Şöyle diyordu, Hilmi Duran karakterini canlandıran Altan Erkekli: “Aslında bir insanı bir yere kapatmak suçtur. Ama kapattığınız kişi bir suçluysa bu bir cezadır. Yani aslında her ceza biraz da suçtur ve her suç aynı zamanda ceza.”
Gerçekten de bir suçun nasıl bir cezaya, bir cezanın da nasıl bir suça dönüşebileceğini bir ay boyunca Kolej kavşağında gördük.
Haziran ayı başında Gezi eylemlerine katılan ve polis şiddetine karşı şiddetle yanıt veren göstericilerden bazıları, trafik ışıklarını tahrip ederek suç işlerken aynı zamanda Ankaralıyı cezalandırdı.
SONUNDA TAKILDI AMA...
Kolej kavşağındaki ışıklar sonunda takıldı ama, eylemcileri ifşa ederek cezalandırmak isteyen Büyükşehir Belediyesi yönetimi de, bir ay boyunca bu ışıkları tamir etmeyerek Ankaralıyı cezalandırırken bu suça ortak olmuş oldu.
Büyükşehir Belediyesi, bu ışıkları tamir etmeyerek, bütün haklı talepleri ‘vandalizm’ başlığı altında eritmek istemiş ve bu görüntüler üzerinden “Ey vatandaş, bakın bu vandallar, kamu malını böyle tahrip etti. Bakın görün, bunlar yüzünden sıkıntı çekiyorsunuz” mesajı vermek istemişti.
VEBALİ KİMEYDİ?
Peki, üç beş kişinin yaptığı yanlış bir hareketin ceremesini niye bütün Ankara çekti? Tamam, kamu malına zarar vermek vandallık, şehir eşkıyalığı da, günlerdir orada sürücülerin yaşadığı sıkıntının sorumlusu kim peki? Trafik ışıklarını kıran kişiler mi? “İbret olsun” diye gerekli onarımı yapmayan yetkililer mi? Yoksa her ikisi mi? Ortada bir suç varsa, ısrarla bu yanlışlığı düzeltmeyen yetkililer de bu suça ortak olmadı mı? Orada meydana gelecek bir kaza, bir sürücü ya da yayanın ölümüyle sonuçlansaydı bunun vebali kimeydi?
Delikten küçücük kafasını uzatmış olan yavru, asılı duransa annesi.
Bulunduğu yeri yuva yapmışa benziyor. Kim bilir nereden geldi?
Belki Mogan Gölü’ndeki kirlilikten kaçtı. Belki de otobanlar için, Başbakanlık binası için Atatürk Orman Çiftliği’nden “kopartılan” ağaçlardan biri onun yuvasıydı.
Bu fotoğraf, hava limanları, termik santraller, otobanlar, gökdelenler, enerji ihtiyacı derken, yavaş yavaş ekolojik sistemin olmazsa olmazları olan hayvanların yaşam alanlarına nasıl girdiğimizin bir göstergesi aslında.
Ankara Valiliği Çevre Koruma Vakfı, bundan 12 yıl önce, “Başkent’in Kuşları” adlı bir çalışma hazırlamış ve yaşadığı alanların çeşitli nedenlerden dolayı tehdit altında olan kuş türlerini sıralamıştı.
Ne yaptı ODTÜ’lüler? Gezi olaylarında yaşanan aşırı polis şiddetini, sadece mizah dolu ifadeler barındıran pankartlar açarak eleştirdi. “Helikopteri biber gazı atın diye mi yapıyoz la”, “Biz sana biber kullanma demedik, salça olarak yine kullan”, “Taksit taksit çaldığın özgürlüğümüzü faizi ile geri alacağız. Faiz lobisi”, “Benim integral alamayan bacılarımı dövdüler”, “Freud’un saçının teliyiz”, “İşletmeye sandaletle girdiler”, “Araziye ayakkabıyla girip ayran içmişler” pankartları açtı.
Bu yazıya sığmayacak daha onlarcası... Şiddet yok, sadece pankartla yapılan bir eleştiri... Ve daha önce kimsenin adını duymadığı ama ODTÜ’lüler adına konuştuğunu iddia eden, bir vakıf çıkmış, demokratik bir eleştiriyi, eleştiriyor.
KOMİK DURUMA DÜŞTÜNÜZ
Fikrinizi söyleyebilirsiniz. “Bizce yapılan yanlıştı” diyebilirsiniz, ya da, “Şu, şu, şu pankartlar, şu, şu, şu nedenlerden dolayı açılmamalıydı” da diyebilirsiniz. Ancak, siz şiddetin olmadığı, birbirinden farklı yüzlerce pankartın sergilendiği demokratik bir tepkinin tamamını, “ODTÜ’lülük ruhuyla asla bağdaşmayan” gibi bir ifadeyle kınarsanız, komik duruma düşersiniz.
Bu arkadaşlar, biat kültürüne karşı durulan, sorgulamanın bir ilkeye dönüştüğü, fikirlerin rahatlıkla konuşulduğu, ‘kul hakkı’nın söylemde kalmayıp otostop çekerken dahi sıraya riayet edildiği kampüste sadece 20 dakikalık kısa bir yürüyüş bile yapsalardı anlarlardı ODTÜ’lülük ruhunu...
Çalışmalarımız devam etmektedir
Bu arada, yaptığınız dahiyane açıklamanın ardından gerçekten ODTÜ ruhunu temsil ettiğinize inanan binlerce mezun, vakfınıza üye olmak istiyormuş ama internet sitenizdeki telefonu açan olmadığı için size ulaşamıyorlarmış. Galiba dernek adresinizde de kimse yokmuş, benden söylemesi. Mezunlara yol gösterici olalım diye vakfın internet sitesine baktım. Tüzüğü tıkladığınızda, “Bu sayfada tüzük yer alacaktır” diyor, şubeleri tıkladığınızda “Vakfın Ankara dışındaki şubelerini bilgileri yer alacaktır” yazıyor.
Yol ve güzergah değişikliğiyle ilgili bilgi verilecek” sözleri kent yönetimlerinde Türkiye için bir milattır ve bu milat Ankara’da da başlamalıdır. Bunun öncülüğünü de birkaç gündür eylem yapmayı bırakıp, parklarda meydanlarda oluşturulan forumlarda kent sorunlarını tartışan vatandaşlar yürütüyor.
Bu gördüklerimiz, şehir hayatını etkileyen kararların alınması noktasında barışçı ve katılımcı anlayışın yönetimlere dahil olabileceği umudunu doğuruyor.
Bu akımın devamını getirmek için, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne büyük görev düşüyor.
Yıllardır, her projede birbirlerine cephe alarak ‘o mahkeme senin, bu mahkeme benim’ davalık olan meslek odaları da, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de, önyargılarını bir kenara koyup, ilk kez filizlenmeye başlayan sivil inisiyatifin sesine kulak vermeliler.
ANKARA SAHİP ÇIKMALI
Bugüne kadar, meydanlara çıkan insanları ‘marjinal’ olarak nitelendiren Melih Gökçek, en azından bu forumlardan birine gidip, parklarda özgürce fikirlerini ortaya koyan bu insanları dinleyebilir. Bu kişiler, ne bir siyasi örgüt çatısı altında orada toplanıyor, ne de organizasyonu ideolojik yapı olmakla suçlanan meslek odaları yapıyor.
Yönetim kurulları büyük çoğunluğu belediye bürokratlarından oluşan kent konseyleri, resmi zeminde yürürlüğünü korusa da, fikri zeminde meşruiyetini yitirmişken bundan sonra, en azından büyük çaplı projeler, bireylerin ortaya koyduğu bu forumlara sunulabilir ve katılımcı anlayışla yeniden şekillendirilebilir. Kadir Topbaş’ın yaptığı açıklama, bu umudu doğururken başkent Ankara, bu fikri özümsemeli ve sonuna kadar sahip çıkmalıdır.
Bizde soru çok
Gündem referandumdan açılmışken sosyal medyada son günlerde, Ankara’da 10 yıl önce Kızılay’ın yaya trafiğine kapatılmasına yönelik yapılan anketten görüntüler dolaşmaya başladı. O zaman çeşitli televizyon kanallarının yaptığı röportajlardaki diyaloglardan bazılarını aktarıyorum:
“Nerede oturuyorsunuz? “Kayaş’ta.” 10 yaşlarında bir çocuğa yöneltilen soru, “Neden geldiniz buraya?” “Bilmiyoruz ki abi”. Yine bir çocuğa soruluyor “Ne demek oy? “Oyyyy.....”
İki yaşlı kadın konuşuyor, “İnşallah kazanır, Allah yardımcısı olsun.” “Kim kazanır?” “Melih Gökçek”. “Siz trafiğe mi evet dediniz Gökçek’e mi?” “Trafiğe”.
Muhabir, Güvenpark önünde bir otobüs dolusu insana mikrofon uzatıyor. “Siz oy kullanmaya mı geldiniz?” Önce birisi “Evet” diyor. Hemen arkasından yaşlı bir adam, “Hayır hayır, biz buraya gezmeye geldik, gelmişken e de böyle oy kullanalım dedik” diye gençleri susturuyor.
Yine yaşlı bir kadın, “Burası nere ben bilmem ki?” diyor önce, sonra arkadan “Kızılay, Kızılay” diye bağırıyor kadınlar. “Peki daha önce gelmiş miydiniz? Hiç gelmedim” diyorlar. Bir vatandaş, “Kim gelirse gelsin, Allah hayırlısını versin” diyor. Başka bir vatandaşa uzatılıyor mikrofon, diyalog aynen şöyle - Neyin kararını vereceksiniz?
- Ne kararı?
- Burada ne yazıyor niçin karar vereceksiniz?
Yükselmemesi de lazım zaten. Hiç kimsenin trafikte günahsız kişilerin canına kast etmeye hakkı yok. Alkol sebebiyle meydana gelen kazaların önlenmesi için, cezaların caydırıcı olması gerekiyordu. Bu da sonunda yapıldı. Fakat, burada dikkatlerden kaçan önemli bir detay bulunuyor. Yeni düzenleme getirilirken, sanki bütün kazaları ‘kafası kıyak’ sürücüler yapıyormuş, alkol tüketilmediği zaman, kazalar da bitecekmiş gibi bir hava estirildi. Ancak, istatistikler bize kazaların yalnızca yüzde 1.3’ünün alkolden kaynaklandığını gösteriyor.
DAHA TEHLİKELİSİ...
Yani, rakamlar “Alkollü araç kullanmanın engellenmesiyle kazaların umduğunuz şekilde büyük oranda azalmasını beklemeyin” diyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün internet sitesinde yayınlanan 2012 yılı kaza istatistikleri de trafikte alkolden kat be kat daha fazla başka tehlikelere işaret ediyor. Şöyle ki; 2012 yılında meydana gelen 134 bin 170 trafik kazasından 69 bin 394’ü yani yüzde 51’i geçiş önceliğine dikkat etmemekten hatalı şerit değiştirmeye, kırmızı ışıkta durmamaktan yasak yerlerden geçmeye kadar, hepsi kural ihlali kaynaklı sebepler sonucu meydana gelmiş.
KURALLARA UYMUYORUZ
Alkol kaynaklı kazaların sayısı ise bin 819. Buradan da anlıyoruz ki; trafikte alkole gelene kadar en büyük tehlike, ‘kurallara uymamak’. 2012’deki kazaların 45 bin 99’u da yüzde 33,61’i aşırı hız sonucu meydana gelmiş. Yani trafikteki ikinci büyük tehlike ise ‘aşırı hız’. Aşırı hızın da kural dışılık olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, trafik kazalarının yüzde 85’inin ‘kuralsızlık’ sonucu ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla, alkolden önce, trafik canavarını
zihinlerimizde, daha çok kuralsızlık davranışıyla özdeşleştirmeliyiz ve buna göre adımlar atmalıyız. Trafiğe yönelik yeni alkol düzenlemesinde öncelikli amaç, günlük hayatta alkol kullanımının sınırlanmasına katkıda bulunmak değil de, gerçekten kazaların önüne geçmekse eğer, yetkililer alkole karşı gösterdikleri duyarlılığı aşırı hız ve kural ihlaline karşı da göstermeli.
Gezi Parkı’nın başına gelenlerin bir gün onun da başına gelebileceği düşüncesiyle, buluşmanın adresi Kuğulupark olmuştu.
Siyasi görüşler, etnik kökenler, gönül verilen takımlar, ayrışmaya neden olabilecek ne kadar unsur varsa bütün kimliklerini soyunarak gelen kentliler, “Doğaya sahip çıkıyoruz” demek istemişti.
Ankara’da ilk kez bir çevre eyleminin ‘siyaset üstü’ olmasına şahit olduk. Çünkü, Ankara’da, yıllardır çevre ve doğa konusunda yapılan tüm girişimler, siyasetçilerin gölgesinde kalıyordu. Sivil inisiyatif ön plana çıkamıyor, gerçekten kentine duyarlı büyük bir kesim, bazı oluşumlar nedeniyle eylemleri sahiplenmiyordu.
Sonuçta, Ankara’nın “Gezi Park”ları çoktan yerle bir edilmişti.
Atatürk Orman Çiftliği parsel parsel parçalanırken kim bilir kaç Gezi Parkı yok oldu. Kentin en önemli caddesi Atatürk Bulvarı ve uzantısı olan Cinnah Caddesi alt geçitlerle ve tek yön uygulamalarıyla otobana çevrilirken de ‘Gezi Park’larımıza girildi.
Yalnız bırakılan ODTÜ, yeterince mücadele edemeseydi rant odaklarının gözünü diktiği binlerce Gezi Parkı’na bedel ODTÜ Ormanı da bugün olmayacaktı. Aynı şekilde, kentin göbeğinde bakir kalabilmiş ender nefes alma mekanlarından Papazın Bağı da kısmen korunabildi. Gezi Parkı, hepimize kentteki doğa mücadelesinin siyaset üstü yapılması gerektiğini gösterdi.
KIYMETİMİZ BU KADAR
Ama bana göre, shopping festi en iyi anlatan, festival zamanı AVM önlerinde sergilenen palyaço gösterilerindeki tahta bacaklardır.
Kıyafetlerle gizlenmiş iki tahta bacağın üstüne çıkan palyaço, devasa görünür, insanların ilgisini çeker. Bu yıl yaşananlarla bizim shopping festin de devasa gösterilmeye çalışıldığını, şişirildiğini ve tahta bacak giydirilmiş palyaçodan farksız olduğunu gördük.
TARKAN ZATEN GELİYORMUŞ
Geçen ay, ATO Başkanı Salih Bezci ve AVM yöneticileriyle buluştuktan sonra açıklama yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ne demişti? “Sürpriz sanatçılar geliyor, festival Tarkan konseriyle başlayacak.”
Böyle dediği için de, Büyükşehir Belediye Meclisi’nin dört gün önce “ATO seçimi nedeniyle yeterli hazırlık yapılamadı. Erteledik” kararı aldığında Tarkan konserinin de iptal olduğunu sanmıştık. Oysa, Belediye Meclisi’nin bu kararı aldığı vakitlerde Kentpark’tan gelen konser duyurusu işin öyle olmadığını gösterdi. Meğer Tarkan, zaten yeni albümünün tanıtımı için Ankara’ya geliyormuş. Girin biletix’in sitesine, konser tanıtımında ne shopping var, ne festival...
BİR ÖYLE BİR BÖYLE
Neyse ki, Belediye Meclisi’nin “Erteledik” kararından 18 saat sonra ortaya çıkan Salih Bezci, “Ertelemedik. Vaktinde başlayacak” dedi de, hem Ankara’yı “Ertelesek de mi başlasak, ertelemesek de mi başlasak” sarmalından kurtardı, hem de dünyaca ünlü Tarkan’ı, Shopping Fest açılışından mahrum bırakmadı.