Piyasa sıfıra yakın bir negatif rakam beklerken, mayıs ayında sanayi üretiminin yüzde 1.5 azalması, sürpriz oldu. Buna karşılık mayıs itibariyle yıllık sanayi üretimi büyümesi ise yüzde 3.5 olarak açıklandı.
Mayıs ayında piyasa beklentilerinden daha düşük bir rakam çıkarken haziran ayında da, bayram tatilinin etkisiyle, yine sanayi üretiminin yara alabileceği tahmin ediliyor. Buna rağmen piyasaların beklentisi ikinci çeyrekte hızlanan bir sanayi üretimi gerçekleşeceği yönünde. Yılın sonlarına gelindiğinde üretimdeki hızlı artışın yeniden yumuşayabileceğini kabul eden piyasa uzmanları, yılın tümündeki büyüme rakamlarının beklentilerin üzerinde çıkacağı görüşündeler.
Daha önce yüzde 3 civarında büyüme rakamı bekleyen piyasa uzmanlarının, henüz kesin tahminden kaçınmakla birlikte, yıllık milli gelir büyüme rakamlarını yüzde 5’e doğru yükseltme hazırlıkları yaptıklarını duyurduklarını gözlüyoruz. Görüldüğü kadarıyla hâlâ önümüzdeki birkaç aylık gerçekleşmeleri de görüp, yeni tahminlerini öyle yapmak istiyorlar. Neredeyse tüm piyasa aktörlerinin görüşünün yüzde 4’ün üzerinde bir büyüme rakamı beklediklerine şahit oluyoruz.
Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim verisinin yüzde 3.5 olarak açıklanması, üretimdeki büyüme trendinin ikinci çeyrekte de gücünü koruduğu biçiminde yorumlandı. Haziran itibariyle yıllık büyüme rakamının yüzde 5 çıkması bekleniyor ancak bayram tatili nedeniyle belki bunun biraz azalabileceği de kayda geçiriliyor.
Nisan-mayıs döneminde yıllık yüzde 5’e ulaşan sanayi üretimi büyümesinin, ikinci çeyrekte ilk çeyrek seviyesinin üzerine çıkabileceği belirtiliyor. Bunun yanında haziran ayı ithalat verilerinde görülen toplam üretim içinde aramalı üretiminin payının artması, güçlü seyreden ihracatın ve yeni sipariş beklentilerindeki yükseliş, hızlı kredi büyümesinin gecikmeli etkileri ve devam eden mali genişleme eklendiğinde, üçüncü çeyrek büyümesinin yüksek çıkacağı konusunda ipuçları verdiğini söylüyorlar. Geçen yılın düşük baz etkisinin de büyümenin yüksek çıkmasında önemli rol oynaması bekleniyor.
BÜYÜME İLİŞKİSİ ZAYIFLADI
Sanayi üretimi büyümesinin bir çok alt sektöre doğru yayıldığının altı çiziliyor. İlk çeyrekte, sanayi üretiminin ağırlıkla otomotiv ve elektrik üretimi kaynaklı olduğu, çekirdek sanayi üretiminin bu iki sektör dışarıda bırakıldığında, yüzde 0.4 oranında daraldığı hatırlatılarak, mayısta tablonun değiştiği üzerinde duruluyor. Nisan-mayıs döneminde çekirdek sanayi üretiminin yüzde 3.8 büyümesinin, toparlanmanın diğer sektörlere de yayıldığını ortaya koyduğu kaydediliyor.
Ara malı üretiminin artan katkısı ve diğer alt ana kalemlerdeki daha dengeli görünümün olumlu olduğu, güçlü ihracat ve iç talebe yönelik üretim verileri, toparlanan güven endekslerinin de aynı trendi gösterdiğini belirten bazı analistler, ikinci çeyrekte milli gelirin hem tüketim hem yatırım katkısıyla büyüyeceğini belli olduğu yönünde analiz yapıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz konusunda hep tavırlı olduğunu, yüksek faizden tümüyle bankaları sorumlu tuttuğunu biliyoruz. Daha önceki hükümetler döneminde Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in bu konuda genellikle Erdoğan’ı dengeleme yoluna gittiklerini gözlemlemiştik. Merkez Bankası’nın işine karışılmaması gerektiğini, faizleri piyasaların belirlediğini söyleyerek, piyasa koşulları içinde kalınacağı güvencesi verirlerdi. Ancak mevcut hükümetle bu değişti; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra, Başbakan Binali Yıldırım ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli başta olmak üzere neredeyse tüm bakanlar ve AKP yöneticileri faiz konusunda Cumhurbaşkanı’nın tavrını benimsediler. Mehmet Şimşek ise artık konuşmamayı tercih eder oldu.
Merkez Bankası’nın faiz kararları konusunda bu tavır geçerli olurken, son olarak mevduat faizlerinin artışında da aynı tavır içinde olunduğunu gördük. Hazine garantili KGF kredileriyle birlikte artan kaynak ihtiyacı, bankaların mevduat faizlerinde 2 puanın üzerinde artış yaratırken, bakanlar ve tüm AKP yetkilileri, “Bankalar mevduatta yarışmasın, aksi takdirde bu artış kredi faizlerine de yansıyor” dediler. Bununla yetinilmeyip, “Hükümetin elinde mevduat faizlerini frenlemek için çeşitli argümanlar var, bizi kullandırmak zorunda bırakmayın” tonunda açıklamalara geçildi. Başbakan Binali Yıldırım ve Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, bu ay başından beri bu konuyu işliyorlar.
Geçen hafta önce Merkez Bankası yönetimi bankaların fon yöneticilerini tek tek konuşmaya çağırıp, ardından Başbakan Yardımcısı Canikli banka genel müdürleriyle toplantı yapınca, bu sert tavrın nasıl somutlaşacağını beklemeye başladık. Öyle ya, sert çıkışın ardından sonuç alınacak adımlar bekleniyor...
Ancak toplantılardan çıkan sonuç, “karşılıklı görüş alışverişi ve duyarlıkların anlatılması” tonunda oldu. Yani Merkez Bankası da, bakanlar da hiç de sanıldığı gibi bankacılara fırça çekmediler, talimatlar yağdırmadılar, kendi görüşlerini açıklayıp katılanlardan görüş alıyorlarmış havası verdiler.
Merkez Bankası yöneticileri görüştükleri bankacılara, “Korktukları gibi döviz borçlanması karşısında sert kararlar alınacağı beklentisinde olmamaları gerektiğini, hala konu üzerinde çalıştıklarını, piyasayı bozmayacaklarını” söylediler. Mevduat faizlerine müdahale konusunda ise “Biz piyasa koşullarında faizin oluşacağını biliyoruz, öyle bir derdimiz yok” mesajı verdiler. Cuma günkü Canikli’nin banka genel müdürleriyle yaptığı toplantıda da yine tonun çok yumuşak olduğu, Canikli’nin sadece “biz zor dönemi birlikte geçirdik, şimdi mevduat faizlerinin artmasının hem makro ekonomiye hem de bankalara zarar vereceğini” söylediğini öğrendik. Yani; bankacılara mutlaka faizi indirin, yoksa elimizdeki argümanları kullanırız, “zaten çok kâr ediyorsunuz” gibi kamuoyundaki baskın söylem kullanılmamış. Bütün genel müdürlerin tek tek görüşlerini alıp, not tutmaya özen göstermiş.
Sonuç olarak; bankacılar KGF kredileri nedeniyle acil kaynak ihtiyacı olduğunu, tasarrufların yetersizliğini, dışardan döviz swapı karşılığı TL borçlandıklarını ama mevduatla dengelemek zorunda kalındığını hatırlatıp, “Artık kredilerde eskisi kadar canlı seyir yok, süreç normalleştikçe, kaynak ihtiyacı yani mevduat faizleri de normalleşecek” dediklerini öğrendik. Aklın yolu bir de... Halkı kandırmasak iyi olacak..
Bunun nedenleri konusunda çeşitli yorumlar yapılıyor. Şurası gerçek ki; Fed tutanakları öncesi beklentiler tüm dünyada doları güçlendirdi. Bunun yaşanması zaten kaçınılmazdı ama zamanlaması önemli. İki gündür olumsuz ayrışan TL’nin ise artı handikapları söz konusu.
Bize özgü sorunlardan birinin “sıcak parayla bir süredir devam eden balayının sonlarına gelmiş olmamız” gibi gözüküyor. JP Morgan başta olmak üzere, yabancı banka ve kurumların yabancıların TL yatırımlarının tarihte olmadık seviyelere ulaştığı konusunda ikazlarda bulunması, önemli etkenlerden biri olarak gözüküyor. Geçmişte de büyük sorunlar en fazla sıcak paranın olduğu dönemlere rastlaması, piyasaları ister istemez korkutmaya başladı.
RİSK İŞTAHI SÜRÜYOR
Sıcak paranın bu kadar bol geldiği bir dönemde, siz siyasi ve ekonomik olarak istikrarı bozacak hareketlere girerseniz, işte o zaman sorun başlıyor Sıcak paranın bir vesile ile doyma noktasından geri çekilişi sert olunca, TL’nin değer kaybı da o kadar sert ve büyük olabiliyor. Bunu geçmişte çok gördük.
Peki, yine böyle sert bir hareketin sinyali mi derseniz; bence bunu söylemek için henüz erken. Her şeyden önce küresel risk iştahının hala sürdüğünü biliyoruz ve bu bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için hala uygun bir iklim sunuyor. Ancak yapacağınız hataların büyüklüğü, küresel likidite iştahını boşa çıkarabilir, bu da bir gerçek.
GERİ ÇIKIŞ ÖNLENMELİ
Artı bir risk olarak iç siyasi gelişmeler ve jeostratejik riskleri saymak mümkün. Bölgede Türkiye’nin yeni bir maceraya girmesi, bütün ittifak ülkelerine rağmen bunu yapması, herhalde ekonomi için de yapılacak en kötü şeylerden biri olacaktır. Yanı sıra toplumsal olaylarda sertlikler ve aşırılıklara kaçılması, yine ekonomide aynı olumsuz etkiyi yapabilir.
Kısacası; zaten Türkiye’de ekonomik dengelerin hassas yürüdüğü bir ortamda, yüksek kâr amacıyla TL’ye geçici yatırım yapan sıcak para, belli ki artık geri dönmeye başlayacak. Önemli olan sert geri çıkışı önlemek, onu sağlamak da yönetimin elinde.
Haziran ayı tüketici fiyat artışları piyasa oyuncularının beklentilerinden çok daha iyi çıktı. Piyasadaki ortalama fiyat beklentisi yüzde 0.2’lik artış iken dün açıklanan resmi fiyatlar yüzde 0.1 oranında geriledi. Böylece 11’in üzerindeki yıllık artış oranı yüzde 10.9’a geriledi.
Gerileyen gıda fiyatları haziran ayındaki enflasyon sürprizinde önemli etkendi. Gıda fiyatlarındaki artışın temmuz ayında da sürmesi, ancak ağustos ayından sonra yeniden artışa geçmesi bekleniyor.
Hazirandaki enflasyon sürprizinde otomobil fiyatlarındaki gerileme de önemli yer tuttu. Otomobildeki fiyat düşüşü özellikle çekirdek enflasyonun gerilemesinde etken oldu ve tabloyu olumlu hale getirdi. Bu arada enerji fiyatlarındaki düşüş bunun ulaştırma gibi diğer sektörlere de yansıması, haziran ayı fiyatlarındaki gerilemede dikkat çeken başka bir gelişme idi.
Piyasa analistleri özellikle gıda enflasyonundaki gerilemenin devam etmesinin, temmuz sonunda yıllık tüketici fiyat artışını yüzde 10’un altına indirebileceğini tahmin ediyorlar. Ancak ağustos ayından itibaren yine baz etkisi nedeniyle gıda fiyatlarında yeniden artışların başlaması bekleniyor. Bunun yanında çekirdek enflasyon hesaplamasındaki yöntem değişikliği nedeniyle giyim ve ayakkabı grubunda fiyat artışlarının eylül-ekimden sonra hızlanacağı tahmin ediliyor. Yine bu tarihten itibaren maliyet baskıları ve ikincil fiyat etkileri nedeniyle hizmet enflasyonunda artışların sürmesi bekleniyor.
Analistler tütün ürünlerine bu yıl temmuzda zam yapılmama kararı verilmesinin enflasyon üzerinde olumlu etkisi olmasını bekliyorlar. Bu nedenle beklentilerin değişebileceği kaydedilirken, bir ara yeniden yükselse bile, yılsonunu tek haneli tüketici fiyat artışıyla kapatmaktan söz edilmeye başlandı.
MERKEZ SIKI DURMAK ZORUNDA
Buna karşılık toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artışın yüzde 14’ün üzerinde kalması, tüketici fiyatlarına yansıma riski nedeniyle enflasyonun tek haneye inemeyeceğini belirtenler de var. Bu analistler kurların geçişkenlik etkisinin azalmış göründüğünü ama kurların yeniden yukarı gitme ihtimaline de dikkat çekiyorlar.
Yine enerji fiyatları haziranda, 4. aydır gerilemeye devam etti ve yıllık artışı yüzde 7.6’ya geriledi. Tabi ki bunda kurlardaki hızlı artışın durmuş olması da etkiliydi. Yılın ikinci yarısında enerji fiyatlarının nasıl seyredeceği bilinmezken, bunun yanında Fed’e bağlı olarak kurlardaki yeniden artış ihtimali de, enflasyon konusunda iyimser olmayı engelleyen unsurlar olarak göze çarpıyor.
Bugün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanacak enflasyon rakamlarının geçen aydan çok farklı olması beklenmiyor. Mayısta tüketici fiyat artışları yüzde 0.45, yıllık TÜFE artışı yüzde 11.72 olmuştu. Bugün açıklanacak rakamların da benzer olması, yıllık enflasyon oranlarının yüzde 11.5 ile 12 arasında bir yerlerde gerçekleşmesi bekleniyor.
Hafta sonunda açıklanan İstanbul Ticaret Odası (İTO) fiyat endeksi sonuçları, her ne kadar iki endeks arasında ciddi farklar olsa da, benzer tablonun haziran ayı sonunda da devam edeceğini gösteriyor.
Haziran ayının son günlerinde hükümetin enflasyonla mücadele için harekete geçtiğini gördük. Et fiyatları başta olmak üzere, tarım ürünleri fiyatlarındaki aşırı artışları engellemek, gıda enflasyonunu aşağı indirmek için terbiyevi ithalat kararları alındı. Terbiyevi ithalatın çift taraflı etki yarattığını geçmiş deneyimlerden biliyoruz. Yani et ve tarımda ithalatla fiyatları dengelemeye kalkıştığınızda, orta vadede bu sektörde üretimin zayıflatıldığını görürsek kimse şaşırmasın. Çünkü bu terbiye sopasının yerinde ve dozunda kullanıldığı pek görülmediği gibi, önceden bilgi alan aracıların zengin edilmesi, üreticilerin bu alandan çekilmesi gibi sonuçlar yaşanması da kaçınılmaz olabiliyor.
Hükümet, her yıl tütün ve alkolde, enflasyona bağlı temmuz ayında vergi artışı yapardı. Bu kez alkolde vergi zammının devam edeceği, buna karşılık sigaraya yıl ortası vergi artışının yapılmayacağı açıklandı. Tütünde kaçağın yüksek fiyatlar nedeniyle arttığını biliyoruz ama bence bu artıştan vazgeçilmesinin asıl sebebi, enflasyon oranları olarak gözüküyor. Sigara zamlarının enflasyona yapacağı katkı böylece önlenmiş olacak. Kaçağın giderek hızlandığı alkollü içki fiyatlarına ise vergi zammı yapılacak. Bunun de enflasyona etkisi olur ama tütün ürünlerine göre düşük düzeyde kalır. Zaten alkoldeki vergi zamlarının ideolojik yönünün bir süredir baskın olduğu da ortada.
Sigaraya yapılan zammın vergi gelirlerine olumlu etkisi olacaktı ama Maliye bundan vazgeçmek zorunda kaldı. Buradan kaynaklanan kayıp büyük olmaz ama zaten genel olarak bu yılın bütçesi sıkıntılı geçiyor. Maliye Bakanı’nın da arada itiraf ettiği gibi; bu yıl bütçe açığı beklentilerin üzerinde gerçekleşecek gözüküyor.
Geçen hafta açıklanan dış ticaret verileri, bu yıl cari açığın da büyüyeceğinin açık kanıtı gibiydi. TÜİK mayısta, geçen yılın aynı ayına kıyasla, ihracatın yüzde 12.5 artıp 13. 6 milyar dolara, ithalatın ise yüzde 21.7 artarak 20.9 milyar dolara çıktığını açıkladı. Yani dış ticaret açığı mayısta yüzde 43.3 oranında artıp 7.3 milyar dolara çıktı. Et ve tarım ürünleri ithalatının hız kazanmasının, dış ticaret açığına da artırıcı etki yapması kaçınılmaz gözüküyor.
Tüm bu veriler, aslında büyüme harekete geçtiğinde, dengelerde aşırı ısınmanın başladığını gösteriyor. Yani ekonominin yapısı, sorunsuz büyüme kapasitesi iyice düşecek biçimde, bozulmuş görünüyor. Kurda daha önce yaşanan aşırı artışın etkisi hala devam ederken, buna talep artışı eklendiğinde enflasyon yüksek banta oturdu. Yine talebe bağlı ithalat artışı büyürken, büyüme ve seçim kaygılarıyla mali disiplinden kopuşun başlaması bütçe açığını büyütüyor.
Literatürdeki “çifte açık” ile karşı karşıya kalmanın eşiğindeyiz ve bunlar ciddi alarm işaretleri.
Yaz süresince siyasette ve ekonomide daha neler yaşanacak bilmiyoruz ama herkesin çok yorulduğu kesin. Kişisel gözlemim o ki; hem tatil hem bayram olmasına rağmen, insanların yüzü eskisine kıyasla daha az gülüyor.
Datça’ya özgü mü bilmiyorum ama, tatilcisinden esnafına kadar genelde ekonomi için de olumsuz bir havanın hakim olduğunu söyleyebilirim.
Datça’da son yıllarda olduğu gibi, yine çok sayıda ev inşaatı tamamlanmış ama bu yıl fiyatların düşmeye başladığı, buna rağmen satışların durgun gittiği söyleniyor.
Bu arada Datça’da yoğun olan yabancıların ev alımlarının durduğu görülüyor. Yabancı bir arkadaşın, Türkiye’yi çok sevmesine rağmen, evini ısrarla satmak istemesine de şahitim. Israrla satmamasını telkin etmemize rağmen, özel bir olaya maruz kalmasa bile, yabancılara karşı dostluk ortamının son 2-3 yıldır artık kalmadığını, bu genel havadan tedirginlik duyduğunu, o nedenle satmak istediğini söylüyor.
Özel sektör temsilcileri Ankara’da bürokrasideki işlerinin yürümediği dönemin artık çok uzadığını, karar çıkmaması nedeniyle artık günlük işlerinin bile aksadığını belirtiyorlar. Bu tıkanmanın kronikleştiğini, ileriye dönük plan yapmak konusunda ciddi caydırıcı bir hale geldiğini belirtiyorlar.
Aslında bürokrasideki kilitlenmenin başlangıcını 15 Temmuz darbe teşebbüsü olarak görüyorlar. Sonrasında yapılan FETÖ operasyonları nedeniyle bir çok bürokratın değiştiğini kaydeden bir özel sektör temsilcisi, görevden alınanların yerinin tam olarak hala doldurulamadığını, atananların bir bölümünün de hala yerlerini dolduramadığını söyledi. Bununla birlikte bazı yeterli bürokratların iş yükünün de çok arttığı ve birikme olduğunu kaydeden aynı yetkili, “Aslında hala bürokrasi ile konuşurken korktuğumuzu çok temkinli olduğumuzu söylemeliyim, çünkü bugün konuştuğumuz kişi de yarın FETÖ’cü çıkar mı diye tedirginlik duyuyoruz” şeklinde konuştu.
15 Temmuz ardından gelen tasfiyelerin ardından bu kez de referandum telaşı başladığını kaydeden başka bir özel sektör temsilcisi ise, bürokrasinin referandum sürecinde özel sektörün ihtiyaçlarına odaklanamadığını, yetersizliklerle birleştiğinde işlerin ciddi tıkandığı bir dönem yaşandığını belirtti. Referandum sonrası artık herkesin işlerine bakacağını düşünürken, bu kez de kabine değişikliği söylentilerinin yayıldığını kaydeden yetkili, bu konunun da bir türlü netlik kazanmamasının doğal olarak bürokrasinin çekingen tavrını artırdığını, özet olarak 1 yıllık birikimin sonucu son dönemde işlerin iyice tıkandığının rahatlıkla söylenebileceğini kaydetti.
1 YILDIR İŞ ÇIKMIYOR
Özel sektör işlerin açılması için kabine değişikliğini yakından takip ediyor. Bir yetkili “Artık bir an önce kabine konusunun netlik kazanması lazım, yapılacaksa biran önce yapılmalı, yapılmayacaksa biran önce ‘yapılmayacak’ diye açıklanmalı, aksi takdirde bu tıkanma devam edecek görünüyor” dedi.
Geçen hafta “Kabine değişikliği durdu” veya “Alınan Bakan cemaatçi gözükecek diye kabine değişikliği zora girdi” söylentileri yayılmıştı. Ancak Başbakanın Yunanistan dönüşü gazetecilere “Davul zurna çalınarak kabine değişmez, bir anda yaparız görürsünüz” demesi yeniden beklentileri artırdı.
Bir yabancı firma yetkilisi ise özellikle yabancı yatırımcıyla ilgilenilmesi gerektiğini, zaten Türkiye’de olan bitenlerin ana şirketlere anlatılmasında sıkıntı yaşandığını söyledi. Yapılan brifinglerin yetmediğini, “yabancıların kaygılarının giderilmesi gerektiğini” kaydeden bu yetkili, “Türkiye’de seçim havası, gerginlik bitmiyor aksine artıyor algısı”nın yabancı yatırımcılarda hakim olduğunun altını çizdi.
FETÖ operasyonlarının devam etmesi, olağanüstü hal uygulamaları, bu uygulamalara karşı yapılan gösterilerin yabancılarda kaygı yarattığını kaydeden aynı yetkili, artık genel olarak normalleşmenin yaşanması gerektiğini söyledi. Bürokrasinin tam olarak oturmaması ve liyakata dayalı olmayan yetersizliklerin yabancıların tedirginliğini artırdığı da açıkça dile getiriliyor. Özellikle regülasyona dayalı sektörlerde iş yapanlar, bürokrasinin tıkanması nedeniyle çok daha zor durumlarda kalıyorlar.
Hükümet üyeleri sürekli olarak mevduat faizlerini yükseltmemesi için bankaları uyarıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da faize müdahale edeceklerini tekrarlıyor. Buna rağmen mevduat faizlerindeki artış devam ediyor. Turkey Data Monitor’ın yaptığı hesaplamalara göre 9 Haziran haftasında 1 yıla kadar mevduata ödenen faizin yüzde 14.61’e kadar çıktığı görüldü. Bu oran 30 Ocak 2009 haftasından bu yana görülen en yüksek faiz olarak belirtildi.
Verilere göre ortalama olarak, aynı haftada 3 aya kadarki mevduatlarda faiz yüzde 12.56, 6 aya kadar vadeli mevduatlarda yüzde 13.50, 1 yıl vadelilerde yüzde 12.82 olarak gerçekleşti. Tüm vadelere bakıldığında ise ortaya çıkan ortalama mevduat faiz oranı ise yüzde 11.66 oldu. Bu da 10 Nisan 2009 haftasından bu yana en yüksek oran olarak kaydedildi.
Bu oranların Merkez Bankası verileri üzerinden hesaplandığı biliniyor. Merkez Bankası verilerine yansımayan, bazı bankaların sıkıştıkları dönemlerde çok daha yüksek mevduat faiz oranlarına çıktıkları da herkes tarafından biliniyor.
DIŞ KAYNAK AZALINCA
Peki bu noktaya neden gelindi derseniz, aslında nedeni açık; KGF ve KOSGEB kredilerinin patlamasıyla dışarıdan kaynak bulmakta artık zorlanan sektör, mecburen mevduat faiz oranlarını artırarak kaynak çekmeye başladı. Kredi artışının son haftada artık durduğu gözleniyor, daha doğrusu artış hızının kesildiği görülüyor. Bundan sonra bankaların ihtiyacının artık eskisi kadar olmayacağı söylenebilir. Ancak belli bir süre daha kaynak ihtiyacının süreceği kesin.
İşte bu noktada son dönemde Türkiye’ye gelen fonlardaki yükselmeyi de konuşmak gerekiyor. Bir süredir Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, yeniden sıcak para girişine sahne oluyor ve bunun özellikle dolarda etkisi görülüyor. Fed’in faiz artışına rağmen bir süre daha likiditeyi sürdürmesi bekleniyor ama bunun geçici olduğu da görülüyor. Bu furyadan yararlanmak isteyen yabancı fonların son bir atak olarak bizim gibi gelişmekte olan ülkelere gelip, yıllık kar ortalamalarını yükseltmeye çalıştıkları açık. Tüm küresel piyasalarda eylül sonrasında artık fonların geri ülkelerine döneceği beklentisi de bir hayli yüksek.
Dolayısıyla eylül ayından sonra, bankaların kaynak ihtiyacında dışa dönük çabalarından sonuç almaları zorlaşacak. Buradan yola çıkarak, yılın son çeyreğinde bankaların yine iç kaynaklara yüklenmeleri, mevduata ağırlık vermeleri bekleniyor. Bu durumda mevduat faiz oranlarının, bugün gelinen noktalardan bile daha yukarı çıkması kaçınılmaz olabilir.
Bu noktada tabi ki hükümetin ekonomide hayata geçireceği politikalar, büyüme tercihleri ile iç ve dış politika tartışmaları da belirleyici rol oynayacak. Yabancı fonların diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte Türkiye’den çekilmesi nispeten yumuşak bir iklim yaratır. Ancak hükümetin ikinci yarıda yatırımlar başta olmak üzere harcamalara ağırlık vermesi, bunun mali disiplinde yaratacağı etki Türkiye’nin ayrışmasına neden olup, risk primini artırabilir. Dış ve iç politikada yaşanacak sertliklerin ise risk primini daha da artırması kaçınılmaz.