Dün ekonomi gündeminde yer alan haberlere baktığımızda, yaşanan gelişmelerin sadece kur-faiz olmadığı, ekonominin tümünü nasıl etkilediğini de görüyoruz.
Dünkü en önemli haber işsizlik oranlarındaki artış idi. Türkiye’de işsizlik oranı, 2016 yılı Ekim ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre 1.3 puan artarak yüzde 11.8 seviyesine ulaştı. Adı geçen dönemde işsiz sayısı, 500 bin kişi artarak 3 milyon 647 bin kişi oldu. Mevsim etkilerinden arındırılmış işsiz sayısı bir önceki döneme göre 117 bin kişi artarak 3 milyon 611 bin kişi oldu.
Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı 1.5 puanlık artış ile yüzde 14.1’e yükselirken, 15 ile 24 yaş arasındaki genç nüfustaki işsizlik oranı 1.9 puan artarak yüzde 21.2 oldu.
Yine dün yayımlanan Bloomberg HT Tüketici Güven Ön Endeksi, ocak ayında bir önceki ayın nihai endeksine göre yüzde 2.74 gerileyerek 66.41 değerini aldı. Endeksin eylül ayında başlayan düşüşünü yavaşlayarak da olsa sürdürdü.
Dün Maliye Bakanı Naci Ağbal, 2016 yılı bütçe sonuçlarını açıkladı. Özetle 2016 yılında bütçe açığı rakamı tuttu ama vergi affı kanalıyla gelen tek defalık arızi gelirler olmasa tutmayacaktı. Çünkü bütçe harcamalarında ciddi artışlar söz konusu. Ağbal, mali disiplinden taviz verilmeyeceğini söyledi.
Dünkü haberler arasında, bir süredir tekrarlandığı gibi, piyasalarda yaşanan gelişmeleri “siyasi atak” olarak nitelendiren siyasi demeçler de vardı. Kurdaki gelişmelerin aslında dışarıdan kaynaklanan komplolardan kaynaklandığı, kurun bu seviyeye çıkması için ekonomik gerekçeler bulunmadığı yönündeki politikacı demeçlerini sık sık duyuyoruz, bu gidişle duymaya da devam edeceğiz.
EKONOMİ ZİRVELERİ
Dünün en önemli haberlerinden biri de Cumhurbaşkanı
Konuştuğum bankacılar, Merkez Bankası’nın yeni bir faiz koridoru oluşturduğunu, faiz sadeleştirmesinin artık unutulduğunu söylediler. Eski Başkan Erdem Başçı’nın yöntemine geri dönüldüğünü, adına faiz artışı denmeden, geniş bir koridorda fiili faiz artışı yapıldığını belirttiler. Haftalık repo ihalesi açmama kararının devam etmesini bekleyen bankacılar, çarşamba gününün ise haftalık repo ihalesinde son gün olduğu için kritik olduğu görüşündeler. Bu tarihte haftalık repo açılıp açılmayacağının piyasa açısından önemi açık. Açmadığı takdirde gecelik repolarla yola devam edilecek ve bankacılar daha sonra 24 Ocak’ta yapılacak PPK toplantısından çıkacak kararı bekleyecekler.
PPK’da resmi faiz artışı yapılmasa bile, fiili olarak artışın zaten yapıldığını kaydeden bankacılar, yüzde kaçlık bir artış yapıldığının ise henüz kesinleşmediğini, kurların bu seviyede tutulması için gerekli olan faizin, Merkez Bankası’nın fonlamasındaki ortalama faiz ile belli olacağını söylediler. Bankacılar bu haftaki gelişmelerle ortalama fonlama faizinin yüzde 9.25 gibi oluşabileceğini belirtirken, 24 Ocak’ta faizin bu seviyeye yükseltilebileceği gibi, mevcut şekilde koridoru genişleterek gidebileceğini de söylüyorlar.
Ancak buna rağmen kurların mevcut seviyede durmayabileceğini, bu hafta yeniden yukarı çıkabileceğini kaydeden bir bankacı, yurtdışından gelecek haberler ve içerideki siyasi gelişmelerin etkili olacağını söyledi. Yani şu anda yüzde 9’un üzerinde gözüken ortalama fonlama faizinin 3.77 TL’lik dolar seviyesini korumak için yeterli olmayabileceği söyleniyor.
Bir başka deyişle kurları belli seviyede tutmak için gereken faiz oranını, Merkez Bankası ortalama fonlama faiziyle oynayıp bulmaya çalışacak.
Bankacılar, “komik bir faiz artışı hareketi” yaşandığı görüşündeler. Yani adı konmasa da faiz artışı olduğunu, piyasada faiz artışı etkisinin görüleceğini, gerçek resim bu olmasına rağmen adının konmamasının komik olduğunu belirtiyorlar.
Geçen hafta bankaların geç likidite penceresinden para kullanmaya itildiğini ama eski algısı nedeniyle bu yoldan para kullanan banka olmadığını gözlemiştik. Geçen hafta Uğur Gürses, köşesinde bu mekanizmayı çok güzel anlatmıştı. Peki, bankalar sıkıştığı takdirde bu pencereyi kullanmamakta ısrar edecekler mi? Bir bankacı, “Merkez Bankası çok açık biçimde bankaları bu yola itiyor. O nedenle mecburen bankaların bu hafta pencereyi kullanmaya başlayacağını tahmin ediyorum” dedi. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bankacılıktaki yerleşmiş bir yöntemi de, bilerek ve isteyerek, sulandırmış olacak. Çünkü belli ki Merkez Bankası eski koridor yerine, bankaları bu en son seçenek olan yola itip buradaki yüzde 10’luk faizi koridorun üst bantı haline getirmek, fonlama faizini bu yolla yükseltmek istiyor.
Bankacılar gibi ben de doğru yapılmadığı görüşündeyim. Bence; hükümetten bağımsız hareket edemeyeceği algısını kesinleştiren Merkez Bankası yönetimi, ileriye dönük olarak yerleşmiş yöntemleri de bozarak, belirsizliği iyice artırmış olacak.
Dün kurlardaki hareketi izlerken, geçen yıl Kasım ayına ilişkin ödemeler dengesi rakamları da açıklandı. Geçtiğimiz kasım ayı da kurlarda ciddi yükselişlerin yaşandığı bir aydı. Tabi ki o zaman bunu göremiyorduk ama dün açıklanan Kasım ayı cari açık ve finansmanına ilişkin veriler, kurların neden arttığını da büyük ölçüde açıklar nitelikteydi. Dolayısıyla kurların yine hızlı arttığı, bunu takip eden Aralık ayında da, Ocak ayının ilk günlerinde de, daha sonradan göreceğimiz, benzer cari açık tablosunu izleyebiliriz.
Aslında neden çok açık; kurlardaki artışın temel nedeni döviz arz ve talebindeki dengesizlik. Yani ekonominin belirli bir dövize ihtiyacı var; büyüme arttığında bu ihtiyaç artıyor, büyüme azaldığında azalıyor ama hiç bitmiyor. Bu ihtiyacı karşılayacak döviz arzı olmadığı zaman da, dövizin fiyatı, yani kurlar artıyor. Kurların artması da sizin ulusal paranızın, yani TL’nin o ölçüde değersizleşmesi, TL varlığa sahip olduğunuz için de varlık değerinizin düşmesi anlamına geliyor.
Kasım ayında cari açık beklentilerin altında, 2.26 milyar dolar oldu ama ödemeler tablosunun en önemli özelliği finansmanı oldu. Çünkü kasım ayına ait Merkez Bankası verilerine göre portföy yatırımları 2 milyar 693 milyon dolar net çıkış kaydetti. Alt kalemlere bakıldığında yurtdışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında 504 milyon dolar ve devlet iç borçlanma senetleri piyasasında 1 milyar 814 milyon dolar net satım yaptıkları görüldü.
Yurtdışında ihraç edilen tahvil ve bonolarla ilgili olarak, bankalar 513 milyon dolar net geri ödemede bulunurken, diğer sektörler 500 milyon dolar net borçlanma gerçekleştirdi. Diğer yatırımlar kaleminde ise 1 milyar dolar tutarında net giriş gerçekleşti.
Diğer yatırımlar altında, yurtiçi bankaların yurtdışı muhabirlerindeki efektif ve mevduat varlıkları 784 milyon dolar ve yurtdışı bankaların yurtiçi bankalardaki mevduatları ise 1 milyar 224 milyon dolar tutarında net artış kaydetti.
Yurtdışından sağlanan kredilerle ilgili olarak ise bankaların 125 milyon dolar, diğer sektörlerin ise 669 milyon ABD dolarlık net kullanımı gözüktü.
YABANCI KÂR GÖRÜRSE GELİR
Kasım ayında bu hareketler sonucunda Türkiye’nin resmi rezervlerinde ise 788 milyon ABD doları azalma kaydedildi. Belli ki bu da yetmedi ki; dövizin fiyatı yani kurlar yükseldi.
Yeni yılda da kurlar bir türlü durdurulamıyor. Daha doğrusu durmuyor demek daha doğru olacak, çünkü hükümet ve ekonomi yönetiminin kurlardaki hızlı artış trendini durduracak bir adım atmadıkları görülüyor. Kurlardaki artışı genel olarak “ekonomi üzerinde oyun” olarak yorumlamayı tercih ediyorlar.
Dün dolar kuru 3.75’lere giderken, piyasalarda önümüzdeki günlerde hem dolar hem Euro’da artış trendinin süreceği beklentisi var. Kimsenin bu fiyatlara rağmen döviz bozdurmaması artış beklentisinin somut bir kanıtı.
Buna karşılık hükümet yetkilileri dün bu gelişmeler olurken, yerli ve yabancı odakların faizleri artırmak için bastırdıklarını bu oyuna gelmeyeceklerini, kurlardaki artışın da enflasyona etki etmeyeceğini, bu yılki üretim ve enflasyon hedeflerinin gerçekleşeceğini söylemeye devam ettiler.
Dün kurlardaki harekette, hem kasım ayı sanayi üretiminin beklentilerin altında gelmesi hem de Moody’s’in bankacılık sistemi için yaptığı uyarıların etkisi vardı. Bence kur artışında sözü edilmese de, anayasa değişiklik teklifinin TBMM genel kurulunda görüşülmeye başlamasının da etkisi büyük. Çünkü bu anayasa tartışmaları öyle bir iklim oluşturuyor ki; piyasalar bu iklimde kötü haberleri abartarak fiyatlandırma havasındalar.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s dün yaptığı değerlendirmede, “Türkiye’de güvenlik konuları bankaların kredileri için negatif” dedi. Moody’s açıklamalarında ayrıca Türkiye bankalarının varlık kalitesinin bu yıl kötüleşmesinin beklendiği kaydedilerek, “Türkiye bankalarının brüt takipteki krediler oranının yıl sonunda yüzde 4’ü aşacağını” söyledi.
PPK OLAĞANÜSTÜ TOPLANIP FAİZ ARTIRSA YETER Mİ?
Moody’s açıklamalarında, “Varlık kalitesi trendinin bu yıl, yüksek enflasyon, Türk Lirası’ndaki değer kaybı ve güvenlik sorunları ile jeopolitik gerginlikler nedeniyle, genel anlamda kötüleşen yatırım iklimine bağlı olarak kötüleşmesini bekliyoruz” değerlendirmesinde bulunuldu.
Moody’s’in bu değerlendirmesi çok önemli ve bankacılıkla ilgili bu eleştirilerin önümüzdeki dönemde, belki de artarak, devam etmesini bekleyebiliriz. Bozulmanın en önemli nedenlerinden biri güvenlik ise diğeri kurlar başta olmak üzere ekonomide hızla bozulan dengeler. Böylesine genel olumsuzluk ikliminde hükümet her ne kadar, neredeyse her gün, bir teşvik açıklasa da yatırım ortamının kötüleşmeye devam ettiği de ortada.
AKP’liler liderliğin, erklerin tümünde etkin kılınarak, güçlendirilmesine bahane olarak “Artık koalisyonlar olmayacak” argümanı işliyor. Türkiye’de koalisyonların olumsuzluğu hakkında, hiç tartışılmadan oluşmuş, mutabakatlar var AKP de bunu kullanıyor.
33 yıldır ekonomi haberleri izleyen bir gazeteci olarak gözlemim o ki; siyaset ve ekonomide koalisyon dönemlerinde sert tartışmalara dönüşen görüş ayrılıkları hep öne çıkarılıyor. Halbuki koalisyonların demokrasi ve ekonomik reformlar adına kazanımları büyüktü. Yapısı gereği koalisyonlar daha geniş bir mutabakatla karar alınmasını gerektirdiği için, tek başına iktidarların yapamayacağı birçok siyasi ve ekonomik reform koalisyonlarla yapılabildi. Unutmayalım; ölüm cezasının kaldırılması gibi, tek başına hiçbir iktidarın cesaret edemeyeceği bir radikal karar, 3’lü koalisyon hükümetinde alınabildi. Hem de bugün AKP’nin yanında gözüken, idamı isteyen, MHP’nin de imzasıyla.
Ekonomideki kazanımlarına gelince. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye ekonomisinin karşı karşıya kaldığı büyük şoklara karşı büyük direnç gösterdiğini anımsatarak, “Bu direnç ancak temeller sağlamsa mümkündür. Türkiye öyle şoklar yaşadı ki bugün aslında yakın dönem büyüme rakamlarına bu çerçevede bakarsanız hayal bile edemezsiniz” demiş.
Şimşek haklı; 2000’li yıllara kadar, özellikle de tek başına iktidarların yarattığı ekonomide oluşan yapısal sorunlar, kara delikler bu yıllarda yapılan reformlarla düzeltilip, güçlendirildi. Bunu yapan da, üç partinin oluşturduğu, koalisyon hükümeti idi. 2000’lerde yapılan reformlarla oluşturulan güçlü yapı, IMF desteğiyle 2007 yılına kadar sürdürüldüğü için ekonomi güçlendi ve şimdi o dönemki çabaların meyvesini yiyoruz. Aksi takdirde son dönemde yaşanan siyasi ve ekonomik olaylara, ekonominin dayanması mümkün müydü?
BATI SERMAYESİ İLE BÜYÜMÜŞTÜK
Mehmet Şimşek, o dönemi analist olarak sıkı takip ettiği için de biliyor ki; AKP’nin bunca yıldır yüksek oy olmasının altında yatan en önemli nedenlerden biri koalisyon hükümetinin ekonomik reformlarıydı. Diğeri ise yine koalisyon döneminde harekete geçirilen AB sürecinde yapılan demokratik reformlar.
AKP’nin bunca yıldır tek başına iktidar kalmasının altında yatan önemli bir neden de küresel finans gelişmeleri ve bir hikaye yaratılan Türkiye’ye bu nedenle gelen yabancı sermaye idi. Şimdi Türkiye’nin düşmanı gösterilen Batı’nın gelişmiş ülkelerinden gelen sermaye ile ekonomi büyüdü, AKP oy aldı.
Peki, gelinen noktada Türkiye’ye neler oluyor, bu yaşananlar unutuldu mu?
Hem enflasyon rakamlarının yüksek hem de ABD’deki üretim verilerinin güçlü gelmesi, yeni yılın ilk günlerinde kurların yeniden yükselmesine neden oldu. Özetle; yeni yılda da kurların yukarı doğru seyrinde bir değişiklik olmadı, TL’nin değerindeki hızlı düşüş devam etti. Yeni yıla da diğer gelişmekte olan ülkelerden olumsuz ayrışarak girdik.
Enflasyon rakamları açıklanmadan önce, Aralık ayı TÜFE rakamının beklentinin üzerinde gelebileceğini söylemiştik ama bu kadar yüksek beklemiyorduk. 2016 yıl sonu rakamının yüzde 8’in üzerine çıkması sürpriz olmaz diyorduk ama bu kadar yüksek oran hepimize sürpriz oldu. Dolayısıyla artan kurlarda bu yüksek enflasyon rakamının da etkisi büyüktü.
Piyasalardaki kur ve enflasyon tedirginliğinin en önemli nedenlerinden biri; bu gelişmelere karşın gereken tepkinin verilemeyeceği korkusu. Piyasadaki analizlere baktığımızda Merkez Bankası’nın 24 Ocak’ta yapacağını açıkladığı toplantıdan önce bile toplanıp faizleri artıracağı tahmininde bulunanlar olduğunu görüyoruz. Ancak bunun bir “olması gereken” gibi söylendiğini de hatırlatmak gerek. Genel havaya bakacak olursak; Merkez Bankası’nın 24 Ocak’taki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında 0.25 puanlık faiz artışı yapacağı bekleyişinin arttığını görüyoruz. Ancak buna karşılık faiz artışı yapılsa bile, Merkez Bankası’nın para politikasını gevşek tutmaya devam edeceği beklentisi de çok hakim. Bunun en önemli nedeni olarak da iç talebin istendiği kadar canlanmadığı, bu nedenle de hükümetin gevşek para politikası baskısının artırmasının kaçınılmaz olduğu belirtiliyor.
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan yine Merkez Bankası ve kamu bankaları başta olmak üzere bankaların faiz indirmesi gerektiği yolundaki görüşünü tekrarladı. Erdoğan, bu yolla üretimin ve talebin canlandırılması gerektiğini, “kimsenin önümü görmüyorum deme lüksü bulunmadığı”nı da söyledi.
ENFLASYON ÇİFT HANEYİ GÖREBİLİR
Dolayısıyla Merkez Bankası’nın sıkı para politikası uygulamasına izin verilmeyeceği, faiz artışı yapılsa bile göstermelik olacağı tahmin ediliyor.
Örneğin 0.25 puanlık bir faiz artırımına, şimdilik, büyük ihtimal verilirken, bunun kurlarda geriye gidişi sağlamayacağı da bununla birlikte kaydediliyor.
Yani Merkez Bankası’nın artık çok daha agresif olması gerektiği ama bunu yapamayacağının da piyasalar tarafından görüldüğünü söyleyebiliriz.
Geçen yıl aralık ayı TÜFE artışı yüzde 0.21 olmuştu. Piyasa tahminlerine göre bu yıl aynı ayda 0.9 civarında bir artış oranı çıkması bekleniyor. Yani kasım sonu yüzde 7 civarında olan yıllık enflasyon oranlarının yıl sonunda yüzde 7.8 civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Eğer aylık TÜFE artışı yüzde 1.2 civarında çıkarsa, yıllık oran yüzde 8’i bulacak.
Geçtiğimiz hafta sonunda yayımlanan İstanbul Ticaret Odası endeksinde, aralık ayı perakende fiyatların yüzde 1.71 oranında arttığı saptandı. Gıda harcamalarındaki artış oranı ise yüzde 3.02 oldu. Yıllık bazda ise İstanbul’da perakende fiyatlardaki artış yüzde 9.12, toptan fiyatlardaki artış yüzde 10.88 olarak belirlendi.
GIDA FİYATLARINDA UYUM
İTO fiyat endeksi ile bugün açıklanacak Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri arasında çok yakın bir korelasyon bulunmuyor. Ancak gıda fiyatlarındaki artışın iki endekste de benzer çıktığı biliniyor. Son aylarda düşük çıkan enflasyon oranlarının en önemli nedeni gıda fiyatlarındaki artışın durması idi. Rusya krizinin de etkisiyle düşen gıda fiyatlarının aralık ayında artmaya başladığı, daha önce Merkez Bankası tarafından da belirtilmişti. Dolayısıyla aralık ayı gıda fiyatlarının yüksek gelmesi sürpriz olmayacak.
Merkez Bankası’nın enflasyon analizlerinde en dikkat çekici yanlardan biri son dönemde artan kurların, iç talepteki daralma nedeniyle fiyatlara henüz yansımadığı yolunda. Merkez Bankası aynı zamanda aralık ayında iç talebin canlanmaya başladığını da belirtiyor. Kısacası; aralık ayında kurların etkisinin fiyatlara artık yansımaya başladığını da görebiliriz.
Piyasa tahminlerinde daha düşük çıkan aralık ayı TÜFE artışının yüzde 1’in üzerine çıkması, hatta yüzde 1.2’yi geçip, yıl sonu enflasyonun yüzde 8’i bulması, bence sürpriz sayılmamalı.
2017’DE ÇİFT HANE KORKUSU
Bence; bugünkü verilerle başlayacak enflasyondaki yeni sürecin asıl sonuçlarını önümüzdeki yılın ilk yarısında görmek mümkün olacak. 2016 Ocak ayında TÜFE fiyat artışı yüzde 1.82 gibi yüksek bir orandı. Dolayısıyla 2016 yıl sonu enflasyon ile 2017 Ocak sonu yıllık enflasyon rakamı arasında çok fazla değişme olmayabilir. Hatta biraz daha aşağı da inebilir.
Bugünkü yılın ilk yazısında, adet olduğu üzere, 2016 yılında ekonomide yaşananları ve 2017 yılındaki muhtemel ekonomik gelişmeleri özetlemek istiyordum. Cumartesi günü internet taraması yapıp, kendimce hazırlık yapmıştım. Çoğu kişi gibi dışarı çıkmadan, evde TV karşısında, her günden tek farklı iş olarak eğlence programı seyredip, yatmıştık. Sabah kalktığımda ilk iş olarak yaptığım gibi; cep telefonumdan haberlere baktığımda dondum kaldım. Tabi ki biliyordum, 2017 yılı çok farklı olmayacak, terör ve demokrasiye aykırı uygulamalar, tutuklamalar devam edecek, işler iyice zorlaşacaktı... Ama demek ki yılın ilk saatlerinde böyle bir vahşetin olmasını beklemiyordum. Bu kadarı olmaz sanıyordum herhalde.
Daha sonraki duygum ise pişmanlık ve vicdan azabı idi. Tam ben uykuya dalarken öldürülenler için hissedilen yürek ağrısı. Sanki birileri o gece içtiğim iki kadeh içkiyi, TV karşısında biraz gülmüş olmamı cezalandırıyordu. Öyle ya; böyle bir ülkede sen nasıl kendi keyfine küçük bir şeyler yapar, gülebilirsin ki...
Sağlıklı bir ruh hali değil elbette ama vatan ve insan sevgisiyle yetişmiş bir kuşak olarak, toplumsal olaylardan sorumluluk duyup kendimize pay çıkarmak da vazgeçemediğimiz bir şey.
Üstüne üstlük böyle bir dönemde gazetecilik yapıyor, sürekli olarak haksızlıklara yeterince ses çıkaramadığını, mesleğinin gereğini yapamadığını sorgularken, çocuklarımıza böyle bir dönemde yeterince sorumlu davranıp davranmadığımızın hesabını vereceğimizi, sürekli düşünürken...
Bunun ardından sosyal medyada katledilenler için söylenenleri okuyunca, içime çöken ağırlık daha da büyüdü. Yılbaşı için önceden yapılan yorumları, Diyanet’in yılbaşı kutlamaları için yaptığı açıklamaları, Noel Baba etrafında dönen ilkel boy gösterilerini, TV figürü tarikat hocalarının söylediklerini hatırladım. Farkında mısınız; tüm bunlar daha önce de bu ülkede vardılar ama bu kadar açıktan kendi gibi düşünmeyenlere karşı kin kusamıyorlardı...
Katliam sonrası insanlık dışı söylemlerine devam edenleri gördükçe de, bırakın böyle bir ülkede gazeteci olmaktan, insan olmaktan bile utanılıyor.
ŞIK’I HAPSE ATAN ANLAYIŞLA
Böyle bir vicdan muhasebesi içindeyken, 2017 yılının ekonomisi için düşünmek biraz lüks kaçıyor. Halbuki bakanların