1 Aralık 2004
Bence, Fenerbahçe’de başarılı olan Alman hoca değil, yönetim kurulu. Bu kadroyu yönetmek için Türkiye’de çok iyi bir teknik adam olmak gerekmez.ŞU Daum enteresan adam. Takımın orta sahasını (Avrupa Kupaları dahil) 14 maçta bir kişiye emanet eden kendisi. Sezon başı ‘Bu Marco’yu satalım, yerine başka bir adam alalım’ diyen kendisi. Transferlerde istediği futbolcuları aldıran kendisi. Şampiyonlar Ligi’nden Fenerbahçe’yi eleten kendisi. Fenerbahçe takımının kadrosunu frenleyip, balataları yakan kendisi. Şimdi ‘Fenerbahçe iyi oynamaya başladı, çünkü doğruyu buldu’ diyenlere de kızan kendisi.
Allah var, futbolu biraz bilen akıl hocalarının hemen hemen hepsi, şu anki kadroyu sezon başında söylüyordu.
Fener’in rakibi yok
Daum, bu kadroyu 13. maçta zorla çıkardı. Çünkü çok yöneticisi de, bu kadro için dışardakilerden fazla içeride konuşuyordu! Fenerbahçe’nin bu futbolu oynaması başarı değil. Çünkü bu kadroyu kuran yönetim. Bence, F.Bahçe’de başarılı olan Daum değil, yönetim kurulu. Bu kadroyu yönetmek için Türkiye’de çok iyi bir teknik adam olmak gerekmez. Şimdi merakla bekliyorum ve izliyorum. Daum akıllı adam. Şu pozisyonda ara gazı vererek, yönetimi tahrik ediyor.
Aklınca ‘giderim’ mesajı veriyor. Ben Fenerbahçe yönetiminde olsam, şu aşamada Daum ile uzun vadeli anlaşma yapmam. Beklerim. Hatta yıl sonunda şu an çalıştığı paranın yarısını vererek, seve seve Fener’i çalıştırmasını sağlarım.
Yalnız tek şartla Daum’un istediği parayı veririm. Zaten bu kadro Daum’suz da Türkiye ligini alır. Çünkü rakibi yok. Alsın UEFA Kupası’nı. Versinler istediği parayı. Ne demişler, ‘Bul karayı al parayı...’
İstersen olmaz
Statlardaki o ufak ama ufak olduğu kadar da tehlikeli ve yöneticiler tarafından beslenen vampirler ayıklandıktan sonra, hakiki seyirci statlara çok daha fazla gelecektir. Bu serseri ve kan emici grubu yaratan yöneticiler, şimdi artık onlara hakim olamıyor. Öyle bir beslediler ki, iş onları aştı. Çünkü o vampirler şimdi sahiplerine doğru diş bilemeye başladılar. Ama o sahipleri de ‘kurtar bizi baba’ diye devlete sarıldılar.
Bunu bizzat Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e toplantıda söylemişler. Arkadaşlar, stadın içinden bahsederken, dışarıyı unutuyoruz.
Geçen hafta Fenerbahçe- Diyarbakır maçına beraber gittiğim Otel Müdürü arkadaşımın stat dışında cebinden 800 milyonunu, diğer cebinden de 850 milyon lira değerindeki cep telefonunu çaldılar. Yani bir maçı 1 milyar 700 milyona izlemiş oldu.
Gittiğim bütün maçlarda bu dolandırıcı mafyası stat çevresinde cirit atıyor. Polis istesin. Bakın özellikle istesin diyorum. Bir tane hırsızlık olayı olmaz. Devlet devletliğini stadın içinde de dışında da hissettirmeli.
Tavuk meselesi!
Tavuk konusunda bir cümle sarfettim. Bir kısım üretici, sazan balığı gibi yakaladı. Astılar, kestiler, doğradılar ama sonradan mahkemeye veremediler. Veremezler de. Çünkü ben onlar daha sağlıklı üretim yapsınlar, Türk insanına daha faydalı olsunlar diye bir şeye parmak bastım. Aralarından bir tek Banvit kuruluşu seviyeli, düzgün, aklıbaşında açıklama gönderdi.
İşin daha enteresan tarafı, bu olayların alevlendiği günlerde. Tüketici temsilcisi sıfatlı birini konuşurken gördüm. Kulaklarıma inanamadım. Benim için isim kullanmadan, ‘Üreticilerin bu şahsı mahkemeye vermesi gerekir’ diye bağırarak zıplıyordu! Ve hiç durmadan konuşuyordu, (İleride mutlaka politikaya atılacaktır) zannettim ki, üretici temsilcisi. Vah ki, vah bizim gibi tüketicilere. Zaten yanmışız.
Bozacının şahidi şıracı!
BU yazıyı aslında çok uzun yazabilirdim. Fakat kısaltacağım. Ana hatlarıyla size aktaracağım. Futbolumuz kötüye gidiyor. Bu bir gerçek. Bunun baş sebeplerinden biri de, hakem grubu. Onları düzeltmediğiniz müddetçe hiçbir yere varamazsınız. Siz istediğiniz kadar mükemmel araba alın, şoför acemiyse devirir. Çünkü futbolun başında da direksiyonda hakem var.
Burada kuvvetler ayrılığı prensibini savundum. Ama hiçbir gün, hiçbir kimse bu grubu parçalayamadı. Hep bozacının şahidi şıracı oldu.
Bakınız... Mustafa Çulcu pazar günü bir maç yönetti ve çok düşük puan aldı.
Aslında bu haftaya kadar çok hakemin de o kadar düşük puan alması gerekiyordu.
Eğer bu olay geçtiğimiz yıl olsaydı, Mustafa Çulcu’nun (Faal Hakemler Derneği Başkanı) gözlemcisi, MHK Başkanı’nı arardı ve ‘Saygıdeğer başkanım, Çulcu’ya kaç puan vermeliyim’ derdi.
Yavaş yavaş düzelecek
Dönün bakın geriye. Çulcu veya diğer belli başlı hakemlerin maçlarına aynı gözlemciler kaçar defa gitmişler. Yavaş yavaş olaylar düzelecek. Ama tenkit ederken ne yapmak lazım. Onları söyleyelim.
1- Futbolcu ve gözlemci eğitimi aynen futbolcu eğitimi gibi Futbol Federasyonu Eğitim Dairesi tarafından yapılmalı.
2- Hakem ve gözlemci tayinini ayrı kurullar yapmalı. Hakem ve gözlemci klasmanını yapan gruplar verilmeli. Şu anda gözlemci tayin edenler, yalnız tayin yapıyorlar. Ne eğitimini yaptırabiliyorlar, ne de onların kadrolanmasını.
3- Bir tek şeye karşıydım, MHK’nin tayin edilmesine. Federasyon Başkanın namuslu, işe karışmayan, dürüst adam olursa tamam. Ya olmazsa!.. O zaman şahıs artısına veya eksisine bakılmaksızın, otomatiğe bağlanıp seçimle gelseydi daha iyi olmaz mıydı. Ama maalesef, biz henüz demokrasi kavramını tam anlayamadık. Demokrasiden anladığımız tek şey var. Hep bana, rab bana.
İmam-cemaat
DEL Bosque’nin Beşiktaş’taki şu ana kadarki görütntüsü başarısız. Eğer yerli bir teknik adam bu durumda olsaydı, çoktan kellesi uçmuştu. Ben Del Bosque’nin bu yönünü konuşmayacağım. Adam geldiği birinci günden itibaren dedi ki, ‘Kardeşim beni hakemler konusunda konuşturamazsınız. Biz görevimizi yapacağız’ hatta döndü, kendi yöneticilerine dedi ki, ‘Beyler siz hakemlerden bu kadar dert yanarsanız, futbolcuları yanlış yönlendirirsiniz. Onlara malzeme verirseniz, iyilik yapmazsınız.’
Adam, Bükreş’te kendi futbolcuları hakemin üzerine yüklenmişken, gitti onları ayırdı ve hakemin elini sıktı. Soyunma odasında konuştuğu cümleler enteresan, ‘Siz 90 dakika maçta ne yaptınız ki, iki dakikalık süre için bu kadar itiraz ediyorsunuz. Sizin yüzünüzden hayatımda ilk defa bir hakemden özür diledim’
Ama dönüyorsunuz Türkiye’ye. Emre pazar akşamı yaptığı penaltıdan sonra hala konuşabiliyor. Ama Beşiktaş’ta öyle bir imam var ki, (yönetim), cemaat ne yapsın (Emre).
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2004
<B>1</B>.5 yıldır şampiyon olmasına rağmen taraftarını oynadığı futbolla hasta eden F.Bahçe, yavaş yavaş o taraftarı iyileştirmeye başladı. İki maçtır F.Bahçe’de bayağı bir kımıldama var. Arkada dörtlü defans, bunların ön ortasında Marco ve Kemal. Marco giderse Kemal kalıyor, Kemal giderse Marco. Yani defans sigortası mümkün olduğunca sağlama alınmış. Hem de orta alanda rakibe boş alan bırakılmamış. İş böyle olunca da Alex’in kafası defans yapmakta değil. Zaten yapamıyordu, yapamayınca da sinirlenip kötü pozisyonlara düşüyordu. Hem de rakip kaleye uzak oynuyordu. Yani F.Bahçe’de taşlar geç de olsa yavaş yavaş yerine oturmaya başladı.
Hooijdonk olduğu zaman Fener ağırlaşıyor. Özellikle orta alanda oynadığında. Ama Hooijdonk’u oynatacağın maçlar da olabilir. Fakat Nobre’nin eksikliği gözüktü. Eğer olsaydı maç 50’de, 60’ta biterdi.
D.Bakır istediği futbolu oynayamadı. Neden? Çünkü F.Bahçeli oyuncular her pozisyonda rakibe basma gayreti içindeydiler. Ama bakın ‘gayreti içindeydiler’ diyorum. 5-6 kişiyle aynı anda pres yapamıyorlar. Neden? Çünkü daha birbirlerine alışkın değiller. Neden? 14’üncü hafta ahenklerini bulabildiler. Veya oyun şablonu yeni keşfedildi! Daum bu kadar hafta inat etmeseydi Şampiyonlar Ligi’nde de heyecan Manchester maçına kalabilirdi.
Rüştü’ye koca maçta iki tane tehlikeli top geldi. Onlarda da başarılıydı. Ama aynı Rüştü ayağıyla on tane top oyuna soktuysa dokuzunu rakibe attı. Servet’te tedirginlik var. Hala bazen gereksiz yerde kendi alanını terkedip önde rakibe basmaya kalkıyor. Rakip topu iyi kullanamazsa gözükmez, ya kullanırsa!
Ümit çok çalıştı. Ama özellikle üç tane ters kademeye girerek libero gibi top çıkarttı. Alex’i yerenler, ‘çok para verildi’ diyenler şimdi ne yapıyorlar acaba. Her F.Bahçeli futbolcu, eğer Alex boşsa topu ona vermeli. Yani takım Alex’e göre oynamalı, Alex takıma göre değil.
Hiç kimse öküz altında buzağı aramasın. Veya geçen yıl Beşiktaş’ın yaptığı saçma sapan fikirleri üretmesin. Bu F.Bahçe kendisi çok büyük hatalar yapmazsa, hiç zorlanmadan lig şampiyonu olur. Trabzon devreden çıktı. G.Saray kör topal. İki takım da önlerindeki haftayı puan kaybetmeden kapatırlarsa F.Bahçe, Ali Sami Yen’e yenilmemeye gidecek. Hatta diyecek ki ‘yenilsem ne olur’. G.Saray açısından bu maçın zorluğunu düşünün, F.Bahçe açısından da kolaylığını.
F.Bahçe Stadı’nda yeni yapılan tribünün alt tarafı, yani locaların önü bu yıl mükemmel. Merdivenlerde bir kişi oturmuyor. Dün gece dikkatimi çekti, üst tribün de aynı şekle zorlanıyor. Yalnız kapı girişlerinde maç seyredenler karşıdan çirkin gözüküyor. Demek ki sarı lacivertli yönetim bu konuda çalışmaya başladı. Eğer onlar bu işleri başarabilirlerse, örnek olabilirlerse diğer takımlara yaptırmak daha kolay olur. Basın tribününe göre sol tarafta oturan bir grup! bu maçta yoktu. Ve F.Bahçe seyircisi adam gibi tezahüratını yaptı.
Babadan hakem Cem, bazen çok kötü işler yaptı, bazen iyi. Pişicekler, pişicekler de biraz çabuk hareket etseler iyi olacak. Yoksa bir gün onlar pişecek diye tencerelerin dibi yanacak.
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2004
Maçın golü penaltıdan. Eğer bu penaltıysa, İngiliz ve İtalyan liglerinde her maçta 68 tane penaltı olur. Ama, penaltı yapan-yaptıran değil, penaltıyı üfleyen futbolu bilmezse, sonuç bu olur. GALATASARAY şampiyonluğa gidiyor, Ankaragücü de puan almak istiyor. Yani, kıran kırana bir maç olacak güya. Tribünlere şöyle bir baktığınızda seyirci adedi, belki biletli 3 bin 500 veya 4 bindir, bin de kaçak olsa 5 bindir. İşte Türkiye'de futbolun geldiği nokta. Genç nesille konuşuyorum; kimse Türkiye Ligi maçlarından bahsetmiyor. "Seyrettin mi?" diyorlar, "Dün gece İtalyan Ligi'ndeki veya İngiliz Ligi'ndeki veya Alman Ligi'ndeki maçı..."
Sahada oynanan futbolun, tribünden pek farkı yok. Ben bu işi yapmasam, bu soğukta bu kalitede bir futbol oynanacağını bildiğim için, maçı seyretmeye gelmezdim. İlk yarı Galatasaray'ın üç tane pozisyonu var, bir de penaltı. İkinci devre Galatasaray hiç yok, Ankaragücü'nde de futbol yok, ama sarı kırmızılılara göre biraz daha fazla mücadele var. İki üç tane de pozisyon...
Penaltı gibi penaltı değil
Maçın golü penaltıdan. Orhan Ak soldan ceza alanına giriyor, aut çizgisine doğru gidip topu ortalayacak. Sağından Adem'in geldiğini görüyor. Hücum edenin kafasında penaltı yaptırmak var, pozisyona ilk baktığınızda defanstaki Adem de ona yardım ediyor. Ve Adem, Orhan Ak'a dokunur dokunmaz, Orhan Ak bir anda yere paralel duruma geliyor. O darbeden o futbolcu o pozisyona gelmez. Dersiniz ki, "Yahu kardeşim temas var." Penaltı gibi penaltı mı, değil. Eğer bu penaltıysa, İngiliz ve İtalyan liglerinde her maçta 68 tane penaltı olur. Ama, penaltı yapan-yaptıran değil, penaltıyı üfleyen futbolu bilmezse, sonuç bu olur. Yani, bu penaltı ve kazanılan üç puan veya kaybedilen üç puan.
Kazanan haklıdır
Galatasaray kötüydü, kazandı. Ne diyoruz; kazanan haklıdır. 90 dakikaya bakıyorsunuz, iyi bir şey var mı, nasıl tenkit varsa takdir de olsun istiyorsunuz. Çok zorlandım, şu sonuca vardım... Böyle bir maçı, para vererek bu soğukta izlemeye gelen seyirci, alkışı hakediyor. Ondan sonra da diyoruz ki; bizim Süper (!) Lig'imizin toplam dokuz karşılaşmasına gelen seyirciyle, İngiltere'deki Premier Lig'in bir maçına giden seyirci sayısı eşit. Ama, futbolumuza (!) haksızlık yapmayalım. Türk Lirası, sterlinin kaçta kaçı?
Bir sözüm de Mondragon'a... Kolombiyalı, yerli yersiz, haklı haksız önündekilere fırça atıyor. Kale sahasından iki tane topa çıkmadı, Ankaragücü forvetleri faydalanamadı. Sayılmayan bir gol yedi, yüzde 100 hatalı, ofsayt imdadına yetişti.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2004
İddia ediyorum, stat anarşisini körükleyenler, yöneticiler, kulüp başkanlarıdır. İstesinler, bu işleri bıçak gibi keserler. ÇEK Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’dayız. Bizi stada götüren otobüse bindik. Stat şehrin çok dışında değil. Hem arabaların, hem de otobüslerin rahat rahat park edebileceği koca bir alan. Hiçbir şekilde itiş-kakış olmadan stada girdik. Küfür yok, tehdit yok. Seyrettik, maçı F.Bahçe 1-0 kazandı. Çıktık dışarıya, rahat rahat yürüye yürüye gene hiçbir tacize maruz kalmadan otobüse geldik. Kimisi eşini almış, kimisi sevgilisini, kimisi çocuklarını... Onlarla da konuşarak, sanki bir tiyatrodan, bir sinemadan çıkmış gibi maçtan ayrıldık.
Şimdi dönelim Türkiye’ye... Böyle bir Şampiyonlar Ligi maçı için Fenerbahçe Stadı’na, İnönü Stadı’na veya Ali Sami Yen’e gidelim. Stada yaklaşıyorsunuz, bazı yollar kapalı. Arabadan inip yürüyeceksiniz. Olabilir. Hani güvenlik açısından ya! stada yaklaştığınızda barikatlar karşılıyor sizi. Cebinizde biletiniz var, maçın başlamasına da 20 dakika, yarım saat var. Yani geldiğiniz süre çok makul.
Ama biletli olarak gireceğiniz kapıya yaklaşamıyorsunuz. Barikatlarda sıkışıyorsunuz, sizi arkadan önden itiyorlar, kakıyorlar. Çünkü, inanılmaz bir yankesici grubu, çok organize bir biçimde faaliyetteler. Alınan önlemler onların lehine. Çünkü insanlar sanki maça değil de, koyunların veya ineklerin sokulduğu bir ahıra zorla itekleniyorlar. Eğer maç F.Bahçe-G.Saray maçıysa veya şampiyoluğu belirleyecek bir maçsa, sizin kombine biletiniz de olsa, numaralı biletiniz de olsa, eğer maça 2 veya 3 saat önce gitmezseniz, zaten girme hakkını kaybediyorsunuz.
Kaderine razı olacaksın!
Diyelim ki, girdiniz. Tribündeki yerinize güç bela ilerliyorsunuz. Çünkü merdiveler boş değil. Maç başlamıştır artık ve siz yerinize ulaşıyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki, yerinizde birileri oturuyor. ‘Lütfen’ diyorsunuz, ‘Yerimden kalkar mısın?’ Sana elinin tersiyle ‘H... tir’ diyor. Polis arayacaksın veya güvelik görevlisi, ulaşma şansın yok. Ya kaderine razı olup, alaturka tuvalete oturur gibi yere çömelecek seyredeceksiniz ya da ‘Lanet olsun’ deyip maçı terk edeceksin.
Devre arasında ihtiyacın olacak, tuvaletler iğrenç. ‘İki yudum bir şeyler içip, yiyeyim’ diyeceksin çok zor. Ya 10 dakika evvel çıkıp, hakikaten maçtan kaçacaksın ya da zamanında çıksan bile stadın etrafındaki taksiler gidiş yollarını sağa park edip tıkadıkları için en az bir saatte stat mahallinden ayrılacaksın. Bu arada fanatik gruplar zaten kavgaya tutuşmuşlardır. Birbirini kovalayanlar, taksiye, minübese veya otobüse binen taraftarları o taşıma aletlerinin içine girip döven rakip taraftarlar... Ve en sonunda öldürülen 16 yaşında bir çocuk.
Bizler profesyonelleriz. Yani, bu işler ne kadar keyifli olursa, ne kadar çok seyirci televizyon başına veya stada gelirse, bu işten o kadar fazla ekmek yeriz. Bakınız, nerelerden nerelere geldik.
Çocuklar gitmesin mi?
Çok yakınım veya yolda konuştuğum birçok insan, maçlara kesinlikle artık çocuklarını götürmeyeceklerini söylüyolar. ‘Eskiden eşimizi, kızımızı alıp gidiyorduk, lanet olsun artık gitmeyeceğiz’ diyorlar.
Kim ne kadar suçlu? Kaç gram suçlu, kaç metre suçlu? Futbol oynadığım yılları hatırlıyorum ve şimdileri... Her geçen gün kötüye gittik. İsim hiç önemli değil. Çok net ama çok net söylüyorum. Polis, vali, İçişleri Bakanı, Başbakan, gazeteci. Belki bu işlerde az veya çok bu çorbada tuzu var. Ama hala net bir şeyi söylüyorum arkadaşlar. İddia ediyorum, bu işleri bu hale getirenler net olarak yöneticiler, kulüp başkanlarıdır. Herkes bir tarafa, onlar bir tarafa. İstesinler, çomaklamasınlar, anlaşsınlar. Bu işleri bıçak gibi keserler.
Sahnenin arka tarafında uyguladıkları, söyledikleri şeyler iğrenç. Ama perdenin önüne çıktıklarında son derece yalan konuşuyorlar. Yaptıklarını inkar ediyorlar. Bu iş bu kadar net.
Bıçakcı’nın UEFA’da işi ne!
NEDEN, neden, neden... Niye, niye, niye... Nasıl, nasıl, nasıl... FIFA, yayıncı kuruluşun görüntüleriyle disiplin cezası verilmesini özellikle istiyor, emrediyor. Çünkü diyor ki, ‘Spor önce ahlaktır.’ Veya ‘Ahlaklı adam spor yapar.’ Veya ‘Sporcudan ahlaksız insan çıkmaz.’
Sen, statlara güvenlik kameraları yerleştiriyorsun. Neden? Birbirine küfür eden, bir şeyler atan veya bıçaklayanları yakalamak için. Yakaladıklarına da suçuna göre cezalar veriyorsun. Dönüyorsunuz, sahanın içinde kameralar var. Orada sporculuğa aykırı hareket edenleri yakalıyorsun, ceza veriyorsun... İşte Türkiye’nin Avrupa’dan farkı burada.
Tribünde yakaladığın suçluya ceza verip, onu mahkum ediyorsun. Sahada yakaladığını önce ceza veriyor, sonra affediyorsun. Yani bir çuval inciri pisletiyorsun. Çok enterasan. Futbol Federasoynu Başkanımız, UEFA Tahkim Kurulu’nun etkili bir adamı. Tahmin ediyorum, bu olayları oradaki tahkimin üyeleri duysalar, Levent Bıçakcı ile dalga geçerler ve arkasından konuşurlar. Bu adam, UEFA Tahkim Kurulu’nda yaptıklarını ve uyguladıklarını Türkiye’de yapamıyorsa veya yapmaya kalkıp onu deliyorlarsa, o zaman UEFA’da işi ne?
THY pilotuna sesleniyorum...
PAZAR günü Trabzon’dan 10.00 uçağı ile İstanbul’a döneceğim. Fakat, hem İstanbul’da, hem Tabzon’da havalar bozmaya başladı. Pazar akşamı ‘Maraton’ var, pazartesi de Prag’a gideceğim. Biraz beyin cimnastiği yaptım. Dedim ki: ‘Sabah Trabzon’a gelip, İstanbul’a dönecek uçağa bineceğim. Cumartesi gecesi Trabzon’a gelip, alanda bekleyen ve sabah 07.20’de kalkan uçakla gitsem, işimi sağlama alırım.’
Aynı gün yine aynı saatte Ankara uçağı var, o da bizim uçağın yanında kuzu gibi yatıyor. Sabah 05.00’te kalkıyoruz, 06.30’da alandayız. Çünkü Türk Hava Yolları uçuşa 20 dakika kaladan sonra gelenlerin biletlerini iptal ediyor. Yani çok ciddi (!) çalışan bir müessese. Saat 07.00’ye 10 kala uçağa alınıyoruz. Aşağıda neler oluyor, neler yaşanıyor tam bilemiyorum. Kulaktan duymadan da buraya bir şeyler yazmak istemiyorum. Ama bizim uçağın Trabzon pistinden tekerleklerini çekme saati, 08.15. Yani takriben 1,5 saat uçağın içindeyiz. Trabzon-İstanbul arasındaki uçuş süresi de 1 saat 50 dakika. TK 543 sayılı uçak, salimen kalkıp, salimen iniyor.
Biliyorum, senin suçun yok
Pilotlar ne yapsın, hostesler ne yapsın. Ama uçağın içindeki herkesin canı burnunda, herkes hostesleri dağıtıyor. Havalanan uçakta kaptan konuşuyor. Konuşma tonundan hissediyorum, o da sinirden çıldırmış durumda. Uçuş süresini ve uçma yüksekliğini, inme zamanını söylüyor. Kalkıştan dolayı özür diliyor. Kendi ismini sonuna ilave ediyor: ‘Ben kaptan pilot Mehmet Ali Geçgel.’ Sevgili kaptanım, ben senin yerinde olsam, Türk Hava Yolları’na uymam, soyadımı değiştiririm. Senin hiç suçun ve hatan yok biliyorum. Ama birileri büyük hatalar yaptı ki, bu iki uçak bu kadar geç kalktı. Ve bu iki uçağın geç kalkması yüzünden diğer tarifeli uçaklar da geç kalktılar. Zarar ne kadar bilmiyorum. Hesap sorarlar mı, onu da bilmiyorum. Ama senden ricam, anons yaparken ‘ben kaptan pilot Mehmet Ali’ de. Gel, ‘Geçgel’den vazgeç.
RTÜK’ü anlamak mümkün değil
HINCAL’ın RTÜK konusunda yazdıklarının altına imzamı atıyorum. Bu konuda geçen yıl ben de bir ihtar aldım. RTÜK bunları neye dayanarak veriyor, bilemiyorum. Demekki, RTÜK, Türkiye’de savcılardan ve hakimlerden daha üst konumda. Yalnız bir yerde haksızlık ve özellikle yanlışlık yapılıyor.
Hıncal veya Erman ters bir şey konuşursa, hakkında konuşulan şahıs, onları mahkemeye verir, iş sonuca gider. Ama ‘Erman bir şey söyledi, Hıncal bir şey söyledi’ diye yaptıkları programın sunucusunun veya yönetmeninin ne kabahati var? RTÜK’e göre yumurtayı kıran da sepeti götüren da aynı cezayı alıyor. Anlamak mümkün değil.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2004
Sarı lacivertliler maçın bitiminde mağlup olurlar veya galip gelirler önemli değil. Ama ilk defa bu kadar yardımlaşarak, iyi yayılarak ve en ileri ile en geri arasını açmayarak istikrarı devam ettirirse çok iyi işler yapar. BU yorumu yazmaya başladığımızda dakika 75'ti. Yani bitime 15 dakikada var. Tabela F.Bahçe'nin 1-0 önde olduğunu gösteriyordu. 5 dakika önce F.Bahçe aynı pozisyonda 2 büyük hatasından Prag faydalanamadı. Bu golleri onlar atsalar bu dakikada F.Bahçe 2-1 mağlup olacaktı.
Sevgili okuyucular, 1.5 yıldır F.Bahçe'yi ilk defa bir takım gibi gördüm. Sarı lacivertliler maçın bitiminde mağlup olurlar veya galip gelirler önemli değil. Ama ilk defa bu kadar yardımlaşarak, iyi yayılarak ve en ileri ile en geri arasını açmayarak istikrarı devam ederlerse, çok iyi işler yaparlar.
10 hafta evvel
Öncelikle Daum orta alanda bir tek Marco düşüncesinden kurtulmuş. Bu alanı kalabalık tutarak, rakibe oynama fırsatı vermiyorlar. Sağda Kemal ile Yozgatlı bir elmanın yarısı gibi oynadı. Solda da Tuncay-Ümit ikilisi ahenkliydi. Bütün bunlar düzgün olup, orta alan, defansla dengelenince, haliyle Alex de sahneye çıkmaya başladı. Önce Trabzon'da, sonra burada. Peki, soruyorum size, Alex mi farklı oynamaya başladı, yoksa takım mı?
Takım tertibi doğruya yakın olunca, taşlar yerine oturunca haliyle Alex de sahneye çıkmaya başladı.
Daum çok geç kaldı. Biraz daha çabuk karar verebilseydi bu şablon, 10 hafta evvel kurulabilirdi.
Uzun sakatlıktan çıkmasına rağmen Kemal dün gece belki de takımının en iyilerindendi. Ama dönelim bakalım F.Bahçe'de kötü oynayan, kötü mücadele eden var mıydı, bulamıyorum. Takım bir makinadır, bunu kuralına uygun kurarsan hatalı dişliyi çabuk bulur, dışarı alırsın.
Transfer düşünülsün
Önder’de ısrar edilirse iyi şeyler yapacak.
F.Bahçe iyi götürmesine rağmen, 60. dakikakadan sonra çok basit top kayıpları yüzünden kalesinde pozisyon gördü. Ama Daum, bu şablon ve kadro yapısıyla çok fazla oynamaz, ufak ufak rötuşlarla yoluna devam ederse, sarı lacivertliler ilerdeki maçlarda herkese çok keyif verir.
Hakem, maçı mükemmele yakın yönetti. Saha tribünden yeşil ve düzgün gözükmesine rağmen zemin ağırdı. Ve bu zeminde sarı lacivertliler rakiplerinin sahası olmasına rağmen onlardan daha fazla ayakta kaldı. Top onların ayağına Praglılar'dan daha fazla yakıştı.
F.Bahçe'nin artık seneye hangi futbolcularını kadrolarında tutacaklarına ve kimleri alacağına karar vermesi gerekir!...
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2004
<B>EMRE</B>’ye ceza veren Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun 10 sayfadan oluşan gerekçeli kararına itiraz ediyorum. Emre’ye 2 maç değil, en az 4 veya 5 maç verilmeliydi. RTÜK’ün Türk örf ve adeti diyerek, önüne gelene ihtar çekip ceza verdiği bir ülkede, Emre’ye 2 maç ceza fındık fıstıktı.
Türkiye’deki bazı güçler aynen Haluk Ulusoy federasyonunda olduğu gibi bu federasyonun içinde de at oynatmaya başladı. Verilen ceza maç adedi olarak tartışılabilir, ama verilmesi son derece doğruydu. Tahkim’in cezayı kaldırmasındaki gerekçesi enteresan. Emre, Nobre’ye parmakla sorti yaparken, hakem görüş alanı içinde miydi, değil miydi, TV’de gözükmüyor, demişsiniz.
Lafı fazla uzatmıyorum, cezayı kaldıran Sayın Tahkim Kurulu Üyeleri’ne teker teker soruyorum... Emre’nin yaptığı sortiyi ben onlara yapsaydım; a) Dönüp bana küfür ederler miydi? b) Dönüp bana vururlar mıydı? c) Beni mahkemeye verirler miydi? d) Hiçbiri.
Beşiktaş Yönetim Kurulu, futbol sahasındaki başarısızlığının faturasını, gündemi değiştirerek başka yönlere çekmek istiyor.
Haluk Ulusoy federasyonunda tenkit ettiğimiz her şey bu federasyonda çabuk başladı. Bu haftaki Çaykur Rizespor maçına, Beşiktaş’a çok uğurlu gelen (!) Serdar Tatlı tayin edildi. Murat Aksu çok etkili bir isim. Çünkü, babası İçişleri Bakanı. Şehirlerarası yollarda giderken, bazı kamyonların arkasındaki bir cümleye bayılıyorum; BABAM SAĞOLSUN.
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2004
Milli Takım, Türk Milli Takımı olmaktan çıkmış, neredeyse Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş kavgasına girmiş. Buna en fazla çanağı tutan, tehlikeyi görmeyen adam da Ersun Yanal.AMERİKA bugün dünyada 1 numara. Oradaki sistem başkanlık sistemi. Herkes bildiğini söylüyor, kararı başkan veriyor. Ama başkan tek başına hayati konularda bütün yükü üzerine almıyor. Çünkü ABD’nin ekonomik, siyasi bir geleceği var. Kısa ve uzun vadede bu kararı yetkili gruplar alıyor, başkan da bunlara uyarak yön çiziyor. Öyle veya böyle, son mühürü vuran başkan.
Şimdi dönelim bizim Milli Takım’a. Başkan kim? Levent Bıçakçı. Bence Levent Bıçakçı başkanlığa seçildi, ama henüz başkan olamadı. Bir insanın seçilmesiyle, seçildiği yerdeki uygulamaları bütünleşirse başkan olur. Bakın neden...
İki tane yardımcısı var. Onlar da uyum içinde değiller. Herşeyi başka tarafa çekiyorlar. Milli Takım’ın 3 tane sorumlusu var. Her sorumlu birbirinin arkasından konuşuyor, her şeyi ayrı ayrı yorumluyorlar. (Mesela Şekip Mosturoğlu. O Aziz Yıldırım’ın peşinde F.Bahçe’yi kovalıyor.)
Ersun Yanal var, Milli Takımlar Teknik Direktörü. Ama o da Milli Takımlar Teknik Direktörü olamadı. A Milli Takım Teknik Direktörü olabildi. Alt tarafına hakim değil, üst tarafına nasıl olsun. Ünal Karaman ve tayini ile uğraşmaktan yoruldu, Milli Takım futbolcularıyla uğraşamadı.
Yani, Futbol Federasyonu’nda her kafadan bir ses çıkıyor. Akort bozuk, orkestra şefi olması gereken Levent Bıçakçı da ön sırada seyircilerin arasında orkestrayı seyrediyor. Halbuki sahneye çıkıp idare etmesi, akordu bozanı da düzeltmesi gerekir. Buraya kadar yazılanları inkar da etseler de, malesef gerçek.
Aslında çok daha tehlikeli bir olay var. Ve sonu da uçurum. Ne yazık ki, kimse bu işin üstüne gitmiyor veya gidemiyor.
Bakın beyler...
Milli Takım, Türk Milli Takımı olmaktan çıkmış, neredeyse Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş kavgasına girmiş. 3-0’lık maçtan sonra Galatasaraylılar, ‘Ah, vah’ deseler de ben inanmıyorum, göbek atıyorlar. Buna en fazla çanağı tutan adam, tehlikeyi görmeyen adam da Ersun Yanal. Şu anda Ersun Yanal, Milli Takım’ın başında F.Bahçe yardakçısı bir antrenör izlenimi veriyor. Bu benim görüşüm değil. Yoldaki G.Saraylı, Beşiktaşlı öyle diyor.
Bakınız, Ukrayna’ya 3-0 yenildik, Dünya Kupası işi mucizelere kaldı. Biz maçın teknik analizini yapacağımıza, Futbol Federasyonu’nun yönetiminden bahsediyoruz. Geçtiğimiz dönem Haluk Ulusoy’un hataları da oldu, sevapları da. Ama hiç olmazsa bir otorite vardı; doğru veya yanlış.
Bu futbol Federasyonu’nda 10 tane otorite var. Ve seçilmiş başkan malesef şu ana kadar başkanlık yapamadı. Levent Bıçakçı düzgün adam mı? Düzgün adam. İyi insan mı? İyi insan. Ama sayın Levent Bıçakçı herkese sempatik gözükmeye mecbur değilsiniz. Birilerinin ayağına basmazsanız, yarın sizin kafanıza basarlar.
Gelelim Ersun Yanal’a... İşin başından beri Ersun Yanal’ın Milli Takım Teknik Direktörlüğü’ne karşıyım. Bir kulübe gitseydi, kesin daha başarılı olurdu. Çünkü onun yapısı ve felsefesi, kulüp takımlarına daha uygun. Merdivenleri çok çabuk çıktı. Bu hata değil. Ama basından kötü akıl hocaları seçti. Sevgili Ersun, kılavuzun karga olursa burnun bir şeylerden kurtulmaz. Bilgisayar önemli bir araç. Yalnız, sevgili arkadaşlar birşeyi unutmayın. Blgisayar herşey değil. Daha da önemlisi bilgisayara ne verirseniz, onu alırsınız. Futbol bilgisayarla oynansaydı, Bill Gates bir takım kurardı, yıllarca dünya şampiyonu olurdu.
Ersun Yanal, açık hareket etmedi. Bir Hakan Şükür olayı çıktı. Ne Hakan Şükür, ne Ersun Yanal doğruyu insanlara anlatmadılar. Sakın bilgiçlik yapıp da ‘Bize kalsın’ demeyin. Diyemezsiniz, hakkınız yok. Bu milli takım 70 milyonun. Her ferdi sizden hesap sorar, yakanıza yapışır. Burası kulüp takımı değil. Yani, burada ‘Ben yaptım, oldu’ diyemezsiniz, hesap vereceksiniz.
Ayrıca koca Avrupa’da geçen hafta lig maçı yapmayan iki tane ülke var. İkisi de tembel. Birisi Yunanistan, birisi biz. Bir de diyoruz ki, ‘Adamlar lig maçı oynayıp yorgun’ gelecekler. Akıllıyız ya. İtalya Ligi’nden oynayan Shevchenko Allah’tan yorgun geldi, bir de dinlenmiş gelseydi yandık. Shevchenko’yu bilmek için atomu yeniden parçalamaya gerek yok.
2006 Dünya Kupası’na hazırlanmamız gerekirken, federasyon yönetiminde ve teknik kısımlarda neredeyse sandıktan mal kaçırırcasına yetki kargaşası ve paylaşımı yaşandı. Neyi paylaşamadınız arkadaşlar? Buyurun maçtan evvel hepiniz atıp tutuyordunuz, maçtan sonra hiçbiriniz yoksunuz. Siz de başladınız ‘Hocamızın arkasındayız’ demeye. Demek ki, Ersun da gönedirilme yolununun başlangıcında.
Yalnız, size bir şey söyleyeyim... Futbol Federasyonları iki şekilde istifa ettirilir. Biri Milli Takım başarısızlığı. Diğeri hakemler.
Beyler... Şampiyonlar Ligi’ne, yani AB’ye, yani Avrupa’nın üst ligine yalnız futbolda değil, çok şeyde malzeme gönderemiyoruz. Tavuk ihraç edemiyoruz. Bazen sivri biberler geri geliyor. Hakem dersen, hiç istemiyorlar. Futbolcu dersen tonla gönderdik, bir iki tanesi oynuyor. Diğerlerini geriye postaladılar. Orada oynayanları da biz Milli Takım’da oynatmıyoruz. Bir terslik var, acaba onlarda mı, yoksa bizlerde mi? Zaten biz hep ‘Haklıyız’ deriz, tokatı yer otururuz. Sonra da o bilmeyenlerin (!) kapısına gider, ‘Ne olur bizi AB’ye alın’ diye nöbet tutarız. Zaten işin sonunda önce CD’ye alacaklar, sonra AB’ye.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2004
Federasyona bakıyorsunuz, üç tane milli takım sorumlusu var. Bunları kim tayin etti? Defansta oynattığın adamlara bakıyorsun, topu attığında mevsim ilkbaharsa, döndüğünde sonbahar. Yani, körler sağırlar, birbirini ağırlar misali... KLASİK bir cümle vardır; ‘nereden başlasam’ diye... Onu kullanmayacağım. Sondan değil, baştan başlayacağım. Başbakan maçlara geliyor, hoşuma gidiyor. Çünkü yıllardır sporun içinde olan çok az başbakan gördüm. Yalnııız, başbakan maça geliyor, basın tribününden maç seyretmek imkansız. Niye? 30 tane koruma ayakta durursa, Rüştü, Deniz, Fatih yerine onların kafalarını seyrediyoruz. Yedek kulübesi veya yardımcı hakem mi? Onlar da neredeler? Görmeye imkan yok ki...
Stada giriş-çıkış ayrı bir alem. Her taraf kilitlenmiş. Başbakanın bunlardan haberdar olduğunu zannetmiyorum. Çünkü o, halk adamı. Ama o kraldan fazla kralcılar yok mu...
Geçen hafta Avrupa’da iki ülkede lig maçları oynanmadı. Biri Türkiye, biri Yunanistan. Diğer bütün ligler aynen devam etti. Demek ki, Avrupa’da en tembel iki ülkeden biri biziz. Maçlar oynanmayacak, biz daha iyi hazırlanacağız. Yani, oynayarak değil, yatarak hazırlanacağız. Ama kadromuzda beş tane gurbetçi oyuncu var. Yani onlar, taktik antrenmanlarda yoklar. Peki, bizim futbolcular 90 dakika için 9 gün kampta ne yaptılar? Bol bol açılışa gittiler. Yani ziyaretlere...
Aslında bu federasyon görev bölümü yaparken, bir anda üç tane milli takım sorulumsu ortaya çıktı. Bunlar kendi kendilerini mi tayin ettiler, yoksa bu görevi onlara federasyon kurulu mu verdi? Yani daha başta çocuk ölü doğdu. Sonra aşağı doğru gidelim. Ersun Yanal’a, ‘Milli Takımlar Teknik Direktörü’ denildi. Ama Ünal Karaman’a yetki ve görevler Ersun Yanal’a söylenmeden verildi. Ersun Yanal, ‘her şey bana bağlı olmazsa, çalışmam’ dedi. Ama kolları kanatları kırılıp yola devam etti. Sonra bir Hakan Şükür olayı çıktı. Bizim bilmediğimiz bir şey mi vardı, yoksa bu bir gövde gösterisi miydi? Daha hala bu konu açıklığa kavuşmuş değil.
Dün çıkan takıma baktığımda gördüğüm şu; Hakan’ın ölüsü bu takımda oynar. Hakan Şükür’ü oynatmıyorsun, tamam. Peki kaç tane karşıdan, cepheden mancınıkla atar gibi hava topu attın rakip defansın üzerine? Kim vuracak kafayı?
Defansta kimi oynattık?
Ukrayna ile oynuyorsun, iki tane çok tehlikeli adamları var. İkisi de kontratağa yatkın elemanlar. Birisi Shevchenko, diğeri Voronin. Peki, senin arkada oynattığın defans adamların kimler? Sayalım bakalım. Ümit Özat, Tolga, Servet ve Deniz. Önlerinde Hüseyin. Yani, topu attığında mevsim ilkbaharsa, döndüğünde mevsim sonbahar. Bu kadar ağırlar. Yani körler sağırlar, birbirini ağırlar. Buradaki sağırlarla ağırlara defans elemanlarımızı katabiliriz. Körlere de Ersun Yanal’ı...
Bakınız arkadaşlar, hayatında topa ayak sürmemiş, burnunun ucuyla vurmamış adamlar çıkıp ‘hücum oynayalım, öldürelim’ diyebilirler. Ama sevgili okuyucular, şunu hiçbir gün unutmayın. Futbolda önce gol yemeyeceksin, sonra atacaksın. Çünkü bir tane yersen, iki tane atman lazım.
O üç gol nereden çıktı?
İsterseniz maçın kasedini tekrar izleyin. Doksan dakika boyunca rakibin kalemize beş kişi ile geldiğini hiç gördünüz mü? Ama maçın neticesi 3-0. Nasıl oluyor peki?
Hücum ediyoruz, rakip defanstan dönen bütün topları yine rakip alıyor. Seyirci derseniz o daha enterasan. Rakibe veya hakeme baskı yapacağına, tutturmuşlar bir şarkı, ‘canımsın benim, hayatımsın benim, senden başka sevgilim yok benim...’ Hep aynı nakarat. Yahu kardeşim, maçın temposuna göre rakibe veya hakeme yüklensene. Ve bu tezahüratı beğenip, stattan destek geliyor. Yani demek ki, biz her şeyden memnunuz. Hayırlı olsun.
Finaller mi? O bir hayal...
Bir tek adam kaldı geriye sallayacağımız. Kim o? Bildiğiniz gibi hakem. Dün gece biz onu bile zorlayamadık. Dünya Kupası finalleri mi? O bir hayal. Ama o Kore&Japonya’daki üçüncülük yok mu, hak etmeden düşeş atarak olduğumuz... Bizi yanıltan hep o oldu. Ama ne yazık ki, ne o günkü Futbol Federasoynu bugün var, ne de dünya üçüncüsü takımı çalıştıran teknik direktörümüz bir yerde teknik direktörlük yapıyor.
Bu federasyon da kaç başlı onu bilemiyorum. Akordu var mı derseniz, o da yok. Yetki kargaşası derseniz, yığınla. O zaman neyi paylaşamıyorsunuz! Zaten paylaşacak da bir şey kalmadı. Not: Dün gecenin en karlıları, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın maça gelmesiyle polisin ona odaklanmasını fırsat bilen ve çok sayıda vatandışın cep telefonlarını ve paralarını çalan yan kesicilerdi.
Yazının Devamını Oku