ODTÜ arazisi, gece yarısı baskını, imar planı, kesilen ağaçlar derken, meselenin kökü trafik sıkıntısına dayandığı için herkes tartışmaya bir yerinden dahil oluyor.
* * *
Düelloya dönüşen Melih Gökçek-Ahmet Acar açıklamaları, “Ankara’da bu kadar iş makinası var mıydı?” dedirten ‘kamyon güruhu’, şantiye sahasına fidan dikenler, iş makinelerinin arasında futbol oynayanlar, baklavacı şoförler derken dünya çapında yaptıkları üstsüz eylemlerle büyük ses getiren kadın aktivistler grubu FEMEN bile katıldı ODTÜ kavgasına...
* * *
Öyle bir haldeyiz ki; ODTÜ meselesi çözüme kavuştuğunda Ankara’da trafik sorunu tarihe karışacak gibi bir hava esiyor sanki. Büyükşehir Belediyesi’nin, ODTÜ yönetiminin, öğrencilerin, 100. Yıl ve Çiğdem Mahallesi sakinlerinin, hatta işçilere baklava yediren şoförlerin dahi haklılık payı var bu meselede. Ancak, ODTÜ ölçeğinde değil, daha geniş değerlendirmek gerekiyor artık.
* * *
Eskişehir Yolu ve Çukurambar’daki plansız yapılaşma sonucu ortaya çıkan trafik kabusunun, ODTÜ Yolu tamamlandığında biteceği varsayılıyor. Peki yol açmak için bu kentte girebileceğimiz, bir başka Atatürk Orman Çiftliği ya da, ODTÜ arazisi kaldı mı geriye? Bir sonraki sene yeni yollar gerektiğinde ne olacak? Bitirilemeyen metrolar az kaldı bitirilecek de, yenileri için bir planlama yapılıyor mu? Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in seçim vaatlerinden biri olan tramvaydan ses var mı?
* * *
Atatürk Orman Çiftliği’nde 10 bin, Yenimahalle’de 20, ODTÜ’de 630 ağaç için ne söylendi? “Nakledildi” dendi. Peki var mı tek bir fotoğraf karesi nakledilen ağaçların gittiği yerden? Sökülürken var, dikilirken yok. Varsa da, biz henüz görmedik.
* * *
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar da, dün yaptığı basın toplantısında satır arasında bu konuya dikkat çekti. “630 çam ağacının nereye gittiğini bilmek istiyoruz. Çünkü bizim talebimiz bu ağaçların kampüsümüzde kalması olurdu bize sorulsaydı, hatta bu ağaçlar için yer bile hazırlandı” dedi. Bu nakil konusu, hep muammaydı. Yalnızca ODTÜ için değil, diğer projeler için de aynı muamma söz konusu.
* * *
Büyükşehir Belediyesi, bugüne kadar ufak çaplı “nakiller” yapıyordu fakat nakil konusu, AOÇ’deki yeni Başbakanlık binası ve yol çalışmaları sırasında nakledildiği söylenen 10 bin ağaçla kamuoyunun gündemine ilk kez gelmişti. Bir vekilin soru önergesini yanıtlayan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, 10 bin ağacın, başka kurumlara taşındığını açıklamıştı. Ancak, hangi kurumlara, ne kadar ağaç taşındı o konuda net bir bilgi verilmemişti.
* * *
Sonrasında Büyükşehir Belediyesi’nin Yenimahalle’de yine bir gece baskınıyla teleferik yapımı için bir kısmını kestiği bir kısmını naklettiği ağaçlar tartışma konusu oldu. İddialara yanıt veren Melih Gökçek de, “37 ağaçtan genç olan 20 tanesi nakledilmiş, 17 tanesi ise taşıma olanağı bulunmadığı için sökülmüştür” demişti. Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan açıklamada da nakledilen ağaçlardan gittikleri yere ilişkin ne bir bilgi vardı, ne de bir fotoğraf karesi...
* * *
Peki, bu AVM’ler vahşi kapitalizmle büyüyüp, birbirlerini boğarken, küçük esnaf sıkıntı yaşıyor da, çalışanların durumu nedir diye dönüp bakan var mı? Bakın şimdi anlatacağım olay, Arınç’ın Bursa’da yaptığı konuşmadan iki gün önce yine Bursa’da yaşandı.
* * *
22 yaşındaki Hülya’nın yaşadıkları münferit bir durum gibi gözükse de, AVM’lerde adeta köle gibi çalıştırılan binlerce gencin düştüğü durumu ortaya koyuyor. Ankara’da da, İstanbul’da da durum aynı.
AVM’nin ve mağazanın da ismi önemli değil, çünkü Arınç’ın dediği gibi, birbirini boğan AVM’ler küçük esnafı da ezerken, kurumsal zannettiğimiz birçok marka, bu girdabın içine sürükleniyor.
* * *
Bayram nedeniyle bir hafta öncesinden normal kapanış saatlerini saat 22.00’den 23.30’lara kadar çeken AVM’lerden birinde çalışan Hülya, sabah 9.30’da mesaiye başlıyor, mağazadan çıkması gece yarısı 00.30’u buluyordu. Her dakikası ayakta durduğu 15 saatlik çalışma diliminde, 15’er dakikalık iki yemek molasına çıkabilirse, çıkıyordu. Ayaklarını hissetmediği anlarda da yasal hakkı olan dinlenme molası için müdürüne yalvarıyordu, alırsa şanslıydı...
* * *
Bir yandan akın akın gelen müşteriye yetişmeye çalışıyor, diğer yandan gün içinde doldurması gereken satış kotasını hesaplıyordu. Arife günü mağaza kapanışına birkaç saat kala, dayanamadı, küt diye mağazanın ortasında bayıldı.
İki üç dakika öylece kalakaldım. Sıkıntı olmadı trafik de öylece kalakalmıştı zaten... Büyükşehir Belediyesi’nin hazırlattığı afişte “Uzayçağı Köprülü Kavşağıyla Ankara trafiği daha da rahatlayacak” yazıyordu.
Topu topu 4 kilometrelik bir yolu, 35 dakikada aşamamışken ve tam bir Survivor yarışmacısı gibi oradan buradan sıyrılmaya çalışırken görmüştüm ilanı...
“Trafik rahatlayacak” ifadesine “İnşallah” yorumunu yaparken, hakikaten Uzay Çağı’nda olduğumuzu hatırladım.
Uzay Çağı deyince benim aklıma ilk, uzayda bilmem kaç saniyede, bilmem kaç ışık yılı hızında giden uzay gemileri geliyor. Büyükşehir Belediyesi’nin ilanına bakarken, bir bunları düşündüm, bir de ancak bir saatte aşabildiğim dört kilometrelik güzergahımı...
Ne kadar özel o kadar sıkıntı
İstanbul Kadıköy’de, önündeki otobüsü geçmek için kasisten gaz kesmeden geçen, bu yüzden yolculardan birinin kafatasının çatlamasına neden olan halk otobüsü şoförü Cemil Bingül, 2 ay 17 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bu olay, “Ulaşımda ne kadar özelleştirme o kadar vatandaş memnuniyetsizliği” denkleminin bir sonucudur. Başkent’te henüz böyle bir dava açılmadı ama, her gün gelen şikayetleri biz biliyoruz. Dolmuş ve özel halk otobüsü işletmecileri, her zama cebini düşünür, yolcu yoksa sefere çıkmak istemez, yolcu çoksa kasis falan dinlemez. Zaten özel sektörde kaliteli hizmeti ancak rekabetle yakalayabilirsiniz. Kent içi ulaşım sektöründe, aynı güzergahta, iki farklı kişiye hat verip, “Alın hatlar sizin, kim daha iyi taşırsa o kazanır” diyemezsiniz. Aynı şekilde sıkıntı yaşayan vatandaşın, “Bir daha senin otobüsüne binmem” deme lüksü elinde olmadığına göre, siz istediğiniz kadar “Ama sıkı denetim yapıyoruz” deyin, bu tür olayları engelleyemezsiniz.
Müzelik plaklar Meclis’e taşındı
Bir süre önce Polis Radyosu’nun taşındığını ve taşınırken de tarihi eser niteliğindeki 10 binin üzerinde tarihi plağın, kolilere konarak depolara kaldırıldığını yazmıştık. CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi vererek, sıkıntıyı Meclis gündemine taşımış. Bakalım, Güler’in vereceği yanıtla, tarihi plaklar depolarda çürümekten kurtulacak mı?
Mesela, şehirlerimizin geleceğe yönelik planlanmasına ve günlük uygulamaların düzenlenmesine yönelik bazı standartlar getiren bir kentleşme paketi hazırlansa...
Örneğin, toplu konut ve iş merkezlerinin kat yükseklikleri belirlenirken verilen emsallere bir denetim getirilse ve belediye meclislerinin keyfi kararlarının önüne bir set çekilse. Emsal artışları, belediye başkanlarının iki dudağının arasında olmasa...
Kentleşme paketi, demokratikleşme paketinden de esintiler taşısa, kentliyi ilgilendirecek kararların alındığı süreçlerde katılımcılık sağlansa, kentlerde çoğunlukçu yönetim biçiminden çoğulcu yönetim biçimine geçilse...
Bu hedefle kurulan kent konseyleri, belediye yönetimlerinin ahbap çavuş ilişkisinden kurtarılsa, gerektiğinde öneri getirse, gerektiğinde belediye meclislerinin yanlış kararlarına karşı çıkabilme refleksine sahip olsa...
Yeni mahalleler kurulurken ilk önce alt yapı tamamlama şartı getirilse, yeni konutlarına taşınanlar elektrik kesintisi, kanalizasyon taşması, çamur deryası gibi kavramlarla tanışmasa...
Tüm belediyelerin seferber olup da, görme engelliler için kaldırımlara çektiği sarı izli yollara park edenlere caydırıcı cezalar getirilse...
Yıllardır tamamlanamayan metrolar bittikten sonra, hatta bitmeden bir an önce yenileri için büyük ölçekli planlar yapılsa...
Hepsi farklı tarihlerde Ankara Hürriyet’te bir süredir devam ettirdiğimiz “Şehrin 4 Atlısı” sayfalarında yayınlandı. Bakın nasıl bir Ankara’da yaşıyoruz:
İşte 2013 Türkiyesi’nin başkenti KENT ORMANI / Foto Analiz
RAFTİNG
Keçiören Gülbaba Caddesi’nde kanalizasyon şebekesinden sızan sular dokuz apartmanın bodrum katını şelaleye çevirdi. Apartmanlardan biri çareyi pompa sistemi kurmakta buldu.
Bugün hala, 80’li yıllarda TRT’nin yasakladığı her sanatçıya, her şarkıya bir bir kapılarını açmasıyla anılır.
Bu yönüyle Türk müzik tarihine damgasını vuran Polis Radyosu, tarihi Anıttepe Stüdyoları’ndan çıkartılarak 100 metrekarelik bir odaya gönderiliyor. Üstelik 10 binin üzerinde tarihi plağın bulunduğu arşiviyle birlikte... Arşivin ne olacağı ise meçhul.
APAR TOPAR TAŞINIYOR
60’a yakın emniyet personelinin görev aldığı ve polisin vatandaşa ulaşmada en önemli halkla ilişkiler faaliyeti olarak da değerlendirilen Polis Radyosu’na taşınması için bugün tanınan süre doluyor.
Teknik imkansızlıklar nedeniyle yayınlarını sonlandıracak olan Polis Radyosu’nda görev yapan Emniyet mensuplarını en çok üzen konuların başında ise, gözü gibi baktıkları tarihi plakların Anıttepe’deki arşivden alınarak, depolara kaldırılacak olması geliyor.
10 BİNİN ÜZERİNDE PLAK
Polis Radyosu arşivinde, büyük bir kısmını sanatçıların imzalayarak kendi elleriyle teslim ettikleri 4 bin 200 longplay (büyük plak), 7 bin 360 adet 45’lik (küçük plak), bin 100 adet de taş plak bulunuyor. Bunun yanı sıra, yılların kayıtları, radyo yayıncılığında bugün kullanılmayan ama tarihi eser olarak nitelendirilebilecek teknik ekipmanlar da, plaklarla birlikte bugün depoların yolunu tutacak.
BİR MASA BİR MİKROFON
2012 yılının Ocak ayında Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Twitter’a girişinin 1. yıl kutlaması için düzenlediği toplantıya Ece Erken’le birlikte katılan Şafak Sezer, Gökçek’in yeni bir projesi olan film platosunu çok beğendiğini söylemişti. Ardından da, Kolpaçino film serisinin üçüncüsünü Çinçin’de çekeceğini açıklamıştı.
O dönemki bir yazımda, “Şafak Sezer’in açıklaması, gündemdeki film platosu projesine destek olmak için yapılmış bir açıklama mıydı yoksa, gerçekten ‘Kolpaçino 3’ Ankara’da çekilecek mi, bunu zaman gösterecek” diye sormuştum.
Zaman gösterdi.
Meğer Şafak Sezer, yazar Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü kitabında, “Bir amaca ulaşmak için olağandışı davranma, rol yapma” olarak tanımladığı ‘kolpa’yı o gün Ankaralıya yapmış.
Sezer, Ankara’yı unutup Antalya’da mekan bakmaya başlamış bile...
Gerekçesini de şu sözlerle açıklamış:
“Aydemir Akbaş’ın şöyle bir problemi var, sıcak bir iklim istiyor. Eğer setten birkaç kişi bu sıcaktan ölmezse, Aydemir ağabeyi buraya getireceğiz.”