24 Ocak 2005
<B>MİLLİ</B> maç veya devre arası tatillerinden sonra oynanan ilk karşılaşmalar her zaman tehlikelidir. Bu tip maçlarda sürpriz olma ihtimali fazladır. Ankaragücü, özellikle ilk yarı iyi mücadele etti. Topu ayağa oynadıkları zaman, Fenerbahçe orta alanı oyundan düştü. Sarı lacivertliler, kupa maçlarında gerginler. Bu ortamı yaratanlar da yöneticiler. Daum şimdi diyecek ki, "İlk hedefimiz tur atlamaktı, bunu başardık." Doğru, ama maça gelen seyirci Fenerbahçe'den memnun mu, bence değil.
Kırılma noktaları
Maçta öyle kırılma noktaları var ki, bazen seyircinin gözünden kaçıyor. Veya kaçmıyor da, seyircinin işine gelmiyor. Daha maçın başı, Luciano hakemin bir hareketine kızıyor ve topu alıp, onun kucağına atıyor. Hakem kardeşim o topu da yiyor, Luciano'nun hareketini de. Altında eziliyor... Ama, Luciano Fenerbahçe'de oynuyor. Atsa, sonu olacak. Alex'e işaret yapıyor, "Düdükten evvel topu oyuna sokma" diye. Brezilyalı onu sallamıyor, topu oyuna sokuyor. Hakem de haklı olarak sarı kartını gösteriyor. Bu sefer aynı Alex, gene onu beklemeden topa vuracakmış gibi hamle yapıyor. Ama genç hakem kardeşim biraz fazla uyanık. Alex'in hemen vuracağını anlayınca düdüğüyle başlama işareti veriyor. Yani, Alex ikinci vuruşu düdükten önce yapsa, kırmızı olacak. İyi, olacak da, hakem o sahadan çıkabilecek mi?
Aziz Yıldırım diyordu ki; "F.Bahçe Stadı'nda küfür yok." Dün gece küfürsüz dakika yoktu. Normal... Böyle bir federasyon olduktan sonra küfür de olur, kavga da... Federasyonun böyle pozisyonlarda kimseye bir şey diyecek hali yok.
Şimdilik böyle gidiyor
Fenerbahçe kopuk kopuk, hala bir takım oyunu yok. Sadece futbolcu becerileri var, onunla işi götürüyorlar. İlk iki golün başlangıcı Alex'ten, üçüncü gol Serhat'ın becerisi... Nobre futbol ne istiyorsa onu yapıyor, ama arkadaşları onun istediklerini yapmıyor. Rüştü dağlara taşlara gidiyor, kalesinde golü görüyor, şimdilik bu iş böyle gidiyor. Nereye kadar, Zaragoza maçlarına kadar... Sarı lacivertliler böyle oynarlarsa, o kolay İspanyol takımını geçemez. Böyle bir havada ve tatilde stadın yarısı dolu. Bence iyi seyirci. İstanbul'da restaurantlar da boş, kafeteryalar da... Ama Fenerbahçe, hala seyircisinin istediği futbolu oynayamıyor. Daum'un istediği 8-10 oyuncuyu alırlarsa, belki o zaman oynarlar. Aslında alan da memnun, satan da. Bize bir şey düşmüyor.
Ankaragücü biraz direndi, Fenerbahçe zorlandı. Bu demek ki, eli ayağı biraz düzgün bir takım Fenerbahçe'yi bu statta bile kötü durumlara düşürür. Ama o elli ayaklı takımlar da Türkiye'de şu anda yok.
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2005
Çok ani ve güdümlü olarak kurulan Futbol Federasyonu, bir türlü idareyi ele alamadı. Üst taraf çorba, alt taraf tam bir felaket görünüyor. Lutfi Arıboğan’ın Genel Sekreter olarak atanması olayı işin tuzu biberi oldu.
FUTBOL Federasyonu kötü gidiyor. Şu anda tuhaf bir görüntü içindeler. Çok ani ve güdümlü kurulan federasyon, bir türlü idareyi ele alamadı. Ve inanılmaz derecede üst üste hata yapmaya başladı.
En öncelikli ve en büyük sorun, otorite yokluğu. Başkan var mı? Eğer varsa yetkisi nerede başlayıp, nerede bitiyor? Yumruğunu masaya vuruyor mu? Yoksa masa mı onun yumruğuna doğru geliyor? Başkan vekillerinin görev alanları neler? Onların sınırı, nerede bitip başlıyor?
Tam bir çorba
Üst taraf çorba, alt taraf tam bir felaket. Sebze çorbası desem, değil, türlü desem değil. Bir tek şey yakıştırabilirim, o da bulamaç. Feredasyon Başkanı ile Milli Takım Teknik Direktörü konuşuyorlar mı? Veya neden konuşmuyorlar?
Bütün bunlar olup biterken, son Genel Sekreter Olayı işin tuzu biberi oldu. Ben Lutfi Arıboğan’a bir şey demiyorum. Çok da fazla tanımam.
Kaliteli olabilir
Çok kaliteli insan da olabilir. Ama bir futbol adamı olarak, basketboldan artan birinin futboldaki çok önemli bir yere gelmesine karşıyım. Madem yemeklerden benzetme yapıyoruz.
Hani, ikinci kalite bazı restoranlarda artan pilavı ertesi günü sütlaç yaparlar ya.. Şu andaki Federasyon Genel Sekreteri’nin durumu bu. Basketbola başkan olamayınca yüzmeye yolladılar, o da olmadı, ‘Gel Genel Sekreterlik yap’ dediler.
Yani ceketi, gömleği uyduramadılar, bize pantolon giydirdiler.
Niye uzağa gittiniz?..
AKP yönetiminin basketbolun başına getiremediği Arıboğan, Ülker’de de deprem yarattı. Kulüp başkanı damat görevden alındı. Arıboğan için diyorlar ki, ‘Futbolda, lisan bilen ve dışarı ile münasebeti olan adam aradık ama bulamadık.’
Arıboğan basketbolun içinden birisi. Madem genel sekterliğe adam arıyordunuz, niye o kadar uzaklara gittiniz. Can Çobanoğlu gözünüzün önünde durmuyor muydu? Hoş, o da voleyboldan gelme ama hiç olmazsa 10 yıldır futbolun içinde.
Üstelik, hem Türkiye hem de dünyada bayağı çevresi oldu. Lisanı da var. Ama bakıyorsunuz, bu federasyon, perde arkasında da Can Çobanoğlu’nu yemek istiyor....
Belki bir gün hakedenler...
HEPSİ hikaye, AKP haddinden fazla spora bulaşmaya başladı. Bu da beni fazla üzmüyor. Beni üzen, futbol camiasındaki başı bozukluk ve sadece günü kurtarma telaşı. Siz bu günlere dua edin.
Yarın bakarsınız güreşte, vücut geliştirmede, ya da binicilikte başkan seçilemeyen aday gelir, bizim futbol dediğimiz ata biner, dizginleri eline alır, arada sırada da kıçımıza kamçıyı şaplatır.
Şu andaki futbol camiası bunu fazlası ile hakediyor. Belki bir gün bizim de Hasan Polat gibi, Süleyman Seba gibi futbol federasyonu başkanlarımız olur. İnşallah.
Tavır sorunu
AMERİKA’da, çocuğunu trafik kazasında kaybeden bir anne, bir vakıf kurarak trafik kanunlarını değiştirtebiliyor. Niye? Çünkü canı yanan anne. O kanunu çıkartan senatörlerin canı, o anne kadar yanmamıştır.
Peki Futbol Federasyonu kimdir? Futbolu yöneten bir grup. Peki Kulüpler Birliği nedir? Acıyı çeken, okkanın altına giden esas malın sahibi. Yani Amerika’da canı yanan anne misali, kulüpler. Kulüpler Birliği Başkanı İlhan Cavcav diyor ki, ‘Ben federasyona bu konuda fazla karışamam.’ İlhan Cavcav bunu G.Birliği Başkanı olarak mı söylüyor, yoksa Kulüpler Birliği Başkanı olarak mı?
Ben Cavcav’ın yerine Kulüpler Birliği Başkanı olsaydım, bağlı bulunan kulüplerden genel sekreterlik konusunda görüş alırdım. Hem de imzalı aldığım bu görüşleri, ‘Tavsiye kararımızdır’ diyerek federasyonun önüne koyardım.
Bir kaç gün önce Levent Bıçakcı, Kulüpler Birliği Başkanı’na, Arıboğan konusunda telefon açıyor. Cavcav, ‘Farketmez’ diyor. Bu farketmez, Kulüpler Birliği’nin farketmezi değil ki, G.Birliği’nin farketmezi.
Diğer taraftan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım telefon açıyor ve Cavcav’a ‘Neden tavır koymuyorsun?’ diyor.
Cavcav da cevap veriyor, ‘Levent sana telefon açmış, sen olumlu ya da olumsuz bir şey söylememişsin. Şimdi bana telefon açarak tavır koyuyorsun. O zaman koysaydın ya.’
Copa Cabana topları..
ADAMLARIN hayatı futbol. Arjantin halkı, Brezilya halkına göre daha bir tavırlıymış. Hükümetin aldığı kararlara sert tepkiler koyuyorlarmış. Brezilyalılar ise kuzu gibiymiş. Paradan sıfır da atsan, vergiyi de artırsan sesleri çıkmazmış. Ama bir tek şeye, yani futbola dokunmayacaksın.
Eğer, Brezilya Milli Takımı’nın oynayacağı bir maç Rio de Janeiro’dan Sao Paolo’ya alınırsa, ‘Hükümet kesin düşer’ diyorlar. 4 kilometrelik plajda 100’er metre arayla mükemmel ışıklandırma var. Her boy, yaş ve cinsten insan burada 24 saat hem denize giriyorlar, hem de futbol ve voleybol oynuyorlar. Dikkatimi başka bir şey çekti. Bir tane üstsüz güneşlenen kadın görmedim.
Koşarken bir ara gözüm takıldı, yaşları 16-17 olan üç erkek, üç kız, bizim futbol idmanlarımızda yaptığımızı yapıyorlar, vücutlarının her yeriyle dokunarak, topu yere düşürmeme oynuyorlardı. İnanın bu top bazen üç, bazen dört dakika yere değmiyordu. Altı kişinin üçü de erkek, varın siz düşünün.
Plajın geneline baktığınızda her taraf yuvarlak dolu. Yan yana oynanan topları görüyorsunuz ya da yüzü koyun yere yatmış hatunları. Zaten giydikleri de ip mayo. Bir anda yerde yüzlerce top görüyorsunuz. Yani Copa Cabana deyince benim aklıma, havada uçan toplarla, yerde yatan toplar geliyor.
Karardan sonra
DİSİPLİN Kurulu Mutlu Çelik’e ceza verdi. Tahkim Kurulu ise yürütmeyi durdurdu. Ama daha kararını açıklamadı. Şu aşamada kafaları karıştırmamak için bir şey yazmıyorum.
Ama bu konuda karardan sonra, size Türk futbolunun geneli ile ilgili - Özellikle basın dahil olmak üzere- bazı şeyler yazacağım. Perdenin önünde ve arkasında neler oluyor o zaman daha rahat görünecek?
Köle gibiler
TÜRKİYE’de son yıllarda büyük alışveriş merkezleri moda. Ama burada çalışan personelin ne derece insanlık haklarına ve çalışma güvenliğine sahip olduğu tartışılır. Belki de onlar ‘köle’ sınıfına giriyorlar. Çünkü bu alışveriş merkezleri, özellikle dini bayramların bütün günlerinde açık. Bunların bir gün dahi adam gibi bir bayram yapmaya hakları yok.
Canlı sıralaması
20 GÜN Amerika’da kaldım ve şu kanaate vardım, orada yaşayan canlıların sıralaması alttaki gibi;
1- Çocuklar
2- Kadınlar
3- Kediler
4- Köpekler
5- Erkekler.
Bu sıralamaya bir not düşmek lazım. 3. madde ile 4. maddenin yeri değişebilir. Ama beşincinin asla.
Futbolcu tarlası
TÜRKİYE çok soğuk ama Brezilya ve Arjantin yanıyor. Brezilya’da, Copa Cabana Palas’ta kaldım. Cennet gibi bir yer. Plajın boyu 4 kilometre ve bisiklet pisti var. Hem o pistin üzerinde koşuyorsunuz, hem de ayakkabıyı elinize alarak kumsalda. Zaten binlerce insan yürüyor koşuyor. Bu plajın en büyük özelliği de Brezilya Milli Takımı’nda oynayan futbolcuların buradan yetişmesi. Bir tek Pele hariç.
G.Saray sevgisi
BREZİLYA’da dikkatimi çekti. Galatasaray’ı çok iyi biliyor ve seviyorlar. Taffarel’in de yer aldığı 2000 yılındaki UEFA Kupası Finali unutulmamış. Sarı kırmızılı takıma bir sempati var. En fazla tanıdıkları futbolcu Hasan Şaş. Onu daha çok Dünya Kupası’ndan tanıyorlar. ‘Sas, Sas’ diyorlar ve yüzleri gülüyor.
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2005
<B>B</B>URADAKİ Türklerin ortak noktaları futbol. Bu sayede birbirlerini daha sık görüyorlar ve sohbet ediyorlar. Gençlerbirliği ve Fenerbahçe’de santrfor oynayan bizim Ankaralı Salim’in, Manhattan’ın göbeğinde Times Meydanı’nda kaliteli bir restoranı var. Türklerden çok Amerikalılar rağbet ediyorlar. Akşamları rezervasyon yaptırmazsanız masa bulmak zor.
Ama yılbaşı gecesi restoranın üç katını da Türkler kapatmış. Ben de yılbaşına orada girdim. 12’ye 5 kala çıkıp Times Meydanı’nda meşhur o tantanalı yeni yıl kutlamasını izledim.
Amerikalılar şovu seviyorlar. Meydandaki tüm binalar rengarenk ışıklı reklamlarla dolu. Tam 24.00’de New York’un simgesi olan elmayı geleneksel olarak binadan aşağı bırakıyorlar. Bu şovu seyretmek için en az bir buçuk milyon kişi 31 Aralık günü saat 17.00’ye kadar alana gelmek mecburiyetinde. Bu saatten sonra gelenleri polis meydana almıyor.
Zaten meydana ulaşmak için en az dört polis barikatını aşmak zorundasınız. Saat 17.00’den sonra o bölgede otelde kalıyorsanız, eviniz varsa ve yemeğe gidiyorsanız ve elinizde resmi bir kağıdınız varsa o barikatları geçebiliyorsunuz.
Bu yıl polis öyle güvenlik önlemi aldı ki, caddelerdeki su ve kanalizasyon mazgallarının üstlerini bile sac plakalarla kaynak yaparak kapattılar. ‘Serbest bıraksalar, 4-5 milyon insan toplanır’ diyorlar. Sonuçta saat 24.00’de elma düşüyor ve en az 6 saat bekleyen kalabalık bir anda dağılıyor.
FİRARDAYIM
SİZ bu yazıları okurken ben Arjantin’de olacağım. Oradan da Brezilya’ya geçeceğim. Herhalde bu gidişle bizim firardaki Acun’un işini elinden alırım. Amerika’dan şimdilik bu kadar.
Bir buçuk Adana
SİZ bakmayın Futbol Federasyonu’na veya bizim tarafsız basınımıza.. Onlara göre bütün takımlar eşit. Ama dördü daha fazla eşit. Neden mi, Hakemler küçük takımların maçlarını idare ederken ayrı, büyük takımların kendi aralarındaki maçları yani derbileri idare ederken ayrı ücret alıyorlar. Yani Samsunspor-Gaziantepspor maçını idare eden bir hakemin maç tazminatı 840 milyon liraysa aynı hakem Fenerbahçe-Beşiktaş maçını idare ederken 1 milyar 680 milyon alıyor. Allah’tan yollukları eşit yapmışlar. Onları iki kat vermiyorlar.
Aslında bu mantığa göre bu büyük takımların yolları zaten yokuş (!) Utanmasalar yollukları da çift verecekler. Böyle adalet olur mu?. Ligdeki 18 takımdan dördünün oyun kuralları farklı, diğer 14 takımın oyun kuralları farklı mı? Niye hakemler bütün maçlarda aynı parayı almıyorlar. Siz Federasyon olarak hakeme iki kat para vererek zaten ayrıcalığın kralını yapıyorsunuz. Yani bizim Süper Lig’de bazı takımları eşit, bazıları daha fazla eşit (!)
Civciv çıkacak
MERAK ettiğim bir şey var. Yılbaşı’nda telefonuma pek çok mesaj geldi. İşin ilginç yanı aynı mesajlar, 3’er defa geldi. Bir teknik hata mı var, yoksa kasıt mı, çıkaramadım. Türkiye’ye dönünce Turkcell faturasında göreceğiz, ‘Civciv mi, yoksa kuş mu çıkacak’
Hakemlerin hepsi aynı
GEÇEN Pazar günü burada yaşayan Türkler beni aldılar Long Island’da futbol oynamaya götürdüler. 50-60 kişi maçı izlemeye geldi. ‘Uzun zamandır böyle kalabalık olmadı’ dediler. Salim ile karşı takımlarda oynadık. Maçın hakemliğini eski Beşiktaşlı Ahmet Börtücene yaptı. Maç 2-2 bitti. Son dakika oynanıyor, bizim takım hücumda. Boş kaleye golü yapacağız ve maçı 3-2 kazanacağız. Ama o da ne, bir düdük ve Ahmet maçı bitirdi. Futbolcu da olsa eline düdüğü alan hemen hakemleşiyor. Zaten bu hakem milletinin hepsi aynı. Maçtan sonra Ahmet’e soruyorum; Maçı niye bitirdin? Hakemlik yorumu böyle pozisyonlarda ‘sonucu bekle’ der.
Ahmet’ten cevap; ‘Ben onu bunu anlamam. Saatime bakarım Erman abi.’
Ama işin aslını sonra öğreniyorum. Salim takımının mağlup olacağını anlayınca iki de bir Ahmet’in yanına gidip; ‘Bitir şu maçı berabere daha iyi olur’ diye telkinde bulunmuş. Biz Türkiye’deki şikelerden bıkmışken en kralını New York’ta gördüm. Ne de olsa Türküz...
ABD’de alkollü araba kullanmak
AMERİKA’DA bir dernek var MADD. Mother Against Drunk Driving) İçkili Araba Kullananlara Karşı olan Anneler. Bu grup parlamentoya devamlı baskı yaparak alkollü araba kullananlara karşı büyük cezai müeyyideler koyduruyor. Bırakın direksiyonda alkollü araba kullanmayı, eğer arabayı alkollü bir şekilde yolun kenarına çekip flaşörleri yakıp dursanız, direksiyondan kalkıp sağ koltuğa geçip uyusanız bile, alkollü araç kullanmış muamelesi görüyorsunuz.
Çünkü ‘Senin o koltuktan kalkıp, direksiyona geçme şansın var’ diyorlar. Yani seni sağ koltukta otursan bile potansiyel tehlike görüyorlar. Ancak arka koltuğa geçip yatarsan durumu kurtarıyorsun. Alkollü araç kullananların araçları altlarından alınıp satıldığı için uyanık olanlar leasing arabaya biniyorlar ya da arkadaşlarının araçlarını kullanıyorlar.
Kadınlar niye soyunur?
MADEM New York’tayız, Amerikalı kadınlarla ilgili bir not düşelim. Amerikalı kadınlar alışverişi fazlaca seviyorlar. Öğlen tatillerinde bile restoranlarda erkekler var, kadınlar alışveriş merkezlerinde. Aç kalma pahasına kıyafet alışverişini tercih ediyorlar. Zaten Amerikalı kadın, rakip kadınlar için giniyirmiş. Ama erkekler için soyunurmuş (!)
600 dolar park cezası
10 günden bu yana New York’tayım. Ben gittiğim kentlerde taksiyle dolaşmam. Elimde harita bol bol yürürüm. Hem şehri tanıyor hem de yaşıyorsunuz. Park sorunu bir felaket. Kapalı parkların ‘Girdi çıktısı’ 30 dolardan başlıyor. Park yasağını delersiniz, takriben 150 dolar ceza veriyorsunuz. İş bununla da kalmıyor. Çekici gelip arabanızı şehrin bir ucundaki park alanına götürüyor. Oradan arabanızı çıkarmanın maliyeti de 450 dolar. Yani toplam maliyet 600 dolar, burada bu paraya ikinci el biraz döküntü araba alma şansınız var. Alkollü araba kullanırsanız tam yandınız. Bazı eyaletlerde eğer araba sizin üzerinize kayıtlıysa ve alkollü araba kullanıyorsanız yalnız ceza ödemekle kalmıyorsunuz, arabanızı altınızdan alıp satıyorlar. Yılbaşı öncesi İstanbul’da trafik yetkilileri açıklama yapıyor; ‘Yılbaşı alkollü araç kullananları taksiyle evlerine göndereceklerini’ söylüyorlar. Aynı gün New York’taki trafik yetkilisi açıklama yapıyor; ‘Eğer yılbaşı gecesi alkollü araç kullanır ve yakalanırsanız gecenizi zehir ederim, pişman olursunuz’ diyor. Türkiye ve ABD demokrasi ile yönetiliyor. Ne dersiniz, hangi demokrasi doğru ve iyi...
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2004
<B>F.BAHÇE</B> güle oynaya kazandı. Zaman zaman tempoyu arttırdılar ama yaptıkları en önemli şey, sıkça uzun ve yan toplarla oyunun yönünü değiştirmeleriydi. Sık sık yaptıkları bu değişiklik Konya defansının bütün dengesini bozdu. Ve fazlaca pozisyona girdiler. Stada isterseniz yarısı boş, isterseniz yarısı dolu deyin. 23 bin seyirci vardı. Ama ben bu statta, geçen sene bu kadar seyirciyle bile merdivenlerin boş olduğunu görmedim.
Dün gece bir kısım seyirci ayaktaydı ama kendi koltuğunun önünde. Bu da şunu gösteriyor. Demek ki biletsiz olan, veya resmi giriş kombine kartı olup da üzerinde koltuk numarası yazılmayan seyirci engellenmiş. Bunlar engellenince haliyle sivil polis ve resmi polis de görevsiz olduğu halde girememiş.
Bütün merdivenlerin başında ve bitiminde fosforlu yelek giymiş ikişer özel güvenlik görevlisi var. Seyirci hem rahat rahat tuvalete, hem de yemek yemek için istediği yere gitti.
Bir hafta önce Ali Sami Yen'deki rezilliği gördükten sonra inanın olması gereken, yapılması gereken bu olayları, sanki çok özel şeylermiş gibi bu sütünlara yazıyoruz. Yani biz hem medeniyet olsun diyoruz, hem de medeni şeylere prim vermiyoruz.
Küfür yoktu
Dün gecenin bir başka özelliği, küfür de yoktu. Hakeme tepki gösterdiler, yardımcı hakeme "Aptal" diye tempo tuttular. Tribünlerde disiplin olunca haliyle bu sahaya da yansıyor. Sarı lacivertliler tempoyu istedikleri zaman arttırdılar, istedikleri zaman düşürdüler.
Konyaspor bu iki yönde de F.Bahçe'ye karşılık veremedi.
Marco her zamanki gibi. Top çalma hırsızlığına devam etti. Sağ tarafta Mehmet Yozgatlı ile Serkan, dinlene dinlene hem önde oynadılar, hem de arkada. Çok da faydalı oldular. Solda Ümit hatasız oynadı diyebilirim.
Alex yine büyük futbolculuğunu gösterdi. Atılan ilk 2 golde yüzde yüz o var.
Tatlı, kararsız kaldı
İlk yarı 21. dakikada Rüştü uyanıklılık yapıp, taç çizgisinin kenarından oyunda top varken, ikinci topla sahaya girdi. Ama Serdar Tatlı ondan daha uyanık çıktı, maçı devam ettirdi. Bir Konyalı uyanık ve çabuk hareket edip kaleye şut atsa, orada Rüştü yoktu. Aynı Serdar Tatlı biraz sonra hiç alakasız pozisyonda kararsız kaldı, sonra da penaltıyı üfledi. Serdar kararsızsan vermeyeceksin. Demek ki, bir sakatlık var. Rahat değilsin.
Bir de bizim hakemlerimiz penaltı atılırken, ihlalleri hep es geçiyorlar. Zafer Biryol penaltı vuruşu yaptığında Rüştü öndeydi. Önder de ceza alanını ihlal etmişti. Vuruşu ilk ihlali yapan Rüştü çıkardı, Zafer ikinci defa vuracakken, ikinci ihlali yapan Önder gole izin vermedi. Yani, kuralları ihlal edenler, pozisyondan kazançlı çıktılar, haklı olan yandı.
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2004
Sayın bakanım, G.Saray- F.Bahçe maçında federasyon, G.Saray yönetimi, emniyet, valilik ve siz sınıfta kaldınız. Bunu bir şekilde temizleyebilirsiniz, ya yetkilileri görevden alırsınız, ya da istifa edersiniz.. Gerisi orta oyunudur..İKİ hafta önce Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Maraton Programı'na gelip birebir öyle şeyler anlattı ki, "Tamam" dedim.. "Yıllardır Türkiye'de görmediğim kararlılıkta ve üstüne aldığı işi sonuna kadar takip edecek bir bakana rastladım." Hem de pramitin en tepesindeki iki takımın, yani G.Saray ile F.Bahçe'nin oynayacağı maçtan 15 gün önce..
Ve bakanın ağzından şu cümleler çıktı, "Sayın Toroğlu Başbakan'ın, Bakanlar Kurulu'nda, hem bana, hem de İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'ya bakarak söylediği cümleler var, onun için de diyorum ki, bu işleri yetkililer düzeltecekler. Düzeltmezlerse biz de gerekeni onlara yapacağız..."
Para vermişler
G.Saray Başkanı ve yönetim kurulu sınıfta kaldı. Stat, Ali Sami Yen, yani G.Saray'ın evi. Ergun Gürsoy diyor ki, "Tamam biz seyirciye bilet verdik ama onlar bu biletler az diyerek bize geri verdiler. Biz de bunun üzerine para verdik. Stadın her tarafı elek gibi.."
G.Saray Kulübü Başkanı diyor ki, "Seyircimize hakim olamıyoruz."
Şimdi burada duralım 15 dakika çay molası verelim. Maç başlarken ve 90 dakika boyunca tribünlerdeki merdivenlerde kimse oturmayacak. Bu işle görevli temsilci Yüksel Okçuoğlu maçtan yarım saat önce diyor ki, "Ben bu maçı başlatmayacağım" Ama emir demiri kesiyor. Tribünde arz-ı endam eden Federasyon Başkanı, "Oynatın" emrini veriyor.
Sayın Bakan... Bu emri veren seçilmiş Futbol Federasyonu Başkanı'na, "Lüften görevinizi bırakın, istifa edin" diyebiliyor musunuz?
Diyemiyorsunuz, diyemediniz..
Tekrar maça dönelim.. Tribünlerde merdivenler gözükmediği gibi statta fazla seyirci var. Bu net bir şekilde görünüyor. Peki, o zaman "Herkes yerine otursun" diye anons yaptırtmak gerekmiyor muydu? Yani elmalar yerlerine oturacaklar, armutlar ayakta kalacaklardı. Sonra gidecektiniz, o ayaktaki armutlara bilet soracaktınız.
Cek-cak dediniz
Sayın Canaydın, maç bitmiş, misafir takımın seyircileri deniz tarafındaki tribünlerde tutulurken, stadın ışıklarını söndürmek, dünya fair-play ödülü almış bir başkanın kulübüne yakışıyor mu?
Biraz uzayacaktı iş elbette.. Ama uzasın. Yani biletsiz seyirciyi veya varsa sahte biletli seyirciyi dışarı çıkaracaksınız. Bütün bunları yapamadınız. Yani emniyet güçleri ve G.Saray yönetimi olarak siz.. Ne olmasına karar vermiştiniz futbol cemaati olarak, "Maçı başlatmayalım."
Yani güvenlik güçleri vazifesini yapmadı. G.Saray'ın özel güvenliği vazifesini yapmadı. Futbol Federasyonu ve Başkanı vazifesini yapmadı. Ve maç başladı. Yani, bir çuval incir berbat oldu. Yani, işin içine ettiniz. Artık temizleyemezsiniz.
Sayın Bakanım, ortada bir cenaze var. Bunu bir şekilde temizleyebilirsiniz, ya altınızdaki yetkilileri görevden alırsınız, ya da... Ya da, sizin istifa etmeniz gerekir. Eğer bunların hiçbiri olmuyorsa, şu ana kadar yaptığınız toplantıların ve verilen beyanatların hepsi orta oyunudur.
Siz devletsiniz.. Adınızın ne olduğu da hiç önemli değil. İnönü Stadı'nda o çocuk öldürüldükten sonra siz hep cek-cak yaptınız. Aynen devam ediyorsunuz. Onun için de kamuoyundan özür diliyorum. Burada da yanılmışım.
MÜHİM NOT: Yukarıdaki yazıyı pazar akşamı maçı kazanan G.Saray Futbol takımı ile sakın karıştırmayın. Sarı kırmızılılar mükemmel oynadılar. Yani Fenerbahçe kötü oynadığı için onlar iyi gözükmediler. Mükemmel oldukları için Fenerbahçe'yi bitirdiler. Böylece Papila'yı da ipten kurtardılar. Fenerbahçelilerin ağzına sakız vermeyecek netlikte üstelik. En tepedeki Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü, G.Saray Kulübü Başkanı ve "Maçı başlatın" emrini veren cemaatin imamı, Federasyon Başkanı Levent Bıçakcı dahil, pazar akşamı herkes sınıfta çaktı. Sınıfı geçen G.Saray'ın saha içinde çatır catır mücadele eden, futbol oynayan takımıydı.
NOT 1: Beyler ben akıllı adamı çok severim ama benden akıllı olmayacak. Yazmadan ve konuşmadan önce biraz düşüneceksiniz, Ayhan'ın, Tuncay'ı cezaalanında formasından çektiği pozisyonda top oyundaydı. Hikaye anlatmayı ve milleti yanıltmayı bırakın.
Papila, artık sana inanmam
EVET, yanılmışım. "Türkiye'de kişiliği net, tavırlı iki hakem var" diyordum. Hem de cesur. Biri Serdar Tatlı, diğeri Cem Papila.
Bak Papila, sen geçen sezon Beşiktaş- Samsun maçındaki 5 kırmızı karttan sonra Papila oldun. Hepimiz, "Helal olsun.. Bir tane adam çıktı" dedik. Teknik kabiliyetin zaten fazla değil, futbolu da aman aman bilmiyorsun. Ama hiç olmazsa disiplininle işi götürüyordun.
Pazar günü gördüm ki, stilini değiştirmişsin, yumuşamışsın.. Yumoş, yumoş olmuşsun. 3 dakika önce Hakan Şükür'e -doğru bir kararla- faul çalıyorsun, seyirci bağırıyor, Hakan sana konferans veriyor ve 3 dakika önce verdiğin pozisyona, 3 dakika sonra "Devam" diyorsun. Bir başka yerde top oyundayken maçı durduruyorsun, Hakan Şükür'ün sana itiraz ettiği pozisyonu ona anlatıyorsun ve gidip hakem atışıyla oyunu başlatıyorsun.
Ayhan, gözünün içine baka baka, aynı küfürü sana hem de iki defa ediyor. Ve sen Ayhan'ı kızartamıyorsun.
Bak Papila, pazar günü karizmayı çizdirdin. Beşiktaşlılar çok isyan etmişlerdi. "Niye bizim maçta 5 oyuncu" diye. Ben de sana sahip çıkmıştım. Maalesef Papila, Beşiktaşlılar haklı çıktılar. Artık bu saatten sonra tekrar erkeklik yapmaya kalkarsan, beni inandıramazsın.
Bir de üstüne üstlük o akşam, A.Sebat- Sakarya maçını izleyince Serdar Tatlı'nın cesaret açısından, kararlılık açısından hakem adamlığı açısından -kondisyonu iyi olmamasına rağmen- tek kaldığını üzülerek gördüm. Hepimizi yanılttın, yazıklar olsun.
Rövanşta ne yapacaksın Bıçakcı?
UEFA Tahkim Kurulu'nda görev yapan Federasyon Başkanı Levent Bıçakcı'nın hakikaten Federasyon Başkanı olduğunu zannetmiştim. "Maçı başlatın" emrini veren Levent Bıçakcı günah çıkarmaya devam ediyor, "Bir daha olmayacak, fazla seyirciyi abartmayın" diyor.
Geç sayın Bıçakcı geç.. Şimdi bu maçın rövanşı Fenerbahçe Stadı'nda olacak. Ve gidebilirsen, sen de oraya gideceksin. Orada bir tane bile merdiven boşluğu göremezsen, bütün stat ayakta olursa, "Oynatmayın deme" cesaretini gösterebilecek misin?
Bak sayın Bıçakcı, sen G.Saraylısın.. Hem de kongre üyesisin. Olabilir ama eğer sen kendi takımının maçı için, bütün şartlar pişmiş ve hazır olduğu halde, "Oynatmayın" diyemiyorsan veya demiyorsan, üstüne üstlük, "Oynatın" diye emir veriyorsan, artık senin bundan sonra hiçbir şekilde konuşmaya hakkın yok.
Keşke pazar akşamı Ali Sami Yen'e gidip Şeref Tribünü'nde, "Futbol Federasyonu Başkanıyım" diye oturmasaydın. "Midem bozuldu, hastayım" derdin, "Tuvalete çok sık gideceğimden maça gelemedim" derdin, hem maçı kurtarırdın, hem kendini.
Küfürün belgesi
AZİZ Yıldırım diyor ki, "Fenerbahçe Stadı'nda küfür edilmiyor." İki hafta önce Ankaragücü maçında bana edilen küfürlerin belgesi ortada duruyor. Bu sadece F.Bahçe Stadı'dan değil, bütün statlarda yapılıyor. Siz küfürü bana edin de, birbirinize etmeyin ben razıyım.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2004
Tribündeki çete başları tam profesyonel. Gencecik çocuklara ‘Daha iyi bağırmanız için haplanmanız lazım, cesaretlenmeniz lazım’ diyorlar. Ortada bir torba geziyor, içinde hap olan. Torbanın içine 5 milyonu atan hapı yutuyor.
SEVGİLİ okuyucular... ‘Patlıcan oturtma, patates oturtma, cacık’ var. Mesela derler ki, ‘Cacık gibi adam... Bu iş cacık olmuş...’Ben bugün size türlü yazacağım... Siz isterseniz buna ‘türlü oturtma’, isterseniz ‘türlü ızgara’ deyin. (nasıl oluyorsa)
Bakınız... Hep belli odaklarda tartışıyoruz. Oraya kilitleniyoruz. Ya o kilitlendiğimiz şeyi savunuyoruz ya da yerden yere vuruyoruz. Aslında yaptığımız en büyük hata bu. Neden biliyor musunuz?
Bazıları etrafında olup bitene sadece bakarlar. Görmezler, belki de görürler işlerine gelmez. Bazen ‘Bana ne ya’ veya ‘aman bana bulaşmasınlar’ demek lazım...
Tarihi mezarlık!Geçtiğimiz pazar günü TEM’den E-5’e doğru Kurtköy civarından yol alıyorum... Sağ tarafımda bir tabelada ‘Tarihi Kurtköy Mezarlığı’ yazıyor. Takıldım kaldım. On dakika evvel, 50 yıl önce, 150 yıl önce ne farkeder. Mezarlığın tarihi olur mu?
Yazının Devamını Oku 5 Aralık 2004
<B>G.BİRLİĞİ </B>takımı, kadro olarak fena değil. Maçı seyretmesem, <B>"Galatasaray çok büyük bir galibiyet aldı"</B> diyeceğim. Ama, Gençlerbirliği defansının göbeğinde oynayan futbolcular öyle inanılmaz hatalar yaptılar ki, sarı kırmızılılar hiç zorlanmadan maçı 5-0'a getirebilirlerdi. Şimdi diyeceksiniz ki, "Yahu kardeşim, adamlar 3-1 galip gelmiş. Daha hala neyi tenkit ediyorsunuz?"
Dört tane gol var, Galatasaray'ın kaçırdığı en az o kadar daha pozisyon var, 90 dakika bitiminde stattan çıkarken, "Ben bu maçtan keyif almadım" diyorum. Galatasaraylılar memnun, haklılar. Tehlikeli olabilecek bir rakipten sıyrılıp, Fenerbahçe'nin karşısına hasarsız çıkacaklar. Bir gün önce Fenerbahçe'ye bakıyorsunuz, Ankaragücü kolay lokma. Peki, nasıl bir lig bu? Haftaya birinci ile ikinci oynayacaklar, inşallah orada güzel futbol seyrederiz.
Yanal gitti Gençler bitti
Ersun Yanal gitti, Gençlerbirliği bitti. Ne Erdoğan Arıca, ne Oğuz Çetin, o havayı yakalayamadılar. Kadro ne olursa olsun, teknik adamların takım üzerindeki rolleri çok fazla. Hagi şu noktada haklı, geçen seneye göre bu Galatasaray takımı daha iyi oynuyor ve daha iyi mücadele ediyor. Yani bir takım havası var. Göze hoş gelen futbol oynuyor mu, hayır? Teknik olarak maç yorumu yapmak istiyorsunuz, zorlanıyorsunuz. Bakın neden...
Galatasaray 3-1 galip. Galatasaray mı çok iyi oynayıp galip geldi, yoksa Gençlerbirliği mi çok kötü? Şöyle bir geri dönüp bakıyorum, "Gençlerbirliği takımında iyi futbol oynayan bir oyuncu var mı?" diye arıyorum, bulamıyorum. İşte size maçın özeti.
Güzel şeyler yok
Lig şampiyonluğunu, adayların diğer takımlarla oynayacağı maçlar değil, kendi aralarında yapacağı karşılaşmalar belirleyecek. Veya çok büyük sürprizler.
Bir basın mensubu olarak, gittiğimiz maçlarda güzel şeyler yazmak istiyoruz. Yani, bindiğimiz dalı kesmek istemiyoruz. Ama, şahsen ben zorlanıyorum, o güzel şeyleri cımbızla bile çıkaramıyorum. Fenerbahçe biraz kımıldıyor, "Harika oynuyor" diye yazılıyor. Hayır, o da sadece biraz kımıldadı. Aynen dün gece Galatasaray'ın biraz kımıldadığı gibi. Bakalım haftaya iki kımıldayan ne yapacak?
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2004
Sadece futbol, sonuç hikaye. Hakiki Fenerbahçeliler'i tribünlerden kaçıranları temizleyemezsek, Türk futbolu kötüye gitmeye devam edecek. SİZE teknik, taktik, skor gibi şeylerden çok daha önemli bir olaydan bahsedeceğim. Çok enteresan şeyler oldu. Bakın neler... Maça biraz geç geldim. Aslında işime de öyle geliyor. Herkes girmiş, ortalık tertemiz. Hele hele etrafta biletsiz seyirci ve yankesici de olmayınca, Fener Stadı'nın çevresi sanki Avrupa. Her şey pırıl pırıl.
Ankaragücü, F.Bahçe'ye direniyor. Başkent ekibi uzun zamandır da iyi futbol oynamıyor. Ama, benim size anlatacağım bunlar değil. Basın tribününün sol tarafına göre, yani kale arkasında, belli bir grup seyirci var. Hani televizyon dizilerine konu olan, devamlı küfür eden, sanki onlar olmazsa o statta tezahürat yapılmayacak olan... Kendilerini vazgeçilmez zanneden ve hakiki F.Bahçeli seyirciyi tribünlerden kaçıran... Bunlar, ben dahil küfürlerine devam ediyorlar. Ama, bir de diğer seyirciler var... Yani, hakiki F.Bahçeliler. Mesela, basın tribününe göre sağ taraftaki kale arkası. Onlar rakiple de, hakemle de uğraşsalar, hep esprili slogan atıyor. Ve takımlarını öyle destekliyorlar ki, maça gelirken stadın dışında gördüğüm Avrupa'yı, stadın içinde de görüyorum. Maç devam ediyor, F.Bahçe 3-0 öne geçiyor.
Futbol ve skor hikaye
Sevgili okuyucular, tam bu sıralarda o bizim oturduğumuz yere göre sol taraftaki seyirci, karşıdaki hakiki F.Bahçe seyircisine ne diye bağırıyor biliyor musunuz? Kulaklarına inanamazsınız; satılmış i...ler... Yavaş yavaş resim belirlenmeye başladı. Sadece futbol, sonuç hikaye. Biz bunları tribünlerden temizleyemezsek, Türk futbolu kötüye gitmeye devam edecek. Ama sakın bir yerde yanılmayın. O sol taraftaki seyirci, İnönü Stadı'nda da, Ali Sami Yen'de de, Trabzon'da da ve Ankara'da da var. Ama ne yazık ki, bunları doğurtan babaları (yani kulüp başkanları) şimdi bu çocuklara hakim olamıyorlar. Çünkü emziği ağızlarından çektiler.
Fenerbahçe, Ankaragücü'nün biraz direnmesine rağmen rahat kazandı. Önce seyirci hakeme takıldı. Zannettiler ki, hakem şartlı. Hayır, hakem zaman zaman acemilik yaptı, zaman zaman da mükemmel işler. Mesela, Fenerbahçe'nin üçüncü golünü Kuddusi Müftüoğlu attı. Öyle bir avantaj uyguladı ki, ders niteliğinde. Kesse, çocuk ölecek. Ama, çocuğa doğumunu yaptırdı, golü doğurttu. Ne var ki, seyirci Marco'ya sarı kart gösterdiği için hakeme kızgınlığını sürdürdü. Niye, çünkü Marco G.Saray maçında yok. Yani, seyirci A.Gücü maçını kazanmayı düşünmüyor, aklı bir hafta sonraki G.Saray derbisinde. Ama, Daum doğru iş yaparak, şimdiki maçı düşündü, bir sonrakini değil. Eğer F.Bahçe Marco oynamadığı için Galatasaray maçında mağlup olup şampiyonluk yolunda yara alacaksa, o zaman sakın "İyi takımız" diye böbürlenmesin.
Çözemiyorlar
Türkiye'de hakemler hala bir şeyi çözemiyor. Kırmızı kart kolaydır, gösterin. Onlar tam tersini yapıyorlar, sarı kartı kolay gösteriyorlar. Başları da belaya hep bu sarı kartlar yüzünden giriyor. Sarı kartı göstermeden biraz düşünün. Futbolcu zaten 90 dakika sizin elinizde. Sarı kartı bir sefer göstermezsen, biraz sonra gösterebilirsin. Ama çok kolay sarı kart gösterirsen, biraz sonra daha ağır harekette gösteremiyorsun. O zaman da bütün otoriten sıfırlanıyor. Bence Kuddusi, dün gece Serkan'a, Marco'ya gösterdiği sarı kartlardan daha büyük hatayı, ceza alanı içinde kendini yere atan Hakan Keleş'e göstermemekle yaptı. A.Gücü başarısız olduğu için teknik direktörünü değiştirdi. Böyle bir takımı da Fenerbahçe rahat rahat geçti.
Yazının Devamını Oku