Erman Toroğlu

Arabadan inin!

10 Kasım 2004
Tavuk konusunda Sayın Bakan Güçlü diyor ki: ‘Toroğlu bildiği dalda konuşsun. O spordan anlar.’ Sayın bakanım, Türkiye’de kanser vakaları çığ gibi büyüyor. Eğer makam arabasından biraz inip, yolda biraz yürürseniz ne demek istediğimi anlarsınız. ELİMDE bir kitap var. Kapakta bir trafik işareti, kırmızı, içinde ‘Stop’ yazan. Altında ‘Kanser önlenebilir bir hastalıktır’ cümlesi bulunan. Yazarı, Prof.Dr. Samuel S. Epstein... Herkesin mutlak surette okuması gereken kitap. Yazar, resmen salgın bir hastalık durumuna gelen kanserin nedenlerini ve korunma şekillerini anlatıyor. Size içinden bir paragrafı aynen aktarıyorum.

Kanserojen maddelerin, kanserojen olduğunun kanıtlandıktan onlarca yıl sonra kullanımdan kaldırılmasına bir çok örnek veren yazara bir soru yöneltiliyor; ‘Kanser salgınını, sigara genetik veya yaşam tarzı ile açıklayamıyorsak, bunun gerçek nedenleri ne olabilir?’

Doktor Epstein: Üçe ayırmak mümkün. Birincisi, halka bilgi verilmesi durumunda nispeten kolayca kaçınılabilecek olan, özellikle tüketici mallarına ilişkin olanıdır. Tüketici malları derken bir marketten satın alabileceğimiz gıda, kozmetik ürünleri ve tuvalet eşyası (sabun, diş macunu gibi ağız ve vücut temizliğinde kullanılan eşyalardır).

Ve son olarak da ev ürünlerini kastediyorum. Bunların hepsinde de tüketiciler, oluşturdukları kanser riskleri konusunda bilgilendirildiğinde bu malları boykot edebilir ve bunların yerine daha güvenli olanlarını satın alabilirler. Bu durumda bu güvensiz ürünlerin üreticileri, ürünlerinin boykot edilmesiyle cezalandırılacaktır. Yanlışlarını temizlemeleri için bu güçlü bir etki olacaktır. Ancak Amerikan Kanser Kurumları, tüketicileri bu bilgilerden mahrum etmektedir.

Konuşurken duyulsa

Epstein
’a bir soru daha yöneltiliyor; ‘Demokrasiyi nasıl tanımlarsınız?’

Demokrasiyi tanımlamanın yollarından biri de tüketicilerin bilme hakkı. Sağlıklarını ve refahlarını olumsuz etkileyecek şeyler hakkında bilgi sahibi olma hakkıdır. Ama yılda 4.6 milyar dolar ayrılan kanser kurumları, bu bilgilere sahip olmasına rağmen bu bilgileri sağlamamakta ve yayınlanan bilgileri de hafife almaktadır...

Türkiye’de kanser vakaları çığ gibi büyüyor. Bırakın yetişkinleri 6-7 yaş çocuk gruplarında bile büyük artış var. Neredeyse 3 erkekten 2’si veya 3 kadından 1’i hayatı boyunca kansere yakalanmakta.

İnsanlar konuşurken söylediklerini duyabilseler, çok şey konuşmazlar. Dünkü gazetelerde ve televizyonlarda Tarım Bakanı Sayın Sami Güçlü’yü hayretler içinde izledim. Tavuk konusunda sayın Sami Güçlü diyor ki: ‘Erman Toroğlu bildiği dalda konuşsun. O spordan anlar.’ Bakın sayın bakanım. İkimiz de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birer ferdiyiz. Şu anda aramızda yetki olarak bir fark var. Siz bakansınız, ben vatandaş.

Yaşamaya çalışanlar

Ama sayın bakanım, kamuoyunu şimdi isterseniz biraz aydınlatalım. Allah uzun ömürler versin, siz 1950 yılında Konya’da doğmuşsunuz. 1968-1973 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okumuşsunuz. Sonra da bilim adamlığını seçip, iktisat dalında profesör olmuşsunuz.

Sayın bakanım, ben de 1948 Mersin doğumluyum. Sizinle aynı yıllarda Ankara İktisat Kamu Yönetimi’ni okudum. Yani ikimiz de iktisatçı sayılırız. Siz ticaret yaptınız mı, bilmiyorum. Ben 20 yıl toptan sebze meyve sattım. Siz üreticilik yaptınız mı, bilmiyorum. Babadan kalma portakal, limon bahçem var. Yani, siz tarım ve hayvancılık konusunda bir iktisat profesörü olarak ne kadar konuşabilirseniz, benim de en az sizin kadar, hatta biraz daha fazla konuşma hakkım ve tecrübem vardır zannediyorum.

Sayın bakanım, siz siyasetçisiniz. Genelde siyasetçileri küçük etnik gruplar seçimlerde maddi manevi olarak desteklerler. Çünkü genelde seçimi kazandırdıkları bu siyasetçileri etnik gruplar kullanacaklardır. Yani, önce ekeceklerdir, sonra biçeceklerdir. Ama sayın bakanım, öbür tarafta da yaşamaya çalışan 75 milyon insan var.

Sessiz çoğunluk

Sayın bakanım, nerede ne konuşulacağını çok iyi bilirim. Defalarca söyledim, yazdım. Yine aynen söylüyor ve yazıyorum. Bazı şeyleri kabul edelim ki, üzerinde araştırma yapalım, doğruya varalım. Ama sizin dediğiniz gibi her şey mükemmel, güllük gülistanlıksa zaten söylenecek fazla bir şey kalmıyor. Bu ülkede patlayan nükleer santralin çayını içen ve içiren bakanlar gördük. Ben demokrasi hakkını kullanarak ve çok kontrollü konuşup yazarak, sesini fazla çıkaramayan, bazen de duyuramayan halkı biraz uyandırmak istedim.

Şunu hiçbir zaman unutmayın, sessiz çoğunluk çok önemli. Eğer makam arabasından biraz inip, yolda biraz yürürseniz, kahvelere köylere biraz giderseniz, bu söylediklerimin ne demek olduğunu daha iyi anlarsınız.

Aynı suça 2 ceza olmaz

BU seneki disiplin cezaları hem kulüplerin hem de federasyonun başını çabuk ağrıtmaya başladı. Futbol Federasyonu’nun sezon başında planladığı bir sezonluk ceza geliri iki hafta önce hedefine ulaştı. Kulüpler diyorlar ki, hem Meclis’ten çıkan bir kanun var, hem de federasyonun çıkarttığı bir yönetmelik.

Tribünde bazı seyirciler münferit hareketler yapıyorlar. Kamera ile tespit edilen bu şahıslara hem para cezası, hem maçlara girmeme cezası veriliyor. Bu taraftara kulübü de sahip çıkmamışsa eğer, bu işlem burada kapanmalı. Ama maalesef Futbol Federasyonu daha da ileri giderek bu seyirci yüzünden bu defa yönetmeliği uygulayıp kulübe bir ceza kesiyor. Bu hukuka aykırı. Aynı suça iki ceza olmaz. Aslında sınırlarının ve hedeflerinin yeniden belirlenmesi gereken bir durum. İlerideki haftalarda daha da baş ağrıtacak gibime geliyor.

Zeki Çol birini bırakman gerekmez mi?

ZEKİ Çol’u severim. Eski de arkadaşım. Taa faal futbolculuk devrinden. Yani milattan önce. Futboldan sonra Tercüman gazetesinde yorumculuğa başladım, ondan sonra da hakemliğe. Hakemlikte yükselmeye başladığımda hakkımda da yazılar çıkmaya başladı: ‘Hem savcı, hem hakem olamazsın. Birinden birini bırak Erman’. Gazetedeki görevimden ayrıldım. Ayrılmasaydım, kimse bir şey diyebilir miydi? Hayır, ama etik olarak öyle düşündüm.

Zeki Çol’un da etik değerlere çok önem verdiğini bilirim. Şimdi kendisi hem gazetedeki görevine devam ediyor, hem de Futbol Federasyonu’ndaki basın danışmanlığına. Ne dersin Zeki, birinden birini bırakman doğru olmaz mı? Çünkü gazetelerde çıkan haberler veya televizyonlarda Milli Takım futbolcularıyla yapılacak röportaj ve haberlerde olan! veya olacak spekülasyonlara değer mi? Böyle bir tabloda iki tarafta da görev yapmaya devam etmek, doğru mu... Ne dersin Zeki, ben arkadaşınım...!

Naklen yayından MHK de pay alsın

MERKEZ Hakem Komitesi’nde görev yapan arkadaşların para almalarından yanayım. Hem de hepsinin. Naklen yayınlardan futbola bu kadar çok para akışı sağlanıyorsa, bundan iki kepçe de hakemlerin tenceresine konsun. Hem MHK üyeleri buradan maaşlarını alsınlar, hem de geri kalan para, hakemlerin eğitimine harcansın. Hakem, Futbol Federasyonu’ndan para alırsa haliyle ona bağımlı kalır.

Şikenin çok konuşulduğu, bahislerin fazlaca oynandığı bir ülkede, hakemliği bıraktıktan sonra MHK’de görev alanların mutlak surette mal beyanı vermeleri gerekir. Altını çizerek söylüyorum. Yalnız kendilerinin değil, eşlerinin ve çocuklarının üzerinde olan mal varlıkları da araştırılmalıdır. Araştırılmalıdır ki kafada sorular kalmasın.
Yazının Devamını Oku

Hikayeyi sevmiyoruz

7 Kasım 2004
<B>FENER</B> seyircisi ne olursa olsun takımını yalnız bırakmaz. Hele ki, bir gün önce G.Saray mağlup olmuş. Ama Fener Stadı’ndaki seyirci, yarıdan az. Şu bir gerçek, kimse hikaye dinlemeyi sevmiyor. La Fontaine’den masalları da. Mağlup olmak ya da galip gelmek önemli değil, sahada takımının iyi mücadele etmesini ve güzel futbol oynamasını istiyor.

Dönelim bakalım. Biri devamlı pompalanan, sezon başında Şampiyonlar Ligi’nde yarı finalde mücadele etmek isteyen Fenerbahçe, diğeri İkinci Lig’den bu sene çıkmış, yeni bir teknik direktör ve tamamen toplama bir takım. Aslında bu toplama kelimesine Ankarasporlular alınabilirler ama, alınmasınlar. Çünkü, dün gece o toplama takım, bu Fenerbahçe’ye göre çok daha kontrollü, düzenli, göze hoş gelen futbol oynadı. Fenerbahçe seyircisi artık ıkına sıkına galibiyetlerden ve zorlama futboldan bıktı.

Dünkü maçın ana fikri; Rüştü’nün, takımı 1-0 galipken 78’inci dakikada ısrarlı vakit geçirme nedeniyle gördüğü sarı karttı.

Olmayan bir faul ve gol

Nobre
’nin geldiği günden bugüne kadar ceza alanı civarında kendini atarak, hakemi yanıltarak (Van Hooijdonk ve Alex’in tehlikeli frikikleri için) kazandırdığı en az on tane pozisyonu sayabilirim. Mesela bunlardan bir tanesi, 0-0 giden ve aynı pozisyondan ilk golü kazandırdığı Samsun maçı. Dün gece de faulle uzaktan yakından alakası olmayan bir pozisyondan hakemi aldatarak kazandırdığı faul atışı ve ardından gelen maçın tek golü.

Daha önceleri Fenerbahçe takımında iyi mücadele eden biraz Tuncay, biraz daAurelio’ydu. En iyi top kullanan da beğenmedikleri Alex. Bu kadar mücadele edip iyi oynamasına rağmen Selçuk’un, kalesine 60 metre mesafede bir pozisyonda o ikinci sarı kartı görmemesi gerekirdi.

Yusuf Fener’e döndü!

Ankaraspor’daki eski Fenerli Yusuf, ‘Bir gün Fenerbahçe’ye döneceğim’ demiş. Bence dün gece Fenerbahçe’ye döndü. Çünkü, onlardan oynadı. Fener’de oynarken takımına bu kadar yararlı olmamıştı.

Hakem iyi niyetli ama, acemi. Özellikle en az 6-7 pozisyonda futbolcularla verkaça girmeye kalktı veya onların pozisyonlarını bozdu. Yani hep oynama alanının içinde gezdi.

Sonuç olarak Fenerbahçe yine kazandı. Herhalde dün gece Fenerbahçe’nin oyunundan ve Fener Stadı’ndaki atmosferden, Fenerbahçe’nin teknik direktörü de mutludur, başkanı da.
Yazının Devamını Oku

Akıllı olan kazandı

6 Kasım 2004
<B>TAM </B>bir taktik savaşı oldu. Bu sefer <B>Hagi </B>formsuzdu, <B>Ümit Kayıhan,</B> müthiş formda. Bir defa <B>Ümit Kayıhan, </B>G.Saray takımının etkili oyunculardan kurulduğunu, oyunu her an değiştirebilecek yapıya sahip olduğunu peşinen kabul etmiş. Neden? Hagi oyunu koparmak için kaç hücumcu soktuysa, Ümit Kayıhan, hepsinin başına bir bekçi verdi. Ama Burhan’ı arkada mutlaka boşta oynattı. Yani liberolu. Hani eskilerin ‘süpürücü’ dediği oyuncu. Hakikaten de Burhan, ortalığı çok iyi süpürdü. En ufak bir toz bile kalmadı.

Diyarbakır orta sahası da Yasin’in liderliğinde topa hiç dan-dun vurmadı. Yasin, oyunun başında iki-üç kez gereksiz top kaybı yapmasına rağmen -niyeti vurmamak olduğu için hep iyi kullanmak istedi- çok faydalı işler yaptı. Daha sonraki dakikalarda arkadaşları da çok iyi boş alan yaratıp kendilerini gösterince Diyarbakır, G.Saray’ın süratli oynamasını engelledi.

Orta sahası bitik

Bir de yeşil kırmızılılar hücumda topu kaybettikten sonra hemen bastırmadılar, bir oyuncuları yalandan markaj yaptı, hepsi en kestirme yoldan geriye döndüler. Burada önemli bir nokta var. Hiçbir zaman ceza alanı yayına kadar gerileyip G.Saray’ın atılan cephe toplarında onlara karambol şansı vermediler. Hücumda ayağa attıkları toplarla da iyi pozisyon yakaladılar.

İlk yarı çok enterasan. Koca 45 dakikada hem G.Saray, hem Diyarbakır kaleye toplam beş şut attılar. Bir tanesi Yasin’le kaleyi buldu. Onun da dakikası 45’ti.

Ümit Kayıhan ilk 60 dakikada iki hücumcu ile dörtlü G.Saray defansını oyaladı. Asıl sorun G.Saray’ın orta alanındaydı. Sayalım... Volkan, Sabri, Ergün ve Baliç... Biraz geriye gelen Necati... Ergün hariç hiçbirisi araya gol tehlikesi yaratacak paslar atan oyuncular değil. Ergün de zaten bitik. Onun için de bu alanda Diyarbakır istediğini yaptı.

Hakan’ı Ramazan çarptı

Hagi, Baliç’
i niye aldı, anlamak mümkün değil. Bir tek o, çizgiye gidip yandan orta yapabiliyordu. Yalnız bir başka gerçek daha var. Mesela Hakan Şükür. Diyorlar ki: ‘Ersun Yanal, milli takıma almadığı için moral bozukluğu var.’ Hayır, Hakan Şükür’ü Ersun değil, Ramazan çarptı.

Yalnız çıplak olarak ilk kez seyrettiğim Diyarbakırspor kalecisi Fadhel beni iyi yönde rahatsız etti. Cin gibi ve her türlü alternatifi anında düşünüyor. İnşallah aynen devam eder.

Galatasaray dün gece Selçuk Dereli’yi bile rahatsız edemedi. Bence yaptığı tek hata, 88’de Sabri’ye göstermediği sarı karttı. Sarı kırmızılılar sakın bahane bulmasınlar. Tiyatro seyircisi gibi bir Diyarbakır seyircisi var. Milli marşı da mırıltılı söylüyorlar, tezahüratı da mırıltılı yapıyorlar.
Yazının Devamını Oku

Kültür farkı

4 Kasım 2004
<B>HALK </B>dilinde bir söz vardır. <B>‘Uyan, babaya geldik’ </B>derler. <B>Daum, </B>1.5 yıl sonra ilk defa doğruya yakın bir kadroyu sahaya sürdü. Kadro doğruya yakındı ama, iki takım arasındaki futbol kültürü ve farkı ayan beyan ortadaydı. Türk futbolunun genel hastalığı, yan toplar ve kolay yenilen goller... Dün gece yine aynı görüntüler...

Servet, ağırlığının bedelini önce sarı, sonra kırmızıyla ödedi ve ödetti. Maç berabere, takımın en iyi oyuncusu Tuncay.... Tabela kalkıyor, Tuncay çıkıyor. Maç 90 dakika değil ki, sayın Daum. 90’ın bir de artıları var. Senin futbolcunun inadına yürüye yürüye çıktığı, vakit geçirdiği dakikalar... El oğlu Türkiye’deki hakem değil. 6 dakikayı geçiriverdi. Ve maçın farkı o 6 dakikada belirlendi. Yani 90+5 ve 90+6. Biz zekiyiz, Avrupalı aptal. Aslında ülke olarak da farkımız buradan doğuyor. Ne kaybedersek zekiliğimizden, uyanıklılığımızdan kaybediyoruz.

Biri oynadı, diğeri baktı

İleride Serhat’la Tuncay oynadı. Oynayan Tuncay, seyreden Serhat’tı. F.Bahçe ikinci golü yiyor, bütün defansın elleri havada. Ofsayt diye itiraz ediyorlar. -F.Bahçe’de oynayan futbolcular, Marco’dan, yani kendi arkadaşlarından gelen topun ofsayt olmadığını ne zaman anlayacaklar?- Bir tek yardımcının bayrağı havada değil. Aslında elleri havada olan yalnız defans değil. Rüştü de hep boşu boşuna Allah’a dua etti. Hiç topa gidemedi, hep boşa gitti. Eğer Şampiyonlar Ligi’nde iddialı olmak istiyorsan, grupta oynayacağın en az iki veya üç maçı kalecin kazanacak.

90 dakikaya şöyle bir bakıyorsunuz, Lyon takımının bir oyun planı var. Bir oyun kültürü var, mantalitesi var. F.Bahçe’nin neyi var? Hiçbir şeyi yok. Babadan kalma koş, vur, oyna... Hani aynen ilkokulda var ya, ‘Ali bana top at’, ‘Al Ali topu, ver bana.’ Aynen öyle. Bence iki takımın futbol ruhuna göre 90+6 başlamadan önceki, 2-2’lik skor futbolun adaleti değildi.

Şampiyonlar Ligi hayal. UEFA derseniz, belki Prag. Belki o da değil. Hakem mi? Bundan iyisi, şamda kayısı.
Yazının Devamını Oku

Tatmin oldunuz mu?

3 Kasım 2004
1.5 yıldır bana F.Bahçe’nin 5 tane güzel oynayarak kazandığı maçı sayamazsınız. Bu G.Saray kadrosuyla puan puana olmanız ve bu Trabzonpor kadrosundan 2 puan önde olmanız ve 2 sene üst üste şampiyon olmak sizi tatmin edecekse söyleyecek bir şey yok.SAYIN Aziz Yıldırım... Yazıya bu cümleyle başlama sebebim, Fenerbahçe Başkanlığı makamıdır. Sizden evvel oraya çok başkanlar geldi, bundan sonra da gelmeye devam edecek. Siz insanlara hitap ederken hangi tarzda hareket ederseniz, o tarzda karşılık görürsünüz. Fenerbahçe Başkanlığı önemli bir mevkiidir, ama geçicidir. Daum göreve geldikten sonra F.Bahçe ilk yılında şampiyon oldu. Buna rağmen Fenerbahçe taraftarı oynanan futboldan memnun değil. 1.5 yıldır bana Fenerbahçe’nin beş tane güzel oynayarak kazandığı maçı sayamazsınız. F.Bahçe belki bu sene de şampiyon olacak. Ama, ticarette bir olay vardır; yatırdığın para sermayen, aldığın karşılık.Sizi ben getirmedim kiF.Bahçe 2 sene, 3 sene Türkiye Ligi’ni alacaksa ve siz bunu kovalıyorsanız buna kimsenin diyecek bir şeyi yok. Ama, Avrupa’da başarılı olacak, Şampiyonlar Ligi’nde yarı final ve final oynayacak diyorsanız, bu oyunla imkansız. Demişsiniz ki, ‘Beni sen mi göndereceksin?’ Sizi ben getirmedim ki, ben götüreyim. Alex konusunda sıkıntınız var. Diyorum ki, ‘Alex çok iyi oyuncu. Alex’i oynatmak lazım. Alex Fenerbahçe için bir kazançtır. Ama Daum, Alex’i ve takımı henüz harman yapamadı.’ Yine diyorsunuz ki, ‘Ortega’yı gönderenler, Alex’i de gönderecekler.’Ortega’yı kimse göndermedi, sizin çok arayıp bulduğunuz Lorant gönderdi. Alex konusunda herkesin değişik bir fikri var. Ama, elindeki oyuncuyu, değeri kamuoyuna mundar gösteren senin teknik direktörün. Okan’ın ayağının kırıldığı maçta oyunu 5 dakika geç durdurduğumu söylemişsiniz. Herhalde maçta değildiniz veya futboldan nasibinizi almamışsınız. O pozisyonda Soner’e sarı kart vardı, avantaj da uygulanmamıştı.Ama, siz gene demişsiniz ki, ‘Erman Toroğlu ileri geri oynatıyor.’ Siz değil misiniz ki, Şansal ile aranızın iyi olduğu zamanlarda ona telefon açarak veya benimle konuştuğunuz zamanlarda bana telefon açarak (muhakkak ve mutlak bunu da yalanlarsınız) pozisyon soran ve oynatmamızı isteyen. Cumartesi günkü maçtan sonra araya adam sokup, pozisyon yayınlamamızı isteyen yine siz değil misiniz?Carew ile Emre’nin ceza heyetine gitmesi, televizyon görüntülerinden olmadı mı? Biz bu görüntüleri göstermeseydik eğer, gözlemci Doğan Babacan bunları yazabilir miydi? (Ankara’da oynanan Gençlerbirliği-Çaykur Rizespor maçındaki Youla’nın pozisyonunu yazmadığı gibi.) Trabzonspor-Galatasaray maçında hiç kimsenin görmediği, naklen yayının bile gösteremediği, ama sizin görev yapmasını engellediğiniz seyyar aktüel kamera penaltıyı yakalamadı mı?Farklı düşünmelisiniz Son olarak size şunu söyleyeceğim... Daum’dan siz memnun olabilirsiniz, o sizin sorununuz. Ben size soruyorum, sizin yönetiminizden Daum’dan memnun olan veya memnun olmayan kaç yönetici var? Bundan haberiniz var mı?Benim fikrim şu anda Fenerbahçe’nin başında normal bir teknik direktör olsa, bu kadroya göre, hiç puan kaybetmeden, oynadığı maç adedine göre Galatasaray ve Trabzonspor’dan 5 puan farkla lider olurdu.Bu Galatasaray kadrosuyla puan puana olmanız ve bu Trabzonspor kadrosundan 2 puan önde olmanız sizi tatmin ediyorsa, ona diyecek bir şey yok. İki sene üst üste şampiyon olmak sizi tatmin edecekse, ona da söyleyecek bir şey yok. Ama, ezeli ve ebedi rakibiniz Galatasaray, Avrupa’nın ikinci büyük kupasını ve Süper Kupa’yı alarak, Yeşilköy’e inip Florya’ya gitmişse, o zaman biraz daha farklı düşünmeniz gerekir. Sizin de Şampiyonlar Ligi Kupası’nı alıp, Sabiha Gökçen Havalimanı’na inmeniz gerekmez mi? Tavuk ve yumurtaBESİ tavuğu üreticileri Hürriyet’e yarım sayfa verdikleri ilanla ve sonraki açıklamalarıyla beni mahkemeye vereceklerini ifade etmişler. Eğer vermezlerse, hakkım üzerlerinde kalır.Geçtiğimiz günlerde dedim ki, ‘Ben tavuk yemiyorum.’ Aynen devam ediyorum; ‘Yemeyeceğim.’ Ve onlar mahkemeye gittiklerinde hakime bazı şeyler soracağım. Bu sorularıma hakim mi araştırarak cevap verecek veya tavukçular mı, merak ediyorum. İsterseniz, hakime yönelteceğim soruların bazılarını şimdiden yazayım. Hazırlıklı olsunlar veya açıklama göndersinler, bu sütunlardan yayınlayayım.İşte sorularBesi tavukçuluğu yapılırken, tavukların bulunduğu mekandaki tek bir tavuk kaç santimetrekarelik bir alanda yaşatılıyor? Yani, siz istiyorsunuz ki, tavuk kımıldamasın, önüne verilenleri hep yesin, çok çabuk kilo alsın. Bu tavukların bulunduğu mekanlara 24 saat ışık vererek, ışıktan gözü rahatsız olan ve gözü hep açık kalmaya zorlanan tavuğun önüne devamlı yem veriliyor mu?Tavuğa yürüme alanı bırakılıyor mu? Tavuk yaptığı pisliğin üzerinde oturduğu için, oradan gelecek bir mikroba veya dışardan gelecek bir mikroba karşı antibiyotik yüklemesi ne kadar yapılıyor? Tavuğa verilen bu antibiyotik, tavuğu kaç günde terkediyor?Tavuğu kestikten sonra yıkarken klorlu su kullanıyor musunuz? Veya kullandığınız suyun dezenfekte olayı ne kadar? Arıtma tesisleriniz yeterli mi?İki farklı branşBakınız, benim yaptığım basit bir araştırmaya göre, Türkiye’de tavuğun kesim süresi 30-35 gün. Ama, tavuğa verilen antibiyotik, tavuğu 60 günden önce terketmiyor. AB ülkeleri, neden Yugoslavya dahil tavuk alıyor da bizden almıyorlar? Carrefour, hatırladığım kadarıyla, ‘65-70 günden önce tavuk kestirmeyeceğim. Önce kesilenleri de satmayacağım’ demişti.Bakınız, altını çizerek yazıyorum; Türkiye’de tavuklar ne zaman 70 günden sonra kesilir veya Tarım Bakanlığı buraları yüzde 100 denetler, o zaman tavuk yemeye tekrar başlayacağım. Ama bakın, tavuk yemem diyen ben, sahanda veya rafadan yumurtayı rahatlıkla, hem de afiyetle yiyorum. Neden, çünkü et tavukçuluğu ile yumurta tavukçuluğu çok farklı iki branş. Yumurta tavukçuluğundaki tavuk, yumurta vermeye dört ay sonra başlıyor. İki sene sonra da kesiliyor. Bu tavukların eti yenmiyor, başka alanlarda kullanılıyor. Yani, yumurta tavukçuluğunun tavuğu aynen bir bebek besler gibi büyütülüyor. Ne dersiniz, sevgili tavukçular, tavuk deyip geçmeyin, Karaman’ın koyunu gibi sonra çıkıyor oyunu. Kıssadan hisseTAVUK, yumurta deyince aklıma horoz geldi. İşi biraz yumuşatalım dedim... Horoza sormuşlar, tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan? Horoz şöyle bir etrafına bakıp tavukları süzmüş; ‘Ben işime (!) bakarım, gerisine karışmam arkadaş’ demiş.
Yazının Devamını Oku

Başbakan'dan Federasyona emir

27 Ekim 2004
Hasan Doğan anlatıyor: ‘Sayın Başbakan bize bir tek emir verdi, ‘<B>Ne yapın edin Milli Takım’ı 2006 Dünya Kupası’na götürün.’</B> İşte siyasetin futbola bütün müdahalesi bu. HASAN Doğan adını ilk kez geçen yıl İzmir’de yapılan bir konferansta işitmiştim. Sonraları sıkça duyduğum bu isim, şu anda Türk futbolunun en üst kademelerinden birinde oturuyor. Hasan Doğan, Futbol Federasyonu’nun Başkan Yardımcısı oldu. Yakın çevreden gelen istihbarata göre bu isim tertemizdi. Önceki gece bir iftar yemeğinde Hasan Doğan ile buluştuk, dört saate yakın konuştuk.

Küçük yaştan beri çalışma hayatının içindeyim, yıllarca futbolun her kademesinde bulundum, ticaret yaptım. Onun için de insanları yüz ifadelerinden, vücut dillerinden ve gözlerinden iyi tanıyabildiğime inanıyorum. Dört saat sonunda Hasan Doğan hakkındaki intibam, ‘Ne olursa olsun dümdüz bir adam’ olduğu yönündeydi. Öyle bir havası var ki, ‘Ben futbolu seviyorum, elimden gelen mücadeleyi veririm ve başım sıkışınca asla çekip gitmem. Etrafımda sadece bir kişi de kalsa, sonuna kadar mücadelemi veririm’ diyor.

Hiç kıvırmıyor, çok kısa ve net cevaplar veriyor. Lafı fazla uzatmıyor, en sevdiğim adam tipi. Belki de onun için kaynaştık. Bu tip söyleşilerde önce gazeteci sorar, ‘Eveetttt... Neler oluyor?’ diye. Ama, Doğan tam tersini yapıp, elini çabuk tuttu ve söze başladı:

Biz dışarıdan nasıl görünüyoruz?’

Feryatlar yükselmesin

Dilim döndüğünce anlattım. Federasyonun iki başlı olduğunun konuşulduğunu ifade ettim ve, ‘Bir yanda Levent Bıçakcı, diğer yanda Hasan Doğan var. Hatta siyaset, Hasan Doğan ismiyle futbolu etkiliyor, yorumları yapılıyor’ dedim.

Hasan Doğan, ‘Başkan Levent Bıçakçı’dır’ diye söze başladı ve devam etti:

‘Siyaset tarafından futbol federasyonuna sokulan biri değilim. Ve şunu özellikle ilave ediyorum. Siyasetin spora bulaşmasına son derece karşıyım. Ve bu konuda da mücadele veriyorum. Özellikle bir şeyin altını çizmek istiyorum. Eğer Haluk Ulusoy çekilmeyip aday olsaydı, asıl o zaman siyaset futbolun içine girecekti, müdahale edecekti. Ben böyle olmasın diye mücadele ettim. Çünkü Ulusoy ile bu seçimlerden çok önce arkadaşlığım vardı. Ve ben de zaten Ulusoy’un yönetim kurulunda olacaktım. Size uzatmadan net bir şekilde şunu söyleyeyim. Hükümet futbola iki yerde bulaştı. Sayın Spor Bakanımız Mehmet Ali Şahin bana dedi ki, ‘Bu işleri öyle yapın ki, yarın bir gün spor camiasından (devletimiz futbolu kurtarsın) diye feryatlar yükselmesin. Sayın Başbakan, bizden bir tek şey istedi. Milli Takım’ı 2006 Dünya Kupası’nda Almanya’da görmek istiyorum. Ne yapıp edin benim bu rüyamı gerçekleştirin’ dedi’

İşte siyasetin müdahalesi bu. Yoksa son federasyon seçimlerinde siyasetin baskısı olsaydı, İstanbulspor’un delegeleri, Melih Gökçek’in delegeleri Mehmet Ali Yılmaz’a oy verir miydi? Veya verebilirler miydi?

İlk kez konuştu

FUTBOL Federasyonu Yönetim Kurulu’nun kilit isimleri arasında yer alan Hasan Doğan, halen Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyor. Türk basınında ilk kez Hürriyet’e konuşan Doğan, önceki gün iftar yemeğinde bir araya geldiği Erman Toroğlu’na Türk futbolu ile ilgili görüşlerini anlattı.

MHK’yi hiç aramadım

BİZ Türk hakemliğinin tamamen serbest, bağımsız ve hiçbir baskı altına girmeden çalışmasını istiyoruz. Ne olursa olsun kulüplerin hakem tayinine bulaşmasını istemiyoruz. Hakemlerin de sosyal olmalarını, futbolcularla kaynaşmalarını, dünya vitrinine çıkmalarını istiyoruz. Bütün hakemleri İstanbul’daki son Milli Takım kampına çağırdık. Orada çok güzel sahneler yaşadık. Bakın MHK Başkanı Sabri Çelik’e telefonumu gösterdim, ‘Numaram bu. İstediğin her an arayabilirsin, ama ben seni hiç aramayacağım’ dedim. Onun telefon numarasını da istemedim.

Beşiktaş bana kızgın

BEN Beşiktaşlıyım ve kongre üyesiyim. Ama Beşiktaş benden çok şikayetçi. Türkiye’de son derece yanlış bir sistem var. Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’na giren kulüp temsilcilerinden veya gazetelerde görev yapan takım yazarlarından hep aynı şey isteniyor; ‘Niye bizim kulübe sahip çıkmıyorsunuz?’ Halbuki kulüpler, ‘Bizim camiadan çıkanlar üst düzeyde görev yapıyorlar. Onlarla gurur duyuyoruz’ demeliler.

Şenes Erzik’e sahip çıkın

ŞENES Erzik... Türk Futbolunun, UEFA’da, FIFA’da kafa kol yararak tek başına mücadele eden en önemli ismi. Şu anda da UEFA’da Birinci Başkan Yardımcısı.. Yani önümüzdeki seçimde büyük ihtimalle başkan olacak.

Ama onu başkan yaparlar mı? Biraz zor. Neden? Çünkü, öncelikle Türk. Bu kadar AB üyesi varken, bu topluluğa üye olmayan bir ülkenin adayını Avrupa futbolunun başına getirmeleri imkansız gibi bir şey. Bunları niye yazıyorum? Çünkü, AB üyesi 25 ülke UEFA Başkanı’nın kendi aralarından çıkmasını istiyorlar ve bunun için de şimdiden kulis faaliyetlerine başladılar bile.

Buradan özelikle Sayın Başbakan’a sesleniyorum. AB’ye girmek için neler yapıyoruz, ne taklalar atıyor, ne zorluklar çekiyoruz. Bunu bizzat siz yaşıyorsunuz. Yarın bir gün UEFA Başkanı’nın bir Türk olması, sizin verdiğiniz AB mücadelesindeki en önemli avantajlarınızdan biri olacak. Çünkü siyasetin giremediği pek çok yere, yani kılcal damarlara spor giriyor. UEFA Başkanı eğer Şenes Erzik olursa, bunun en büyük kaymağını da Türkiye Cumhuriyeti yiyecektir. Ama ne yazık ki, Şenes Erzik şu anda yalnız.

İşte Sayın Başbakan, bu mücadelede Şenes Erzik’i tek bırakmayın. Onun gücü bir yere kadar yeter. Ama topyekün maddi manevi destek olursanız, bu rüya gerçekleşir.
Yazının Devamını Oku

Evet İbrahim benden korkulur

26 Ekim 2004
<B>Futbol</B> neden dünyanın en cazip sporudur sorusunun cevabı, ayakla oynandığı içindir. Çünkü ayak, el gibi hassas bir uzuvumuz değil. Onun için de hangar gibi kalelere goller atılıyor veya kaçırılıyor. Basketbola bakın; topun ve çemberin çapını düşünün. İşte elle oynandığı için onun kalesi öyle. Türkiye’de İbrahim Üzülmez için futbolun tarifi ikincisi oluyor. Veya ikisinin karışımına. Hem ayakla oynuyor, hem de elle. Bizim hakemlerimiz görmüyor ama Avrupa’ya çıkınca eloğlu çart diye çalıyor. Sayfa 16, şekil 5. Yer Danimarka. Adres Kopenhag. Ama benden korkulur. İspanyol hakem Massimo de Santis de beni dinledi, İbrahim’e penaltı çaldı. O Ersun Yanal da İbrahim’i oyundan aldı. Türk milleti üzülmüş kime gam İbrahim Üzülmez.

İbrahim ne demişti?

‘Erman Toroğlu, ‘İbrahim’in eline koluna bakın’ diye diye hakemleri şartlandırıyor. Adam takmış elime koluma. Gidin bakın en çok faul yapılan futbolcu benim. Ama Erman Toroğlu sadece beni görüyor.’

Ali Aydın, şike rapora yazılır

Hakem, idare ettiği resmi maçta takımların aralarında anlaştıklarını hissederse oyunu durdurup, kaptanları çağırır. Uyarır ve mücadele etmelerini ister. Bunu bir ya da iki defa yapar. Ama maçı tamamlamaya mecburdur. Yüreği yetiyorsa maçtan sonra raporuna bunları yazar. İki takımın anlaşmalı futbol oynadığını belirten raporunu federasyona gönderir. Temsilci ile gözlemci nasıl rapor verir bilinmez. Ondan sonra hakemin kendisini ve yakınlarını devlet güvenlik altına alır mı alınmaz mı o da bilinmez.

Aydın ne demişti?

‘Yönettiğim bir maçta şike yapıldığını hissettim. Ama maçın gözlemci ve temsilcileri raporlarına bu konuda bir şey yazmadığı için ve ilgili kurullar bana bir şey sormadığı için hiçbir şey yapmadım.’
Yazının Devamını Oku

Kopmalar başlıyor

24 Ekim 2004
<B>SÜPER </B>Lig’de 10. hafta maçları oynanıyor. Daha önümüzde 24 hafta var. Süper kalitesiz ligimizde, yukarısı yavaş yavaş şekilleniyor. Eğer Trabzonspor önümüzdeki üç-dört haftada bir-iki maç daha kaybederse, zirvede iki takım kalacak. Aşağısı da zaten belli. Belki de ligin devre arasında çok şey belli olacak.

İlk üçteki iki takım dün gece mücadele ettiler. Bakın, ‘mücadele ettiler’ diyorum. ‘İyi futbol oynadılar, futbol adına güzel şeyler yaptılar’ diyemiyorum. Trabzon kötü. Hatta bir kademe daha ileri gidip ‘çok kötü’ diyebiliriz. G.Saray, ona göre daha bir şekilli. Ne istediğini biliyor.

Futbolda uzun adamın ne kadar önemli olduğunu dün gece bir kere daha gördük. G.Saray defansı gelen bütün hava toplarına vurdu. Nereye kadar? Yattara oyuna girene kadar. Çünkü, bu oyuncu oyuna girene kadar bütün toplar G.Saray defansına karşıdan şişirildi. Onlar da çıkıp çıkıp vurdular. Yattara oynamaya başlayınca bu sefer o, çizgiden yan toplar attı. O zaman G.Saray defansı oyundan düştü. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmişti.

İstanbul Ligi’ne doğru

Trabzon’un kadrosu belli. Gökdeniz-Fatih, bir de özel hayatı kontrollü olursa Yattara. Diğerleri tamamen fizik olarak mücadele ediyorlar. Teknik olarak oyuna katkıları çok az. G.Saray’da oyuna ağırlığını koyacak futbolcu adedi daha fazla. Tabii, bunların hepsi fasulyeye bağlı. Yani paraya. Naklen yayın gelirleri dahil eğer milattan önceki başarılara para vermeye devam edersek, bu makas gittikçe açılacak. Yani Türkiye Ligi, İstanbul’dan üç takımın katıldığı İstanbul Ligi olacak. Diğerleri figüran. Dün Trabzon’da sadece heyecan vardı.

Bakınız, dün gece Türkiye’nin iki büyük takımı 90 dakika mücadele ediyor, sahada futbolcuların çoğu art niyetli. Her pozisyonda kendilerini yere atıyorlar, hakemi aldatmaya kalkıyorlar. Ve bu artık inanılmaz boyutlara ulaştı. En ufak darbeyi yiyen bir futbolcu zannediyorsunuz ki, ayağı üç yerden kırıldı. Öyle bir bağırıyor ki, neredeyse Faroz’dan duyulacak. Bu, net bir şekilde söylüyorum, sporda güçsüzlüğün, zayıflığın, kötü niyetin göstergesidir.

Sabun gibi eridiler

G.Saray, bence Trabzonspor’a göre bunu hak etti. Fazla dan-dun yapmadılar. Ayağa top oynadılar. Özellikle Trabzonspor’a göre ilk toplara daha çabuk ve istekli gittiler. Zaten böyle olunca da bordo mavililer her geçen dakika sabun gibi eridiler.

Gökdeniz hiç yok. Fatih öyle. Trabzon’un iki silahı diyorsun, onlar olmayınca bir tek Yattara kalıyor. O da uzun müddet kenardaydı.

Dün gece çok tuhaf poziyonlar oldu. Toplar ele mi çarptı, göğüse mi? Benim çıplak gözle gördüğüm kadarıyla hakem tamamında haklıydı. Televizyonda yavaşlatarak baktığımızda civciv mi çıkar, kuş mu çıkar hep beraber göreceğiz.

Trabzon’da sahaya çok madde atıldı. Türkiye’de seyirciler hala su attıklarından dolayı kulüplerinin ceza göreceğini ve hatta hatta sahalarının kapanacağını öğrenemediler.
Yazının Devamını Oku