Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; enflasyon hedefi yüzde 6.5’dan 8’e çıkarılmasına rağmen, yıl sonunda bu oranda kalınacağını bekleyen çok az. Şu anda piyasa tahminleri yüzde 9 civarında. Ancak piyasa analistleri hep baştan temkinli davranıp, daha sonra beklentilerini sürekli yukarı çıkardılar. 2017 yıl sonu yaklaşırken beklentiler yüzde 10 ve üzerine çıkarsa, bence sürpriz olmamalı.
Zaten Merkez Bankası Başkanı da Enflasyon Raporu’nu açıklarken, yıl sonu için değil ama yıl içinde çift haneye çıkılabileceğini kabul etmiş. Yılın ilk yarısında enflasyonun çift hanelere çıkma beklentisi olup olmadığı sorulduğunda Çetinkaya, “Çift hane elbette önemli bir risk. Buna karşı mutlaka elimizdeki tüm araçları kullanacağız” yanıtını vermiş.
Çetinkaya, elimizdeki tüm araçları kullanacağız diyor ama kullanmadığı ortada. Bunun nedeni siyasi baskı ve önümüzde referandum ve muhtemel seçim süreci olduğuna göre, bundan sonra “elindeki tüm araçları” kullanacağı da şüpheli.
Öyle olsa kurlardaki hızlı seyiri durdurmak için kararlı mücadele eder, gereken faiz kararlarını alırdı. Merkez Bankası bence, yayınladığı Enflasyon Raporu’nda fiyatlara kur geçişkenliği konusunda yeterli özeni göstermediğini de itiraf etmiş. Raporda enflasyon üzerinde döviz kuru ve ithalat fiyatları geçişkenliğine ilişkin özel bir bölüm yer almış. Mal grupları için oranlar verilirken, toplulaştırılmış endekslere bakıldığında; enflasyon üzerinde iki yıl sonunda birikimli ithalat fiyat geçişkenliğinin yüzde 14, döviz kuru geçişkenliğinin de yüzde 17.4 olarak hesaplanmış.
Biz kurların enflasyon etkisi büyük olacak derken, iktidar yetkilileri hep bunun geçici olduğunu söylediler. Biz enflasyonda çift hane riski var derken politikacılar bunu inkar etti ama Merkez Bankası Başkanı şimdi hepsini itiraf ediyor.
KAÇINILMAZ SONUÇLAR
Çünkü ekonominin kuralları var; bir şeyleri yapar ya da belli şeyleri yapmazsanız sonuçları bellidir. İşte bu nedenle enflasyon çift haneye doğru gidiyor. Peki, enflasyonun çift hane olması ne değiştirecek?
Her şeyden önce beklentiler üzerinde psikolojik etki yaratacağı açık. Artık insanlar son 10 yıldır alıştıkları tek haneli enflasyonla değil, çift haneyle düşünecekler, planlarını buna göre yapacaklar. Referanduma kadar etkisini daha az görsek bile, yılın ikinci yarısından başlayarak her geçen gün faturanın ağırlaşacağına kimsenin şüphesi olmasın.
Vergi mükellefleri normal zamanda bile, en son vergilerini ve sigorta primlerini öder hale gelmişlerdi. Çünkü hükümet 1.5 yılda bir vergi affı çıkardığı için mükellefler, “Nasıl olsa yeni af çıkar, o zaman öderim” demeye başlamışlardı. Verginin zorla alım ilkesi işlemez olmuş, tahsilatın tahakkuka oranı sürekli düşer olmuştu. Son kararla 2016’da çıkan, bu yıl ocak sonuna kadar ödenecek taksitlere, mayıs ayı sonuna kadar süre tanındı, affın affı getirilmiş oldu.
Bu kararla Maliye Bakanlığı’nın mükelleflere verdiği mesajlardan biri; “Kendinizi zorlamayın affın taksidini daha sonra ödersiniz” oldu, yani artık kimse mayıs sonuna kadar affın zamanı gelen taksitlerini ödemez.
Bu kararın diğer bir mesajı da “Nisanda referandum yapacağım, o zamana kadar piyasaları germeyeceğim” mesajı idi. Yani referandum ve seçim için alınan popülist kararlardan birini daha görüyoruz.
Maliye bu kararla bence mali disiplinde gevşemenin mesajlarını kuvvetlendirdi. Mayıs ayı sonuna kadar vergi gelirlerinde düşüş kaçınılmaz. Eğer bu tarihten sonra piyasalar canlanmazsa, o zaman 2017 kaybedilir, belki yeni aflar gelebilir.
Türkiye ekonomisinin en güçlü yanları olarak elimizde mali disiplin ve bankacılıktaki sağlam mali yapı kalmış, başarı hikayesindeki diğer unsurlar zaten yıpranmıştı. Belli ki sıra mali disiplin ve bankacılık kesimine gelmiş.
Bir düşünün; Merkez Bankası politika faizini arttırmıyor ama piyasaları fonlarken ağırlıklı ortalama faizi yüzde 10’un üzerine çıkardı. Kurları tutabilmek için, belki de enflasyon açıklamasından sonra ortalama piyasa faizini 11’e kadar çıkarması gerekecek. Umarız şubatta Para Politikası Kurulu yapmadığına pişman olmaz...
Böyle bir faiz maliyetiyle bankaların mevcut kredi faiz oranları korunamaz. Hem Hazine’nin kefaletinde, hem normal kredilerde faiz oranlarının artması kaçınılmaz. Böyle olunca da kredi hacminin daralması, buna bağlı olarak piyasadaki işlerin iyice sıkıntıya girmesi de kaçınılmaz.
İÇ TALEP KAMUYLA ARTABİLİR
Not indirimleri hakkında, iktidardaki politikacılardan tepki görmeye alıştık. İlk tepkiler başladı ama bu hafta daha büyük tepkiler, daha yetkili ağızlardan “bize komplo kuruldu” demeçleri duyabiliriz. Bu tepkiler halk nezdinde belki etki yapıyordur ama piyasalarca önemi olmuyor, hatta güvensizliği artırıyor.
Bunun yerine iktidardakiler Fitch’in not indirirken yaptığı eleştirilere bakar, onları yanıtlar ve gereğini yaparlarsa, bence ülke için daha yararlı olacağı kesin.
Fitch’in not indirimi ile birlikte kredi notumuz BBB-’den BB+’ya çekildi ve Azerbaycan, Bahreyn ve Portekiz ile aynı düzeye geldi. Peki, not indiriminin gerekçesi ne derseniz; bence çok can alıcı noktalara işaret ediyor.
Öncelikli noktalardan biri Türkiye’nin büyümesinin ciddi biçimde düşmüş olması. 2016 3. çeyrek rakamının eksi görülmesinden sonra biraz toparlanma yaşanacağını ama eski hızına kavuşmasının, hem bozulan dengeler hem zayıf iç talep nedeniyle zor olacağına işaret ediyor. Bunda yanlış bir şey var mı?
Fitch’in üzerinde önemle durduğu bir nokta da “siyasi ve güvenlik alanındaki gelişmelerin ekonomik performansı ve kurumsal bağımsızlığı zayıflattığı” yönündeki saptaması. 15 Temmuz sonrası iş aleminde yaşananları, bir süre hiç iş yapılamadığını, hâlâ etkilerin sürdüğünü, zaten kısıtlı olan kurumsal kapasitelerin nasıl zayıfladığını, hep birlikte gördük ve yaşadık. Bürokrasinin en zayıf dönemini yaşadığımızı herkes kabul ediyor. Bu geçici olabilir mi derseniz; olağanüstü hal uygulamasının sürmesi, iktidarın referanduma bile bu ortamda gidilmesini istemesi, normalleşmede hala umut olmadığının bir kanıtı gibi.
DENGENİN ZAYIFLADIĞI SİSTEM
Fitch’in aynı çerçevede ileriye dönük ciddi bir kuşkusu daha metinde yer alıyor. İcracı Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirilmesine dönük hareket başarılı olduğu takdirde “kontrol ve dengelerin zayıfladığı bir sistem”in geleceğine işaret ediyor. Yapılacak referandumla bize özgü başkanlık sisteminin getirilmesi girişimine karşı çıkmasının siyasi bir eleştiri olduğu sanılabilir ve iktidar yetkilileri bu noktayı dillerine dolayacaklardır. Ancak hep söylediğimiz gibi; bu değişiklik siyasi değil aynı zamanda ekonomik bir değişiklik. Yabancı yatırımcılar için hazırlanan bu rapor, muhataplara “Yatırım yaptığınız ülkede tek bir kişinin kararları geçerli olacak, sizin yatırımlarınız için de bu geçerli” demek istiyor. Örneğin mevcut sistemde Merkez Bankası bağımsızlığı ancak kağıt üzerinde kaldı, kağıt üzerinde de gidebilir, başka kimsenin söz hakkı kalmaz demek istiyor. Böyle bir sistem tehlikesine işaret etmek, ekonomik bir eleştiridir.
Fitch, tüm bunların Türkiye’nin yabancı sermayeye ihtiyaç duyan bir ekonomi olmasına rağmen, gelişmekte olan ülkelere fon akışının duracağı bir dönemde yaşandığına da işaret ediyor. Haklı değil mi?
Kuru durduramayan hükümetin, bundan zarar gören kesimleri rahatlatmak için çareler aradığı gözleniyor. Son olarak kamu kuruluşlarına döviz borcu olanlar için farklı kur uygulanması için kararname çıkarılması, sanıldığından büyük etkilere yol açacak bir düzenleme olabilir. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; kurlardaki hızlı artış ve yüksek seyir sürdüğü müddetçe, sadece kamu kuruluşlarına döviz borcu olanlar değil tüm döviz borçluları hükümetin kapısına dayanacak. Daha önce çeşitli dönemlerde, bir kesime verilen kamu ayrıcalığının daha sonra neredeyse her kesime yaygınlaştığını, bundan kaçılamayacağını çok gördük. Hele ki referandum sürecine girilmişken, kimsenin yeni ayrıcalıklar çıkacağından kuşkusu olmasın.
Kamu kuruluşlarına olan döviz borcunun özelleştirme ihalelerinde kazanan döviz bazında ödemeleri olan özel sektör kuruluşlarına kıyak olduğu ortada. Bunun yanında, Hazine bunu kabul etmese de eğer kamu bankaları borçluları için de bu düşük kurlar uygulanacaksa, bunun sonunu almak mümkün olmaz. Bu kez TL kredi borcu olanlar bile, kurdan başka yerlerden zarar ettiklerini söyleyip, zor duruma düştüklerini belirterek TL borçları için imtiyazlar isterlerse kimse için sürpriz olmasın.
Özetle; hükümet kurları durduramadığı için, kur artışından zarar gören kesimleri rahatlatmaya başladı ve bunun sonunu getirmesi çok zor olacak.
Bunun adına “çoklu kur” veya “katlı kur” uygulaması denebilir mi, çok emin değilim. Çünkü çoklu kur sistemi genellikle kurların sabit olduğu sistemlerde uygulanabiliyor. Daha çok da ithalat ve ihracat için farklı kur uygulamaları anlamına geliyor. İkili bu kur uygulamasının yanında çoklu kur uygulamaları da olabiliyor. Bu uygulama genellikle kambiyo rejiminde kısıtlama olan ülkelerin başvurduğu bir yöntem. Uluslararası kuruluşların rekabeti zedelediği ve ticareti bozduğu için çoklu kur uygulamalarına karşı olduklarını da biliyoruz.
Hükümetin uygulamaya başladığı sistem için daha çok “günü kurtarma uygulaması” diyebiliriz. Ancak kur artışları bu seyirde devam eder Hükümetin faiz takıntısı sona ermezse, kurlarda çoklu sistemin çok ötesinde, yeni kısıtları konuşmaya başlayacağız gibi gözüküyor. Mevcut uygulama bunu gösteriyor.
İLAÇTAKİ SIKINTI DA BU YÜZDEN
Sadece kamu kuruluşlarına döviz borcu olanlar için değil, aslında uzun zamandır örneğin ilaç şirketlerinden yapılan alımlarda da farklı kur uygulanıyor. Bildiğiniz gibi 20 Şubat’ta uygulamaya girmek üzere, ilaç fiyatlarına yüzde 10’luk zam yapıldı, bunun nedeni de işte ilaç şirketlerine uygulanan kurda yapılan artırım. İlaç şirketleri tüm dünyaya satış yapıyor ve Türkiye’de mevcut sistem tek alıcı yani devletin alım yapmasını gerektiriyor. Hükümet ilaçta indirim istedi ama Euro bazında farklı uygulama olmaması için ilaç şirketleri buna yanaşmadılar. Bunun üzerine bir süredir ilacın Euro fiyatı değişmiyor ama düşük Euro fiyatı uygulanarak devlet ucuza ilaç almış oluyor. Ancak bu uygulamanın iyice abartıldığı artık pratikte ortaya çıkmaya başladı. Çünkü son günlerde yaşadığımız gibi, farklı kur uygulaması stokları özendiriyor, sonunda hastaların gerekli ilaçları bulamamasına neden oluyor. Toptancılar bir aylık yerine ilaç şirketlerinden 5-6 aylık ilacı baştan alıp, sonra zamlı satmak istiyorlar. İlaç şirketleri normal miktarda verdiklerini söylüyor; şirketler, toplantıcılar, eczaneler, hastalar herkes birbirini suçlar noktaya geliyor. Farklı kur olmasa bu sıkıntıların yaşanmayacağı çok açık.
Merkez Bankası, dünkü faiz kararında koridorun alt sınırı olan borçlanma faiz oranını yüzde 7.25’de tutarken, üst sınır olan marjinal fonlama oranını ise yüzde 8.5’den yüzde 9.25’e yükseltti. Bu artırım, Merkez Bankası’nın sadeleştirmeden vazgeçip faiz koridorunu yeniden genişletme tercihinin tescili oldu.
Piyasalar bir haftalık repo ihale faiz oranının artmasını bekliyor, böylece kalıcı bir faiz artırımını Merkez Bankası’nın artık kabul edip, banka kredilerindeki bazın da yükselmesi gerektiğini düşünüyordu. Ancak Merkez Bankası bir haftalık repo ihale faiz oranını değiştirmeyerek, yüzde 8’de tuttu. Bunun hükümetin baskısı nedeniyle gösterge faizinde artırım yapamadığı anlamına gelmesi, Merkez Bankası bağımsızlığının kalmadığının göstergesi idi. Bu aynı zamanda Merkez Bankası’nın enflasyondaki artışa yeterince tepki veremediği anlamına da geliyor.
Merkez Bankası, piyasaların beklediği gibi, artık neredeyse faizin üst koridoru haline gelen geç likidite penceresindeki faiz oranını ise yüzde 10’dan 11’e yükseltti. Aslında kriz dönemi penceresi olan bu aracı, önümüzdeki günlerde kullanmaya devam edeceğini de göstermiş oldu.
Faiz kararına piyasaların tepkisi ilk anda çok sert oldu. Karar öncesi 3.73’lere kadar düşen dolar kuru yeniden 3.83’lere kadar yükseldi ancak daha sonra gevşeyip dünkü seviyelerine geriledi. Merkez Bankası’nın faiz kararı metninde yer alan gerektiğinde sıkılaştırmaya devam edeceği açıklamasının bunda etkili olduğu söylendi.
Özet olarak; Merkez Bankası’nın bu yüksek kur seviyesini aşağı düşürmek gibi bir niyeti olmadığı, bu kararla ortaya çıktı. Merkez Bankası’nın hükümete karşı çıkmadan, küstürmeden durumu idare etmeye çalıştığı bir kere daha görülüyor. Ancak belli ki piyasalar için artık bu idare etme anlayışı yetersiz kalıyor.
Bu karar ile önümüzdeki dönemin kurlar başta olmak üzere piyasalar açısından dalgalı bir seyir olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Doların küresel piyasalarda değer kaybettiği bir günde bile bu tepki veriliyorsa, artık kurun ve piyasaların her türlü habere duyarlılığı artmış demektir.
Örneğin ne kadar fiyatlandı dense bile, artık bu hafta sonundaki Fitch’in kararının, reyting indirimi halinde, piyasaları bozması beklenebilir.
Piyasaların tavrı için üzerinde durulması gereken bir konu da faiz kararından sonra yarın piyasalarda ortalama fonlama faizinin kaça geleceğinin belirleyici olacağı. Bu nedenle faiz toplantısı sonrası yapılan açıklamada, ertesi günden itibaren hangi oranın kullanılacağına ilişkin ipucunun yer alması umuluyor. Eğer bu şartlar yerine gelirse piyasaların sakinleşmesi, olmazsa faiz kararından sonra uygulama bekleneceği için, kurlarda dalgalı seyrin devam etmesi bekleniyor.
Özetle; piyasalara göre TL’nin yeniden değer kazanması, doların bir süredir takıldığı 3.77 TL’lik seviyenin altına gelebilmesi için, Merkez Bankası’nın alması gereken kararlar piyasa açısından netleşti diyebiliriz.
Peki, bu kadar netlik varken, Merkez Bankası bu yola girmeden, ya hiç faiz artırmayıp ya da örneğin tüm oranlarda 0.25 gibi sembolik artışlarla yetinirse, ne olur? Piyasa oyuncularına sorduğumda kimsenin bu olasılığı dışlamadığını gördüm. Hatta bazı banka analistleri bu yola gitmesini daha büyük ihtimal olarak görüyorlar. Aynı analistler, Merkez Bankası’nın yüzde 8’le başladığı swap faiz oranlarını dün 9.50’ye kadar çıkardığını hatırlatarak, küçük faiz artırımları ya da hiç faiz artırımı yapmadan, bu tür piyasa için yan yollarla, ortalama faiz oranını yüksek tutma tercihi yapabileceğini söylüyorlar. Bu takdirde Merkez Bankası bir süredir etkin kullandığı geç likidite penceresini yoğun olarak kullanacak demektir ki; o zaman bu oranın artması gerekir.
Peki, geç likidite penceresindeki oranı yüzde 11’e çıkarıp diğer oranlarda, gecelik borç verme faizinde de bir değişiklik yapmazsa, piyasaların tavrı ne olur? Bankacılar yüzde 8.50’lik oranın bankaların kredi faizleri için önemli olduğunu, o nedenle bu oranın artırılmasının piyasalar için iyi bir sinyal olacağını söylediler.
FITCH’İN KARARI ETKİLİ Mİ?
Yabancı yatırımcılar da Merkez Bankası’nın alacağı kararı merakla bekliyorlar. Yeni girişler için öneminin yanında, mevcut yatırımcıların da çıkış için karar verirken bugünkü karara bakacakları belirtiliyor. Yabancı yatırımcılarla çalışan bankacılar, piyasayı tatmin edecek bir kararın çıkmaması halinde, zarar etseler bile mevcut bazı yatırımcıların da çıkmasının beklenebileceğini söylediler.
Bu takdirde kurlardaki artışın hızlanacağı ise kesin. Çünkü son dönemde, Merkez Bankası’nın likiditeyi sıkıştırma hareketine rağmen, döviz satan bulunmadığı, Merkez Bankası’ndan tatmin edecek bir karar çıkmaması halinde döviz satışı olmayacağı gibi döviz talebi daha artacağı için kurların hızlanabileceği söyleniyor.
Peki, bu hafta sonunda açıklanacak
24 Ocak 1980 kararları Türkiye ekonomisinin küreselleşme için niyet beyanı anlamı taşıyordu, bu kararlar geliştirilerek, adım adım küresel sisteme uyum sağlanmaya çalışıldı. Bu yolda son adımların ise 2000’de, üç siyasi partinin oluşturduğu koalisyon hükümetince atıldığını söylemek lazım. AKP’nin tek başına iktidarını getiren bu radikal ekonomik reformlar, 2007 yılına kadar sürdü. Sürekli olması gereken reformların durmasının üzerinden 10 yıl geçti ve ekonomi yeniden tıkanma noktasına gelmeye başladı.
2000’de pekiştirilen Merkez Bankası bağımsızlığı ise küresel ekonomiye uyum, yabancı sermaye, dolayısıyla ekonomik istikrar açısından kilit öneme sahipti. Merkez Bankası bağımsızlığı büyük yara aldığı için, alacağı kararlara artık kuşkuyla bakılıp, siyasetin etkin olmasından korkuluyor. Merkez Bankası’na kalsa, teknik olarak gereken faiz kararı belli ama piyasa bu kararların alınamayacağını biliyor, ancak ne kadar yaklaşılacağına bakıyor.
Piyasalar yarınki kararda neye bakacak derseniz; “ortalama faizin kaça geleceğinin işaretini verecek faiz oranlarında yapılacak artırımlara” diyebiliriz. Yetmeyecek; çarşamba günü hangi faizi ne kadar kullanıp, piyasayı fonladığı ortalama faizin kaça geleceğine bakacak.
Bu kadar karmaşık, çünkü Merkez Bankası, hükümet istemediği için resmi değil örtülü faiz artırımı yapıyor, kulağını tersten gösterip işleri karıştırıyor. Piyasanın önünü görmesini sağlayacak faizde sadeleştirmeden vazgeçildi. Eski Başkan Başçı’nın dönemindeki “politikacıya ayrı, piyasa ayrı oran” anlamı taşıyan, geniş faiz koridoruna geri dönüldü.
RADİKAL KARAR KURU İNDİRİR
Şimdi Merkez Bankası’nın elindeki 4-5 faiz oranından hangisini ne kadar kullanıp, piyasadaki ortalama faizi kaça çıkaracağı önemli. Faiz koridorunun alt bantı olan 7.25’lik oranda değişiklik beklenmiyor. Piyasalar, politika faizi, faizin üst bantı ve geç likidite penceresi oranlarında artırım bekliyor. Yüzde 8’lik politika faizi 8.25 ya da 8.50’ye çıkartılabilir. Yüzde 8.50’lik üst bant ise yüzde 9-10 arasına yükselebilir. Yüzde 10 olan ve son dönemde üst bant haline gelen geç likidite penceresindeki oranın ise 11’e çıkarılması bekleniyor.
Piyasa oyuncuları üst bantın kendileri açısından önemli olduğuna dikkat çekiyorlar. Örneğin geç likidite penceresi faizi yüzde 10’dan 12’ye çıkarılıp, bunun kullanılmasına devam edileceği söylense, TL’nin değer kazanıp kurların düşebileceğini söylüyorlar. Ancak şu anda yüzde 9’lardaki ortalama fonlama faizinin artırılmayıp, bu seviyede kalması halinde kurun da mevcut seviyeyi koruyacağı belirtiliyor. Merkez Bankası, radikal artırımlar yapsa kurlar epey aşağı gelebilir, ancak buna ihtimal veren yok. Mevcut ortalama faizi koruyacak biçimde altta küçük artırımlar, geç likidite penceresinde de 1 puanlık artırıma daha çok ihtimal veriliyor.
Merkez’in geçen hafta içinde, küresel iklim iyi diye ortalama faizleri aşağı getirdiği, kurun hemen arttığını hatırlatan piyasa oyuncuları,
En son swap piyasasını devreye sokan Merkez Bankası bundan da istediği sonucu alamadı.
Haftalık repo ihalelerini kaldırıp, bankaları aslında anormal bir imkan olan gün sonu geç likidite penceresine iten, böylece fiili olarak piyasadaki faiz oranlarını arttıran Merkez Bankası, Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki son Ekonomi Zirvesi’nin ardından swap işlemlerini devreye soktu.
Belli ki zirvede, bu yolla parayı iyice kısıp, bankaların ödünç parayla dolar satın almasının önüne geçilip kurların frenlenebileceği anlatılmış olsa gerek ki, zirvenin hemen ardından bu yöntem uygulamaya girdi. Swap’ın anons edilmesinin hemen ardından bir miktar gerileyen dolar fiyatının dün yeniden yükselişe geçtiği görüldü.
Piyasa uzmanları tüm bunların para politikasında ince ayar tedbirleri olduğunu halbuki sorunun ince ayarın yetmeyeceği kadar büyüdüğünü söylüyorlar.