18 Ağustos 2004
F.Bahçe yönetimi Daum’a ‘pardon’ diyebilecek mi? Benim bildiğim devre arasında futbolculardan evvel soyunma odasına giden Aziz Yıldırım (Bunu oynatanlara da küsmüştü) ne yapacak, merak ediyorum.BAZI cümleler çok güzel... Mesela özerk futbol. Bağımsız Türkiye. Demokratik ülke. Tam yetkili teknik direktör. Bütün bu kavramlar enine boyuna tartışıldığında hepsinin kendi içinde sınırları var. Otoritelerin yetki alanları var. Var oğlu var. Nereye kadar? Sabaha kadar mı? Yoksa iki kilo mu, on kilo mu veya 100 gram mı?
Sen futbol kulübüsün. Yönetim kurulun var, o kulübün geleceği senin yönetimine bağlı. Görev yaptığın sürenin bitiminde bunun hesabını vereceksin. Şimdi burada karşımıza bir olay çıkıyor. Sen bu kulübü yönetirken, bir teknik direktörü göreve getiriyorsun. Transferleri teknik direktörle beraber mi yapıyorsun, yoksa kendin mi yapıyorsun?
Mesela Gaziantepspor, Gençlerbirliği, Samsunspor gibi kulüplerde transferleri genelde yönetim yapıyor (Tabii ki, kulüpte uzun yıllar görevde kalan ve kalacak teknik danışmanlarıyla birlikte). Bence de doğrusu bu. Eğer transfer işinin tamamını teknik direktörlere bırakırsan, işin sonu Galatasaray gibi olur. Fatih Terim döneminde alınanlarla, satılanların ucunu ben kaçırdım.
Peki, kulüp başkanı ve yönetimden birileri teknik direktörlerin işine karışmalı mı? Teknik direktör hür çalışsın diyoruz ya. Ama işte kazın ayağı öyle değil. Bazen teknik direktörler kendi egoları için takımla da oynuyorlar, kulüple de. İşte Daum. Serkan’ı Alex ile beraber aldıklarında ‘Helal olsun F.Bahçe yönetimi ve teknik heyeti bu işi biliyor’ demiştim. Ama Daum’un çıkardığı kadroyu gördükten sonra fikrim değişti. Bu Daum, Serkan’ı seyrederek almamış.
O zaman bu Serkan Balcı’yı neden aldınız? Bu adam Gençlerbirliği’nde bu oynatıldığı yerde oynamıyordu. Eğer Alex’ten faydalanacak isen, Aurelio ile Serkan’ı yanında oynatmaya mecbursun. Ya da Tuncay Şanlı ile Serhat Akın’ın oyun stillerini değiştireceksin. (Futbolda bu da imkansız)
Artı, eğer Alex de Souza’yı yine tam randımanlı oynatmak istiyorsan, ileride ya Pierre van Hooijdonk’u ya da Marcio Nobre’yi tercih edeceksin. Yok ben hepsini yaparım dersen, birileri çıkar Fenerbahçe takımını duman eder. Peki böylesine bir durumda Fenerbahçe yönetimi Daum’a ‘pardon’ diyebilecek mi? Benim bildiğim devre arasında futbolculardan evvel soyunma odasına giden Aziz Yıldırım (Bunu oynatanlara da küsmüştü) ne yapacak, merak ediyorum.
Mış- Muş...
KAVANOZ dipli dünya. Dün dündür, bugün bugündür. Onun için de Süleyman Demirel yıllarca başbakanlık yaptı. Futbol ihalesinin yapıldığı gün TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz açıklama yapıyor. TRT büyük kurumdur, biz spor programlarında öyle hakem işlerine girmeyiz. Biz TRT’yiz demişti. Yani mış- muştu yolu yokuştu. Ama aynı TRT, maraton programını kopyalamaya kalkıyor. Kopyalar her zaman aslından kötüdür. Tabii bunun asıl kararını kamuoyu verir. Verir de. TRT’nin başındaki genel müdürün söylediklerini kulağı duymaz mı? Veya söylediklerini uygulamaz mı? En sonunda uygularsa özür dilemez mi?
Önce rüya sanmıştım
BODRUM’dan İstanbul’a sabah 05.00’da bir uçak kalkıyor. 24.00’te start alan Bodrum gecelerinde ya bir iki saat uyuyup alana gideceksin, ya da hiç uyumadan yola çıkacaksın. Ama bir grup var ki, hiç uyumuyor. O da polisler. Saat 03.45’ten itibaren elde alkol ölçen alet, gelen her arabayı üfletiyorlar. Bence de iyi yapıyorlar. Çünkü o saatler Bodrum ve civarının en tehlikeli saatleri. Trafik vızır- vızır. Ve sürücülerin yüzde 80’i alkollü.
Ben biraz uyumuştum. Karşımda ekipleri görünce, o saatte rüyadayım sandım. Ama aferin polise, bazen insanın karşısına rüya gibi gerçekte çıkıyorlar.
İti bağlasan durmaz
YAYINCI kuruluştan hem Futbol Federasyonu, hem de kulüplere milyon dolarlar akıyor. Bu paraların paylaşılması tartışılır. Her ülkede değişik değişik uygulamalar yapılıyor. Fakat tartışılmayacak net bir şey var. Türkiye’deki naklen yayın odaları, kameraların çalışma yerleri bir çok statta rezaletten öteye iğrenç durumda. Seyirci ile kucak kucağa ve etrafı açık vaziyette. Seyircinin işine gelmezsen ana- avrat küfürü basıyor. Kışın bazılarında kalorifer ve ısıtıcı yok. Spikerler sanki komando eğitimi yapıyorlar. O anlatım yaptıkları yerlerde (bazı statlarda) inanın, iti bağlasan durmaz.
Arkadaşlar gerek görsel, gerek yazılı basın olmazsa, sizi kitlelere kim ulaştıracak? Kim sizin kulüplerinize daha fazla para kazandıracak? Mesela F.Bahçe Stadı’ndaki yer, tepede ve biraz rahattı. Hiç olmazsa seyirci ile iç içe değildi. Ama Yıldırım’ın basına karşı olan tavrı yüzünden Digitürk de cezalandırıldı. Kendisine sorsanız cevap olarak ‘F.Bahçe’nin menfaati’ diyecek ama her yerde basına hakaret edecek.
Fenerbahçe’de başkan olmasaydı, Aziz Yıldırım’ı kaç kişi tanıyacaktı? Türkiye’de ne paralı Aziz Yıldırım’lar var. Ama maalesef Türkiye’de insanlar bir yerlere gelince, nasıl geldiklerini, kimler tarafından itildiklerini, desteklendiklerini unutuyorlar. Zannediyorlar ki, her şeyi onlar yapmış. Zaten böyle düşündükleri zaman da sonları geliyor.
FENERBAHÇE, ALEX VE BÜYÜ
FENERBAHÇE Stadı’na büyü yapılmış. Ve bu büyü sonunda bir başka büyü ile çözülmüş. Büyünün çözülmesinde kullanılan malzemenin aslı çok enteresan. Az deniz suyu, az sirke, bolca da Hakan Bilal Kutlualp’in idrarı. Malzemenin çıkış noktası olarak yönetici Kutlualp gösteriliyor. Ve sevgili Hakan da bu konuda konuşmuyor. Koca Fenerbahçe kulübü eğer bu işlerle uğraşıyorsa, pes vallahi. Ama biz toplum olarak bazı şeylere kızmamıza rağmen kullanıyoruz. Mesela bir gazetede başlık verilmiş. Alex büyülendi deniyor. Neden büyülenmiş, atmosferden ve seyirciden. Niye büyülendi yerine, Alex etkilendi kelimesini kullanmıyoruz. Çünkü büyü ifadesi okuyucunun da hoşuna gidiyor. Eksantrik geliyor.
Aslında Fenerbahçe yönetimi yanlış yapmış. Madem esas malzeme yönetici Kutlualp’te. Büyücü kadına ne gerek var. Sevgili Hakan bolca su ve bira içer, aslanlar gibi girer stada. Önce iki kale sahası içine, sonra ceza alanlarına, sonra biraz daha artarsa, penaltı noktalarını, geriye kalırsa da orta sahayı sular. Bu sulama işlemini yaparken de bildiği büyü çözücü cümleleri okur ve iş başarıyla sonuçlanır. Sahanın her tarafında ne büyü kalır, ne de başka bir şey.
Tüketici olsam!
GEÇEN hafta inanılmaz sayıda telefon aldım. Özellikle Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’na gidecek seyircilerden. Biletin üzerinde maçın başlama saati 19.00. Ama TV’lerde anons 20.00 diye yapılıyor. Her zaman yazılı olan esastır. Ben tüketici olsam, hakkımı arardım. Tabii hangi tüketici.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2004
<B>DAUM, </B>dün akşamki kadroyu şöyle biraz eli ayağı düzgün, çabuk oynayan bir başka takımın karşısına çıkarsa, perişan olur. Volkan’ı çıkarın, oynayan 10 futbolcudan 5’i resmen aristokrat. Yalandan, göstermelik markaj yapıyorlar. Top gelirse oynayacaklar.
Nobre ile Hooijdonk ortada, Tuncay solda, Serhat sağda hafif gerideler. Yani, rakip defansın üstüne dört kişiyle gidiyorlar. Dört adam da geride var, etti sekiz. Orta alan, evlere şenlik. O alanda normal koşarak değil, atla gezmek lazım. Ve bu kadar büyük alanda F.Bahçeli iki oyuncu var. Birisi Marco Aurelio, diğeri Alex. Bırakın futbolcu olmayı, maraton koşucusu olsalar, hiçbir tarafa yetişemezler.
İlk yarı Samsun bu alanı çok iyi kullanamadı. İkinci yarı ise hiç kullanamadı. Çünkü Samsunspor o eski Samsunspor değil. Daum, eğer Alex’ten faydalanacaksa, yapacağı bir tane olay var. Arkada oynattığı 4 kişinin önüne Marco Aurelio ile Serkan’ı koyacak. Onların önüne de Alex’i. Hooijdonk’la da dinlendire dinlendire faydalanacak. Başka şansı yok.
Çözüm anahtarı Daum’da
Serhat’la Tuncay defans yapmayı, ters taraftan kademeye girmeyi sevmiyorlar. Top geldiği zaman zevkten bayılıyorlar. Yani sarı lacivertlilerin sorunu çözme anahtarı Daum’un elinde. Ne zaman çözer? Yoksa kendisi mi çözer veya Fener Stadı’nda bir hezimete uğrar ondan sonra mı çözer, o da kendi elinde.
Dereli’yi sorarsanız. Çaldıkları ve çalmadıklarıyla yine aynı Selçuk Dereli. Hooijdonk’a kırmızı kartı gösteremedi, sonra her pozisyonda aleyhine çaldı. Alex’in attırdığı birinci golden önceki pozisyonun faulle ilgisi yok. Dün akşam gene Neyzen’in sazı gibiydi. Bir poziyonda avantajı uygularsın, eğer hemen dezavantaja dönersen geri dönüp verirsin. On dakika sonra değil.
Yardımcılar mı? Onlar da Selçuk’un aynası. Volkan aut atacak, arkasını dönüp geriliyor, o sırada sahada ne olduğunun farkında değil. Hakem düdük çalıyor, oyuncu değişecek. Oyunu durdurmuş, Volkan durmuş oyuna aut atıyor. Hiçbir oyuncunun oyundan kopmaya hakkı yoktur. Hele bu, kaleciyse. Geri geri gidersin, nereye atacağını kestirirsin ve her yeri tararsın.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2004
Geçen hafta Galatasaray’ı yere göğe sığdıramadılar. Konyaspor maçında olay tamamen bireyseldi. O karşılaşmada Hakan Şükür çıktı sahneye, işi bitirdi. Peki aynı Galatasaray niye Gaziantep’te yok? ÖYLE bir maç ki, neresinden baksan, hangi konuyu işlesen hepsi bir olay. Devre arasında Gaziantep Başkanı Celal Doğan’la sohbet ediyorum. ‘Ah’ diyor, ‘Erman Hocam, bugün tam takım sahaya çıkabilseydik?’ Sahaya dönüyorsun, G.Saray tam takım. Tribüne dönüyoruz, kale arkasında bir grup var, ‘Yönetim uyuma takıma, taraftara sahip çık’ diye bağırıyor. Diğer bütün Antep taraftarı onları yuhalıyor.
Bir hakem seyrediyorum, tribünlerden devamlı düdük çalıyor, hani eskiler derler ya; ‘Bekçi Murteza.’ İsmet Arzuman da herhalde onun etkisinde kalmış olsa gerek, o da devamlı ha babam üflüyor, ‘Bekçi Murteza’ gibi, olana da olmayana da... Bir tarafta Hagi var, devamlı teknik alanda taktik veriyor, bir tarafta Gaziantep Teknik Direktörü Nurullah Sağlam var. O alana arada sırada çıkıyor.
Ergün tarihiyle oynuyor
Ergün, Hakan Ünsal, Necati ne iş yaparlar? Ergün uzun zamandır yok. Sebebi kendinde. Tarihiyle oynuyor. Futbolun tarihi yoktur. Hagi ne görev verdi, onu çok merak ediyorum. Veya o kadar niye dayandı? Yalnız bir şey var; Hagi çok fazla bağırıyor, çağırıyor, zıplıyor kenarda. O tarz bir teknik direktör hatayı az görür. Hatta göremez. Ne kadar sakin olursan, o kadar oyunu okursun.
Geçen hafta G.Saray’ı yere göğe sığdıramadılar. Konyaspor maçında olay tamamen bireyseldi. Hakan Şükür çıktı sahneye, işi bitirdi. Peki aynı G.Saray niye Gaziantep’te yok? Bakın, altını çizerek söylüyorum. Bu bizim hakemlerimiz şu anda inanılmaz derecede rahatsızlar. Neden mi? Gözlemci sistemi değişiyor. Eskiden ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ misali götürüyorlardı. Şimdi kararsızlar. Ne tarafa çalacakalarına karar veremiyorlar. Aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık misali.
Türk futbolu bir yerlerden geçecek. Geçiyor da. Bakın, Gaziantep takımı mütevazı bir bütçe ile işi götürüyor. 8 numarlı oyuncuları Macanga belki de sahanın en iyi adamı. O oyundan alınıyor, 14 numaralı Tarek El Taib giriyor. Hiçbir şey fark etmiyor. G.Saray’ın 8 numarası Conceiçao’yu yere göğe sığdıramadılar. O oynuyor, hiçbir şey yok. Çıkıyor yine hiçbir şey yok.
Niye faul yapıyorsun kardeşim?
Maç bitiyor, Ergun Gürsoy, Şeref Tribünü’nde tek başına. Çıkmak istiyor, ayakları gitmiyor. Sahaya bakıyor. ‘Ne diyorsun?’ diye soruyorum. ‘Bir defans oyuncusu o pozisyonda kafa vurmaya gider mi?’ diyor. ‘Ne fark eder, çok kötü oynadınız’ diyorum. Cevap net: ‘Hiç olmazsa berabere kalsaydık.’
Bir şeyi çözemiyorum. Hücum oyuncusu rakip ceza alanı içinde ve yakınındayken neden faul yapar? Cevap: Aptalsa yapar. Ama bizde aptal oyuncu maalesef çok fazla. Belki rakibin ayağı kayacak, belki ters top yapacak. Belki ıska geçecek, gol yapacaksın. Adamın ekmeğine tereyağı sürüyorsun, üstüne bir de kekik ekiyorsun. Seyredin bakalım, Türkiye’de kaç tane hücum oyuncusu bu tür pozisyonlarda faul yapıyor. Ama yüzlerine söylerseniz kızıyorlar. Dün geceki maçta en az sekiz tane pozisyon vardı böyle.
50’nci yıl, 100’üncü yıl. Herkes bir şey tutturmuş gidiyor. Arkadaşlar 100’üncü yılı falan bırakın, sadede gelin. Altını çizerek net söylüyorum. Doğru düdükler çalınsın, bu üç büyük takımın transfer politikası, idare şekli çoktan iflas eder. Veya ederdi. Ama basın habire gaz veriyor. Yalnız bir gün o gaza fazla basmaktan ayakları kaportadan motora girecek. Haberleri yok.
Kötü tezahürata bildiri
G.ANTEPSPOR Taraftarlar Derneği, maç öncesi kötü tezahürata karşı binlerce bildiri dağıttı. Dernek yöneticileri, spor müsabakalarında şiddet ve kötü tezahüratın G.Antepspor’a büyük zarar vereceğini vurgulayarak tribünlerdeki taraftarları centilmenliğe davet etti.
650 polis görev yaptı
KARŞILAŞMADA 650 polis güvenliği sağladı. Stat kapılarında ise Gaziantepspor’un anlaştığı Adana’daki bir özel güvenlik firmasının 100 elamanın görev yaptığı bildirildi. Karşılaşmadan önce oynanan PAF maçını Gaziantepspor 1-0 kazandı.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2004
Futbol Federasyonu’nun, Haluk Ulusoy ve özellikle de bazı kulüp başkanlarının altın çocuğu. Önce Star, sonra Digitürk’ün kapıları çalındı. Olmayınca ver elini başka bir TV kanalı. Sonunda ne oldu. Hepiniz Mevlana Türbesi’ne geldiniz. BENİM ilk basın maceram 1983 yıllarına dayanır. 17 sene oynadığım futbolu 1980’de bırakıp yedek subay olarak askerliğe gitmiştim. Döndüm, o zaman günde 1.5 milyon tiraj yapan Tercüman Gazetesi’nde futbol yorumculuğuna başladım. Kadroda kimler yoktu ki... Necmi Tanyolaç, Atilla Gökçe, Kemal Belgin, Faik Gürses, Faik Çetiner, Necip Kapanlı, Fahri Somer, Doğan Ersavaş, Ali Gümüş, Tevfik Ünsi, Hayri Hiçler ve o zamanlar bu isimlerin altında genç olarak çalışan, şimdilerde gazetelerin etkili yerlerinde görev alan birçok yetenek.
Aynı dönemde diğer taraftan da hakemliğe başladım. Bu alanda süratle yükselmeye başlayınca bazı kesimlerden haklı olarak sesler çıkmaya başladı. ‘Arkadaş hem hakimlik, hem de savcılık yapamazsın’ dediler. Haklıydılar. Böylece ben de basından ayrılarak kara cüppeyi giymeye devam ettim. Ama burada da kendime bir sınır çizdim. Hakemliği bıraktıktan sonra MHK başkanlığı, üyeliği ve gözlemcilik yapmayacaktım. Sonra 1992’de hakemlik bitti ve tekrar basının içine girdim. Yazılı basının yanında bir de görsel basın olunca tepkiler de çoğaldı. Özellikle hakem camiası çok ses çıkarmaya başladı. ‘Oynatalım Uğur’ olur muymuş. Hakemler mahvoluyormuş. Bunu yapmak insanlık suçuymuş. Ve daha neler neler.
Hepsine kulağımı tıkadım. Çünkü ne yaptığımı iyi biliyordum. Yolumda yürüdüm.
Sonra ne mi oldu... Hepiniz biliyorsunuz. Sonunda geçtiğimiz pazar gününün akşamına geldik. Beni eleştirenlerin hepsi ayrı ayrı sahnelerde yerlerini almışlardı. İnanamazsınız, bazıları araya adam koyarak veya kulüpleri devreye sokarak ekrana çıktılar. Bunlardan biri Bülent Yavuz. Geçtiğimiz Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ve özellikle de bazı kulüp başkanlarının altın çocuğu!
Önce Star, sonra Digitürk’ün kapıları çalındı. Olmayınca ver elini başka bir TV kanalı...
Evet beyler nerede kalmıştık. Sonunda ne oldu. Hepiniz Mevlana Türbesi’ne geldiniz. Günahkar olanınız da geldi, sevap işleyeniniz de. Zaten Mevlana ne derdi, ‘ne olursanız olun yine bana gelin...’
Şimdi ne yapacaksınız? Birileri eski konuştuğunuz şeylerin ses kaydını, kasetini ve görüntüsünü önünüze koysa, yüzünüz kızarmayacak mı?
Cevabı ben vereyim, kızarmaz. Çünkü siz, semazenlerin kötü bir kopyasısınız. Siz semazenler gibi fiziksel olarak dönmeye başlarsınız. Dön babam dön. Çünkü sizin doğru bir çizginiz yok. Merak etmeyin, çizginiz, hedefiniz ve ideal ruhunuz olmadığı için buralarda da fazla kalamazsınız. Ama farketmez, keklik misali başka yerlere de sekersiniz.
Bombayı Ümit patlattı
TÜRKİYE Ligi’nin ilk haftasında oynanan 9 maçta gösterilen kart adedi 50. Yani maç başına 5.55 gibi bir rakam. Geçen yıl da aynı film oynandıydı. Hakemler sezon başında toplandılar, futbolcuları tarama kararı aldılar. Yani kafasını kaldırana çakacaklar. Bundan korunmaları için de futbolcuların kafayı, kalçayı ve topukları yerden kesmeden sürünmeleri lazım.
3 maçı canlı, diğerlerini kasetten seyrettim. Gösterilen kartların yüzde 40’ı yanlış. Peki maç başına para alan futbolcuya, bu yapılan hareket reva mı? Sizin her verdiğiniz karar doğru mu? Demek ki, bu iş öyle taramayla, maramayla olmaz. Sizin gibi tararsanız, sonunda ortaya tarator çıkar. Yani içki masalarında kullanılan meze.
Yetki, özellikle sınırsız yetki tehlikelidir. Doğru kullanmazsan elinde patlar. Aynı Ümit Özat’ın patlattığı gibi. Senin sınırının bittiği yerde futbolcunun sınırı başlar. Ne sen onun sınırına, ne de o senin sınırına giremez. Yıllarca size tokat atan, vuran, dut gibi silkeleyen futbolcular oldu. Hiçbir şey yapamadınız. Ama burada tek suçlu sizler değil, sizi yöneten insanlardı. Çünkü geçtiğimiz MHK Başkanı hakemliği bırakmak isteyen (x) bir hakeme diyebiliyor ki, ‘Seni üç büyük kulüp de istemiyor. Bırakırsan iyi olur..’
Diyemiyor ki, ‘Seni mümkün olduğu kadar onların maçlarına vereceğim. Sakın bırakma..’
Şimdi işin hangi boyutlarda olduğunu daha iyi görüyorsunuz değil mi, sevgili okurlar. Veya daha iyi göreceksiniz.
Doğruya doğru
YENİ Federasyon bazı konularda doğru işler yapıyor. Gözlemci ve temsilci sayılarını azaltıyorlar. Temsilci yerine UEFA’da olduğu gibi delegasyon sistemi geliyor. Şunun altını çizerek yazıyorum. İlla gözlemci olmak için eski hakem olma şartı olmasın. Ne kaliteli insanlar var, bu işi yapabilecek. Çünkü hakemliğinde kişilik noksanlığı olan ve yalakalık yapan bazı hakemler, gözlemciliklerinde de aynı özelliklerini sergiliyor. O zaman hiçbir şey değişmiyor ve ileriye gidemiyorsun.
Çapkın olan kadındır
Almanya’da iki bayan bürokrat FIFA’ya faks çekerek, futbolcuların forma çıkarmalarına sarı kart verilmesi kuralını eleştirmişler. Sebep futbolcu vücutlarının o etkili kaslarının bayanlar tarafından görülememesi... Sonra da dönüyorsunuz, erkeklerin çapkınlığından bahsediyorsunuz. Bazı bayan köşe yazarları ve bunlara yalakalık yapmak isteyen, bazı siyasi yazarlar. Bakın işin aslı o iki bayan Alman bürokratta.. Helal olsun onlara. Hep söylerim, hala da söylüyorum. Çapkın erkek yoktur. Çapkın olan kadındır. Gerisi hikaye. Hangi erkek zorla bir bayanı götürüp de çapkınlık yapabilir.
Bu konuda o siyasi-entel erkek yazarları okuyorum. Neredeyse küçük dilimi yutacağım. Mübarekler sanki sütten çıkmış ak kaşıklar. Yazdıklarıyla, uyguladıkları tamamen zıt. Ama iyi bilsinler, yoldaki adamlar onlara ağızlarıyla gülmüyorlar!
THY keseci alsa
TRABZON’da tarihi 8 direkli hamam var. Sadi Kemal Yaşar ile Çaykur Rize maçının oynanacağı gün hamama gittik. Göbek taşında yattık, ter attık, yazlık derileri kese ile def ettik. Ertesi sabah saat 10.00’da Trabzon’dan bizi İstanbul’a götürecek olan THY’nin Anıl isimli uçağına bindik. Businness Class’ta 20 dakika önce yerimizi aldık. Sevgili okuyucular, 8 direkli hamam ne ki, Anıl uçağı ona 4 basar. Çünkü yolcuların hepsi uçak kalkana kadar terden sırıl sıklam oldular. Hostesler birer kese ile yolcuların imdadına yetişseler, 8 direkli hamam solda sıfır kalırdı. Hem İstanbul’a uçardık, hem de kese olurduk.
Adam olmak
Ne zaman bir kulüp başkanı çıksa, teknik direktörün arkasındayız derse bilin ki o kovulacak. Çünkü artık ağıza düşmüştür ve şüphe içinde sallanıyordur. Bazıları yazılarında hep adamlıktan bahsediyorlar. Onlara göre bir kendileri adam. Diğerleri ise müsvetteleri. Neden biliyor musunuz? Aynı yöneticiler misali, aslında adam kendi adamlığından şüphelidir zaten de. İspat etmeye çalışıyor ve gayret ediyor.
Maaş bağlanmalı
DAHA önce de yazdıydık, MHK Başkanına ve yönetim kuruluna kesin olarak maaş bağlanması gerekir, hem de okkalı. Hatta daha ileri gidiyorum, MHK başkanının ve yardımcısının kesin olarak makam arabası olması gerekir. Bunlar yapılsın ki, gidip bazı kulüp başkanlarının kucaklarına oturmasınlar.
Cevap gelirse yazarım
SÜREYYA Ayhan’ın doping olayı tartışılıyor. Geçen yıl Türkiye Ligleri’nde özellikle neden bazı maçlarda doping kontrolü yapılmadı? Yapılan doping kontrollerinde doping veya uyuşturucu kullanan futbolculara ne gibi işlemler yapıldı, cevap gelirse burada yazarım.
DUYURU!
GEÇEN haftaki ‘Altın çocuk’ yazısına ne eski, ne de yeni Futbol Federasyonu’ndan cevap gelmedi. Duyurulur. Bilgilerinize.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2004
Bu sezon İnönü Stadı’na gidecek Beşiktaş seyircisi keyifli maçlar izleyecek. Verdiği paranın karşılığını alacak. Ancak birilerinin Del Bosque’ye, buranın İspanya olmadığını anlatması lazım. Carew’in en büyük özelliği hava hakimiyeti. Hem iyi sıçrıyor, hem de iyi vuruyor. Rakibinin de eli armut toplayacak değil.
ÖNCELİKLE şu bir gerçek; bu sene İnönü Stadı’na gidecek Beşiktaş seyircisi çok keyifli maçlar izleyecek. Verdiği paranın karşılığını alacak. Ama nasıl? Del Bosque sakin bir teknik direktör. Öyle hoplayıp zıplayıp, bağırıp çağırıp, ‘görüyor musun, bak bizim antrenör yırtınıyor’ dedirten türden bir teknik direktör değil. Her an çok sakin. Bu onun en büyük artısı olacak. Dezavantajlarına gelince... Yanında ona yardım edecek, rakibi ona anlatacak, buranın İspanya olmadığını, Beşiktaş’ın Real Madrid olmadığını anlatacak bir Türk antrenörünün olmaması.
Del Bosque artık kararını vermeli. Kafasındaki sisteme futbolcuları mı uyduracak, yoksa vazgeçip futbolculara göre yeni bir sistem mi yaratmaya kalkacak? Örnek isterseniz çok fazla. Mesela Pancu, dar alanda mücadele etmez. Topun arkasından gelmesini istemez. Önünde geniş alan bulup, yürüyüp topa vurmak ister. Okan da ortayı fazla sevmez. Kenarda daha etkili olur. İbrahim Toraman’ın yeri ilk oynattığı yer değil. Carew’i böyle kullanacaksa, ona aut çizgisinden daha fazla top getirmek lazım. Hoş, adam karşıdan da şişirilse çıkıp alıyor. Bir de yalnız uzun değil, ayakları çok yumuşak. Çok da ağır bir oyuncu değil. Zaman zaman süratli. Ama çabuk değil.
Beşiktaş takımı dün gece çok iyi oynamadı. Ama kötü de mücadele etmedi. Oyunu hiç bırakmadı.
Özellikle Ahmet Yıldırım, çok soğukkanlı hareketler yaparak oyunu hep iyi yerlerden başlattı. Ama orta alandaki oyuncular için aynı cümleleri kullanamayız.
Aykut takımı geri çekti
Malatyaspor, ilk yarı özellikle Bülent Akın ve Murat’la iyi top kullandı. Hep Beşiktaş’ın arka dörtlüsünün üstüne gittiler ama Yunus’a zamanında ara topu sokamadılar. Beşiktaş defansı hep hatta oynadı. Ve Yunus en az on tane pozisyonda çıldırdı. 60. dakikadan sonra Aykut, hiç gereksiz yere takımını geri çekmeye başladı. Belki diyebilir ki, ‘Ben çekmedim. Onlar çok geri kaçtılar.’ O zaman fizik sorunu var demek. Önceki gün ve dünkü maçlarda dikkatimi çeken şu; takımlar oyundan çabuk düşmüyorlar. Ve en ileri uçla, en geri alan arasındaki mesafeler fazla açılmıyor. Bu şu demek; eğer hakemler eyyam yapmazlar, doğru ve dürüst düdükler çalarlarsa ligde heyecan ve kalite yaşanacak.
Mustafa Çulcu’nun hataları
Dün gece tribünde maçı seyreden Beşiktaşlılar mutlu değillerdi. Ama böyle olduğu halde bile siyah beyazlıların çok pozisyonları vardı. Mustafa Çulcu tecrübesinde bir hakemin Beşiktaş formasına yakın bir formayla maça başlamasını yadırgadım. Nitekim siyah beyazlı oyunculardan iki tane yan top aldı. İkinci yarı düzeltti. Çulcu mümkün olduğu kadar oyunun temposunu artırmaya çalıştı. Bu iyi yönüydü. Teknik olarak en büyük hatayı 51. dakikada yaptı. Rakibinin yolunu kesen Ahmet Yıldırım’a sarı kart göstermedi.
Yalnız bir noktaya dikkat etmek lazım. Bu, bütün hakemler için geçerli. Beşiktaş takımı çok büyük paralar vererek John Carew’i getiriyor. Bu oyuncunun da en büyük özelliği hava hakimiyeti. Hem iyi sıçrıyor, hem de iyi vuruyor. Rakibinin de eli armut toplayacak değil. O da John Carew’le mücadele edecek ama hangi şartlarda ellerini onu çekerek kullanmayacak. Omuzuyla, koluyla, vücuduyla mücadele edecek. Nizami şarj da yapacak. Ama maalesef bizim hakemlerimiz havadaki topa baktıkları için aşağıdaki temel odak noktalarını göremiyorlar. Bir yerde de haklılar. Hayatlarında top oynamamış olanlar var. Bu pozisyonları nereden bilsinler? Yaşamamışsan bilemezsin.
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2004
<b>YAPIYORLAR </B>yapıyorlar, hem de dağlara taşlara... Ondan sonra da diyorlar ki:<B> ‘Biz eleştirliyoruz. Bize haksızlık ediyorlar.</B> ’Brezilya Milli Takımı’nın kaptanını getiriyorsun, milyon dolarlar sayıyorsun, dünyanın en önde gelen teknik direktörlerini alıyorsun, milyon dolarlar sayarak... Sonra, hakem sahaya çıkıyor, cebinde kırmızı kartı yok. Soyunma odasında unutmuş, yardımcıdan istiyor.
Kuddusi Müftüoğlu, yardımcıdan bir penaltı istedi, penaltı değil. Kendi bir penaltı verdi, bence o da değil. Gösterdiği kartlarda ve verdiği faullerde tutarsızdı. Mesela 18. dakikada Murat Hacıoğlu’nun santradan çıktığı anda Gürol’un ona yaptığı hareket bence bariz gol şansı engellemesiydi. Yani kırmızı karttı. O sırada Rize kalecisi Zdarvkov da ceza alanını terk etmişti. ‘Maç yazalım’ diyoruz, daha bismillah birinci maç, futbolcuyu, teknik direktörü bırakıyoruz, hakemle başlıyoruz.
Rizespor ilk devre inanılmaz top kaybıyla oynadı. F.Bahçe böyle bir takıma bile üstünlük sağlayamadı. İkinci yarı bu sefer sahada hem az top kaybıyla oynayan, hem tam saha pres yapan, tempoyu artıran bir Rizespor olunca, sarı lacivertliler darmaduman oldular.
Daum’a kulak versinler
F.Bahçe’nin önce şunu düşünmesi lazım. Daum ne diyor? Mesela Volkan konusunda yüzde yüz haklı. Hooijdonk için ne düşünüyor pek bilemiyorum ama, bu Hooijdonk, Türkiye liglerinde iş yapar. Ama eğer Şampiyonlar Ligi’nde yürümek istiyorlarsa Hooijdonk fren vazifesi görür. 90 dakika sahada tutarsan zaman zaman bir kişi eksik oynuyorlar. Artık yaşlandığından, her ikili mücadeleye başlamadan rakibin orasını burasını çekiştiriyor. Biraz dikkatli hakem onun bu pozisyonlarının hepsine hücum faul çalar.
F.Bahçe sağ tarafta Mehmet Yozgatlı-Serkan’la başladı. Solda da Fabiano-Tuncay ikilisi ile. İki taraftan da doğru dürüst yan orta gelmedi. Hücum yapamadıkları gibi, bu sefer ikinci yarı tek başına bir Gürol o taraflarını çökertti. Demek ki, F.Bahçe’nin artık Gürol’u da alması lazım.
F.Bahçe’nin orta sahası, yani dörtlüsü hep bozuyor. Topu doğru dürüst oyuna sokacak adamları yok. Biraz sıkışınca, yan top, geri top yapıyorlar. Özellikle ikinci yarı Rize orta alanı kafalarını kaldırtmadı. Daum eğer Alex’ten tam randıman almak istiyorsa Serkan’ı sağda değil, onun yanında ortada kullanmalı. Eğer Serkan’ı bu tarz oynatacaksa, Önder ondan daha iyi. Hiç boşuna Serkan’da ısrar etmesin.
Müftüoğlu o kadar çok kart gösterdi ki, baktı olacak gibi değil, 70. dakikada 4. hakemi yanına çağırdı, birinci yardımcıyla beraber kart muhabbeti yaptılar. Ne de olsa Rize-Fener maçı. Başları hep bu iki takımın maçında derde giriyor.
İlk yarıdaki 2-0 Fener üstünlüğü bazılarını aldattı. Ama maçın sonundaki 2-2’lik eşitlik bence maçın hakkı değildi. Eğer kazanması gereken biri varsa o da Rizespor olmalıydı.
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2004
Birlikte çalıştığı dönemde Ulusoy’un imparator olduğunu söyleyen Levent Kızıl, seçimlerden bir müddet önce beyanatları peş peşe patlatarak, eski başkanın işe yaramaz adam olduğundan bahsetmeye başlıyor. Aynı Ulusoy, Kızıl’a elini bile uzatmıyor. LEVENT Kızıl, Haluk Ulusoy dönemlerinin altın çocuğu. Ve o kadar rahat ki, her yere giriyor, çıkıyor. Ve herşeyi yapma hakkını kendinde buluyor. Aynı zamanda Ümit Milli Takımı Sorumlusu da oluyor. Her pozisyonda Ulusoy’dan iyisi olmadığını, Ulusoy’un mükemmel işler yaptığını ve onun bir imparator olduğunu söylüyor.
Saksı düşüyor
Hoş, Türkiye’de o kadar çok imparator var ki, Haluk Ulusoy’un kaçıncı sıradaki imparator olduğunu bir türlü söylemedi.
Aynı Levent Kızıl’ın son seçimlerden bir müddet önce ara sokakta yürürken, balkondan ya kafasına bir saksı düşüyor, ya da yukarıdan bir vahiy iniyor. Beyanatları peş peşe patlatıyor. Haluk Ulusoy döneminde yapılan yanlışlardan, Ulusoy’un ne kadar işe yaramaz bir adam olduğundan bahsetmeye başlıyor. Levent Bıçakcı yönetimine girmek için sınırları zorlamaya gayret ediyor. Fakat giremiyor.
Genel kuruldan bir gün önce otelde eski başkanının karşısına dikiliyor ama Ulusoy ona elini uzatmıyor. Ve Haluk Ulusoy kimlerin dostu, kimlerin düşmanı olduğunu anlıyor ama tren Ankara garından hareket ediyor. Bu işin bir tarafı. Benim merak ettiğim bir başka olay daha var.
Prag’da neler oldu?
Geçen dönem federasyonun içinde olanlar, bu merak ettiğim olayı sağda solda fısıldıyorlar. 29 Nisan 2003 tarihinde, Prag’da oynanan Çek Cumhuriyeti- Türkiye Ümit Milli maçından sonra Prag havalimanında neler oldu. İngiliz Kemal lakaplı, İngiltere’de dönercilik yapan Kemal Öz kafilede miydi?
Kafiledeki malzeme ve masör çantalarına veya güvenlikten sorumlu kişilerin çantalarına bir şeyler konuldu mu? Veya bazı şahıslara İstanbul’da alınmak üzere emaneten bir şeyler verildi mi? Bir çanta bulunamayınca, bayağı bir panik yaşandı mı? Geçtiğimiz federasyon bu konuda bir araştırma yaptı mı?
Veya yeni federasyon geriye dönüp böyle bir araştırmaya ihtiyaç duyacak mı? Çünkü kafile başkanı da benim her taşın altından çıkar dediğim Levent Kızıl. Ona Haluk Ulusoy tarafından bu konuda sorular yöneltildi mi? Ulusoy’un böyle bir olaydan haberi oldu mu? Ne kadar çok şey sordum değil mi? Ne yapayım işte meraklıyım. Kimse kusura bakmasın.
Karıştırmayın
AVRUPA Kupası final maçı.. Spiker sevgili Yalçın... Soruyor, ‘Erman hocam Yunan Milli Takımı Teknik Direktörü Otto Rehhagel, hakem Markus Merk’in yakın arkadaşıymış, bu konuda ne dersin?’
Bak Yalçıncığım. Hakemden ve polisten dost, arkadaş olmaz. Çünkü onlar yalnızca işlerini yaparlar. Çünkü bu iki grup hiç bir şey düşünmeden, sadece işlerine odaklanırlar. Onun için de kimse Markus Merk’ten Otto Rehhagel’e kıyak beklemesin.
Dönüyorum Türkiye’ye.. Bir kaç kişiden tepki alıyorum.
Hocam, sen TV’de polisten ve hakemden dost olmaz demişsin. Bu bir hakaret değil mi?
Pes arkadaş, inanılır gibi değil. Cümledeki kelimelerin kullanılış biçimi bırakın hakareti, iki grubu da yüceltiyor. Hem adam gibi polisi, hem adam gibi hakemi. Haa, işiyle arkadaşlığı, dostluğu karıştıranlar yok mu? Ben de o grubu kabul edemiyorum.
Işin içinde çok ince ayar var
GEÇEN dönem Futbol Federasyonu sessiz sedasız bir değişiklik yaptı. Ve bu 30 Temmuz 2004 tarihli 25538 sayılı resmi gazetede de yayınlandı.
Dördüncü madde organizasyon ve sorumluluk. Ancak bu madde nasıl uygulanacak merak ediyorum. Daha başlarken delinecek mi? Yoksa bütün takımlara eşit davranılıp, adalet mi sağlanacak.
Bakın size şekli anlatayım...
Eskiden sahası bakım ve onarıma alınan takım, otomatik olarak rakip sahaya giderdi. Sonra o maçları sahası tamamlandığı ikinci yarıda içerde oynuyordu. Ama şimdi kazın ayağı öyle değil. Sahası bakım ve onarıma alınan takım, Futbol Federasyonu’na dilekçe ile başvuracak. Çekilen fikstüre göre de eğer maçı iç sahada ise bulunduğu şehirde bir saha bulmaya çalışacak. Aksi takdirde başka bir şehire gidecek ve ev sahipliği yapacak.
Ama herşeyde olduğu gibi burada da ince bir ayar var. Güvenlik açısından diye bir cümle konulmuş. Ve bu cümle ile herşeye rağmen yine son kararı Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu verecek. Şu anda da bu maddeden dolayı vitrindeki en baba takım Beşiktaş.
Beşiktaş’ın da, Fenerbahçe’nin de Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nda çok etkili ve hatırı sayılır isimleri var.
Bakalım uygulamalarda neler olacak.
ANLAYANLARA
BİR çocuk doğuyor süper...
Bir yaşında şarkı söylüyor.
2 yaşında felsefe yapıyor.
3 yaşında matematik çözmeye başlıyor.
4 yaşında, dahi olduğunu iddia ediyor.
Bir yıl sonra öleceğini söylüyor.
İki yıl sonra annem ölecek diyor, üç yıl sonra babam vefat edecek diye ekliyor.
Tam bir yıl sonra çocuk ölüyor.
Babası panik içinde hemen gidip, çocuğun annesini sigorta ettiriyor.
İki yıl sonra tam saatinde anne ölüyor. Adam hem üzülüyor, hem de uyanık. Sigortadan paraları kapıp, başlıyor son yılını değerlendirmeye.
O seyahat senin, bu seyahat benim. O kadın senin, bu kadın benim diye ölümüne yaşıyor.
Gün gelip çatıyor. Son gün son saatte adam bir otel odasında gözünü açıyor ki sapasağlam. Kendine iki tokat, bir cimdik, atıyor bakıyor ki herşey tamam.
Kapı çalınıyor, görevli heyecan içinde adama bağırıyor.
Beyefendi az önce kahyanız öldü...
Keklik olmayalım
DÜNYA Kupası elemelerinde oynayacağımız Gürcistan milli maçını, geçen Futbol Federasyonu hiç alınmayacak bir sahaya aldı. Trabzon’a karar verildi.
Hatırlarsınız, Arçil ile Şota isimli iki futbolcu, Trabzonspor’a geldi ve çok başarılı oldular. Belki aynı başarıyı İstanbul, Ankara, İzmir veya başka bir şehirde oynasalardı gösteremeyebilirlerdi.
Neden? Çünkü, Trabzon, Tiflis’e en yakın kentimiz. Hava şartları aynen Trabzon gibi. Karayoluyla tık diye oraya geçersin. Yani resmen milli takım için intihar gibi bir şey. Ayrıca o maç, ‘Çantada keklik’ bir maç değil. Bizim grupta her takım, her takımı yenebilir.
Tamamen Trabzon’a kıyak çekilmesi için alınan bir karar. Ama çok hatalı. Yunan maçını al, Trabzon’da oynat. Kimse sana bir şey demez. Hatta iyi bile olur. Ama Gürcülerle orada oynama.
Yazının Devamını Oku 27 Temmuz 2004
<B>SABAH </B>saat 05.30’da niye beni yataktan kaldırmıyorlar da, <B>Sabri Çelik</B>’i yataktan kaldırıyorlar? Hangi kulüp başkanlarıyla, kimler pazarlık yaptı da Çelik başkan oldu. Hangi spor adamları Ali Aydın için, ‘Kürt-Türk ayrımı yapar’ dedi.
Sabri Çelik’in birlikte çalışacağı takım, kendi doğurduğu çocuklar mı, yoksa kucağına konan nur topu gibi çocuklar mı?
Niye Oğuz Sarvan ve Kemal Ulusu gibi işin başında sınırlarını koyarak ortaya çıkmadılar. Çünkü bu ortada gezen asalaklar, Kemal Ulusu’ya da, Sarvan’a da çok adam tavsiye ettiler. Onlar listelerini deldirmeyip tavır koyunca, Çelik’in listesi ortaya çıktı.
Bu ne muazzam bir liste ki, 3 saatte oluşturuldu. 15 dakikada seçildi. Aslında Türkiye’de futbolun neden bu halde olduğunun belirtisi aynası işte budur. Ama tahmin ediyorum bu sefer hata yaparlarsa cami duvarı onları bekliyor.
Yazının Devamını Oku