Bu repliği Kolpaçino serisini izleyenler hatırlayacaktır. Türkiye’de yerli mafya parodisinin ilk örneklerinden Kolpaçino’da geçen bir diyalog.
Niyeyse, önceki gün Kolpaçino serisinin çekirdek kadrosunda yer alan Serkan Şengül’e twitter’dan yönelttiğim soruya aldığım yanıt sonrası bu replik aklıma geldi.
Hatırlayacağınız gibi bu yılın başında, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, twitter’a girişinin birinci yılını takipçilerinin yanısıra ünlü oyuncu Şafak Sezer ve Ece Erken’le bir araya gelerek kutlamıştı.
GÜNDEMDE PLATO VARDI
Bu programda da, Şafak Sezer, başrolünü üstlendiği ve büyük ilgi çeken Kolpaçino serisinin Ankara’da devam edeceğini ve üçüncü filmin Çinçin’de çekileceğini açıklamıştı.
Sezer, bunu açıklarken Gökçek’in gündemde olan film platosu projesine değinmiş ve çok beğendiğini söylemişti. Biz de filmin adını o günden koymuş; gazetemizde “Kolpaçino Çinçin” manşetiyle duyurmuştuk.
Açıklamanın üzerinden neredeyse sekiz ay geçti, hala filmle ilgili bir gelişme olmaması üzerine, filmin çekirdek kadrosundan oyuncu Serkan Şengül’e twitter üzerinden üçüncü filmin akıbetini sordum. Şengül ise, başka bir filmin gündemde olduğunu ve Kolpaçino 3’ün henüz çekilmeyeceğini açıkladı.
SEN DE Mİ SEZER
Belediye, Büyük Ankara Festivali’nin düzenlendiği alana koyduğu anket aracında katılımcılara “Eymir Gölü ODTÜ’den alınıp Büyükşehir Belediyesi eliyle halka açılmalı mı?” sorusunu yöneltti.
Anketin sonucunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Eymir Gölü’nden yararlanabilenler “Hayır”, yararlanamayanlar ise “Evet” diyecektir.
YAYALARA AÇIK
Yararlanamayanlar da çoğunluk da olduğundan anketin sonucu büyük oranda “Evet” çıkacaktır.
“Yararlanmak” ifadesini kullanıyorum çünkü, Eymir Gölü zaten halka açık ve isteyen herkes göle yaya olarak veya bisikletle girebiliyor. Gölle ilgili tartışmalı durumsa, “araçla yararlanama-maktan” kaynaklanıyor. Şöyle ki, Eymir Gölü’ne araçla girişlerde sınırlandırma uygulanıyor. Yani, göle aracınızla girebilmeniz için üniversite mensubu, öğrencisi veya mezunu olmanız ya da, üniversiteden göl kartı almanız gerekiyor. Yaya olarak ya da bisikletle Eymir Gölü’nün kapısına geldiğinizde ise kimse sizi geri çevirmiyor. Ancak, oturma alanları ve tesislere ulaşmanız içinse epeyce yürümeniz gerekiyor. Bu yüzden aracıyla giremeyen bir kişinin gölden yaya olarak yararlanması imkansız hale geliyor.
ARAÇ EŞİTSİZLİĞİ
Dolayısıyla zaten halka açık olan Eymir Gölü’nün kullanımında “araçla girebilme” imkanı açısından “eşitsizlik” yaşanıyor. Aslında bu eşitsizlik kaldırılırsa, ortada tartışmalı bir durum da kalmayacak. Bunu yapmak içinse, gölü tüm araçlara serbest hale getirmek pek de mantıklı görünmüyor. Çünkü, bu türlü bir çözüm için yolları genişletmek ve bunun için de yüzlerce ağacı kesmek gerekiyor.
Bu kazada Ahmet Taner Kışlalı’nın kardeşi Mahmut Tankut Kışlalı, yaşamını yitirdi. Yine bu hafta bir başka yaya 75 yaşındaki Aytekin Tunçbilek de AŞTİ karşısında araba çarpması sonucu hayatını kaybetti. Bir de şansı yaver gidip de, hafif yaralı kurtulanlar oluyor ki; bunların birçoğu haberlere yansımıyor.
“Yayaların trafikte bu kadar çok kazaya karışması normal midir?” diye konunun uzmanlarından Prof. Dr. Süleyman Pampal’a sordum.
ÇOK ÇOK ÜSTÜNDE
Pampal, Ankara’da yayaların karıştığı kazaların kabul edilebilir sınırların çok çok üstünde olduğunu belirtiyor. Başkent’teki yaya kazalarının son yıllarda yaklaşık yüzde 250 artış gösterdiğini kaydeden Pampal, sinyalize kavşakların yerine katlı kavşakların tercih edilmesi sonucu aşırı hızın tahrik edildiğini ifade ediyor.
Yaya geçitlerinde, hatta ışıklı geçitlerde bile yayaların kendilerine ait
olan geçiş hakkını kullanmakta çekingen davrandığını belirten Pampal, şöyle diyor:
Yıldırım, 2014’te gökyüzünde görmeyi hedefledikleri ilk yerli uçakla ilgili son gelinen noktayı değerlendirdi.
İlk yerli uçak hedefini dillendirdikleri andan itibaren pek çok kişinin şaşırarak “Türkiye’de uçak yapılabilir mi?” sorusunu yönelttiğini anlatan Yıldırım, “Bu soruyu yöneltmeden önce, Türkiye’nin ve Türk Hava Kurumu’nun imkan ve kabiliyetlerini çok iyi bilmek lazım” diyor.
“Ben bu kabiliyetleri çok iyi biliyorum” diyen Yıldırım, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Ben 40 yıl uçmuş bir adamım. Ben havacılığı biliyorum, dünyada bu işin nasıl yapıldığını biliyorum. Tasarım yaparsın ya da, dünyada her yerde firmalardan şirketlerden uçak tasarımı alırsın. Tasarımlanmış uçağın üzerine konabilecek parçaları tespit edersin. Tespit ettiğin parçaları temin etmeye başlarsın, ondan sonra sistem entegrasyon laboratuvarı kurarsın. Bu laboratuvarda bu temin ettiğiniz parçaların hepsini uçağın üzerine koyarsınız, testleri yaparsınız. Bu testler sonrasında da düzeltici tedbirlerle uçağı yaparsınız.
Uçağımızın tasarım işlemleri büyük oranda tamamlandı. Uçağın tasarlandıktan sonra uçabilirliğinin de test edilmesi gerekiyor. Eskiden rüzgar tünelinde yaptığınız işlemleri bugün bilgisayar üzerinde rahatlıkla yapabiliyorsunuz.”
Bu arada Türk Hava Kurumu’nun beş yılda 100 uçağa ihtiyacı olduğunu belirten ve kendi ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflediklerini kaydeden Yıldırım, diğer yandan da 4 tane uçağı daha üretmeden 250 model Mercedes fiyatının biraz altına anlaşarak sattıklarını söyledi.
İsmini siz koyun
TÜRK Hava Kurumu, ilk yerli uçağın ismini de halkın koymasını istiyor. Kurumun internet sitesinden isim önerilerini aldıklarını belirten Osman Yıldırım, Ankaralıları da bu isim belirleme sürecine davet ediyor. Anketin sonuçlanmasına yaklaşık üç ay varken, Göktürk, İnci ve Hezarfen isimleri şimdilik ilk üç sırada yer alıyor.
Ancak, bundan bir gün önce katıldığı bir televizyon programında kürtajla ilgili tartışmaya yol açacak ifadelerde bulundu. Ertesi gün esnaf ziyaretinde umulmadık bir şekilde yumurtalı saldırıya uğradı.
Gökçek, Dikmen Vadisi, Halk Evleri ve CHP organizasyonu olduğunu söylediği saldırının Ankara’ya ve festivale zarar verdiğini söyledi. CHP’liler itiraz etti, saldırıyı gerçekleştirenler de Gökçek’e kürtaja yönelik ifadeleri nedeniyle tepki gösterdiklerini açıkladı. Bu arada Keçiören Haymanalılar Derneği, Gökçek için “Güllü karşılama” düzenledi.
GONG YARIN VURULUYOR
Bu tartışmaların yaşandığı sırada, Gökçek bir kez daha kürtajla ilgili konuştu. Bu kez televizyonda parçalanmış cenin fotoğrafı gösterdi. Bu arada yarım kalan esnaf ziyaretini de çevik kuvvet eşliğinde gerçekleştirdi.
Ve Ankara, bir haftayı Alışveriş Festivali’ne yönelik hazırlıkları konuşacağına bu tartışmalarla geçirdi. Festival’in açılış gongu yarın vuruluyor. Bakalım, Başkent festival boyunca daha başka neleri konuşacak.
Festivali nasıl etkileyecek
Ankara gibi her türlü sürprize açık bir kentte başka ne gibi konular konuşulur kestiremiyorum ama, ShoppingFest’in açılışından iki gün sonra metro çalışmaları nedeniyle kapanacak yolları tartışacağımızı biliyorum. Üstelik kapanacak iki ana arterden bir tanesi Çukurambar’la Söğütözü’nü birbirine bağlayan cadde ve bu cadde, ShoppingFest’in üssü ilan edilen ATO Kongre Merkezi’nin bulunduğu kavşakta. Dolayısıyla trafik durumunun Festival’e ne yönde etkide bulunacağını hep birlikte göreceğiz.
Her alanda şiddeti tartıştığımız günlerde aslında bu araştırma, kadına karşı olanından sağlıkta şiddete, tribün olaylarından trafik kavgalarına kadar birçok şiddet türünün daha çocuk yaşlarda genlerimize işlediğinin göstergesi.
Bugün Gazetesi’nden Nesrullah Sonay’ın haberinden öğrendiğimiz araştırma sonuçlarına baktığımızda, öğrencilerin yüzde 60.9’u her gün şiddet görüyor. Yüzde 28’i en az bir defa şiddete maruz kalıyor. Sadece yüzde 10’u “Hiç şiddet görmedim” diyor.
1990’LARDA NASILDI
Bulgular, şiddet görenin aynı zamanda şiddet uyguladığını da gözler önüne seriyor. Araştırma sonuçlarını okurken ben de 1990’larda hem orta okulu hem de liseyi okuduğum Bursa Erkek Lisesi yıllarımı düşündüm, bizim dönemimizde şiddet olayları nasıldı diye.
Şimdinin araştırma sonuçlarından pek de farklı değildi aslında. Fakat üzerinde durulması gereken öyle bir nokta var ki; bu konu araştırmacılar tarafından es geçilmemeli.
Çünkü, biz o dönemlerde 1.60’lık boyuyla 1.90’lık öğrencilerin ensesine döner tekme atabilen ve bununla övünen müdür yardımcısından -lakabı “rambo”ydu-, okulun en başarılı öğrencilerinden birini yanındakinden silgi aldı diye döven fizik öğretmenine kadar envai çeşit öğretmen gördük.
Her fırsatta sesini okulun kocaman spor salonundan komşu evlere kadar ulaştırabilen ve “laaaaaayn” diye haykırdıktan sonra eline geçirdiği herhangi bir cisimle öğrenci nişanlayan beden eğitimi öğretmenleriyle eğitim aldık.
ÖĞRETMEN MODELDİR
Şimdilik gündemde olmayan fakat hükümet kanadı ve Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından yapılan açıklamalarda bazı satır araları, metroda yetki tartışmasının yaşanabileceğini gösteriyor.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Ulaştırma Bakanlığının metro inşaatlarına başlamasının ardından, yaptığı bir açıklamada şunları söylemişti:
SÖZ HAKKI İSTERİZ
“Metrolar bittikten sonra, işletmesini belediye yapacak. Ulaştırma Bakanlığı zor yapar. Belediyenin hali hazırda çalışan otobüs hattıyla uyumlu olması ve tek elden yönetilmesi gerekir. Belki işletecek şirketin yapısında belki biraz söz sahibi olmak isteyebiliriz. Çünkü merkezi hükümet bu kadar kaynak aktarıyor, para bağlıyor, yani işletmeciliğin de rasyonel olmasının bir bakıma bir kontrolü açısından işletmecilikte yönetimsel anlamda o noktada biraz dahil olabiliriz. Melih Bey’e de bunu sezdirdim. Yani ‘Bu kadar para bağladıktan sonra merkezi hükümet olarak rantabl olması açısından söyleyeceğimiz işler olur’ dedim.”
BİZ YAPACAĞIZ
O dönem bu açıklamalara yanıt vermeyen Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ise, geçtiğimiz günlerde katıldığı AK Parti Sincan İlçe Kongresi’nde metroyla ilgili açıklamalarında “2013 yılının sonuna doğru metronuza da kavuşacaksınız. Metronun işletmesini biz yapacağız” ifadesini kullanmıştı. Hükümetin kaynak aktarmasının ardından metro inşaatları hızlanırken, işletme yetkisi konusunda nasıl bir çözüme gidileceğini zaman gösterecek.
Futbol sadece spor artık anlayalım
BU yazı yazıldığı sırada, Ankara Emniyeti Fenerbahçe ile Bursaspor arasında oynanacak olan Ziraat Türkiye Kupası finali için tüm hazırlıklarını tamamlamış, taraftarlar da iki kentten Ankara’ya doğru yollara düşmüştü.
Sabah muayene için gelen hastalara, “Sistem çalışmıyor” dendi ve hastane koridorlarında metrelerce kuyruklar oluştu. Sistem çalışmıyordu çünkü, hizmet alınan firma değiştirilmişti ve cuma gecesi devir teslim yapılmıştı. Ancak, yeni firma bir türlü sistemi oturtamamıştı. Pazartesi yaşanacaklar o kadar belliydi ki; muhabirimiz, ortaya çıkacak manzarayı haberleştirmek için hastalardan önce oradaydı. Hastane yönetimi ne kadar “beklenmedik” dese de, biz “bekliyorduk”.
SATIN ALMACIFirma değişikliğiyle ilgili bilgi edinmeye çalıştığımızda da ilginç ayrıntılara ulaştık. Hıfzıssıha Başkanlığından Onkoloji Hastanesi başhekimliğine atanan Mustafa Ertek, hastane yönetim kademesinde birtakım değişikliklere giderken, kritik bir görev olan satın alma sorumluluğunu Hıfzıssıha’dan Onkoloji’ye Müdür Yardımcısı olarak getirdiği Celal Kayı’ya teslim etmişti. Kayı, Hıfzıssıha’da da satın almacıydı.
Öte yandan, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu, Çorum Devlet Hastanesi Müdürlüğü döneminde Celal Kayı’nın da üyesi olduğu ihale komisyonu tarafından yapıldığı öne sürülen bazı usulsüzlükleri raporuna yansıtmıştı.
Meclis’te hakkında soru önergesi de verilen Kayı’ya, Mustafa Ertek tarafından Hıfzıssıha Başkanlığı’nda satın alma sorumluluğu verilmişti. Ertek, Onkoloji’deki bu görevi de Kayı’ya vermeyi tercih etmişti. Üstelik, Kayı’nın Onkoloji’ye atanması için Sağlık Müdürlüğüne defalarca talep yazısı göndererek.
KANLAR DÖKÜLDÜSatın almadan sorumlu diye bir tek Celal Kayı’yı bu aksaklıktan sorumlu tutamayız belki ama, hem Hıfzıssıha hem de Onkoloji, her ikisi de yılların köklü kurumları ve bu kurumlarda bu işten anlayan yetkin insanlar yok mudur? Kayı, bu işte uzman mıdır? İşini çok mu iyi yapıyor?
Herkes hakkında iddia ortaya atılabilir, bu iddialar asılsız da çıkabilir. Türk insanındaki liyakate bakmadan “kendi adamı”yla çalışma hastalığı burada da nüksetmiş midir?
Tüm bu soruların yanıtı, Pazartesi günü bin 700 hastanın kapıdan çevrilmesinin ve hafta sonu sistemin laboratuvarla entegre çalışmaması nedeniyle yatan hastlardan alınan onlarca tüp kanın dökülmesinin hesabı sorulurken elbette ortaya çıkacaktır.
Özlemişiz