21 Ekim 2004
Senin, <B>‘Biz bu kadroyla Şampiyonlar Ligi’nde başarılı olamazdık’ </B>sözlerine inanmak mümkün değil. İstediğin her futbolcu alındı. Madem bu kadro zayıftı veya istediklerin alınmadı, çekip gitseydin.1 Gözünün önünde Hooijdonk ile Tuncay kapışmadı mı? Selçuk, ‘Sus artık’ diye onun üstüne yürümedi mi?
2 Kadromuz yetersiz diyorsun. Aynı oyuncular Yanal’ın Milli Takımı’nda takır takır futbol oynuyorlar mı?
3 Fatih’i, önce M.United maçında, oynatıp ardından ‘Huzuru bozuyor’ diye yönetime jurnallemedin mi?
4 Başkanın istememesine rağmen Rüştü diye tutturdun. O Rüştü, seni evinin kapısından geri yolladı mı?
5 Alman Milli Takımı için uçurduğun balon haberi hangi yönetici ortaya çıkardı. Orada kavga etmedin mi?
6 Serhat olayını niye görmezden geliyorsun. Onu kadroya almadığın zaman neler yaptığını denetliyor musun?
SAYIN DAUM... Aslında aşağıda soracağım soruları sana F.Bahçe Yönetimi’nin sorması gerekirdi... Pardon, F.Bahçe Yönetimi ne kadar etkili? Yoksa bu soruyu sana sadece Başkan Aziz Yıldırım mı sormalıydı?
Sayın Daum... Göreve başlayalı 1.5 yıl oldu. Hangi futbolcuyu istedin de, yöneticiler almadı. Veya isteyip de alamadığın futbolculara rağmen şu anda dile getirdiğin, ‘Biz bu kadroyla Şampiyonlar Ligi’nde başarılı olamazdık’ sözlerine inanmak mümkün değil. Senin paradan başka taptığın bir şey yok.
Sakın ağlama
Madem bu kadro zayıftı veya istediklerin alınmadı, çekip gitseydin.
Sakın ağlama Daum. Ve bahane üretme. Aslında Türkiye’de sizlere fazlaca müsahama gösteriliyor. Ve kendi çocuklarımızı biz sizlerden çok fazla hırpalıyoruz.
Bak Daum... Genç bir Ersun Yanal çıktı. Denizlispor’da parladı, Ankaragücü’ne, ardından G.Birliği’ne gitti. Bütün takımlarda iyi futbol oynattı. Oyun sistemini çok çabuk gittiği takımlara adapte etti. Milli Takım’da bu işi yapmak zordur. Orada bile Yanal damgası gözükmeye başladı.
Nasıl oynuyorlar?
Bak Daum.. Bana soruyorlar, ‘Serkan, Deniz, Servet bu takımda oynar mı Erman Ağabey’ diye.. Sayın Daum, bu 3 oyuncudan Serkan ile Deniz geçen yıl G.Birliği’nde, UEFA Kupası’nda harikalar yarattılar. Üçü beraber yanyana Milli Takım’da da mükemmel oynuyorlar. Bırak iyi oynamalarını, daha geçen hafta Danimarka’da harika mücadele ettiler.
Bak Daum.. Türkçe’de bir laf vardır.. ‘At sahibine göre kişner’ derler.
Sen, takımın içindeki olayları tiyatro seyreder gibi ilgisizce gözlüyorsun. Futbolcuların sahanın içinde tartışıyorlar, soyunma odasına giriyorlar birbirlerinin üstüne yürüyorlar.
Sus artık sen!
En son senin önünde Hooijdonk - Tuncay kapışmadı mı? Aralarında Selçuk’un da bulunduğu bazı oyuncular Hooijdonk’un üzerine yürümeye kalkmadılar mı? Hollandalıyı, ‘Sus artık fazla ileri gittin’ diye tehdit etmediler mi?
Bunların hepsi senin önünde oldu. Hepsini yuttun.
Fatih’i bitirdin?
Fatih’i, M.United maçına kadar 1 dakika oynattın. Çıktın o maçta, ‘Bu oyuncuyu takımı kurtarsın’ diye ilk onbirde sahaya sürdün. Maç da gitti, Fatih de bitti. Şimdi aynı Fatih’in ipini sen çekiyorsun. Yönetime raporu verdin, ‘Takımın huzurunu bozuyor’ diyerek gönderilmesini istedin.
Bundan 2 ay önce birkaç yönetici sana, ‘Hocam orta alanda bir tek Marco var. Şampiyonlar Ligi’nde ne oluruz?’ diye sorma cesaretini gösterdiler.
Ne cevap verdin?
‘Merak etmeyin, Avrupa Kupası’nda orta sahayı kalabalık tutacağım.’ O saflar da sana inandılar. Yüreklerine soğuk sular serpildi.
Dün ikinci yarı yine dağlara taşlara yaptın. Çünkü orta alanda çıktığın yere döndün. Yani tek başına Marco’ya.
Hooijdonk yürüyor.. Frikik olursa vuracak, ölme eşeğim ölme yonca biçeriz... Alex, top almak için defansın önüne geliyor. Tuncay, yorulana kadar topu sürüyor, rakibe ayaklarıyla teslim ediyor, yavaş yavaş geri dönüyor...
Rüştü...Rüştü...
Bak Daum... Sen, başkanın Aziz Yıldırım istememesine rağmen, ‘Rüştü, Rüştü’ diye tutturdun. Barcelona’ya gitmeden önce eline bir demet çiçek alıp, onun Beykoz Konakları’ndaki evine gittin. Ama Rüştü sana kapıyı açmadı. Sitenin görevlisi sana, ‘Rüştü’nün evde olduğunu üstüne basa basa söyledi’ Ama o Rüştü’yü sen yine aldın.
Yani ne istediysen yönetime yaptırdın.
Serhat ve eskort Serhat mı? O da ne?
Aklıma gelmişken, biraz da ondan bahsedeyim. Aslında bu benim işim değil, senin hatta yöneticilerin işi ama olsun bir iyilik yapayım.
Bak Serhat.. F.Bahçe takımında oynuyorsun. Gençsin, delikanlısın. Şu anda bulunduğun yerin bilincinde değilsin, yarın Anadolu’da bir takıma gidersen o zaman görürsün.
Bak Serhat... Şu anda oynadığın takım maçlara polis eskortlarıyla gidiyor. Anadolu’da oynarsan, eskortun e’sini bulamazsın. Sana tavsiyem, bu genç yaşlarda büyük takımlarda oyna, maçlara eskortlarla git ama kendin eskort kullanma. Kullanırsan eğer, diz bağların tutmaz, futbol oynamaya gücün yetmez.
Halı sahada maç
Boşver, aslında seninle yakın temasta bulunan Daum’un ve yöneticilerinin alakadar olması lazım. Ama sen o kadar cesaretlisin ki, maç kadrosuna girmediğin haftalarda, senin takımın maç yaparken, ve sen takımının maçını iç sahadaysa tribünden, deplasmandaysa TV’den izlemen gerekirken, Acarkent’e gidip halı sahada maç yapıyorsun. Aferin sana..
Aslında senin bu tutum ve davranışların, genel olaylar içinde detay...
Kartopu misali
Bak Daum.. Sen neden F.Bahçe Teknik Direktörü’sün? Niye oraya getirildin? Bütün bu olayları halletmek için. Ama sen sorunları çözeceğine, kartopu misali arttırarak, yoluna devam ediyorsun. Sende haklısın Daum... Senin yönetimin ve özelikle başkanın medya ile uğraşmaktan ne seni denetleyebiliyor, ne de takımı. Tabii denetlemeleri için futbolu da bilmeleri gerekir (!) o da başka sorun tabii ki..
Balon haberler
Evet Daum... Yukarıdakiler gerçek.. Sen tam F.Bahçe ile yeni bir anlaşma için masaya oturduğunda balon bir haber uçurdun. ‘Beni Alman Federasyonu Milli Takım için istiyor’ dedin. Hatta ilave ettin, ‘Benim çocuklarımın ömür boyu okul parasını verecekler, onu verecekler, bunu verecekler’ diye...
Ama ismi bende saklı uyanık bir F.Bahçe yöneticisi açtı telefonu Alman Futbol Federasyonu’na ve kesinlikle böyle bir şey olmadığı cevabını aldı. Toplantı başladığında, sen çıldırıyordun. Hatta bir yöneticiye, ağzından ters kelimeler çıktı.
Masken düştü
Başkan ile aranızda tercümelerin doğru yapılmadığı konusunda tartışma bile oldu. Devreye tercümanlık yapmak için başka bir yönetici girdi. Aslında senin masken orada düşmüştü. Ama o yöneticiler seni yollama cesaretini bulamadılar. Onun için de bugün, onların da bir şey söylemeye hakları yok.
Evet Daum... S.Prag maçı, Fenerbahçe Avrupa’da devam eder mi, etmez mi, onu gösterecek. Eğer devam ederse, bu kafayla UEFA’da fazla gidemezsiniz. Ama merak etmeyin o zaman da yapılacak daha çok şey var. Mesela Türkiye Ligi şampiyonluğu masalına devam edip, mart ayında eski tribünü yıkarsınız, Başkan Yıldırım yeni tribünde, güzel bir basın bölümü yapar.
Aslanım koçum...
Eeee... Şak-şakçılar da hazır kıta... Canım ciğerim derseniz, arkadan aslanım koçum... Yeni sezonun başında Zürih’e kura çekimine gidersiniz, yine kuradan sonra, gruptan kesin çıkacağınızı, en kolay gruba düştüğünüzü ve en doğru maç trafiği olduğunu söylersiniz. Türkiye de sizinle gurur duyar..
Ama benim sorularım ya havada kalır, ya da ‘mahkemeye gideceğiz’ diye açıklama yapar Fener TV’de yayınlarsınız.
‘3.’lük başArıdır’ sözleri bardağı taşırdı
ŞAMPİYONLAR Ligi’nde O.Lyon ile oynanan gruptaki kritik maçta rakibine boyun eğen F.Bahçe, bir yanda 3-1’lik sonuça üzülürken, öte yanda Christoph Daum’un, ‘F.Bahçe bu grupta üçüncü olursa başarıdır’ sözleriyle yıkıldı. Taraftarlar bu açıklamalara isyan ederken, yönetim Avrupa’da zirve hedeflerinin bir anda yıkılmasının yanı sıra Alman çalıştırıcının şok sözlerine inanamadı. Bu beklenmedik açıklama sonrası 2 yazarımız da Daum’u değerlendirdi.
Yazının Devamını Oku 20 Ekim 2004
Sen, sezon başından itibaren takımını Şampiyonlar Ligi’ne göre hazırlamadın, her maç ayrı bir kadro çıkardın, Türkiye Ligi’nde iyi futbolcularınla dalga geçtin. YAZIYI da lafı da hiç uzatmayalım. Manchester ve Lyon’u gördükten sonra bu Fenerbahçe takımı bir üst tura geçerse eğer, futbol adına, adalet adına haksızlık yapılmış olur. Biraz daha ileri gidelim, bu Fenerbahçe, S.Prag’dan da kötü. Yani, netice bu Fenerbahçe grubun en zayıf takımı.
Peki, Fenerbahçe rakiplerine göre zayıf da bu kadar aciz kalacak takım mı, ona da hayır. Onun da tek sorumlusu Daum.
Sen, sezon başından itibaren takımını Şampiyonlar Ligi’ne göre hazırlamadın, her maç ayrı bir kadro çıkardın, Türkiye Ligi’ne göre iyi futbolculara sahip olduğundan dalga geçtin. Orta saha diye bir kavramın olmadığı, herhangi bir maçta bir oyuncu değiştirdin, 4-5 kişinin yeriyle oynadın. Fatih’i Manchester maçına kadar bir dakika oynattın, sonra o maçta takımı kurtarsın diye sahaya ilk 11’de çıkarttın, hem maçı kaybettin hem Fatih’i kaybettin. Deniz’i hiç oynatmadığın yerde Lyon maçında sahaya sürdün ve bu futbolcuyu seyircinin kucağına attın, hadi Deniz hücum yönünde zayıftı ama hiç olmazsa orta alanda Marco ile beraber defansa yardım ediyordu. Onu oyundan alıp, Mehmet Yozgatlı’yı sokunca orta alan Çorum-Yozgat arası gibi oldu.
Nitekim ikinci yarı ortadan bomboş geldiler, leblebi gibi golleri yaptılar. Resmen oraya otoban kurdular. Yani Daum, ne yapılmayacaksa onları yaptı. Fenerbahçe yönetimi de onu seyretti. Bu Fenerbahçe yönetimi sözlü ve yazılı basınla uğraştığı kadar Daum’la uğraşsalardı takımlarını Avrupa’ya bu kadar rezil etmezlerdi.
Yönetim Daum’la uğraşsın
Bir Fenerbahçe düşünün, topu araya ileriye atacağına hep yana ve geriye oynayan bir takım. Bir Lyon düşünün. Bırakın geriye atmayı, yan top bile yapmayı düşünmeyen, ilerdeki rakip kaleye, uzaktakine değil de rakip kaleye en yakın olanına top atmayı düşünen.
Bir maç düşünün bir tarafta ağır siklet boksör, bir tarafta hafif siklet. Ve bir maç düşünün, skor Fenerbahçe aleyhine 3-1. Ama sahada oynanan futbola göre bence Fenerbahçe dün akşam şanslı olan takımdı.
Yoksa, skorun herhalde 6-7 fark olması gerekirdi.
Lyon, 2-0’dan sonra Fenerbahçe’nin üzerine gitmeye değil de top yaparak dalga geçmeye başladılar. O arada da golü yediler. Sonra gene uyandılar işi ciddi tuttular.
Seyirci mi gol atacak?
Hakeme baksak, bahane bulacak bir şey yok. Adamlara en ufak kıyakları olmadı. Fenerbahçe’ye az da olsa oldu. Saha şartları, hava şartları iyi. Seyirci desen mükemmel.
Fenerbahçeliler durup durup, biz seyirciye çok güveniyoruz diyorlar. Ne o yani seyirci sahaya girip, rakibe gol mü atacak? O elinden geleni yaptı. Ama esas seyirci Daum, hakikaten bu sezon takımını hep seyretti. Fenerbahçe yönetimi de onu seyretti.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2004
<B>ÖNCE</B> seyircilerden başlayalım. Ev sahibi G.Antep seyircisine, G.Antepspor takımı fazla geliyor, büyük geliyor, bol geliyor. Böyle taraftarlık olmaz. Hepsi ellerine almış birer paket çekirdek, çıtlaya çıtlaya sohbet ediyorlar. G.Antep’in mağlup olması ya da galip gelmesi onları fazla ilgilendirmiyor. Ne bir heyecan var, ne bir destek. Futbola bu kadar yatırım, G.Antep halkı için bence fazla. Farkında değiller, deplasmana gelen takımların şehre bıraktıkları paranın bir hesabını yapsınlar bakalım. Sonra da takımını candan destekleyen F.Bahçe seyircisi için ‘bir avuç i...’ diye bağırıyorlar.
Güzel ve çirkin
Şimdi dönelim F.Bahçe seyircisine. O G.Antep seyircisinin bir avuç dediği F.Bahçe taraftarı 90 dakika bütün stadı susturdu. Canı gönülden takımını destekledi. Buraya kadar her şey tamam. Ama bundan sonrası için de her şey yanlış. Hani F.Bahçe seyircisi küfür etmiyordu, hani F.Bahçe seyircisi sahaya bir şey atmıyordu. Bırakın bir şay atmayı, çok şey attılar. Meşaleler bile yandı. Bu da yetmedi, sahaya bir taraftar atladı. İki dakika sahada tur attı. Sahadaki üç hakemden ve dördüncüden tık yok. Hatta Oktay Demiray, önde F.Bahçe taraftarı, arkada polisler koşarken, neredeyse dönüp iki eliyle şöyle paralel bir işaret gösterip, ‘oyna avantaj’ diyecekti ki, 10 dakika sonra polisleri görünce uyandı.
Artık sahaya atılan her şey, her eylem, didik didik ediliyor ve raporlara yazılıyor. Temsilci Zihni Aksoy ve gözlemci Oğuz Sarvan’ın da bunları yazdıklarından eminim. Deplasmanda da olsa artık o takımın aleyhine saha kapatma veriliyor. Örnek isterseniz, daha ligin birinci maçı, Güngören’de oynanan İstanbulspor-Diyarbakır maçı ve bu maçta Diyarbakırspor’un sahası kapandı. Bakalım, F.Bahçe için disiplinden nasıl bir karar çıkacak. Ve hayrettir, bu F.Bahçe taraftarı, sahaya giren arkadaşlarından sonra, ‘Yönetim uyuma, taraftara sahip çık’ diye bağırabiliyor.
Tribünleri yazmaktan, maça ancak gelebildik. İki takım da birbirinden çok çekiniyordu. Özellikle Daum, bu sezon ilk defa orta alanı bu kadar kalabalık tuttu. Bir tek Nobre’yi ileride tek bıraktı. Hücuma kalktıklarında diğerleri ona yardıma gittiler. G.Antep 90 dakika boyunca istediğini bir türlü sahaya yansıtamadı. Sarı lacivertliler, belki çok iyi oynamadı ama takım olarak iyi mücadele etti. Çok iyi yardımlaştılar. Tek blok halinde oynadılar. Dün geceki en büyük artıları buydu. Kimse, diğer arkadaşına fırça atmadı. Yardımına koştu, açığını kapattı.
Bencil Tuncay
Tuncay yine bencil. 87’nci dakikada soldan çok güzel getirdiği topu, Nobre’ye çıkartsa iş netleşecek. Ama o, profesyonel bir oyuncunun yapmayacağını yaparak, sıfırdan kaleye vuruyor. Serkan müthiş faydalı. Her topta, almasa bile intihar komandosu gibi müdahalesini yapıyor, rakibi bozuyor. Serbest kalınca de boşa çıkıp ileriye gidiyor, resmen arı gibi. Hooijdonk, rakip hücumlarında hemen orta sahaya geldi, yerini aldı, perdelemeleri güzel yaptı.
G.Antep, F.Bahçe’nin isteği doğrultusunda oyuna ağır çıktı. Bazı futbolcular, takım oyunundan ziyade, kendilerini göstermek için oynadı. Düşünün bir kere, Rüştü’ye ilk top, 25’inci dakikada geldi. 46. dakikada, G.Antep defansının kalecisine bıraktığı top, kaleciye pastı. Ama hakem atladı. Maçın bitimine 2 dakika kala Hooijdonk’u çıkartıp, Selçuk’u almaya kalkan Daum, rakip serbest vuruş kazanınca vazgeçmeye kalktı. Fakat dördüncü hakem değişikliği yaptı. Hem suçlu, hem güçlü olan Daum, dördüncü hakemi bir güzel fırçaladı. Hooijdonk da, Daum’u yalnız bırakmadı, o da fırçaya, fırçayla destek verdi.
Yazının Devamını Oku 14 Ekim 2004
<B>ŞU </B>kesin gözüküyor; milli takımda bir değişim var. <B>Ersun Yanal,</B> istediklerini yavaş yavaş yaptırmaya başladı. Eksik ararsanız, çok. Takımda yük, herkese aynı oranda binmedi. Mesela Fatih. Doksan dakika boyunca rakip defansın kucağında eridi gitti. Bir tane hava topu alamadı. Arkadaşlarına alan açamadı.
Biz hala Hakan tartışması yapıyoruz. İsimleri bırakalım. ‘Dün gece bu takımda Hakan olsaydı ne yapardı?’ diye sorsak, ‘Kesinlikle netice böyle olmaz, lehimize sonuçlanırdı’ yanıtını veririz.
Rakibin kanatlarını iyi kapatmaya çalıştık ama, sol tarafta bir türlü başarılı olamadık. Önce İbrahim, sonra Ümit o kanattan çok açık verdiler. İbrahim, Türkiye liglerinde yaptıklarının aynını gene yaptı, hakem de penaltıyı yapıştırdı. Aynı İbrahim oynadığı sürece yardımcı hakem ve hakemin peşinden ayrılmadı. Her pozisyonda itiraz etti. İbrahim eğer sarı veya kırmızı kart görmediyse bu, ona hakemlerin bir lütfu.
Böyle karta can kurban!
Eğer bir futbolcu kart görecekse, 88. dakikada Serkan’ın aldığı gibi görmeli. Takımı için çok büyük bir tehlikeyi başlamadan bitirdi ama kartı da gördü. Böyle sarı karta can kurban. Kısa boylu adamlardan kuruluyuz, ama attığımız gol, kafa golü. Yani kesik bir yan ortadan atılan gol.
Takımın en iyisi Emre idi. Top, onun ayağına geldiği zaman, insan rahatlıyor. Hem oyunu yönlendiriyor, hem arkadaşlarını. Nihat’la da iyi anlaşıyorlar. Zaten ikisi de Avrupalı. Bunu da yaptıkları hareketlerle gösteriyorlar. Rüştü de çok önemli üç pozisyon çıkardı. Bence Emre ve Nihat’tan sonra sahanın en iyi üçüncü ismi Hüseyin’di. Okan, rakibini attırmaktan başka bir şey yapmadı. Tuncay, girdikten sonra iyi şeyler yapmaya kalktı ama o bencilliği yok mu, ah o bencilliği...
Hakem İtalyan olunca...
Danimaka 10 kişi kaldıktan sonra 1-0’ın üstüne yatmaya kalktı. En büyük hatayı da orada yaptılar. 8 numaralı Gronkjaer atıldıktan sonra Danimarkalılar bizden de futbolcu attırmak için her şeyi yaptılar. Ama hakem İtalyan olunca, emelleri gerçekleşmedi. Aslında hakem için zor bir maçtı. Ama İtalya’da bu tarz maç çok oynandığı için Massimo fazla zorlanmadı. Çünkü sahadaki 22 futbolcu da zaman zaman iyi niyetli değillerdi. Aslında bu maçı 6 eksikle sahaya çıkan ve 10 kişi kalan Danimarka önünde almamız gerekirdi. Alamamamızın tek nedeni, tecrübesizliğimiz oldu. Olsun, artık bundan sonra diğer bütün maçları kazanabiliriz. Yeter ki, kendi kendimizle kavga etmeyelim veya dolmuşa gelmeyelim.
Yazının Devamını Oku 13 Ekim 2004
Bu Danimarka bize düşman, AB’ye girmemizi istemiyorlar. Kopenhag’daki sefiremize zina meselesini sormuşlar, bakın ne cevap almışlar: ‘Gidin bir de Papa’ya sorun’ BUGÜN oynayacağımız maçta rakibimiz Danimarka!.. Aslında yalnız rakibimiz değil, futbolda bu terim kullanılıyor. Bu Danimarka, inanın Avrupa’da bize düşman üç ülkeden biri. Gene inanın, Yunanlılar bize böyle bakmıyorlar. Geçen Yunanistan maçında Atina’daydım. Yunan seyircisi ufak bir taşkınlık yapan bir avuç gruba karşı bile büyük tavır koydu ve bize sempatiyle baktı. Şurada özellikle söylüyorum; Yunan takımı Türkiye’ye geldiğinde, ne gördüysek aynısını, hatta daha fazlasını onlara yapmaya mecburuz.
Önceki gece antrenmanda Danimarka polisi yoktu, bizim korumalar da yoktu. Biz ne yaptık, birbirimize vurduk. Yani, bizim kendimize yaptığımızı yılan bize yapmıyor. Adamlara kızıyoruz, ama onların ekmeğine yağ sürüyoruz. Danimarka’nın nüfusu 5.5 milyon, Kopenhag 1.5 milyon. Adam başına milli gelir 33 bin dolar diyorlar. Bizim milli gelirimizin durumu henüz belli değil. Ona net olarak bir türlü karar veremiyoruz!
Bizi istemiyorlar
Danimarka bizim AB’ye girmemizi özellikle istemiyor ve bunun için her türlü şeyi kolluyorlar. Son zamanlarda bu konudaki en büyük silahları zina olmuş. ‘Siz zaten gerisiniz, bakın hükümetiniz bile bu konuda neler yapıyor?’ diyorlar. Karşıdan sallıyorlar. Ama, maalesef zinanın konuşulduğu son zamanlardaki Türkiye’nin, belki isteyerek, belki istemeyerek (!) bizim buradaki büyükelçimiz bir bayan. Yani, sefire. Ve sefiremiz geçenlerde televizyona canlı yayına çıkıyor. Onu özellikle zina konusundaki sorularla köşeye kıstırmaya kalkıyorlar. Ama sefiremiz cin gibi, ne de olsa Atatürk’ün kızı. Diyor ki, ‘Zina da sizin yıllardır büyük sorununuzdu. Siz daha bu konuyu çözeli 8-10 yıl oldu. Bu soruyu bana soracağınıza, gidin bir de Papa’ya sorun.’ Zınk diye kalıyorlar. Ama, biz bir türlü akıllanamıyoruz. Daha maçtan iki gün önce gurbetçi seyircilerimizin yaptığı olaylarla adamların ekmeğine yağ sürüyoruz. Burada federasyonun hatası yok mu, var.
Sus artık Hakan
SEVGİLİ Hakan... Seni Romanya’da oynanan Balkan Şampiyonası’ndaki 16 Yaş Grubu Milli Takımı’ndan beri tanıyorum. Yani, yaşının yarısından bir fazla sene. Yani, 17. Takım için iyi ve faydalı oyuncusun. Bir defa Milli Takım’a alınmadın, hepimiz, ‘Alınsaydı iyi olurdu’ derken, sen kendi kuyunu kazıp, seni Milli Takım’a çağırmayanların ekmeğine yağ sürüyorsun.
Bak Hakan, insan yaşlandıkça çenesine vurur, eskilerden bahsetmeye başlar. İşte en büyük tehlike burada. Bir kadroya alınmadın, ailecek ortaya çıktınız. Bir taraftan baban konuşuyor, bir taraftan sen. Hadi, ‘Babama hakim olamadım’ diyebilirsin, ama kendine ve özellikle de çenene hakim ol Hakan.
Yazık ediyorsun
Her konuşmanda biraz daha fazla batıyorsun. Hem seni sevenlere hem sevmeyenlere yazık ediyorsun Hakan. Senin bütün bu olaylara bir şekilde cevap vermeye hakkın var; oynadığın Galatasaray takımında atacaksın golleri, o takımı başarıya koşturacaksın. ‘Ben buradayım. Ben buyum’ diyeceksin. Hakan, bu ülkede Tugay’ı tu kaka yaptılar. ‘Sen bırak, sen öldün’ dediler. Basın da ona hiç sahip çıkmadı. Senin gibi arkasında bir destek de bulamadı. O ne yaptı, bastı gitti İngiltere’ye. Kaç senedir çatır çatır futbol oynuyor, hem de İngiliz Ligi’nde. Sen oralarda da dikiş tutturamadın Hakan. Kaçtın gene Türkiye’ye döndün. Onun için sus, takımında futbolunu oynamaya bak.
Hakem, gözlemcinin yeğeni olursa!
BAKIN, uzun zamandır gözlemcilerle ilgili uyarılarda bulunuyorum. Gözlemci tayinleri ile hakem tayinlerinin ayrılmasını istiyorduk. Şu sıralar bu konuda iki başlılık var. Olsun, çünkü gözlemciler tayin eden hakemlerin listelerini istiyorlar, MHK bunu gözlemcilere son anda veriyor. İyi yanları da var, kötü yanları da. Bazen bu liste geç gelince, yardımcı hakem gözlemcinin yeğeni olabiliyor ve o haftanın da en yüksek notunu alıyor (Erdoğdu Diyadin’de olduğu gibi). Yalnız, gördüğüm kadarıyla da bazı gözlemciler piyasadan çekilmeye başlandı. Bu gözlemciler bu camiaya zamkla değil, Japon yapıştırıcısıyla yapışmışlardır. Dışarıda kalmayı hiç istemezler. Ama, görülüyor ki, mecburi izne çıkmaya başladılar. Aferin Ömer Üründül’e. Aynen devam.
Yenersek ibre bize döner
BUGÜNKÜ maç ne olur? Aynı Futbol Federasyonu gibi, Ersun Yanal niye geldi? Şenol Güneş saçma sapan işler yaptığı için. Ersun’un ne yapması lazım, bir değişiklik. Bunu yaparken sabırlı mı olacağız, evet. Yaptığı işler de çok kötü değil. Ama, eldeki malzeme de bu. Ersun’un uzaydan futbolcu getirecek hali yok. Türkiye Ligi’nde kim varsa, onun iyisini alıyor. 2-3 yıldır Türkiye Ligi son derece kalitesiz. Avrupa liglerinden maçlar seyrediyorum, sanki hızlı çekilmiş film. Bizim maçlar da, eski ağır çekim filmler gibi.
6 eksikleri var
Bu akşam oynayacağımız Danimarka’nın etkili altı oyuncusu yok. Ama farketmeyecek, çünkü adamlar 90 dakika aynı tempoda ve özellikle oyun disiplinini bozmadan oynuyorlar. Bizim takım için ikinci büyük tehlike de şu; hem defansımız hem kalecimiz yan topları hiç sevmiyor. Rüştü maşallah dört yan topa çıksa, ikisi boşa gidiyor, birini de es geçiyor. Allah’ı var, Volkan bu konuda Rüştü’den daha iyi. Özellikle bugün kenarları çok iyi kapatmalıyız.
Kolay goller yiyoruz
Şu bir gerçek, hem Milli Takımımız’da hem de kulüp takımlarımızda çok kolay goller yiyoruz. Bu demektir ki, bizim bugün Danimarka’dan beraberlik veya galibiyet almamız için mutlak gol atmamız gerekiyor. Eğer gol atamazsak, puan alamayız. Eğer Danimarka’ya az hücum şansı verirsek, biz bu gece mutlak gol şansı bulacağız. Çünkü kontratağa yatkın iyi ve çabuk oyuncularımız var. Yeter ki, kötü Kazakistan’a karşı bile yaptığımız top kayıplarını yapmayalım. Kazakistan’a topu kaybettin, verdin, sonra çoğunu aldın. Aynı şekilde Danimarka’ya verirsen, topu alamazsın, boyunun ölçüsünü alırsın. Belki de bu grupta oynayacağımız en zor maça çıkıyoruz. Bu gece buradan mağlup olmazsak, grup maçlarının sonunda ibre bizim lehimize döner.
Eskiyi onarmayın, yıkın yeniden yapın
BU federasyon iyi niyetlidir, evet. Bu federasyonun köşelerinde düzgün adamlar mı var, ona da evet. Peki bu federasyonun içinde geçen federasyon başkanını arkadan vuranlar var mı, ona da evet. Peki bu federasyonun bünyesinde, eski federasyondan kalan köşe başlarında kimseler var mı, ona da evet. Peki eski federasyonun yönetim kurulunda olup, bu federasyonun da yönetiminde yer alan ve eski federasyonun köşe başlarında olan şahısları hala kullananlar var mı, ona da evet. O zaman bu federasyonun bir şeye karar vermesi lazım.
Siz niye geldiniz?
Siz niye geldiniz, eskinin yaptığı hatalı icraatları düzeltmek için. Eski, iyi ve doğru olsaydı, siz olur muydunuz, hayır. Benden size bir tavsiye, sakın eskiyi onarmaya, rötuşlamaya kalkmayın, yanarsınız. Eskiyi yıkın, yerle bir edin, yenisini yapın, daha çabuk ve başarılı olursunuz. Her geçen gün aleyhinize işliyor. İyi niyetlisiniz, ama iyi niyetli olmak her zaman başarıyı getirmiyor. En basiti önceki günkü hadise. Danimarka Federasyonu’na resmi başvuruyu yapıp, koruma isteseydiniz, bunlar olmazdı. Eğer istediyseniz ve Danimarka Federasyonu yapmadıysa, zaten UEFA’dan cezayı yer. Yok bazı şeylerden tedirginseniz, o zaman kendi korumanızı kendiniz yapın. Ve bütün bunları yaparken sakın acımayın, sakın duygusal olmayın. Acırsanız, acınacak hale düşersiniz.
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2004
Uzun zamandır görmediğim bir milli heyecan, bir pırıltı vardı. Aslında bu pırıltı, tribünlere de sirayet etti. Kadıköy’de stat doluydu. Futbolculara, Futbol Federasyonu’na küfür eden yoktu. İLK yarı oynanıyor, bazı spor yazarları, ‘iyi futbol oynamıyoruz’ diye dertleniyor. Biraz düşündüm, ‘Allah Allah’ dedim, ‘acaba bu Milli Takım, başka bir ülkenin Milli Takım’ı mı?’ Hiç tartışmaya girmedim. Aslında kendilerine şunu sormaları lazımdı: ‘Türkiye’de hangi lig takımı iyi futbol oynuyor?’ Birinci F.Bahçe mi, ikinci Trabzonspor mu, yoksa üçüncü G.Saray mı? Hangisinin maçından ayrılırken 90 dakikanın bitiminde ‘oh be bugün iyi bir futbol seyrettim’ diyebiliyorsunuz?
Kazakistan çok zayıf bir takım. Bakın, ‘zayıf’ demiyorum, ‘çok zayıf.’ Topu sürerken taca çıkan futbolcuları, armut gibi alacağı topu tek yumrukla, çift yumrukla saçma sapan yerlere yollayan kalecileri, nerede duracağını bilmeyen defans oyuncuları var.
Defansımız zayıf
Biz de yeni bir takımız. Oyun şeklini değiştirmek istiyoruz. Aslında böyle zayıf takımlara karşı oynamak zordur. Maçı 4-0 kazandık ama en zayıf yerimiz defansımız.
Dün gece bizim takımın tribünden gözüken şekli şuydu; ileride Nihat, Fatih, Necati, Gökdeniz, hatta Serkan diyor ki: ‘sen araya top at, ben kaçayım.’ Öbür tarafta da bizim defans elemanları. Yani aradakiler, defanstan o topu alıp hazırlayıp, ileridekilerin önlerine ‘al da at’ diyecek adamlar yok. Dün geceki maçta bizim takım oyuncuları için ileridekiler ve geridekiler tanımlamasını yapmak doğru olur.
Fatih Tekke çok iyi bir oyuncu. Ama Fatih, arada sırada orta alana gelecek, top alacak o ileridekilerin önüne top atacak yapıda bir oyuncu. Dün geceki gibi rakip defansın kucağında oynarsa, işi zor. Necati de, Nihat da çok ileride oynamayı sevmiyor. Eğer Ersun Yanal bu şekilde oynamaya devam edecekse, ya Hakan’ı, ya da ona benzer bir oyuncuyu en uçta oynatması şart.
Pırıltıyı gördüm
4-0 kazanmamıza rağmen çok iyi futbol oynamadık. Esas şeklimizi çarşamba akşamı Danimarka’da göreceğiz. Ama orta alanda topu iyi kullanamazsak ve Danimarka ilk toplarla yüklenip defansımızın üstüne gelirse işimiz çok zor.
Dün gece iyi olan tarafımız şuydu; her oyuncu diğer arkadaşlarının yardımına koştu. ‘Sen önce topu kazan, sonra bana ver, ben oynayayım’ demedi. Gidip arkadaşının ayağından topu almadı. Mümkün olduğu kadar yükü bölmeye çalıştılar.
Uzun zamandır görmediğim bir milli heyecan, bir pırıltı vardı. Aslında bu pırıltı, tribünlere de sirayet etti. Kadıköy’de stat doluydu. Futbolculara, Futbol Federasyonu’na küfür eden yoktu.
Hoşuma giden bir başka şey daha vardı. Yıllardır göbekli, futbolu sevmeyen başbakanlardan, cumhurbaşkanlarından rahatsız oluyordum. Uzun yıllardır ilk defa bir başbakan maçlara gelmeye başladı. Ben politika işine girmem ama bu futbol işinde Tayyip Erdoğan’ın maç sevdası benim hoşuma gidiyor.
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2004
Türkiye’de gözlemcilere de gözlemci lazım. Eğer burayı düzeltemezseniz, hakemleri de, MHK’yi de düzeltemezsiniz. Bunların içinde, geçmişinde hakemliğinde şaibeye karışmış şahıslar da var. YILLARDIR Türk futbolunun çıbanbaşları. Adalet dağıtan hakemleri yönlendiren, onları taltif eden veya cezalandıran... Ama bence Türkiye’de gözlemcilere de gözlemci lazım. Eğer burayı düzeltemezseniz, hakemleri de, MHK’yi de düzeltemezsiniz. Bunları atamadan ayırdılar, doğru da yaptılar. Peki ama bunlar kim? Hangi kalite gözlemciler? Bunların içinde, geçmişinde hakemliğinde şaibeye karışmış şahıslar da var. Şu anda gözlemci kadrosundalar. Fakat, hakkını yemeyelim, bu şişirilmiş kadro, yeni komitenin otomatik olarak kucağına oturtuldu. Eğer bu kadroyu çok seri olarak tırpanlamazlarsa, Türkiye Ligi maçları bundan sonra çok daha zora girer.
Müftüoğlu’na 7.3, Erdemir’e 7.5 puan
Hasan Ceylan, Kuddusi Müftüoğlu’na 7.3 veriyor. Yanına da, maçın zorluk derecesi 2 yazıyor. Yani otomatik olarak bu puan yukarılara çıkıyor. Konyaspor-Gençlerbirliği maçının hakemi Orhan Erdemir’e de gözlemcisi Necdet Erdilek, 7.5 veriyor. Maçın zorluk derecesi de 0 (sıfır). O zaman 7.3, zorluk derecesinden dolayı 7.5’in üstüne çıkıyor.
Şimdi dönün bakalım. Trabzon-Beşiktaş maçının kasetini izleyin veya gönderin UEFA Hakem Komitesi’nde seyretsinler. Bir de Konyaspor-Gençlerbirliği maçını gönderin, izlesinler. Orhan Erdemir, uzunca bir süre dinlendirilir, Necdet Erdilek de Orhan’la beraber tatile çıkar. Pozisyonların değerlendirmesine göre de bu ikilinin yanına Hasan Ceylan’ı alırlar ve bir de tatil köyü rezervasyonu yaptırırlar. Bakın, gene söylüyorum; bu gözlemcileri çok seri düzeltmezseniz, çok yakın zamanda Futbol Federasyonu’nun kendisi dümdüz olur.
Devlet Baba!
BABA deyince aklımıza güçlü, kuvvetli, zaman zaman annemizin hatırını soran kişi gelir. Devlet Baba deyince de bu iş hiç de farklı olmuyor. Neden mi?
Hiç kullanmadığım, numarasını kenarda bıraktığım bir cep telefonu faturam geldi. Açtım, ödemem gereken para 26 milyon. Bu paradan devlete iletilecek ücretler toplamı, sıkı durun yazıyorum; 24 milyon 947 bin 496 lira. Yani, hiç kullanılmayan bir numaradan devletin aldığı vergi. Siz buna ister vergi deyin, ister harç deyin, isterseniz de haraç diye nitelendirin. Biraz konuşma yapınca, kendinize ve devlete ne ödediğinizi kestiremiyorsunuz. Ama hiç konuşmayınca bu rezillik meydana çıkıyor. Eee, ne de olsa babamız! Fazla sesimizi çıkaramayız.
Önce aynaya bakın
BEŞİKTAŞ takımı kimleri transfer etti? Fenerbahçe’nin bıraktığı Ali Güneş, İnter’in bıraktığı Okan, Fenerbahçe’nin 2 yıl önce bıraktığı Mustafa Doğan, Galatasaray’ın bıraktığı Berkant ve Espanyol’un bıraktığı Tayfun... Bu futbolcuları kulüpleri bırakmasaydı, onlara, ‘Hadi gidin’ demeseydi, Beşiktaş bunları alabilir miydi? Ve Beşiktaşlı yöneticiler diyorlar ki, ‘Biz bunlarla fotoğraf çektirirken herkes gıptayla bakıyordu.’
Teknik direktör olarak kimi alıyorlar, yıllarca Real Madrid’in alt yapısında çalışan, sonra birinci takıma gelen ve şampiyon olduğu günün ertesinde görevden alınan Del Bosque’yi. Bu Del Bosque başka hiçbir takımda görev yapmamış. Tecrübesi yok. Evinden çıkmış Real Madrid tesislerine gitmiş, oradan çıkmış evine gelmiş.
En kötü günler
Bütün bu transferleri yapabilirsin, en tabii hakkın. Hatta içinizde öyle dehalar olabilir ki, bu oyuncularla Del Bosque’nin çok iyi uyum sağlayacağını ve başarılı olacağını düşünebilir. Ama bunların hiçbiri olmuyor, Beşiktaş, tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Ve Beşiktaş yönetimi çıkıyor, Futbol Federasyonu, MHK, hatta basını suçluyor. Yönetimin öncelikle kendisini yargılaması, sonra da bir türlü disipline sokamadığı o futbolcuları cezalandırması gerekir.
Trabzon maçındaki kartların hepsi doğru. Beşiktaş yönetiminin bu konuda da şöyle konuşması gerekir; ‘Tamam, bize gösterilen kartlar doğru. Ama aynı kartlar, aynı hakemler tarafından Galatasaraylı, Fenerli, Trabzonlu futbolculara gösteriliyor mu?’ Veya, ‘Bizim maçlara yapılan tayinler ile diğer takımlara yapılan tayinler adaletli mi?’ Veya da diyebilirler ki, ‘Biz yaş ortalaması 32-33 olan takımı 25-26’ya düşüreceğiz. Bize süre lazım.’ Ona da kabul.
Yöneticilik hayatını bitirirler
Bu arada Futbol Federasyonu’na bakıyorum, yavaş yavaş beni sükutu hayale uğratmaya başlıyorlar. Önceki günkü Vatan sporda okuduğum cümleler enteresan. Kıvanç Oktay diyor ki, ‘26 değil 36 futbolcu alsak, bu hakemlere yetiştiremezdik. Beşiktaş’ı hakemlerin deneme tahtası yaptılar. Eğer taraftar sahaya inerse kimse bizde suç aramasın.’ Bu son cümleyi İngiltere’de, Almanya’da, İtalya’da bir yönetici sarfetsin, federasyon onun yöneticilik hayatını bitirir. İnsanların en kolay suçlama tarzı karşı taraftır. Yükle gitsin... Ama önce aynaya bakacaksın, sonra karşıya konuşacaksın. Doğrusu da bu.
Büyük, küçük farkı
TÜRK futbolu iyi gitmiyor. Türkiye’deki maçlarda kalite yok, tempo yok, heyecan yok. Bunların olmadığı yerde haliyle kaos olacak. Eğer futbolcu güçsüzse ne yapacak, kendini yere atacak. Hele bu futbolcular büyük takımlarda oynuyorsa, onların daha fazla bunları yapmaya hakkı var.
Geçen sene eski Beşiktaşlı Gökhan Keskin’le konuşuyorum... ‘Biz maçlardan galip ayrıldıktan sonra küçük takımların futbolcuları gazetelere ve televizyonlara beyanat verir, dert yanarlardı. Biz de onlara hadi canım siz de, derdik. Ama nereye kadar Erman hocam biliyor musun?’ diye devam etti. Beşiktaş’tan ayrılıp küçük takımlarda oynamaya başlayınca kazın ayağının öyle olmadığını gördük. Adamlar haklıymış.
Bizde etik yok...
TÜRK futbol ailesi diye çok geniş, futbolla ilgili kitlede bir araştırma yapılmış. Başlık olarak da çıkan sonuç; bizde etik yok. Bakın, sorulara verilen yanıtlardaki oranlar nasıl? Doğruluk; yüzde 80 olumsuz, yüzde 20 olumlu. Dürüstlük; yüzde 84 olumsuz, yüzde 16 olumlu. Adil olmak; yüzde 79 olumsuz, yüzde 21 olumlu. Sportmenlik; yüzde 76 olumsuz, yüzde 24 olumlu. Şeffaflık; yüzde 80 olumsuz, yüzde 20 olumlu. Bir tek TV yorumlarında millet üçe bölünmüş. Yüzde 57 olumsuz, yüzde 20 yorumsuz, yüzde 23 olumlu. Aslında her şey bunun içinde var. Ne yapmamız lazım; cesaretle olayların üstüne gitmek. Peki, gidersen ne oluyor, ya vuruluyorsun, ya tehdit ediliyorsun, ya da sana koruma veriliyor. Veya öyle yazılar yazıp konuşacaksınız ki, bazı yerlere değmekten diliniz kahverengi olacak.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2004
Lig için bu kadro iyi. Giren çıkan fazla fark etmiyor. Ama Avrupa’ya çıkınca fark meydanda. Herkes grupta Manchester iyi takım, mağlubiyet normal diyor. Bakın bu F.Bahçe’ye Lyon gelecek, Kadıköy’de neler yapacak. F.BAHÇE gene iyi değil. Kazanıyor. Tamamen şahsi becerilerle. Türkiye Ligi için kadrosu iyi. Giren çıkan fazla fark etmiyor. Ama Avrupa’ya çıkınca fark meydanda. Herkes grupta Manchester iyi takım mağlubiyet normal diyor. Bakın bu F.Bahçe’ye Lyon gelecek, Kadıköy’de neler yapacak. Lyon için diyebilirim ki, Manchester’den daha ters takım.
F.Bahçe’de ikili üçlü ve kenar bindirmeler yok. İkinci yarı Mehmet Yozgatlı’nın girmesi ve sağ kenar çizgiyi en son limite kadar kullanması, oyunu aşması ve iyi ortalar yapması Denizli defansını zorladı. Nitekim ilk gol böyle bir pozisyondan geldi. Ama aynı üretkenliği sol kenarda yapamıyorlar. Çünkü orada Ümit tek başına kalıyor.
Tuncay’ı anlamak!
Şimdi gelelim Tuncay’a. Kabiliyetli bir oyuncu. Hırsı ve enerjisi var. Ama anlamak mümkün değil. En az 15 kere, 50-60 metre kafasını önüne eğip top sürüyor, arkadaşlarını da görmüyor. Sonra o topu kaptırıp, takımı aleyhine hücüm başlatıyor. Bütün gücünü oralarda bitiriyor. Senin lazım olacağın yer, ceza sahanın içi. Oraya gelince bitiyor. Önünde arkadaşı var, o hala topla sürme peşinde. Bir de sarı kart alıyor. Tam amatörce.
82. dakikada Alex, Tuncay’a öğle bir top attı ki, topun nereden ve nasıl gleceğini düşünürken, o pozisyonu kaybetti. Futbol oyunu topsuz koşmak, topla az oynamak, kendisini kaybettirme sanatıdır. Tabii en önemlisi öldürücü yerde sahneye çıkmak. Tuncay gitikçe kalitesini artıracakken, daha kötü işler yapıyor.
En iyisi Marco’ydu
Nobre’ye yan top gelince o zaten sahnede. Rakip defansın hep ölü noktasında ama F.Bahçe’de onu anlayacak, ona istediği topu zamanında atacak oyuncu yok gibi.
Türkiye’de artık seyirci futbolu öğrenmeye yavaş yavaş başladı. Artislik yapanı, topla fazla oynayanı değil de, gereğini yapanı alkışlıyor. Dün geceki bunun en güzel örneği Marco’ydu. Bence 22 oyuncunun en iyi görev yapan adamıydı. Basit ve doğru işler yaptı.
Denizlispor oyunun genelinde defanstan toplara uzun uzun, dan dun vurarak çıkmadı. Ayağa oynayarak çıktı. Bu tarz oyun F.Bahçe’nin sinirini bozdu. Onlarda Timuçin’in yokluğunda hücum alanında fazla etkili olamdı. Ersen Martin istediği topları alamadı. Sinirlendi, tek kaldı.
Denizli bu durumda olmalarına ve de 1-0 mağlup olmasına rağmen, pozisyon yakaladı. Ayrıca Kadıköy’de F.Bahçe’nin üzerine çabuk giden her takım golü bulur.
Mustafa Çulcu iyi maç idare etti. İki de bir yere düşenlere prim vermedi. İyi hakem oldu ama süresi de doldu. Zaten Türkiye’de diğerlerine göre futbolu en iyi bilen de yorumlayan da o.
Sayın Vali yazısının sonunda G.Saray maçında yakılan meşalelerin akibetini sormuştum. Ankara Emniyeti’nden yanıt geldi. Görüntülerle belirlenen 26 kişi gözaltına alınırken, ifadeleri de alınmış. Haklarındaki kararı il disiplin kurulu verecekmiş. Bilgilerinize...
Demek ki, Türkiye’de bazı şeyler olmaya başladı. Tebrikler...
Yazının Devamını Oku