Ankara Hürriyet olarak biz de skandalı salı günü gündeme getirirken, konuyla ilgili Büyükşehir Belediyesi’ne soru yönelttik.
Fen İşleri Daire Başkanı Vedat Üçpınar, “Kimliğini belirleyemediğimiz kişiler, A harfini söküyor. Biz bir gün sonra takıyoruz, ancak bir süre sonra yeniden sökülüyor. 30 Ağustos’tan bu yana herhalde 10 kere yazıyı yenilemek zorunda kaldık” demişti.
*
Yani daha da vahimini söylüyordu Üçpınar. Bu terbiyesizlik, bir kez değil, beş ay içinde en az 10 kez yaşanmıştı. Dün yeni bir açıklama yapan Fen İşleri Daire Başkanı Vedat Üçpınar, yerel seçimler öncesinde belediyeye yönelik bir karalama kampanyası olduğunu ve bu kişilerin bulunması için gerekli yerlere başvuru yaptıklarını anlattı. Gerekli yer dediği muhtemelen, savcılık ve emniyet kurumları olsa gerekti.
*
Fakat, belediyenin her iki açıklaması da beni tatmin etmedi.
Şöyle ki; “Vatan hainliği” diye nitelendirilebilecek bir suçu işleyenler, üstelik bir değil bunu 10 kez yapanlar, ne olursa olsun bugüne kadar yakalanmalıydı. Tabi ki, suçluların yakalanması ne belediyenin görevi ne de yetki ve sorumluluk alanında ama, şu soruların da mutlaka yanıtlanması gerekiyor:
*
Ne kadar güzel.
Peki bu kentin aynı zamanda yaya ölümlerinde de rekor bir artışa doğru gittiğini biliyor muydunuz?
“Türkiye zenginleşiyor, araç sayısı artıyor” demeden önce, istatistiklere bir bakalım.
*
Ankara’da tek suçu karşıdan karşıya geçmeye çalışmak olan yayaların karıştığı kazalar, 2010’da azalma eğilimine girerken, son iki yılda bir anda artışa geçti.
2011’de 2 bin 463 Ankaralı otomobil altında kaldı, 22’si yaşamını yitirdi.
2012’de 2 bin 892 yaya çarpıldı, ölen sayısı yüzde 50 artarak 34 oldu.
10 Ocak’ta, Çalışan Gazeteciler günümüzü kutlamak için gelen misafirlerimiz Büyükşehir Belediyesi Çocuk Meclisi üyeleriydi. Ne yalan söyleyeyim, bu meclisi bugüne kadar mevzuat gereği kurulmuş, o yüzden de yılda bir seçimden seçime toplanır sanıyordum.
* * *
Fakat çocuklar, öyle sorularla geldi ki; çocuk hakları ile demokrasi konularındaki bilgi ve donanımlarını ortaya koydular. Belli ki, yıl boyunca edindikleri bilgilerin yanı sıra, geçirdikleri seçim ve propaganda süreci, bu çocuklara demokrasi olgusunu özümsemeleri anlamında pek çok şey katmıştı.
* * *
En çok dikkatimi çekense, çocuk dostu medya, çocuk hakları, demokrasi gibi konularda ortaya koydukları fikirlerle, demokrasiyi seçimden seçime önümüze konan sandık değil de, bir yaşam biçimi olarak algılamış olmalarıydı. Birbirleriyle sıcak temas halinde, arkadaşının söz hakkına riayet eden, sözünü kesmeyen, sözünü kesince özür dileyen çocukların sorularını yanıtlarken ve onları dinlerken, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden manzaralar geldi gözümün önüne.
* * *
Bu geleneğe uymak isteyen Ankara Büyükşehir Belediyesi, tesis sayısını denk getiremeyince, çareyi taksi duraklarıyla meydan saatlerini 214’ün içine yedirmekte buldu.
Böylece Erdoğan, belki de farkında olmadan 14 Ocak’ta Ankara Arena’da katılacağı toplu açılış töreninde, köprülü üst geçitlerin yanında, 100 adet taksi durağıyla 33 adet meydan saatini de açmış olacak. Bunun yanında yaya üst geçitleri, köylere yapılan içme suyu arıtma tesisleri, pazar alanları ve hanım lokalleri de açılışı yapılacak tesisler arasında.
Bu tür bir yaratıcılık örneğinden yola çıkarak, önümüzdeki açılışlar için, tesis sayısında zorlanmalar yaşanırsa benim de naçizane önerilerim olacak.
- Otobanlara konulan New Jersey bariyerleri mesela tek tek sayılabilir. Sonuçta koca bir yol ‘tesis’ ediyorsunuz.
- Bu yolların kenarlarına dikilen ağaçlar da bir nevi tesistir bence. Meydan saati tesis oluyor da, ağaç niye olmasın?
- Köylü temiz su içsin diye kurulan arıtma tesisi de, açılış yapmaya değerse şayet, evlerimize gelen her metreküp su da, tesis hanesine işlenebilir belki...
- Üst geçitleri teker teker saymışlar anladığım kadarıyla. Öyle değil de, merdiven basamakları da açılış defterine birer birer eklensin ki; tesis sayımız az gözükmesin.
TATSIZLIK YAŞANMADAN
Kentlerde davranış normları, kentsel kalkınma gibi alanlarda çalışmalar yürütürken bir yandan da “Sosyal hizmetlerde yaşlı refahı nasıl artırılır?” sorusunun yanıtını arıyordu.
Hacettepe Üniversitesi’nden 1997 yılında emekli olduğunda onlarca profesör ve doçent bir araya gelerek Koşar’ın ilgi duyduğu alanlara yönelik hazırladıkları makalelerini, Koşar anısına kitaplaştırdı ve adını da “İnsani gelişim ve sosyal hizmet” koydu. Ve hayatını “kentlileşme”ye, “yaşlılık refahı”na adayan o profesör Nesrin Koşar, “insani gelişememenin”, “kentlileşememin” kurbanı oldu.
Caddelerinde, sokaklarında bırakın yaşlı refahını, sapasağlam yayaların dahi zorlandığı bir kentte, karşıdan karşıya geçerken, üzerine gelen bir araçtan kaçtı ama, kepçenin altına girmekten kurtulamadı.
Nesrin Koşar, Çayyolu’nda kaldırım çalışması yapan ve çevre sakinlerinin günlerdir uyarmasına karşın, dikkatsizce çalışan taşeron bir firmaya ait kepçenin altında yaşamını yitirdi.
Taşeron firma işini bir an önce bitirmek istiyordu ve caddede hiçbir güvenlik önlemi alınmamıştı. Firmada çalışan 22 yaşındaki kepçe operatörü de, çevredekilerin uyarılarına duyarsız kalmıştı.
Çayyolu Semt Birimi önünde ekipler çalışırken, yeterli güvenlik önlemi alınmadığı için çok sayıda kaza tehlikesi de atlatılmıştı. En sonuncusunda da çimento atıldığı sırada, yoldan geçen bir genç harcın içine düşmüştü. Ama, bunların hiçbiri ders olmadı. Çünkü, işi yapan taşerondu ve bir an önce işini bitirdikten sonra çekip gidecekti...
Hayatımız taşeron
2010 yılının son ayıydı. Esat Caddesi üzerindeki Yaprak Sokak’ta BEDAŞ ekiplerinin elektrik direklerini söktüğü sırada, direklerden birisi taksinin üzerine düştü. Bir görevli, canını zor kurtaran vatandaşlara, “Ne olmuş yani alt tarafı bir kaza” deyince, ahali ayaklanmış, arbede çıkmıştı. Bunu diyen taşerondu...
“Haydi aydınlığa” sürmanşetimiz, büyük yankı uyandırmış, kentte seferberlik ilan edilmişti. Devletin zirvesi toplanmış, zirvenin ardından dönemin Enerji Bakanı Hilmi Güler, 70 milyon liralık yatırımla Başkent’e 10 bine yakın yeni elektrik direği dikeceklerini belirterek “Amacımız Ankara’yı 24 saat aydınlık hale getirmek” demişti. Bu seferberliğin ardından kentteki birçok zifiri karanlık cadde ve sokak, en azından önümüzü gördüğümüz, yürünebilecek hale geldi.
Ancak, bu konuda hala aşmamız gereken çok mesafe var.
Yeni yıla girerken, uluslararası ajansların geçtiği rengarenk gece fotoğraflarını görünce, bir kez daha Güler’in “Amacımız Ankara’yı 24 saat aydınlık hale getirmek” sözlerini hatırladım.
Hala, 24 saat aydınlık bir kente kavuşamadık.
Yılın diğer günlerini geçtik, bari yeni yıla girerken sokaklarımız, caddelerimiz aydınlansa... Ankara’nın en önemli merkezi Çankaya’da sokaklara caddelere çıkın bakın. Bir heyecan, bir hareket, bir ışık görebiliyor musunuz? Bir sıcaklık duyabiliyor musunuz?
Göremezsiniz, duyamazsınız. Çünkü, hala sokaklarımız, cadelerimiz yeterince aydınlık değil. Bu, yılın 364 günü de böyle, 31 Aralık gecesi de...
Dünyanın dört bir yanından bize ulaşan rengarenk fotoğraflardan bazıları. Tokyo’dan Londra’ya kadar bakın kentler nasıl ışıl ışıl... Evet onlar, dini inançları gereği bir hafta öncesinden ‘Noel’i kutluyor ama, yeni yıla yeni heyecanlar ve umutlarla girerken, en azından bizim de sokaklarımızı aydınlatmamıza engel midir bu? Biz de 31 Aralık gecesi, yeni yıla neden ışıl ışıl caddelerde, sokaklarda giremiyoruz?
Ve dün, bir su borusu daha patladı.
Az daha, koskoca köprünün çökmesine neden oluyordu. Dünkü olay; 100. Yıl, Çetin Emeç, Emek Metrosu ve ODTÜ yolundaki baskınların ardından yaklaşık üç ay içinde yaşanan beşinci su baskını.
Borular durmadan bir yerden patlak verirken yıllar önce, borulara “eski” diyen belediye, dün yine borulara “eski” dedi.
Belediye’den yapılan açıklama şu sözlerle başladı:
“Anadolu Bulvarı Mehmet Akif Ersoy Köprülü geçidinin bitim noktasında toprak dolgu bölümünün altında kalan ve 1985 yılında yapımı gerçekleştirilen ana isale hattında gece bir sızıntı olduğunu tespit ettik...”
1985 yılına dikkat çekilerek, boruların da eski olduğu vurgulanmış oldu.
Tamam anladık o borular eski de, belediye yeni mi?
Abartmıyorum. Çiğdem Mahallesi’nde oturup da, araba kullanan herkes bugün çok rahatlıkla bir off-road müsabakasında zorlanmadan yarışabilir.
ODTÜ Yolu çalışması nedeniyle, yaklaşık 30 bin kişinin yaşadığı Çiğdem Mahallesi’ne çıkan bütün yollar kapandı.
Fotoğrafta görmüş olduğunuz, ‘alt geçitimsi’ dışında hiçbir yerden ulaşım sağlanamıyor. Araçlar, içinde artık çukur değil, hendeklerin oluştuğu bu tünelden geçmek zorunda. Yayaların da, otomobillerin bile zorlanarak kullandığı bu tünelden başka geçiş noktası yok. Üstelik gece zifiri karanlıkta da...
Bir an önce yolu bitirmek için bölgede onlarca iş makinası çalışıyor, ama, hiç kimse dönüp de bu otobanın altında binlerce kişinin yaşadığı çileye bakmıyor.
Hiç kimse zahmet edip, “Geçici de olsa bari şu hendekleri kapatalım” demiyor. Hiçbir yetkilinin aklına, geceleri zifiri karanlıkta zaten zor ilerleyen araçların arasında kalan yayalar gelmiyor.
Hiçbir belediye çalışanı, “Şurayı bari biraz aydınlatalım da, yayalar da önünü görerek yürüyebilsin” demiyor.