Bu Avrupa Kupası’nda şöhretler yok oldu. Çünkü ünlü futbolcular psikolojik olarak takımın ve teknik adamların üzerinde baskı unsuru oldular. Teknik adamlar, ‘dayanıklılık, fizik güç’ diye diye, yaratıcılığı öldürdüler.
BU Avrupa Kupası’nda genel kanı, ‘Takımlar fazlaca defans yapıyor’ şeklinde. Aslında teknik adamlar, bazı yerlerde takılıyorlar.
Şöyle ki; moda denen bir olay var. Mesela, son zamanların en yerinde ve güzel modası, düşük kemer pantalon. Hele kadınların da vücudu güzel olursa, çok yakışıyor. Ama bakın, göbek ve kalça biraz kalın oldu mu, düşük kemer iğrenç gözüküyor. Maalesef böyle vücudu olan kadınlar bile cesaretle onu kullanıyorlar. Şimdi bu olayın futbol benzetmesine dönelim..
Moda değişiyor
Son yıllarda defansta üç adam, ortada beş adam modası vardı. Orta beşlinin en dışında oynayanların canı çıkıyordu. Bazen iki-üç rakiple tek başlarına kalıyor ve perişan oluyorlardı. İşin daha önemli yanı, arkada oynayan üç kişinin çok çabuk ve süratli olmaları gerekirdi.
O sürat ve çabukluktaki üç adamı, hiç bir ülke bulamadı. O zaman teknik adamlar ne yaptılar, (Tabii ki, bunu futbolcularla danışarak yaptılar) 4’lü defansa döndüler.
Arka dörtlünün ortasındaki ikili ağır bile olsa (ki, en güzel örneği İngilizlerde var) önlerine bir adam koyuyorlar, oluyor üçlü. İki defans da yanda var, ediyor beş. Orta alanın bir tanesi de defansa fazlaca yardımcı oluyor, kaleciyle birlikte savunmada 7 kişi oluyor. Bu sonuçlardan çıkan genel görüntü defans.
Ekmek-Köfte
Futbol oyununda aynen, ‘ne kadar ekmek, o kadar köfte’ prensibi vardır. Topu kaptırınca ne kadar defans yapıyorsan, kapınca da o kadar oyuncu ile hücuma kalkacaksın.
Hücumu kiminle yapacaksın?
Bireysel becerili oyuncularla.
Teknik adamlar, ‘dayanıklılık, fizik güç’ diye diye, yaratıcılığı öldürdüler.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, bu Avrupa Kupası’nda bir tane ayağına kramp giren futbolcu göremedim. Ki, Portekiz- İngiltere maçında o tempoya dayanmak, her baba yiğidin harcı değil.
Bu Avrupa Kupası’nda şöhretler de yok oldu. Çünkü şöhretler psikolojik olarak takımın üzerinde baskı unsuru oldular. Haliyle teknik adamlar üzerinde de. Mesela Erikson cesaret edip, Beckham’ı oyundan alabilse, belki de bugün İngiltere yarı finalde olacaktı.
Scolari kızdı
Scolari takım içinde arkadaşlarına baskı yapıp, sol dıştan topu ortalayacağına, kendine top atılmasını isteyen Figo’ya çıldırıp, oyundan alıverdi. Ve maçı kurtardı. Ülkeler yıldız oyuncu yaratıyorlar ama sonra da onların altında eziliyorlar.
Eğer bir takım başarılı oluyorsa, yavaş yavaş değiştirilmeli. Zamanı gelince budayacaksın ki, ağaç daha gürleşsin. İşte Fransa, İtalya ve Hollanda. Hiçbiri yenilenmediler. Uzağa gitmeyelim, işte Türkiye. Geçen yıl Fransa’da Konfederasyon Kupası’nda Şenol Güneş çok güzel bir hava yakaladı ama devam edemedi. Ve biz bugün bu yüzden orda yokuz.
Buraya bir parantez açalım.. Ersun Yanal da genel yapısı ve söyledikleriyle şu anda uyguladıkları arasında ters orantı kuruyor. Kendi bileceği iş ama bu konuyu ileride daha ayrıntılı bir şekilde açarak anlatacağım.
Alman Ligi ile Fransa Ligi’nden Avrupa Kupası’na bu milli takımlar geliyorsa, bunların tek sorumluları teknik direktörlerdir. İngiltere’yi bunlardan ayırıyorum. Takım olarak mücadele ederek elendiler. Çarpışarak elendiler.
Renksiz tribün
İsveç’i, Danimarka’yı, Hollanda’yı, Yunanistan’ı gördükten sonra ‘Keşke İngilizler kalsaydı’ diye düşündüm. Bu turnuva için holiganlar, hem İngiltere’den yola çıkamadılar, hem de Portekiz’den vize alamadılar. Aralarında holigan da olsa, İngiliz seyircisinin olmadığı yerde turnuva renksiz kalıyor. Nasıl Dünya Kupaları’nda Brezilya takımı olmazsa, eksiklik hissediyor, İngilizler de tribün yönünden eksik kalıyor.
Çek takımı büyük keyif veriyor. Gelen kadronun hepsi oynadı. Oyunları hiç değişmedi. En önemlisi teknik direktörleri futbolcularının bireysel becerilerine hiç karışmıyor. Onların sergilenmesine izin veriyor. Bir tek defansa karışıyor.
Hücum ederken bile, teknik alanın ucuna gelip, defans açısından futbolcularını ikaz ediyor. Belki şampiyon olamayacaklar ama, (çünkü Portekiz’in seyirci avantajı olacak) bence bu turnuvanın takımı Çekler. Çünkü onların bütün maçlarından bir futbolsever olarak keyif aldım.
İŞTE İKİ ÖRNEK:
İngiltere Teknik Direktörü Eriksson cesaret edip, David Beckham’ı oyundan alabilse, belki de bugün İngiltere yarı finalde olacaktı. Scolari takım içinde arkadaşlarına baskı yapıp, sol dıştan topu ortalayacağına, kendine top atılmasını isteyen Luis Figo’ya çıldırıp, oyundan alıverdi. Ve maçı kurtardı.
Hakemlerimiz ve hikaye
6 yılda İki kez Avrupa Şampiyonası’na, bir kez de Dünya Kupası’na katıldık. ‘Turnuvalarda takımımız var da neden hakemlerimiz yok’ diye konuştuk durduk. Bu kupada Lüksemburg’un hakemi var, takımı yok. Yani hakem kardeşlerimiz hikaye anlatmayı bıraksınlar, icraata geçsinler.
PORTEKİZ SOYGUNU
1 gecelik otel 1 milyar lira
UEFA, sırça köşkte yaşıyor. Buradaki statlar güzel. Mimarileri sempatik. Ama bazılarının park yerleri daha yetiştirilememiş. Stadın etrafındaki tarlaya grayder sokmuşlar, arabaları parkettiriyorlar.
Faro bunun en son örneğidir. Oteller bir felaket. Bırakın yatmayı, iti bağlamayacağınız otellere 200 Euro istiyorlar. Evvelki gece Porto’da bir otelde yattım, bir geceliğine 500 milyon verdim. Sabah kahvaltı parası olarak da 18 milyon ekstra aldılar.
DGM’ler göreve
‘Final oynanacağı gün Lizbon’da hiç yatak yok’ diyorlar. Şu anda istedikleri para, kişi başına 600 Euro. Yani final gecesi yatacağınız yerin bedeli 1 milyar. Çok ülke seyircisi Charter uçaklarla günü birlik gelip, maçı seyrediyor, yemek yiyor ve gece aynı uçakla dönüyor.
Bir kısım seyirci ise parklarda uyuyor. Yani çok muntazam ve organize bir soygun var. Bizde olsa Devlet Güvenlik Mahkemeleri el koyar. Ama UEFA’nın haberi yok. Dedim ya, onlar sırça köşkte yaşıyor. Statlar da iyi. Haliyle iyi de ağırlanıyorlar. Alt taraftan haberleri yok.
3 günde paça ayarı
Poliste hala faşist dönemin izleri var. Herşeye ‘hayır’ diyorlar. ‘Emir böyle’ diyorlar. Portekizliler hava atıyorlar. ‘Bizde güvenlik açısından fazla olay olmaz’ diye. Ama tabii bir şeyi kestiremiyorlar. Bir tek komşuları var o da İspanya. Bizim etrafımızda kaç tane bela var, onu bilmiyorlar. Ayrıca bilmeye de mecbur değiller.
Çok rahatlar. Bir İtalyan giyim mağazasına girdim, düz paça keten pantalon beğendim, alacaktım. Paçanın boy ayarını üç günde yapabileceklerini söylediler ve vazgeçtim. Bir İtalyan restorana girdik, yemekten evvel, zeytin tabağı getirdiler. Zeytinyağı döküp, ekmek istedik, ‘Ekmek yok’ dediler.
Taksiler tertemiz
İspanya’da, sokaklarda, caddelerde gece gezerken, gazete ve kitabınızı okuyabilirsiniz. Her taraf ışıl ışıl. Komşu Portekiz’de her taraf zifiri karanlık. Bütün bunları gördükten sonra bu tip organizasyonu çok rahat yapabileceğimizi gördüm.
Güzel şeyler yok mu, var. Şehirlerin her tarafı meydan dolu. İnsanlar rahat rahat oturup sohbet ediyorlar. Portekiz’in en güzel tarafı taksileri. Hepsi pırıl pırıl. Şöförler saygılı. Ve diğer ülkelere göre çok ucuz. Portekiz’deki yaşantı maliyetine göre çok hesaplı. Şehir için araba kiralamaya gerek yok.