Erman Toroğlu

Bu MHK diyet öder

24 Temmuz 2004
Çünkü taviz verdiler. Şimdi ne olacak? Diyet ödeyecekler elbette. Yarın bir kulüp başkanı çıkacak, hem de etkili bir kulüp başkanı, <B>‘Oraya seni ben getirdim. Benim dediğimi yapmazsan seni yakarım’</B> diyecek.LEVENT Bıçakcı seçime, 4 grupla girdi, üçünü kazandı, Merkez Hakem Komitesi’ni (MHK) kaybetti. Peki bu MHK niye bu kadar önemli? Çünkü adalet dağıtan bir yer. Ve herkes oraya girmek için, ne göbekler atıyor, ne gerdanlar kıvırıyor.

Bu MHK’ların içinde hep eski hakemler oluyor. Hakem deyince, hakim deyince aklınıza ne gelir? Karakteri düzgün, ağzından çıkan lafı yemeyen, sağı solu oynamayan adam gibi adam.. Tabii bu arada yaptığı işinde hakkını verecek.

Dönün geriye, Türkiye Futbol Federasyonu 1923’te kurulmuş. O tarihten bu güne kadar herşeyiyle düzgün, yaptığı işte de üst düzeyde, kaç tane hakem ismi sayarsınız, veya kaçı aklınıza gelir? 10 sayısını bulmakta zorlanırsınız. Yani iki elin parmakları kadar..

Peki, bu son seçimlerde toplam kaç aday vardı? 3X9 yani 27 kişi.

İlk günden beri, ‘Hakemleri genel kurul seçsin’ diyordum. Hala da aynı fikirdeyim. Çünkü federasyon başkanı tayin ederse, tek başına istediğini de yapar. Örnek istersiniz, geçtiğimiz iki döneme bakın. Ama şimdi tehlike daha büyüdü. Niye?

Bravo Sarvan’a

Eskiden bir kişi etkiliydi, imparator gibi. Ne derse yaptırıyordu. Fakat bu genel kurulda, çok çabuk kurulan bu komite seçimi kazandı. Nasıl kazandı? Sihirbaz mı bunlar. Hayır. Taviz vererek kazandılar.

Şimdi ne olacak? Diyet ödeyecekler elbette. Yarın bir kulüp başkanı çıkacak, hem de etkili bir kulüp başkanı, ‘Oraya seni ben getirdim. Benim dediğimi yapmazsan seni yakarım’ diyecek. Onlar istedikleri kadar inkar etsinler. Haluk Ulusoy da inkar ediyordu, ne oldu? Yani eskiden tek kişinin yaptığını şimdi 5-6 kişi yapacak.

Haluk Ulusoy Federasyonu’nun gitmesinde en önemli unsurlardan biri MHK’ydi. Bu seçilen MHK bir yerde Bülent Yavuz Komitesi’nin uzantısı. Ne değişecek o zaman? Kulislerde dolaşan söylentilere göre, bu komitenin kurulması için çalışan insanlardan biri Bülent Yavuz. Vaat ettiği şeyler de ilginç, ‘Hiç merak etmeyin Sabri Çelik’e herşeyi yaptırırım.’ (Hoş Yavuz bu söylentiyi de inkar eder ya) Yani, buyrun cenaze namazına.

Hani hakemimiz kişilikliydi, hani hakemimiz söz verdi mi, geriye dönmezdi. Ne oldu? Olay çok net. Helal olsun Oğuz Sarvan’a. Bazı kulüpler, ‘Ali Aydın’ı listenden çıkar, seni seçelim’ dediler. Yani, önce Oğuz Sarvan’ın başparmağını istediler. Eğer Oğuz o parmağı kaptırsaydı ne olacaktı? Yarın kol isteyeceklerdi, bacak isteyeceklerdi. Geçmiş yıllarda olduğu gibi.

Sarvan daha başta sakalı kaptırmadığı için, seçimi kaybetti. Vaat verenlerin hepsi kazandı. Ben bazılarını tanıyorum, rüzgar gülü gibidirler. Ne değişti ? Hiç bir şey.

Temizlik

Ama güzel oluyor. Türk insanının bunları yaşaması görmesi lazımdı. Şimdi, ‘Avrupa Kupaları’nda niye hakemimiz yok’ daha iyi anlıyorsunuz herhalde.

Hakemliğin en önemli unsuru güvendi. Bu güven kayboldu. Bulunur mu, bulunur.

Şimdi önemli bir nokta daha var. Bu Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu eğer bu MHK’nın oyuncağı olursa, bakarsınız, yakın bir zamanda genel kurul tekrar toplanır, bir önerge verilir, temizlik yapılır. Onun için de ben, Futbol Federasyonu Yönetimi’nin hakem camiasını daha iyi tanıması açısından, bu olayın hayırlı olduğuna inanıyorum.

Çelik: İtiraz yersiz

FUTBOL Federasyonu Genel Kurulu tarafından ilk kez oyla seçilen Merkez Hakem Kurulu, dün işbaşı yaptı. Devlette devamlılığın esas olduğunu belirten yeni MHK başkanı Sabri Çelik,Herşey planlandığı gibi devam edecek. Uluslararası Hakem Seminerine 30 A klasmanı hakem ile 10 yan klasman, 6 FIFA bayan ve yardımcı bayan hakemi katılacak. Bu liste sayın Hilmi Ok başkanlığında düşünülen ve kendisinin kabul etmemesi üzerine seçim sabahı 05’te oluşturulan bir ekip. Ulusoy’un MHK’sı değiliz. Her kesimden oy aldık. Sayın Ulusu’nun itirazı yersiz. Bu yasa, 2000 yılında da vardı, şimdi de aynı hüküm geçerli’ dedi.                Meriç ENERCAN

Ulusu mahkemeye veriyor

FUTBOL Federasyonu Genel Kurulu’nda, Merkez Hakem Kurulu (MHK) başkanlığına aday olan Kemal Ulusu, seçimi kazanan Sabri Çelik’in listesinin, yasaya aykırı ve usulsüz hazırlandığını, bu nedenle iptalini isteyeceklerini belirtti. Ulusu, yaptığı yazılı açıklamada, şöyle dedi: ‘MHK’nın kuruluşuna dair kanunun 15. maddesine göre Sabri Çelik’in listesi kanuna aykırı ve usulsüz şekilde hazırlanmıştır. Bu sebepten dolayı Çelik’in listesinin hukuken iptali istenecektir. Kanunun gerekçelerinde bu hususlar açık seçik belirtilmektedir. Bilinçli ve bilgiyle hazırlanmış benim listeme karşı birkaç saatte, gece yarıları hazırlanmış olan bu listenin kanuna uygun olmaması dolayısıyla, seçimde ikinci olan Kemal Ulusu’nun listesinin geçerli olması için, gerekli hukuki çalışmalara başlanmıştır.’

Kaybediyoruz!

İşte bu mesaj Aziz Yıldırım’ı harekete geçirdi. F.Bahçe Başkanı 25 delege ile tek tek konuşarak Levent Bıçakcı’nın seçimi kazanmasını sağladı.

FUTBOL Federasyonu Genel Kurulu... Kurulda konuşmalar yapılıyor, az sonra kürsüye Haluk Ulusoy çıkacak...

Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, arkadaşlarıyla birlikte konuşmacıları dinliyor.

Başkan Yıldırım çok rahat.. Bıçakcı’yı destekliyor ve onun kazanacağına da kesin gözüyle bakıyor...

Ancak, Haluk Ulusoy konuşmasını yapmak için kürsüye gelirken, Yıldırım’ın etrafında bir hareketlenme yaşanıyor. Futbol Federasyonu seçimlerine Levent Bıçakcı’nın listesinden giren Şekip Mosturoğlu, Aziz Yıldırım’a bir kağıda yazdığı notu iletiyor. Notta yazılanlar ilginç;

- Başkan seçimi kaybediyoruz...

Yıldırım
ve ekibi hemen harekete geçiyor. Az önce görüştüğü ve hemen hemen hepsinden ‘okey’ aldığı delegelerdeki değişimi gözleriyle görünce şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar.

Seçim, sabah saatlerinde hemen hemen hiç şans verilmeyen Mehmet Ali Yılmaz’ın lehine dönüyor. Ulusoy ve ekibi seçimde Yılmaz’ı destekleme kararı alıyor ve ‘Levent Bıçakcı’ya gidecek’ diye hesaplanan oylar yön değiştiriyor.

Aziz Yıldırım, hemen oteldeki odasına çıkıyor. Başta Konyaspor ve Sakaryaspor olmak üzere tam 25 delege ile bire bir görüşmeye başlıyor.

Onlara aynen şunları söylüyor;

- Söz verdiniz ve Bıçakcı’yı aday göstermek için imza attınız. Ama şimdi attığınız imzaya sahip çıkmıyorsunuz. Bu nasıl olur? Bizler hepimiz şerefli, namuslu insanlarız, verdiğimiz sözü yerine getiririz.

Yıldırım
bu konuşma sonrası hemen genel kurul salonuna iniyor. Ve delegeler üzerindeki etkisi, seçim sonuçlarına yansıyor.

Levent Bıçakcı’nın seçimi kazanmasından sonra, Türk futbolunun önde gelen bir ismi aynen şu yorumu yapıyor; ‘Yıldırım o 25 kişiyi etkileyerek seçimin kaderini değiştirdi. Eğer 13 kişiyi ayarlamasa bugün başkan Mehmet Ali Yılmaz olacaktı.’
Yazının Devamını Oku

İkiside aynı kafa

7 Temmuz 2004
Türkiye’de bazılarının yerden yere vurduğu <B>Lucescu </B>ile <B>Rehhagel</B>’in arasındaki fark ne? Bence aynı. Eğer <B>Rehhagel</B>’i göklere çıkarıyorsanız, <B>Lucescu</B>’ya da fazla vurmamak gerekir.YUNANİSTAN, Rusya, Fransa ve Portekiz aynı mücadeleyi verdiler. Hepsi aynı ölçüde yoruldu. Aradaki tek fark, takım olmaya kalıyordu. Yunanistan iyi futbol oynamamasına rağmen takım olduğu için başardı. 11 kişi ve teknik direktör aynı kafadan, aynı beyinden düşündükeri için şampiyon oldular. Yunanlılar’da ne Rui Costa vardı, ne Figo, ne Ronaldo, ne Deco, ne İngilizlerin Beckham’ı, ne de Fransızların Zidane ile Henry’si onlarda mevcut. Ama şampiyon oldular. Neden? Futbolun 11 kişi birden defans, 11 kişi birden hücum, yani hep deriz ya, ‘topyekün hücum, topyekün defans..’ Bu sistemle oynadılar ve kazandılar. Ama daha çok defansa ağırlık vererek.

Şimdi Otto Rehhagel’e övgüler yağdırıyoruz. Tamam, Rehhagel başarılı. Aldığı bütün takımları en alttan en üste çıkaran bir teknik adam. En üsttekini alıp daha yukarıya çıkmaya henüz başlamadı. Peki o zaman Türkiye’de bazılarının yerden yere vurduğu Lucescu ile Rehhagel’in arasındaki fark ne? Bence aynı. Hatta Lucescu, Rehhagel’den daha fazla takımına gol attıran bir teknik adam. O zaman sakın ‘dün dündür bugün bugündür’ yapmayalım.

Eğer Rehhagel’i göklere çıkarıyorsanız, Lucescu’ya da fazla vurmamak gerekir. Lucescu’nun futbol anlayışına tenkitler yağdırıyorsanız, sakın Rehhagel’i övmeyin.

Rehhagel, en az kendi takımını hazırladığından daha fazla rakibini etüd eden bir teknik adam. Çünkü, tehlikeyi çıkartmadan yerinde boğduruyor. Bütün maçlarda bunu yaptı. Rehhagel, gruptan çıktıktan sonra taktiklerini hep tutturdu ama şansı da çok yaver gitti. Hep öne geçti. Gol yiyip geriye düşseydi, ne yapacaktı. Onu hep merak ettim. Aynen devam mı edecekti, yoksa oyunu risk mi edecekti.

Peki, seyirci Dünya Kupaları’nda, Avrupa Kupaları’nda hangi takımı ister... Brezilya’sız bir Dünya Şampiyonası’nı ben düşünemiyorum. Neden? Çünkü göz zevkimi gideriyorum. Bu turnuvalarda göz zevkini okşayan tek takım vardı. O da Çekler’di. Ama onlar da hep hücum edelim dediler, hiç arkalarını düşünmediler. Bir yediler, kıçüstü oturdular.

Teknik adam baskısı

PORTEKİZ’deki Avrupa Futbol Şampiyonası başlamadan önce Yunanistan’a bahis oynayanlar, trilyonlar kazandı. Çünkü favoriler kaybetti, hiç şans verilmeyen Yunanistan kupanın sahibi oldu.

Peki, bu nasıl oluyor? Şöhretli oyuncuların forma giydiği, kaliteli takımlar niye erkenden elendi. İz bırakan bir Çekler, bir de Yunanlılar var. Benim aklıma bir üçüncü takım gelmiyor.

Bu turnuvaya belki de gelmeyecektim. Ama, Çek takımının gruplardaki maçlarını gördükten sonra, onları canlı seyretmek benim için farz oldu.

Avrupa’da futbol bu noktaya nasıl geldi?

Artık, aynı tarz oyuncu yetiştiriliyor. Fizik- kondisyon- dayanıklılık iyi olmalı. Hep bunların üzerine antrenman yapılıyor. Tıpcılar da futbolcuların sakatlanmaması için gerekli önlemleri alıyorlar.

Peki, hani bu futbolcularının şahsi becerilerinin geliştirilmesi ve öne çıkarılması. Onlara serbest oynama imkanı verilmesi. Yook...

Eskiden sucuk yapmak bir maharetti. Şimdi neredeyse canlı bir ineği makinenin içine sokuyorsun öbür taraftan sucuk olarak çıkıyor. İşte futbolcular da aynı durumda. Yaratıcı futbolcu yok ve yetişmiyor. Neden? Teknik adamların baskısından. Koca turnuvada bacağına kıramp giren bir futbolcuya rastlamadım. Ama 3-4 kişiyi çalımlayıp, gol atan oyuncuyu da görmedim.

Hoşgörü farkı

Portekiz enteresan bir ülke. Sıcak desen, sıcak değil. Arada soğuk oluyor desen, o da değil. Kara iklimine okyanus çok fazla etki ediyor. Rüzgar estiği zaman denizi hissediyorsunuz, suyun soğukluğunu hissediyorsunuz. Restaurantları kifayetsizdi. Dayak mı yedik, yemek mi yedik belli değil. Statlardaki gidiş-geliş mükemmeldi. Özellikle Lizbon’da. Çünkü metro vardı ve Portekiz’in en artı grubu taksiler vardı. Tertemiz düzgün şoförler ve ucuz. Polis derseniz, bir felaket. Sahaya plastik şişe ile su almadılar. Suyun kapağını açtık attık, gene almadılar. Polisin biri benim göğüs cebimden kalemi almaya kalktı, allahtan amiri engel oldu. İnsanları müthiş hoşgörülü, hepsi gülüyorlar, kimse ile kavga etmiyorlar. Hatta tepki olarak alkışlıyorlar. Oteller bir felaket. Tam soygun yerleri. 60-70 euroluk otellere, 400-450 euro verdik. Bu odalarda mini barlar yoktu, buz istedik getirmediler. Ama UEFA için bunların önemi yok. Onlar nasıl olsa iyi otellerde kaldılar, güzel ağırlandılar. Bence statların güzelliği dışında futbol dahil sonuç dahil, yemek dahil, otel dahil hiç kimse keyif almadı. Yani kötü bir Avrupa turnuvası geride kaldı. Bu turnuvayı Portekiz yapıyorsa, biz çok daha iyisini yaparız. Burada bir korkum var. İnsanlarımızın Portekiz insanı gibi hoşgörülü olmaması.

Sizin takım olsaydı

Sokaklarda konuştuğum baz Yunanlılar diyorlar ki, sizin milli takım olsaydı, biz bu başarıyı sağlayamazdık. Evet, bizdeki Emre, Hasan Şaş onlarda yoktu. Ama onlarda Otto Rehhagel, bizde ise Şenol Güneş vardı. Güneş ne de olsa milli takımımızı dünya üçüncüsü yaptı! Şimdi onu hangi takım aldı, bilemiyorum. Takımını dünya üçünsü yapan teknik direktör şimdilik boşta. Otto Rehhagel ise paylaşılamıyor.

Bitse de gitsek

Aslında bu turnuvalardaki yıldızlar, Avrupa’nın üst düzey takımlarında oynuyorlar. Sezon içinde o kadar yüklü programları var ki, ve işin ucunda o kadar büyük paralar kazanıyorlar ki, kendilerini bütün güçleriyle oraya veriyorlar. Yazın göbeğinde, tam dinlenme zamanında oynanan bu turnuvalar onlara angarya geliyor. Sakatlanmaktan da korkuyorlar. Artı bu tip organizasyonlar onlara kariyer olarak fazla bir şey katmıyor. Yani diyorlar ki, ‘turnuva bir an evvel bitse de tatile gitsek dinlensek..’

Dikkatinizi bir şey çekmiştir herhalde. Yavaş yavaş yabancı teknik direktörler milli takımlarda daha fazla başarılı olmaya başladılar. Özellikle İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde yerli dinozorlar hemşehrilerine göz açtırmıyorlar. Veya o dinozorlar istedikleri teknik adamı milli takımlarının başına getirtiyorlar. Bunun son yıllaradaki iki önemli örneği Platini ile Beckenbauer.

Yeni nesil teknik direktörler, kas çalıştırıyorlar, kuvvet çalıştırıyorlar, dayanıklılık çalıştırıyorlar. Ama yaratıcılık veremiyorlar.

Lizbon, Porto ve Faro’da aynı kuruluşun İtalyan restaurantlarına gittim. Dükkanların dizaynı aynıydı. Menülerde fiyatlar da. Üçünde de aynı makarnayı yedim. Ama hepsinde makarnalar farklı farklıydı. Bu da aşçıdan oluyor. Üç yere de aynı aşçıyı koyamıyorsunuz. Onun için de Otto Rehhagel, bu turnuvayı bu farkla kazandı.

Hakemler yaşlandıkça

Bu turnuvada hakemler vasatın üzerine çıkamadılar. UEFA bu sefer doğru bir iş yaptı. Finale Markus Merk’i verdi. Collina ‘Her finali idare ederim’ diyor. Arada Frisk kafayı çıkarıyor. Hep şöyle düşünürüm; hakem yaşlandıkça kafasındaki şeytanların adedi de artıyor. Düdüğü çalmadan evvel düşünüyor. Hakem yaşlandıkça maalesef bu böyle. Genç hakem de düşünmeden çalıyor. Ama hiç olmazsa, hata da yapsa tribünlerde bizler, sahada futbolcular onlara inanıyor.
Yazının Devamını Oku

Aradan sıyrıldılar

5 Temmuz 2004
<B>ADAMLAR </B>tek tek basarak finale geldiler. Göze hoş gelen futbol oynamıyorlar ama futbol oyunu ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Özellikle yük 11 oyuncunun hepsine eşit şekilde dağılıyor. Birisi yatıp, diğeri oynamıyor. Mükemmel yardımlaşıyorlar. Otto Rehhagel yıldızlar ekibi değil, bir takım yaratmış.

Çekler bu turnuvanın en güzel futbol oynayan takımıydı. Ama iyi defans yapamadıkları için kaybettiler. İngilizler de takım olma yolunda bayağı mesafe kaydettiler. Önce onlara yazık oldu. Portekiz elinden geleni yaptı. Ev sahipliğinin avantajını kullandı. Ama onlarla mücadele ederken Yunanistan kendi bildiğini yaparak aradan sıyrılıp şampiyon oldular.

Rehhagel’in turnuvası

Otto Rehhagel
kendi takımının oyun planının yanında, rakip takımı çok iyi etüd ediyor. Onların tehlike çıkış noktalarını daha başlamadan yok ediyor.

Bu turnuva, teknik direktörlerin takımlar üzerindeki artı ve eksi etkilerinin ne kadar büyük olduğunu gösterdi. Yunanistan, turnuva genelinde az gol attı ama daha azını yedi. Hele gruptan sonra hiç yemediler.

Portekiz takımı kötü takım değil. Ama onlar da hep beraber oynayamıyorlar. Bazen Figo’ya bağlılar, bazen Rui Costa’ya. Final maçı kalite olarak 100 üzerinden 30-35’lik maç oldu. Zaten şampiyon olan Yunanistan’ın da bence şansı o orandaydı.

Turnuva bitti, aklımda iki-üç tane maç var. Ve enteresandır, hiçbir futbolcu yok. Demek ki, bu turnuva cılız bir turnuva oldu. Hakem ve yardımcıları bu zor olmayan maçı, daha fazla zorlaştırmadan iyi idare ettiler.

Dikkatimi çeken başka bir şey daha vardı. Portekiz-Hollanda maçının hakemi Anders Frisk, hayrettir, herhalde ödüllendirilmiş olsa gerek, bu maçta 4. hakemdi.
Yazının Devamını Oku

UEFA'nın da tetikçi hakemi var

3 Temmuz 2004
Frisk, Portekiz maçında öyle uyanıkça düdükler çaldı, öyle kartlar gösterdi ki, Hollandalıları delirtti. Zaten istediği de oydu. Çek Cumhuriyeti- Yunanistan maçının hakemi Collina da iyi değildi. GÖRDÜĞÜM Avrupa Şampiyonalarının seyirci açısından en centilmen geçeni bence bu turnava oldu. Evvelki gün yeni otelimin yerini ararken, enteresan bir olayın içine düştüm. Hollandalılar kadınlı, erkekli, çoğunun elinde bira şişeleri Lizbon’un en büyük bulvarlarının birinden şehiri enlemesine geçerek, stada yürüyorlardı. Konvoyun boyu en az 1.5, 2 kilometre vardı. Başlangıç ile bitim arasındaki mesafe ise takriben 5-6 kilometre. Polis bu tarz bir olaya hazırlıksız yakalanmasına rağmen, sadece geçici önlem aldı.

Geliş ve gidişte bütün trafik felç oldu. Lizbon şehrinin yeni yapılanan tarafında gerçekleşen bu yürüyüşte Portekizliler hem yol kenarlarında, hem de yüksek binaların bütün balkonlarına çıkarak, bayrak sallayarak tezahürat yapıyordu. İnanılmaz güzel bir görüntüydü.

Paralı seyirci

Hollandalıların arasında yarım saatten fazla yürüdüm. İki taraf da şarkılar söyledi. Zaman zaman birbirlerine sarılarak dans ettiler. Aslında spor da bu işte. Hollandalılar bu turnuvada iyi para harcayan bir seyirci grubuydu. Şehirin içindeki 4-5 yıldız otellerde kaldılar, iyi restoranlara gittiler. Yunanlılar tam tersiydi. Evvelki gece Çek maçını kazandıktan sonra Porto’da hiç Yunanlı yoktu. Otobüslere binerek, şehir dışındaki ucuz otellerde kalıyorlar. Maç günleri şehire iniyorlar.

En fazla Çek seyircisine üzüldüm. Zaten maddi olanakları kısıtlı bir ülke. Her turu geçişte seyirci adedi artacağına azaldı. Yani taraftar açısından final renkli geçecek. Ama bu turnuva Portekiz ekonomisi açısında ülkeye bir avantaj sağlamadı. Çünkü kolay para harcayan, Fransız, Alman, İngiliz ve Fransızlar çabuk geri döndüler.

Uyanık düdükler

Futbol olarak baktığınızda, kaliteli ve maç heyecanı olan karşılaşma çok azdı. UEFA Portekiz’in sonuna kadar yürümesini istedi. Hollanda maçında Friks’in yönetimini gördükten sonra bu net bir biçimde belli oldu. Yani yalnız bizde değil, UEFA’da da tetikçi hakemler var. Öyle uyanıkça düdükler çaldı, çalmadı, kartlar gösterdi, göstermedi ki, Hollandalıları delirtti. Zaten istediği de oydu. Önceki gün Collina da iyi değildi. Çekler’in net bir penaltısını vermedi. Sarı kartlarını kullanırken ve kullanmazken, benzer pozisyonlarda büyük hatalar yaptı.

Buradaki takımları gördükten sonra yine Şenol Güneş’i hiç beynimden atamıyorum. Tabii ki, onu tutan Haluk Ulusoy’u da. Biraz şansın yaver gidip, biraz futbol oynadın mı, finali de oynarsın, şampiyon da olursun. İşte Yunanistan.

Aradaki fark

Biz de Dünya Kupası’nda bunun aynı örneğini yaşadık. Ama bizde Şenol vardı. Yunanistan’da Otto Rehhagel. Arada bu kadar fark olacak tabii ki. Araştırın bakalım, Rehhagel’in aldığı para, Güneş’in üçte biri. Ama teknik adam olarak Rehhagel’in milli takıma verdiği ile Şenol Güneş’in milli takıma verdiği fark ise tersine 10 misli. Kim ne derse desin ben burada Şenol Güneş’i değil, onu orada tutanları suçluyorum.

Yanal’a kafakol

MİLLİ takımda bir grup var, Şenol’u da kafa kola almışlardı. Şimdi aynısını Ersun Yanal’a da yapıyorlar. Ersun’u oraya getirmekle iş bitmiyor. Yönetici olarak başında bulunup gerekli ikazları yapmazsan, milli takım daha da geriye gider.

Hoş yeni seçilecek Futbol Federasyonu yönetim kurulunda o kabiliyette yöneticiler olacak mı? bilemem.

Yunanistan tehlikesi

ÇEKLER, benim olduğu gibi çok kimsenin hayallerini öldürdü. Mükemmel top kullanan, çabuk oynayan bu takım, Yunanistan karşısında devamlı tekledi. Nedved’in mecburi oyundan alınması mutlaka etkiledi ama, bir oyuncunun çıkması bir takımı bu hale düşürmez. Çekler’in en büyük özelliği topu iyi kullanarak, rakibin üzerine gitmesiydi. Hep böyle oynadıklarından biz onların defans zaaflarını göremedik.

Otto Rehhagel onları en zayıf yerlerinden yakaladı. Diğer maçlarda fazlaca defans oynayan, kontratakla sonuca giden Yunanlılar, dün tam tersini yaptılar. Hücumda en uçta oynayan adamları bile pres yapınca, Çekler bir türlü istedikleri çabuklukta oyuna çıkamadılar. Her şeyde olduğu gibi futbolda da hücum güzel bir şey. Ama defans yapmasını bilemiyorsan, futbol oyununda topal kalırsın. Çekler, Yunan hücumlarında inanılmaz pozisyon hataları yaptı. Bir defans oyuncusu kendi kalecisiyle rakip arasına girer. Ve hele hele korner atışlarında sevgili gibi nefeslerini rakibin boynunda hissettirir. Vücut temasını hiç bırakmaz. Yunanlılar bu moralle, Dünya Kupası’nda bizim grupta çok iş yapar. Bu tarz disiplinli oynayan takımlar bize ters gelir. Dün gece Yunanistan bu turnuvanın en iyi maçını oynadı. Evvelki maçlara göre değil ama dünkü oyunlarına göre finali hak ettiler.
Yazının Devamını Oku

Hak ettiler

2 Temmuz 2004
<B>BİRİSİ </B>bana maçtan önce, <B>‘Yunanistan, Çekler’i yenecek’ </B>dese, <B>‘Büyük sürpriz olur’ </B>cevabını verirdim. Çünkü Çek Cumhuriyeti, futbolu çok süratli ve teknik oynayan bir takımdı. Ama, işte futbol hep hücum demek değil. Defansını da iyi yapacaksın. Yani, iki yönlü bir oyun.

Dün gece hiçbir Çek oyuncu doğru dürüst defans yapamadı. Yunan oyuncular ise sahanın her yerinde mükemmel defans yaptı. Defans yapmak demek, kalenin önüne yığılıp rakibi beklemek değildir. Yunanistan çok tecrübeli bir takım değil. İlk defa böyle bir başarı yakaladılar. Bunda Otto Rehhagel’in payı çok büyük. Rakibi iyi etüt etmiş, takımını da ona göre oynattı.

Diğerleri ne iş yapar?

Nedved
’in zamansız sakatlığı Çekler’i etkiledi. Eğer bir oyuncu, bir takımı bu kadar etkiliyorsa, diğerleri ne iş yapar? Maça başlarken, ‘Şans bu turnuvada Yunanlılar’ın yanında’ demiştik. Ama, Yunanlılar şanslarını hep kendileri yarattı. Bu da unutulmasın. Sen kendi ceza alanı içinde rakiplerini iyi paylaşamaz, boş bırakırsan sonun bu olur.

Yunanistan takımının bu turnuvada oynadığı en iyi maçtı. Dün gece finale, Yunanlılar yerine Çekler çıksaydı, futbol adına yazık olurdu. Çek Teknik Direktör Karel Brueckner bir ara o kadar kötü oldu ki, sahanın kenarına geldi, futbolcularına bağırdı, geri dönerken fenalık geçirdi. Maçın tamamında Çekler aynı hatayı yaptı. Gümüş Gol’den evvel eğer pilot kameradan ceza alanı içini görebilseydiniz, beş tane boş Yunanlı oyuncuyu görecektiniz. Hep beraber geldiler, ‘Madem Gümüş Gol var. İşi bitirip dönelim’ dediler. Çekler de onlara çanak tuttu ve işi bitirip döndüler.

Bizi bekleyen tehlike

Şimdi bizi Dünya Kupası’nda bekleyen bir tehlike var. Bu Yunanlılar, bu moralle ve bize ters gelen şu oyun sistemleriyle canımızı acıtabilirler. Hiç olmazsa onlarla burada karşılaşsaydık. Onun için de Şenol Güneş ile Haluk Ulusoy’u buradaki maçlarda hep anıyorum. Hiç aklımdan çıkmıyorlar...

Collina, gösterdiği ve göstermediği kartlarda kontrolsüzdü. Bence Koller’e yapılan hareket net penaltıydı. Yani Collina’nın dün adı vardı da, kendisi pek yoktu.

Final Portekiz-Yunanistan. Turnuvanın başına döndük. O zaman bizim günahımız neydi, bu kadar maçı boşuna seyrettik! Bari o maçtaki biletlerle seyirciyi de soksunlar da hak yenmesin.
Yazının Devamını Oku

Evsahibinin zaferi

1 Temmuz 2004
Portekiz, iyi mücadele ederek finale geldi. Ama, altını çizerek söylüyorum, UEFA da onun finale gelmesini istedi. Dün akşam, Frisk’ten başka bir hakem olsaydı, maç Portekiz açısından bu kadar rahat geçer miydi, kesinlikle hayır.ANKARA’da, Gençlik Parkı’nın içinde bir lunapark vardı... Hala da duruyor... Bizim gençliğimizde orada ayrı bir bölüm vardı. Kaleye amatör bir kaleci geçer, gelenler parayı bastırıp üçer penaltı atardı. Üçünü de gole çevirirsen sana bir hediye verirlerdi veya üç penaltı daha atardın. Hakem Frisk’i, Davids’i ve Seedorf’u dün akşam 90 dakika seyrettikten sonra aklıma o lunaparktaki penaltı vuruşları geldi. Çünkü bu üçünün de yeri Lizbon Alvalade Stadı değil.

Portekiz iki tane karşıya attı, bir tane kendi kalesine. Çok da kaçırdı. Hollanda Teknik Direktörü Advocaat’ı anlamak mümkün değil. Belki o da yaşlı ama, Overmars ilk 45 dakikada en çok iş yapan adamdı, kenara aldı.

Eskisi gibi vuramıyor

Düşünün, son oyuncu değişikliği van Hooijdonk. Onun etkinliği nerede, serbest vuruşta. Son dakikada tam da yerinde, hem de hak etmediği bir şekilde serbest vuruş kazandılar. Ama van Hooijdonk, duran toplara da artık eskisi gibi vuramıyor. Hele topun yerini değiştiremezse...

Bakın, Hollanda, Fransa, İtalya’ya... Kendini yenilemeyenlerin hepsi dışarıda kaldı. Futbolda şunu hiç unutmamak lazım. Paraya ve şöhrete aç adamı oynatacaksın, onu kullanacaksın. Belki onun hırsından, tok olan da faydalanır.

UEFA da Portekiz’i istedi

Portekiz, iyi mücadele ederek finale geldi. Ama, altını çizerek söylüyorum, UEFA da onun finale gelmesini istedi. Dün akşam, Frisk’ten başka bir hakem (daha genç, cesur ve gördüğünü çalan) olsaydı, maç Portekiz açısından bu kadar rahat geçer miydi, kesinlikle hayır. Hakemin de heyecanını kaybetmişini, sallayacaksın. Çünkü Frisk, 2002 Dünya Kupası’nda da çok kötüydü.

Scolari, isime bakmadan doğru değişiklikler yapıyor. Portekiz takımına bir kişilik kazandırmış. Ama, o da aynı bizim bazı teknik direktörler gibi, saha kenarında hakemlerle oynuyor, onları seyirciye şikayet ediyor, rakip futbolcuyu seyirciye hedef gösteriyor. Tabii bunları siz televizyonda göremiyorsunuz.

Bütün bunlar bu isimde bir teknik direktöre yakışmıyor. Benim onu seyrettiğim maçlarda, teknik alanı ihlal ederek dördüncü hakeme gittiği en az 10 tane pozisyon gördüm. Ama dedim ya, UEFA organizatör ülkeye pembe bakıyor. Haliyle hakemlere de öyle bakacaklar. Bu işler böyle devam ederse, bu tip organizasyonların heyecanı kaybolacak.

Çekler hırpalanacak mı?

Şimdi benim aklıma bin tane şey geliyor. Bu akşam Çek takımı, hakem ve rakip tarafından hırpalanacak mı? Çünkü, Portekizliler Çekler’i değil, Yunanlılar’ı istiyorlar. Yani onların istediği hep tereyağ, kaymak, börek. Normal ve eşit şartlarda oynanacak bir Portekiz-Çek Cumhuriyeti finalinden Çekler çıkar.

Ama, tekrar vurguluyorum normal ve eşit şartlarda bir finalden. Belki de Çekler’i oraya gelmeden bile boğabilirler. Bana hiçbir şey artık sürpriz gelmiyor. Çünkü Portekiz’e gelen insanları otellerde küloduna kadar soyuyorlar. Bazı takımlar da o hale gelirse şaşmayın.
Yazının Devamını Oku

Cinayeti gördüm!

30 Haziran 2004
Bu Avrupa Kupası’nda şöhretler yok oldu. Çünkü ünlü futbolcular psikolojik olarak takımın ve teknik adamların üzerinde baskı unsuru oldular. Teknik adamlar, ‘dayanıklılık, fizik güç’ diye diye, yaratıcılığı öldürdüler.BU Avrupa Kupası’nda genel kanı, ‘Takımlar fazlaca defans yapıyor’ şeklinde. Aslında teknik adamlar, bazı yerlerde takılıyorlar.

Şöyle ki; moda denen bir olay var. Mesela, son zamanların en yerinde ve güzel modası, düşük kemer pantalon. Hele kadınların da vücudu güzel olursa, çok yakışıyor. Ama bakın, göbek ve kalça biraz kalın oldu mu, düşük kemer iğrenç gözüküyor. Maalesef böyle vücudu olan kadınlar bile cesaretle onu kullanıyorlar. Şimdi bu olayın futbol benzetmesine dönelim..

Moda değişiyor

Son yıllarda defansta üç adam, ortada beş adam modası vardı. Orta beşlinin en dışında oynayanların canı çıkıyordu. Bazen iki-üç rakiple tek başlarına kalıyor ve perişan oluyorlardı. İşin daha önemli yanı, arkada oynayan üç kişinin çok çabuk ve süratli olmaları gerekirdi.

O sürat ve çabukluktaki üç adamı, hiç bir ülke bulamadı. O zaman teknik adamlar ne yaptılar, (Tabii ki, bunu futbolcularla danışarak yaptılar) 4’lü defansa döndüler.

Arka dörtlünün ortasındaki ikili ağır bile olsa (ki, en güzel örneği İngilizlerde var) önlerine bir adam koyuyorlar, oluyor üçlü. İki defans da yanda var, ediyor beş. Orta alanın bir tanesi de defansa fazlaca yardımcı oluyor, kaleciyle birlikte savunmada 7 kişi oluyor. Bu sonuçlardan çıkan genel görüntü defans.

Ekmek-Köfte

Futbol oyununda aynen, ‘ne kadar ekmek, o kadar köfte’ prensibi vardır. Topu kaptırınca ne kadar defans yapıyorsan, kapınca da o kadar oyuncu ile hücuma kalkacaksın.

Hücumu kiminle yapacaksın?

Bireysel becerili oyuncularla.

Teknik adamlar, ‘dayanıklılık, fizik güç’ diye diye, yaratıcılığı öldürdüler.

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, bu Avrupa Kupası’nda bir tane ayağına kramp giren futbolcu göremedim. Ki, Portekiz- İngiltere maçında o tempoya dayanmak, her baba yiğidin harcı değil.

Bu Avrupa Kupası’nda şöhretler de yok oldu. Çünkü şöhretler psikolojik olarak takımın üzerinde baskı unsuru oldular. Haliyle teknik adamlar üzerinde de. Mesela Erikson cesaret edip, Beckham’ı oyundan alabilse, belki de bugün İngiltere yarı finalde olacaktı.

Scolari kızdı

Scolari
takım içinde arkadaşlarına baskı yapıp, sol dıştan topu ortalayacağına, kendine top atılmasını isteyen Figo’ya çıldırıp, oyundan alıverdi. Ve maçı kurtardı. Ülkeler yıldız oyuncu yaratıyorlar ama sonra da onların altında eziliyorlar.

Eğer bir takım başarılı oluyorsa, yavaş yavaş değiştirilmeli. Zamanı gelince budayacaksın ki, ağaç daha gürleşsin. İşte Fransa, İtalya ve Hollanda. Hiçbiri yenilenmediler. Uzağa gitmeyelim, işte Türkiye. Geçen yıl Fransa’da Konfederasyon Kupası’nda Şenol Güneş çok güzel bir hava yakaladı ama devam edemedi. Ve biz bugün bu yüzden orda yokuz.

Buraya bir parantez açalım.. Ersun Yanal da genel yapısı ve söyledikleriyle şu anda uyguladıkları arasında ters orantı kuruyor. Kendi bileceği iş ama bu konuyu ileride daha ayrıntılı bir şekilde açarak anlatacağım.

Alman Ligi ile Fransa Ligi’nden Avrupa Kupası’na bu milli takımlar geliyorsa, bunların tek sorumluları teknik direktörlerdir. İngiltere’yi bunlardan ayırıyorum. Takım olarak mücadele ederek elendiler. Çarpışarak elendiler.

Renksiz tribün

İsveç’i, Danimarka’yı, Hollanda’yı, Yunanistan’ı gördükten sonra ‘Keşke İngilizler kalsaydı’ diye düşündüm. Bu turnuva için holiganlar, hem İngiltere’den yola çıkamadılar, hem de Portekiz’den vize alamadılar. Aralarında holigan da olsa, İngiliz seyircisinin olmadığı yerde turnuva renksiz kalıyor. Nasıl Dünya Kupaları’nda Brezilya takımı olmazsa, eksiklik hissediyor, İngilizler de tribün yönünden eksik kalıyor.

Çek takımı büyük keyif veriyor. Gelen kadronun hepsi oynadı. Oyunları hiç değişmedi. En önemlisi teknik direktörleri futbolcularının bireysel becerilerine hiç karışmıyor. Onların sergilenmesine izin veriyor. Bir tek defansa karışıyor.

Hücum ederken bile, teknik alanın ucuna gelip, defans açısından futbolcularını ikaz ediyor. Belki şampiyon olamayacaklar ama, (çünkü Portekiz’in seyirci avantajı olacak) bence bu turnuvanın takımı Çekler. Çünkü onların bütün maçlarından bir futbolsever olarak keyif aldım.

İŞTE İKİ ÖRNEK:

İngiltere Teknik Direktörü Eriksson cesaret edip, David Beckham’ı oyundan alabilse, belki de bugün İngiltere yarı finalde olacaktı. Scolari takım içinde arkadaşlarına baskı yapıp, sol dıştan topu ortalayacağına, kendine top atılmasını isteyen Luis Figo’ya çıldırıp, oyundan alıverdi. Ve maçı kurtardı.

Hakemlerimiz ve hikaye

6 yılda İki kez Avrupa Şampiyonası’na, bir kez de Dünya Kupası’na katıldık. ‘Turnuvalarda takımımız var da neden hakemlerimiz yok’ diye konuştuk durduk. Bu kupada Lüksemburg’un hakemi var, takımı yok. Yani hakem kardeşlerimiz hikaye anlatmayı bıraksınlar, icraata geçsinler.

PORTEKİZ SOYGUNU

1 gecelik otel 1 milyar lira

UEFA, sırça köşkte yaşıyor. Buradaki statlar güzel. Mimarileri sempatik. Ama bazılarının park yerleri daha yetiştirilememiş. Stadın etrafındaki tarlaya grayder sokmuşlar, arabaları parkettiriyorlar.

Faro bunun en son örneğidir. Oteller bir felaket. Bırakın yatmayı, iti bağlamayacağınız otellere 200 Euro istiyorlar. Evvelki gece Porto’da bir otelde yattım, bir geceliğine 500 milyon verdim. Sabah kahvaltı parası olarak da 18 milyon ekstra aldılar.

DGM’ler göreve

‘Final oynanacağı gün Lizbon’da hiç yatak yok’
diyorlar. Şu anda istedikleri para, kişi başına 600 Euro. Yani final gecesi yatacağınız yerin bedeli 1 milyar. Çok ülke seyircisi Charter uçaklarla günü birlik gelip, maçı seyrediyor, yemek yiyor ve gece aynı uçakla dönüyor.

Bir kısım seyirci ise parklarda uyuyor. Yani çok muntazam ve organize bir soygun var. Bizde olsa Devlet Güvenlik Mahkemeleri el koyar. Ama UEFA’nın haberi yok. Dedim ya, onlar sırça köşkte yaşıyor. Statlar da iyi. Haliyle iyi de ağırlanıyorlar. Alt taraftan haberleri yok.

3 günde paça ayarı

Poliste hala faşist dönemin izleri var. Herşeye ‘hayır’ diyorlar. ‘Emir böyle’ diyorlar. Portekizliler hava atıyorlar. ‘Bizde güvenlik açısından fazla olay olmaz’ diye. Ama tabii bir şeyi kestiremiyorlar. Bir tek komşuları var o da İspanya. Bizim etrafımızda kaç tane bela var, onu bilmiyorlar. Ayrıca bilmeye de mecbur değiller.

Çok rahatlar. Bir İtalyan giyim mağazasına girdim, düz paça keten pantalon beğendim, alacaktım. Paçanın boy ayarını üç günde yapabileceklerini söylediler ve vazgeçtim. Bir İtalyan restorana girdik, yemekten evvel, zeytin tabağı getirdiler. Zeytinyağı döküp, ekmek istedik, ‘Ekmek yok’ dediler.

Taksiler tertemiz

İspanya’da, sokaklarda, caddelerde gece gezerken, gazete ve kitabınızı okuyabilirsiniz. Her taraf ışıl ışıl. Komşu Portekiz’de her taraf zifiri karanlık. Bütün bunları gördükten sonra bu tip organizasyonu çok rahat yapabileceğimizi gördüm.

Güzel şeyler yok mu, var. Şehirlerin her tarafı meydan dolu. İnsanlar rahat rahat oturup sohbet ediyorlar. Portekiz’in en güzel tarafı taksileri. Hepsi pırıl pırıl. Şöförler saygılı. Ve diğer ülkelere göre çok ucuz. Portekiz’deki yaşantı maliyetine göre çok hesaplı. Şehir için araba kiralamaya gerek yok.
Yazının Devamını Oku

İsveçli Ljungberg’in Hollanda maçındaki golü

28 Haziran 2004
<B>HOLLANDA’</B>nın İsveç’i penaltılarla eleyip, yarı final vizesi aldığı maçta yaşanan bir pozisyon, tartışmalara neden oldu. Normal süresi ve uzatma bölümleri golsüz biten maçtan sonra geçilen seri penaltı vuruşlarında, İsveç takımından Ljungberg’in vuruşunda top önce direğe, ardından kaleci Van der Sar’a çarpıp filelerle buluştu. İşte tartışmalara neden olan bu penaltıyı yazarımız Erman Toroğlu yorumladı.

Futbol Oyun Kuralları’nın 14. maddesinde yer alan ‘Bir eleme maçında, maçın berabere bitmesi halinde galibi tayin etmek için penaltı noktasından yapılacak vuruşların şartları’nı belirleyen 20. bölümü der ki;

‘Penaltı noktasından kaleye doğru yapılan vuruşlarda veya normal oyun süresi içinde penaltı vuruşu için süre ilavesi verildiğinde, top kale yan direğine veya üst direğine veya kaleciye çarpar ve kaleye girerse, gole hükmedilir.’

Kuralda yazılı olanlar açıktır. Fakat, yıllar önce bir uluslararası maçta aynen Hollanda-İsveç maçında olduğu gibi böyle bir pozisyonda gol oldu. Hakem de golü verdi.

O zaman hakem olan Talat Tokat, bunun bir yorum hatası olduğunu, golün iptal edilmesi gerektiğini televizyonlara çıkarak izah etti.

Türkiye’de kamuoyu ikiye bölündü. Hatta ve hatta FIFA’ya soruldu. Ve FIFA buna net bir şekilde açıklık getirdi. Dedi ki; ‘Bunu tartışmanız bile yersiz. Bize soruyu yöneltmemeniz gerekirdi. Burada asıl olan aksiyonun devamıdır. Penaltı vuruşunda top direğe, kaleciye, tekrar direğe vurur, tekrar kaleciye vurabilir. Buradaki olayda hakem, topun aksiyonunun bitmesini bekler. Gol olmuşsa, kabul edilir.
Yazının Devamını Oku