ın bu ayın sonunda ödemesi gereken 43 milyon dolarlık bir borcu var. Ve bu para ödenemeyecek. Ne olacak? Üstüne okkalı bir faiz binecek, süreyi uzatacaklar. Aslında burada uzatılan kim, yerde boylu boyunca yatan Galatasaray elbette.

Sayın Özhan Canaydın diyor ki, ‘Parayı ben veriyorum, komutan benim. Kararı da ben veririm.’ Peki, Sayın Canaydın, siz değil misiniz, ‘Ben futboldan hiç anlamam. Futbolu bilmem’ diyen? Ama şimdi kimseyi dinlemiyorsunuz. Bratu’yu, Petre’yi, Prates’i, Lukunku’yu, Felipe’yi, Baliç’i Revivo’yu ve daha ismini sayamayacağım pek çok adamı alan sizin yönetiminiz, yani sizsiniz.

Nerede bu futbolcular?

Prates
ile Bratu’ya, ‘Gitsin’ diyorsunuz. Bu iki futbolcuyu kim size getirdi? Becali ile Popescu. Hagi, ‘Bu oyuncular kalsın’ diyor. Peki Hagi, Popescu’nun neyi? Bacanağı. Hagi, sizde ne iş yapıyor, teknik direktör. Sayın Canaydın, bunlar eldeki veriler. Hatta Sayın Ergun Gürsoy diyor ki, ‘Ah keşke Hagi bizde 10 dakika futbol oynasa.’

Sayın Canaydın kombine biletleri satışa çıkaracaksınız. Hangi stada göre çıkaracaksınız? Olimpiyat Stadı’na göre mi, Ali Sami Yen’e göre mi? Buna ne zaman karar vereceksiniz? Ali Sami Yen’in açık tribününü yıkmaya kalksanız, acilen 2.5 milyon dolara ihtiyaç var. Peki, şu anda G.Saray’ın kasasında ne kadar para var? Sadece 60 milyar Türk Lirası.

Sayın Canaydın, bütün bunlar olurken, sizin hedefiniz sadece 100. yılda G.Saray’a başkanlık yaparak tarihe geçmek mi, yoksa 100. yılda G.Saray’ı şampiyon yaparak tarihe geçmek mi? Şu andaki görüntünüzle, A şıkkından tarihe geçecekmişsiniz gibi gözüküyor. Çünkü bazı şeyleri işinize geldiği gibi yorumluyorsunuz.

Mesela açıklama yapıyor ve özetle diyorsunuz ki: ‘23 Mayıs Pazar günkü Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan, ‘Kılıçlar Çekildi’ başlığını taşıyan haber, Galatasaray Spor Kulübü Başkanı olarak adımın ve fotoğrafımın kullanılarak belli bir görüşün yanındaymışım gibi göstererek manipülasyon çabasını taşıyan, gerçek dışı bir haberdir.’

Manipülasyon var!

Yani Sayın Özhan Canaydın, ‘Haber yalan’ diyorsunuz.

Ama aynı açıklamanın 2 satır altında da ‘...toplantıda gerek Federasyon Başkanlığı, gerekse Süper Lig takımlarının sorunları konusunda farklı görüşlerin ifade edilmesi kadar doğal birşey olamaz. Ancak toplantıya katılanların tümünün sanki aynı görüşü dile getiriyormuş gibi haber yapılması, en basit gazetecilik kurallarına bile aykırıdır. Benim de iştirak ettiğim, ancak yukarıdaki fikirlere katılmadığım bir toplantının haberini kamuoyuna sunmak oldukça düşündürücüdür’ diyorsunuz.

Yani iki satır önce yalan dediğiniz haberi, iki satır sonra doğruluyorsunuz.

Bunları önce Haluk Ulusoy’a telefon açıp söylüyorsunuz. Evet Sayın Canaydın, o toplantıda söylenenleri siz ifade etmediniz. Zaten Hürriyet Gazetesi de, siz söylediniz demiyor ki. Ama gazetede yazılan herşey orada konuşuluyor. Yani haber doğru. Ama siz, ‘Manipüle ediliyor’ diye cümle kullanıyorsunuz. O manipülasyonu gazete değil, siz yapıyorsunuz. Aslında sarı kırmızılıları da bayağı bir manipüle ettiniz. Bu gidişle, sonunda, herhalde siz de manipüle olacaksınız.

Toz da kaldırırım duman da Lucescu

GEÇEN gün Lucescu’nun açıklamalarını hayretle okudum. Bir paragrafta, ‘Pazar akşamları Maraton’da Erman Toroğlu ortalığı toz dumana boğuyor, kimse dur demiyor’ demiş. Sayın Lucescu, o Maraton programlarının birinde uçak biletini kendi alıp, Afrika Kupası’ndan El Saka ile birlikte dönmek isteyen Ahmed Hassan’a en hayati maçlarında ‘Gelme Hassan, orada kal’ diyen ben miyim, sen misin? Çıkıp da tekzip bile edemedin. Neden, çünkü doğruydu. Bunların söylenmesini istemiyorsan, o zaman haklısın. Yani, ‘Çok şey yapayım, ama toz kalkmasın’ diyorsun. Ama Lucescu sen bunları yaparsan, toz da kaldırırım, duman da. Çünkü yaptığın eylemlerle Beşiktaş’ı toz duman eden sen oldun. İşin ilginç yanı hala konuşabiliyorsun.

Ben demedim mi?

DENİZLİSPOR Türkiye’de tel örgüyü kaldıran ilk kulüp. Pırıl pırıl bir seyircisi vardı. Bakın, ‘Vardı’ diyorum. Ama maalesef bu sezon kapalı tribünün sol tarafında, kapalıdan bakıldığında da açık tribünün sağ tarafında, 2 grup seyirci çıktı. Bunların adları, 57 Gençlik ile Çamlık grubu.

6 ay önce bir Lig TV programında, bunları yuvarlak bir işaret içine alıp, ‘Ey Denizlili yöneticiler tehlike geliyor, dikkat’ demiştim. Nitekim, F.Bahçe maçından sonra asbaşkan Yurdakul’a tekme attılar. Başkanın oğluna bıçak çektiler. Başkanın karısının kafasına ayakkabı fırlattılar. Milletvekilerini yumrukladılar. Sabah 05.00’te tutuklandılar, akşam 17.00’de salıverildiler.

İşte, o güzelim Denizli’nin geldiği nokta. Ve bunları söylediğim, yazdığım için de bana 6 aydır küfür ediyorsunuz. Ama ben size bu küfürleri iade etmeyeceğim. Çünkü değmezsiniz.

Seneye görürsünüz

TÜRKİYE Süper Ligi tuhaf bir hal aldı. Öyle de deseniz, böyle de deseniz, bu sene yaşananlar, seneye yansıyacak. Futbolcular ne diyor, ‘Önümüzdeki yıl bizim mahalleye gelmeyecek misiniz?’

Müthiş bir komşuculuk ve bölgecilik başladı. O zaman aklıma başka bir uygulama geliyor. Mesela, Karadeniz takımlarını Güneydoğu Anadolu takımlarını İç Anadolu takımlarını, sezon daha başlar başlamaz karşı karşıya getirmek. Sezon sonuna doğru da bölgeler karşı karşıya gelsin. Çünkü iş Kurban Bayramı’ndaki ziyaretlere döndü. Körler sağırlar birbirini ağırlar, misali. Ver bana 3 puan ligde kalayım, al sana 3 puan seneye kalırsın.

Oh ne ala dünya.

Federasyon olarak madem kanaatle küme düşüremiyorsun, o zaman bu uygulamaya mecbursun.

DÜZELTME: Geçtiğimiz haftaki yazımda Suat Kaya olması gereken isim yanlışlıkla Suat Usta olarak çıkmıştır. Düzeltirim.
Yazının Devamını Oku

G.Saray'da herkes Jaws olmuş

19 Mayıs 2004
Benim görüşüm Özhan Canaydın, Ergun Gürsoy’u bir yerde kıstırıp götürür. Amaaa benim bildiğim Gürsoy da o zaman ortaya çıkar, çok şeyleri konuşur, Canaydın’ı da peşine takar, beraberce giderler.GALATASARAY 100. yılına hazırlanıyor. 100. yılda Beşiktaş şampiyon olunca, artık Türkiye’de psikolojik olarak 100. yılını kutlayacak takımın şampiyon olması bekleniyor. Peki böyle bir yıla girmeden önce Galatasaray’da neler oluyor? Sarı kırmızılılar Hagi’yi geçiş dönemi için mi aldı, yoksa önümüzdeki yıl da kalacak mı? Çok enteresandır, evvelki gün Galatasaray yönetimi seneye de takımın Hagi’ye teslim edilmesi yolunda karar alıyor. Canaydın, Hagi’yi neden getirdi? Çünkü bir grup fanatik Galatasaray taraftarı Fatih Terim’i kovan Canaydın’a küfür etmeye başlamıştı. Bu ancak ne zaman söndürüldü? Hagi’yi takımın başına getirilince.

Aslında Gheorghe Hagi ile Galatasaray arasındaki sözleşme bir tuhaf. Öyle bir madde var ki, kafaları karıştırıyor. İki taraftan biri eğer ayrılmaya karar verirse, diğeri tazminat ödemeyecek. Ve Hagi’ye geldiği günden sezon sonuna kadar 200 bin dolar para ödeniyor. Yani 2 ayda 200 bin dolar kazanıyor.

100. yılda ne yapar?

Yönetim transfer yapmak istiyor. Çünkü camiaya yıldız futbolcu sözü verildi. Yıldıray’a gidiyorlar, üç yıllık 6 milyon Euro’luk teminat mektubu veriliyor. Bu teklifin karşılığında Yıldıray’dan ret cevabı geliyor. Şimdi düşünün bir kere, bu paraya Yıldıray’ı getirseniz, bu sefer içerdeki futbolcuyu nasıl oynatacaksınız? Yönetim Bratu ile Petre kalmasın, hatta Bratu için ‘Bundan hiç bir şey olmaz’ diyor. Bu arada Becali’ye haber veriliyor, özellikle Bratu’ya bir takım bulması iletiliyor. Zaten Bratu ile Petre’nin de menajerleri Becali ile Popescu. Maliyetleri ise 5.5 milyon dolar.

Hagi, Tugay’ı, Fatih Akyel’i istiyor. Aynı Hagi, Hakan Şükür’ün hiç konuşmamasını, beyanat vermemesini de istiyor. Ümit Karan’ı ilk onbirde düşünmüyor, yedek kulübesinde düşünüyor. Volkan gitsin istiyor. Eski futbolcularla Hagi 100. yılda ne yapar? Hagi’nin düşünceleri doğrultusunda işler giderse, G.Saray takımı ne yapar? Takımın içinde eski teknik direktör Fatih Terim ile bağlantısı olan bir futbolcu var. Sadece Suat Usta onunla haber bağlantısında. Bu yüzden de içeriden Suat Usta’ya da pek sıcak bakılmıyor. Aynı Hagi’den Bursasporlular da çok şikayetçi. ‘Biz onun yüzünden İkinci Lig’e düştük’ diyorlar. Hatta bir Bursasporlu yönetici ‘Hayati bir maça çıkılacak, 6-7 saat önce Hagi montunu kaybediyor. Ve Hagi de mont ile birlikte dağılıyor. Montum da montum diye ısrar ediyor. Herkes montun peşinde, maç unutuluyor’ diye anlatıyor, eski günleri.

Tablo değişti artık

Şimdi G.Saray’da bu kafada bir teknik direktör var. Gelelim yönetim kısmına... Tabii hangi yönetim? Çünkü G.Saray’da yönetim diye birşey yok. Parayı veren, düdüğü çalan başkan Özhan Canaydın, Ergun Gürsoy ve devamlı kulis yapan Turgay Kıran.

Burada Ergun Gürsoy’a bir paragraf açmak gerekir. Sayın Gürsoy’da kulübe verilecek para yok. Ama kongreden önce Canaydın’ın önüne 10 maddelik şart koyarak, ‘Eğer bunları yerine getirirsen, kongrede senin lehine çalışır ve başkan seçtiririm’ demiş. Canaydın bu isteğe ‘Evet’ deyince, Gürsoy ailecek kongre öncesi ve sonrasında çalışmaya başlıyor. Canaydın’ın başkanlığında da büyük rol oynuyorlar.

Bu ikili şu ana kadar çok konuda ters düştü. Ergun Gürsoy G.Saray’da yöneticilik yaptı, ama o yaptığı yıllardaki tablo şu anda yok. Çünkü artık herkes Jaws oldu. Benim görüşüm Özhan Canaydın, Ergun Gürsoy’u bir yerde kıstırıp götürür. Amaaa benim bildiğim Gürsoy da o zaman ortaya çıkar, çok şeyleri konuşur, Canaydın’ı da peşine takar, beraberce giderler.

Şu andaki tablo bu. ‘G.Saray 100. yılda ne yapar?’ derseniz, bu görüntülere göre hiçbir şey yapamayacağı net olarak meydana çıkar.

Sakın, kimse ağlamasın

EVVELKİ hafta Şansal Büyüka ile birlikte Ankara’ya gidiyoruz. Arabada 4 kişiyiz, Bolu Dağı’nda Sebahattin Usta’nın yerinde durduk. Harika bal, kaymak, köfte, kahvaltılık ve sucuklu yumurta ziyafeti çektik. Kaç bardak çay içtik, hatırlamıyorum. Gelen hesap 30 milyondu, Şansal 10 milyon da bahşiş bıraktı.

Geçen hafta İstanbul’da Beylerbeyi’nde üç kişi Villa Bosphorus’ta akşam yemeğine gittik. Üç şişe yakut şarap, tanesi 30’ar milyon liradan içtik. İkişer dilim olarak kesilmiş birer porsiyon kalkan balığı yedik. Salata, iki tane avakado aldırıp, üstüne eklettik. Hesap ne geldi biliyor musunuz? Tam 305 milyon. Garsonu çağırdım, ‘Muazzez Abacı ile Bülent Ersoy nerede?’ diye sordum. Neden dediler? ‘Eee, Maksim’e gitseydim, hesap bu kadar gelirdi. Hatta belki de gelmezdi’ dedim. Fişi götürdüler, 280 milyon olarak getirdiler.

Sakın kimse Türkiye’de bana ağlamasın. Ben oraya bir daha gitmeyeceğim. Ama çok giden varmış, müşterileri bayağı fazlaymış. Dördüncü şubelerini açmışlar. Allah daha fazla versin. Ondan sonra da sayın Unakıtan diyor ki, ‘Biz vergi toplamakta zorlanıyoruz’ Sevgili Unakıtan biz zaten vergimizi böylece veriyoruz. Ama size değil, özel sektöre.

Aynaya bakın Bursalılar

EY Bursalı taraftarlar, başkanlarınıza küfür ettiniz, yöneticilerinize, futbolcularınıza, teknik direktörlerinize, basına küfür ettiniz. Sonunda o güzelim Bursaspor’un içine ettiniz. İnşallah akıllanırsınız. Yalnız destek verseniz, köstek olmazsanız, bu Bursa zaten lige çıkar. Çıkmakla kalmaz, her sene şampiyonluğa oynaması gerekir. Ama maalesef sizler gerçek taraftar değilsiniz. Geçen yıl kıl payı kurtuldunuz.

Haaa, şu konuda haklısınız. Yani kötüyü örnek verme konusunda. Akçaabat Sebat’ı, D.Bakır’ı, Ç.Rize’yi örnek gösterirseniz, son derece haklısınız. Zaten kamuoyunda da bu üç takım yaptıkları işlerden dolayı son derece antipatik geliyor. Etme bulma dünyası, görürsünüz bakın onlar önümüzdeki yıllarda ne olacak?

Bakın İstanbulspor’a bir şey söyleniyor mu? Tabii ki hayır. Hatta kamuoyu onların ligde kalmasını çok istedi. Çünkü kimse aptal değil. Hele bu televizyon denen meret de çıkınca, kimse göstere göstere yalan da söyleyemiyor. Küme düşmeyi Ankaragücü’nde 1976’da ben de yaşadım. Allah kimsenin başına vermesin. Biz düşerken, bizim üç rakibimiz kümede kalmak için herşeyi yaptı. Ama ilerleyen yıllarda hepsi düştüler, yok oldular. Sakın suçu karşıda ve başkalarında aramayın. Aynaya bakın, suçluyu görürsünüz.

MHK üyem işini bilir mi!

BAKIN bir şeyleri hala çözemiyoruz. Yeni kanuna göre MHK’nin ne başkanı, ne de çalışanı para almayacakmış. Yani Allah suyuna çalışacaklar. Son derece yanlış. Türkiye’de milyar dolarların konuşulduğu bir ortamda MHK başkanının en az 10 bin dolar para kazanması gerekiyor. Ve diğer 9 çalışanı da para almalı. Diyoruz ki, Türkiye’de hakimler, yargıçlar az ücret alıyor, bu adamların parayla pulla işlerinin olmaması gerekir. Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da en iyi parayı hakimler ve savcılar kazanıyor. Yoksa bu kanunu hazırlayan arkadaşlar, kanun kitapçığının altına Özal’ın o meşhur ‘Benim memurum işini bilir’ sözlerinden esinlenerek, ‘Benim MHK üyem işini bilir’ mi diyecekler?

NOT: Hayatım boyunca o mevkiyi hiç düşünmediğim için bunları yazıyorum.
Yazının Devamını Oku

Ulusoy Fener'de

12 Mayıs 2004
Haluk Ulusoy lig kupasını verirken, Fener seyircisinin yapacağı tezahürat, takımlarının istemeyerek de olsa Federasyon Başkanı’nı kupa vermek için nasıl zorla ayaklarına getirdiğini gösterecektir.FUTBOL Federasyonu Başkanı deyince benim aklıma otoriter, ağzından çıkanı kulağı duyan, söylediğinin arkasında duran ve en önemlisi, o isim söylendiği zaman sevsen de, sevmesen de, beğensen de beğenmesen de güvenilir biri olması aklıma geliyor. Ve en önemlisi bütün, ama bütün takımlara eşit uzaklıkta olması gerekiyor.

Haluk Ulusoy, çok başkanın naklen yayın ihalesinde havlu attığı bir ortamda geldi. O konuda dirayetli davrandı. Ve başarılı da oldu. Şenol Güneş’i getirmesi yanlıştı. Nitekim yanlışından dönene kadar biz Portekiz’i kaçırdık.

Her ne kadar o, ‘Kurullara karışmıyorum’ dese de hepsine karıştı. Bazılarına direkt, bazılarına endirekt. Haluk Ulusoy seçilir veya seçilmez. Ama kamuoyunda kendisine ve ekiplerine büyük tepki var. Bunu yoldaki insanlar söylüyor. Eğer yanındakiler onu yanıltıyorsa hata yapar.

Makama saygı

Haluk Ulusoy
bu hafta Fenerbahçe’ye kupa vermeye gidecek mi, veya gidebilecek mi? Yazıyı yazarken arkadaşım Ömer Güvenç’e gideceğini beyan etmiş. Bence son derece doğru. Fenerbahçe seyircisi de Futbol Federasyonu Başkanı isim olarak kim olursa olsun, makama saygı gösterip lehinde tezahürat yapmasa da -ki yapmayacaklar- aleyhte de tezahürat yapmamalı. Aziz Yıldırım da Fenerbahçe makamına olduğu gibi, Futbol Federasyonu makamına da aynı saygı ve alakayı göstermeli.

Buraya kadar yazdıklarım görünenler ve olması gerekenler. Şimdi biraz yoruma geçelim. Haluk Ulusoy, Futbol Federasyonu Başkanı olduktan sonra Galatasaray’a çok yakın durdu. Zaman zaman Beşiktaş’a da. Ama Fenerbahçe’ye hep uzak kaldı. Bırakın geçtiğimiz sezonları, bu sezon Fenerbahçe, Futbol Federasyonu’ndan en ufak bir destek görmeden yürüdü.

Hakemler...

Belki de hakemlerden en fazla hasar gören takım bu yıl Fenerbahçe’ydi. En fazla kıyak gören takım Beşiktaş olmasına rağmen siyah beyazlılar, Fenerbahçe’nin 10 misli hakemlerden şikayetçi oldu.

Haluk Ulusoy’un cuma günü Şükrü Saracoğlu Stadı’nda lig kupasını Fenerbahçe’ye verirken, Fenerbahçe seyircisinin yapacağı tezahürat, hatta Haluk Ulusoy lehine yapacağı tezahürat, takımlarının istemeyerek de olsa Federasyon Başkanı’nı kupa vermek için nasıl zorla ayaklarına getirdiğini gösterecektir. (NOT: Başbakan Tayyip Erdoğan Fenerbahçeli olmasaydı, acaba bu lig tablosu nasıl olurdu, merak ediyorum)

Kendini küçültme Gökdeniz

GÖKDENİZ, çok iyi bir futbolcusun. Müthiş özelliklerin var. Ama sen sen ol, sakın kendini bir daha küçültme. Sen büyük futbolcusun, ama kendin farkında değilsin.

Neden mi? Galatasaray’a, Trabzon’da kaybetmişsiniz. Çıkarken diyorsun ki, ‘Seneye Galatasaray’ın 100’üncü yılı. Onlarla iki maç oynayacağız.’ Yani sarı kırmızılıları tehdit ediyorsun dolaylı yoldan. Sana yakışıyor mu Gökdeniz?

Galatasaray maçı bırakıp Trabzonspor kazansaydı o zaman sen nasıl büyük futbolcu olacaksın Gökdeniz? Kolayı herkes yapar. Büyük takım kolay olunmuyor. Futbolcuları da büyük olacak. Yoksa şöyle bir şey mi söylemek istedin? ‘Geçtiğimiz yıllarda bazı maçlarda biz Galatasaray’a kıyak yaptık. Niye şimdi onlar diyet ödemiyorlar?’ mı diyorsun? Ne dersin Gökdeniz, söylediğin cümlelerden sonra elinde iki ucu pisli bir değnek var. Eğer sen kendine yakıştırıyorsan ben de yakıştırayım. Ama üzüldüm.

Yanal ve dedikodular

ERSUN Yanal
Milli Takım’a teknik direktör oldu. Bence bir kulüp takımında devam etseydi, daha doğru olurdu. Milli Takım’a da Fatih Terim gelseydi, daha doğru seçim olurdu. Çünkü Terim, futbolcularla uzun vadede içli dışlı oldu mu, sorun çıkıyor. Ama Milli Takım öyle değil. Üç günlük, beş günlük, en fazla onbeş günlük kamplarda Terim, futbolcuyla daha iyi kaynaşıyor.

Neyse, olan oldu. Ama arkasında çok tuhaf sorular da bıraktı. G.Birliği bu olaydan sonra parçalandı, Türkiye Kupası’nı elleriyle Trabzon’a verdi. İlhan Cavcav, Ersun Yanal Milli Takım’la anlaştıktan sonra takımı alt yapı direktörüne teslim etmeliydi. Çünkü Cavcav, bazı şeyleri tesadüflere bırakmazdı. Bir de, daha Yanal ayrılmadan aylar önce, menajer Cem Onuk ile Samsunspor Teknik Direktörü Erdoğan Arıca Avrupa’da futbolcu bakmaya gittiler mi? Yoksa bunlar sadece bir dedikodu mu? Yoksa Yanal’ın Milli Takım’a gitmesine Cavcav sevindi mi!

Teşvik konuşuluyor YA DOPİNG?

BAKMAYIN siz Spor Bakanı’nın yanında teşvik primi yazısının altına imza atanlara. Bu teşvik primi öyle bir olaydır ki, geldiğini duyan sakat, o hafta oynayamayacak olan oyuncu bile o parayı almak için, ‘Ben iyiyim, oynayacağım’ der. Yani teşvik primi itici bir güçtür.

Peki, bu itici gücü (yeşil dolarları) almak için futbolcu enerjisine enerji katmak ister mi? O zaman ne sahneye çıkar? Doping. Son 5-6 haftadır düşme ve şampiyonluk maçlarının hangisinde veya hangilerinde doping kontrolleri yapıldı? Bazılarında yapılmadıysa niye yapılmadı? Lütfen açıklar mısınız? Bu sütunlar açıklamalara hazır. Merak ediyorum.

Bursaspor’un sahası KAPANMALI MI?

BAKALIM Bursa sahası kapanacak mı? Çünkü iki gözlemciden birinin raporunda herşey, ama herşey köküne kadar yazılı. Ey ahali, pekiyi sizce Bursa sahası kapanacak mı? Bence hayır olmalı... Neden, sen bir hafta önce çok daha ağır suç işleyen Trabzon’u kapatamamışsan, Bursa’yı kapatmaya hiç hakkın yok.Onun için de ben, Bursaspor’a ceza veremezler, diyorum. Eğer verirlerse, aradaki ayrıntı Trabzonlu Haluk Ulusoy’dur.

NOT 1: Bu yazı PFDK kararından önce yazılmıştır. NOT 2: İki statta yaşananlar Şampiyonlar Ligi’nde yaşansa, ne olurdu? İki takımın da sahası 1’er yıl UEFA maçlarına kapatılırdı.

Şu cep telefonu VAR YA!

YILLARDIR düşme ve şampiyonluk maçlarında konfetiler atılır, sahaya tavuklar, horozlar bırakılır, maçlar geç başlardı veya bitirilirdi.

Aferin, bir cep telefon trafiği seyircinin bu cinliğini çökertiverdi. Bravo, demek ki bazı şeyleri istenirse çözmek kolay.

En büyük zararı Trabzon gördü

DİSİPLİN Kurulu’nun, son Trabzon macerası tefrika tefrika yazıldı. Sonuçta da bir şey çıkmadı. Demek ki yazılanlar doğru. Yine etrafta, ‘Disiplin Kurulu’na telefonu Haluk Ulusoy açtı, Hüsnü Hayali’ye açtırdı’ deniliyorsa da burada en büyük zararı Trabzonspor gördü.

O ana kadar her yönüyle sempatik olarak kupa ve ligde şampiyonluğa giden Trabzonspor, kupa maçı öncesinde çıkan bu kararla topluma antipatik gelmeye başladı. Nitekim çok tarafsız insan, Fenerbahçe şampiyon olsun demeye başladı. Değer miydi?

Trabzon’un sahası kapansaydı, Galatasaray maçını bordo mavililer başka bir sahada oynasalardı, ne olurdu yani? Hatta ve hatta tarafsız sahada oynayacakları maçta, mağlup bile olsalar bir bahaneleri olacaktı. Yazık oldu.

Acaba Haluk Ulusoy, orada da devreye girip ‘Bu cezayı Trabzon’a verirseniz eğer, Gençlerbirliği ile oynanacak olan Türkiye Kupası final maçında Atatürk Olimpiyat Stadı’na kupayı vermek için haliyle ben gidemeyeceğim, kimi göndereceksiniz?’ mi dedi?

Şenol’un geldiği yer

KALECİ Şenol enteresan bir oyuncu. Ankara Şekerspor’da oynarken Antalya’daki baraj maçlarında ilk defa seyretmiştim. Takımı rakip ceza alanında gol atmaya uğraşırken, o kendi kale sahasında diz çöküp, çimleri karıştırıyordu. Tuhafıma gitmişti. Bu konuda da eleştirmiştim. Sonra o, ‘Bir gün bir yerlere geleceğim. Erman Toroğlu’nu tekzip edeceğim’ demişti.

Evet, hakikaten kaleci olarak kabiliyetli bir oyuncu, bir yerlere de geldi. Ama nereye? Hiç unutmam geçen dönemki Bursaspor Başkanı, atıldığı bir Galatasaray maçından sonra, ‘Canımıza tak etti. Kesin olarak göndereceğiz’ demişti ve gönderdiler.

Diyarbakır’da kaleci olarak başarılı oldu. Ama sorunları hiç bitmedi. Daha geçen hafta, teknik direktörü Sakıp’ı ağır şekilde eleştirdi. Ama o Sakıp, onu yine maça çıkarıp oynattı. Bir kaleci hatalı goller yiyebilir, bu kalecinin kaderidir. Ama Şenol, bir oyuncu iyi mücadele eder. Niye oyundan çıkarken sen ıslıklandın da Hasan alkışlandı? Aynı takımda oynuyorsunuz. Ama şunu hiçbir zaman unutma. Kimse aptal değil. Hiçkimse de cin olmadan şeytan olmaz.

Galatasaray ümitlenmesin

G.SARAY, Trabzon maçını 4-2 kazandı. Sakın sarı kırmızılılar neticeye aldanmasınlar. Yalnız ikinci yarıda Trabzon forvetlerinin en az 6-7 tane net pozisyonu var. Ya kaçırdılar, ya da kaleci Aykut kurtardı. Yani bu Trabzon maçı G.Saray camiasını önümüzdeki sene için sakın ümitlendirmesin, yanılırlar.
Yazının Devamını Oku

Bağımsız MHK

8 Mayıs 2004
MHK de, aynı Futbol Federasyonu’nda olduğu gibi Genel Kurul üyelerinin oylarıyla seçilmeli. MHK üyeleri de parayla çalışmalı. Üyeler arasında Kulüpler Birliği ile üniversitelerden en az 2’şer kişi bulunmalı. Hakemi tayin eden ekip ayrı, gözlemciyi tayin eden ekip ayrı olmalı. 600 trilyon yayın hakkının olduğu yerde, milyon dolarların masraflara gittiği yerde, 3 milyon, 5 milyon dolarların teknik adam ve futbolculara verildiği yerde, Merkez Hakem Kurulu (MHK) denen ekibin ne kadar önemli olduğu ortada.

Her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes onunla oynamaya kalkıyor. Herkes de ondan korkuyor. Arka taraftan sallayanlar, cepheden MHK üyelerini ve hakemlerini görünce, süt dökmüş kedi gibi ve hatta yalaka oluyorlar.

Peki, bu kuruluş nasıl olmalı? Yıllarca bunun çok mücadelesini vermiş birisiyim. Öncelikle bu kurumun bağımsız olması gerekir. Herkes diyor ki, Futbol Federasyonu’nun emrinde olmasın. Ben de diyorum ki, aynı zamanda siyasi iradenin de emrinde olmasın. Bunlar kendi içinde de bazı güçlü grupların etkisinde kalmasınlar. Mesela geçmişte, ordu mensubu hakemlerde olduğu gibi.

Gazetelerde çıkan haberlere göre MHK’yi Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu kapalı oy ile seçecekmiş. Niye, neden? O zaman MHK yine güdümlü olacak. Zarfı kapalı vermen neyi değiştirecek ki. Seçilen federasyon başkanı birini veya birilerini işaret edip seçtirecek.

MHK Başkanı 10 milyar almalı

MHK de aynı Futbol Federasyonu’nda olduğu gibi Genel Kurul üyelerinin oylarıyla seçilmeli. MHK Başkanı da Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nda bulunmalı.
Bu kadar paranın döndüğü yerde, şu anda 5 milyar alan MHK Başkanı’nın bence en az 10 milyar alması gerekir. (Şu son 7-8 haftada futbolcular maç başına 20-30 bin dolar teşvik primi alıyorlar.)

Aynı şekilde MHK üyeleri de parayla çalışmalılar.
Şimdi burada biraz duralım.

Çoğunluk hakemlerde

Neden MHK’ye seçilen üyelerin hepsi eski hakem oluyor? İçlerinden geldim, çoğunu tanırım. Kendilerine maç verdiğin zaman herşeyi yaptırırsın, canlarını bile alabilirsin. Vermeme tehditinde bulunduğun an, bu hakemler için hayat bitmiştir, yaşamazlar. Onlar için herşey hakemliktir. (Küçük bir azınlık hariç.)

Peki, bu yapıdaki insanların 9’u birden bir araya gelirse ne olur? Başkanlarına ‘Padişahım sen çok yaşa, en büyük sensin, en doğruyu sen yapıyorsun’ derler. Ve kayıtsız şartsız teslim olurlar. Peki, ne yapmak lazım? Bu 9 kişinin içine, mutlak suretle, ama mutlak suretle malın esas sahibi olan Kulüpler Birliği’nden iki kişi girmeli. Üniversitelerden ve özellikle bir tanesi de spor bölümlerinden olmak üzere en az 2 kişi daha bulunmalı. İki iki daha dört eder, geriye kalır 5. Yani çoğunluk yine hakemlerde. Oylamada istediğini yaptırırsın. Ama böyle bir tabloda istediğin gibi at oynatamazsın.

Bir başka önemli nokta daha. Hakemi tayin eden ekip ayrı, gözlemciyi tayin eden ekip ayrı olmalı. Bu ayrı ayrı ekiplerin içinde de işte üniversiteli ve Kulüpler Birliği’nden birer temsilci bulunmalı. Yani, bozacının şahidi, şıracı olmayacak.

Dönelim hakem tayinlerine. Değişik ülkelerde değişik yöntemler uygulanıyor. 30 hakem ile 9 takımın bir torbaya atılmasına karşıyım. Ama maçları zorluk derecesine göre 4 veya 5 gruba bölersin. Hakemleri de form durumuna göre 4 veya 5’e ayırırsın, zorluk derecesine göre torbalardan kura çekirsin. O zaman böyle bir kuraya varım.

Futbol Federasyonu ile uyumlu çalışmalılar

Yalnız bu bağımsız olarak gelen MHK’nin mutlak suretle Futbol Federasyonu ile uyumlu çalışması, bağlantılarını kesmemesi, kendisini onun üzerinde bir otorite görmemesi gerekir.
Çünkü futboldaki tek otorite Futbol Federasyonu’dur.

Biliyorum, bu fikirlere bazı eski hakemler çıkıp karşı gelecek. ‘Hayır FIFA böyle demez’ diyecekler. O zaman da ben onlara şöyle diyeceğim: UEFA’da ve FIFA’da hakemlerin en üst makamına gelerek onları kim idare etti... Şenes Erzik. Dünya Kupaları maçlarında ve UEFA’nın maçlarında kim defalarca gözlemcilik yaptı.. Yine Şenes Erzik. Peki bu Erzik’in resmi bir hakem lisansı yok. Bırakın lisansı, mahalle maçında bile düdük çaldığını gören oldu mu acaba?
Yazının Devamını Oku

Burası Türkiye

5 Mayıs 2004
Hooijdonk<B>, </B>karşılaşma devam ederken, yedek kulübesine gelip, çiklet alıyor oyun durmadığı anda, çikleti Yılmaz’a vermeye kalkıyor. Hooijdonk’un bu yaptığı terbiyesizlik değil de nedir? Ama o da haklı, bir müddet sonra bizi çabuk keşfediyorlar. LİGİN ilk devresinde Ankara’da oynanan Ankaragücü-F.Bahçe maçında Yılmaz ile Hooijdonk yakın temasa girerler. Hooijdonk, Yılmaz’ın ağzının koktuğunu hisseder ve formasını burnunun üstüne kaldırarak koklar. İnsanın ağzı sağlık sorunlarından dolayı kokabilir. Bazen buna tıp bile çare bulamıyor, yani isteseniz de engelleyemiyorsunuz, elinizde değil.

Aynı Hooijdonk, geçen pazar günü oynanan maçta bu olayı unutmuyor. Karşılaşma devam ederken, yedek kulübesine gelip, çiklet alıyor ve bir pozisyon esnasında, hem de oyun durmadığı anda, elini uzatıp avucundaki çikleti Yılmaz’a vermeye kalkıyor. Hooijdonk’un bu yaptığı terbiyesizlik değil de nedir? Bu Hooijdonk daha hala özür dilemeden espri yaptım diyebiliyor. Ama o da haklı, hep diyoruz ya, ‘Burası Türkiye’ Bir müddet sonra bizi çabuk keşfediyorlar.

Lucescu beyefendi, Çavuşesku devrini anlatırken, Beşiktaş’ın, Şampiyonlar Ligi gitti. Bursaspor Teknik Direktörü Biyediç, devre arasındaki olaylara, ‘Bunlar Türkiye’de hep oluyor’ diyor.

Aslında adamların haklı olduğu yerler de var. Çünkü biz çanak tutuyoruz. Ve kendimizi aşağılatıyoruz. Bir de teşekkür edip, avuçlarına milyonlarca dolarları sıkıştırıp, zengin ediyoruz.

Sorunlar hortlayacak

HAKEMLER topa tutuluyor. Kim topa tutuyorsa haklı. Çünkü MHK’nın da, hakem tayinlerinin de, gözlemci tayinlerinin de, kısacası bu kurumların tümünün yeniden yapılanmaya ihtiyacı var.

Şimdi, devlet yeni bir kanun hazırlıyor. Kimler hazırlıyor? Kapalı kapılar ardındaki acemi bir grup. Kimseye danışmıyorlar. Ama yarın yine bu sorunlar hortlayacak. Bir kaç gün zarfında, bununla ilgili bir yazı yazacağım. Hakem eskilerine ters gelecek. Ama kimse kusura bakmayacak.

NE HATIRMIŞ

BU hafta Digitürk’ün Diyarbakır-Bursa maçını naklen yayınlaması lazım. Aslında geçen haftaki Bursa-Rize maçının da naklen verilmesi gerekirdi. Bir de bu şampiyonluk ve düşme maçlarının hangilerinde doping kontrolü yapılıyor. Çünkü Türkiye’de naklen yayında bir havuz var. Bu, yasal bir havuz. Bir de, şampiyonluğa giderken, üsttekilerin katıldığı bir teşvik havuzu vardı...

Beşiktaş boğuldu, şimdi düşme hattındaki teşvik havuzu ağızları sulandırıyor. Sadece, gariban İstanbulspor’un teşvik verecek hali yok. Ama şu ana kadar oynanan maçların tümünde gözlemci, temsilci ve hakem raporlarının hiçbirinde, ne teşvik var, ne de şike.

Ama bir kısım diyor ki, ‘Hatır şikesinin önüne geçemezsiniz.’ Ne hatırlı, ne kadirşinas ve geçmişteki kıyakları unutmayan bir millet mişiz be..

Vali’nin sözü

GEÇEN
haftaki yazıdan sonra İstanbul Valisi Muammer Güler telefonla aradı. ‘Erman hocam ben de sizin fikrinizdeyim, o 3-5 metreden Serdar Bilgili’ye küfür edenleri emniyet güçlerine aldırmak için hareketlendiğimde, Aziz Yıldırım, Serdar Bilgili’ye dönerek, ‘Aman Serdar Başkan sakin ol. Ters bir harekette olaylar daha fazla büyür’ dedi. O anda ben de, psikolojik olarak tekrar yerime oturdum.

Yalnız sana özellikle şunu söyleyeyim, bundan sonra o Şeref Tribünü’nün yanlarından kulüp başkanlarına ya da diğer yöneticilere hakaret edilirse, anında bu küfürbazlar toplanıp merkeze götürülecek.
Ve eğer bunları korumak için Şeref Tribünü’nden müdahale etmeye kalkanlar olursa, onlar da alınıp götürülecekler. Göreceksin, bak nasıl yapacağım. Herkese ibret olacak’ dedi.

Raporlar hasıraltı

BURSASPOR-Rizespor maçının gözlemci raporlarında herşey apaçık yazıldı. Özellikle araştırdım, gözlemci Zihni Aksoy hiç tribüne çıkmamış. Aksoy, ne de olsa tecrübeli bir isim. Hep pistte kalmış, dördüncü hakemin ve bir nolu yardımcının hep yanında bulunmuş. Devre arasında, maçtan önce ve sonra koridordaymış. Ne yaşanmışsa, ne olmuşsa, tamamını görmüş. Benim bildiğim ve tanıdığım Zihni Aksoy, gözlemci olarak gördüğünü yazan tiplerdendir.

Tabii, gözlemcilerin, temsilcilerin yazdığı daha sonra Disiplin Kurulu’nda, Tahkim’de veya Federasyon’da ne olur? Orası meçhul. Hasırın üstüne mi çıkarırlar, altına mı atarlar?

Bu yıl o kadar çok hasır altı olan rapor var ki inanamazsınız.

Ahh o gemide sen de olsaydın

KAZIM Kanat,
sana cevap vermem hoşuna gidiyor, biliyorum. Ama baltayı yine taşa vurmuşsun. Evet, Amsterdam’da, ‘Ya yazarsam’ dediğin gemiye gittim. Aslında o gemi değil, katamaran. Hollanda’ya bir daha gitsem, yine giderim. Çok da keyifli bir yer. Ama bir noktayı yine anlayamadım. Gemiye giden benim, yazıyı sen yazmaya kalkıyorsun. Eğer sen de gittiysen, gördüklerini yazarsın. Gitmediysen, o zaman duyduklarını yazacaksın. Gazeteci, gider, görür ve öyle yazar Kazım. Duyduklarıyla hikaye yazmaz!

Not: Hoş o gemiye sen de gitseydin, en fazla yemek yerdin. Daha başka ne yapabilirdin ki!

YAZIKLAR OLSUN...

KİME
, ‘Maşaallah’ desek, adamlar ağaçtan düşüyor. Beyefendi, aklı başında, ciddi dediğimiz Bursaspor Başkanı Fikret Üstenci ile Trabzonspor Başkanı Atay Aktuğ’un maçlardan sonra yaptıkları konuşmaları keşke dinlemez olaydım. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım.

Yazıklar olsun...

Demek ki insanlar, biraz zorlanınca diğer yüzleri de ortaya çıkıyor.
Yazının Devamını Oku