Özetle, bulvardaki dış cephe aydınlatma işini alan yüklenici firma, elektrik kablolarını ağaçlar üzerinden taşıyacak kelepçeleri, fütursuzca ağaç gövdelerine çakmıştı.
Haberin ardından Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, firmanın tamamen kendi inisiyatifi ile, izinsiz, kontrol dışı bu işlemi gerçekleştirdiğini ve gerekli cezanın verildiğini açıkladı.
Neyse ki; ağaçlar daha fazla zarar görmeden kurtulurken, geriye yanıtlanması gereken şu soru kaldı:
“Firma yetkilileri akıl ve izandan yoksun bu harekete nasıl böylesine fütursuzca kalkışabildi? Binlerce Ankaralının her gün gelip geçtiği bulvarın ortasında, herkesin gözü önünde nasıl böyle duyarsızca ellerinde matkap bu işi yapabildi”
Aklınız, hayaliniz almıyor değil mi?
Nasıl yapmasın?
Devletin en tepesindekilerin, “Yol için ağaç da keseriz” dediği, ağaçları korumak isteyenlere terörist damgasının vurulduğu, SİT alanlarının kaderinin bir kişinin iki dudağının arasından çıkacak tek söze emanet edildiği, kısacası bir ağaca bakınca, yalnızca odun gören zihniyetin hüküm sürdüğü bizim buralarda, ağaçlara ‘yüklenmekten’ başka ne yapacaktı yüklenici firma?
Gazetemiz, tam ODTÜ Kavşağı’nın karşısında olduğundan, bu kavşaktaki tıkanmanın çilesini yıllarca çekmiş olan bizler, trafik sorununun ortadan kalkmış olmasından dolayı memnunuz tabi ki...
Ancak, yolla ilgili bazı eksiklik ve ‘sakatlıkları’ da dile getirmek gerekiyor.
Örneğin, Eskişehir Yolu’ndan Kızılay istikametine dönmek isteyen araçlar, dar bir tünelden çok keskin U dönüşü yapmak zorunda kalıyor. Aynı şekilde, bulvarın Konya Yolu bağlantısı kısmında da, bu keskin dönüşler sürücüleri zorluyor.
Ayrıca, yine Eskişehir Yolu’ndan dönüp bulvara girmek isteyen araçlar, bir anda karşılarında köprünün ayağını görünce, Anadolu Bulvarı’ndan hızla gelen araçlarla burun buruna kalıyor.
Tabi kavşaklardaki bu tarz bir tasarım ve mimari, bu kentte ilk kez karşılaşılan bir durum olmadığı için Ankaralılar, şimdiden buradaki dönüşlerde ‘tecrübelerini’ konuşturmaya başladı bile...
Karşısı ne olacak
Zaten, bu yüzden olsa gerek canlarına tak eden öğrenciler cuma günü “yeter artık” dedi ve giriş kapısında terk etmedikleri otobüste gayet medeni şekilde bir eylem gerçekleştirdi. Şoför ve EGO yetkilileri de ılımlı davranınca, otobüsün kampüse girmesinde hiçbir sakınca olmadığı da ortaya çıkmış oldu.
Korkulduğu gibi otobüse zarar vermediler, çünkü amaçları yalnızca fakültelerine çile çekmeden ulaşabilmekti.
*
Beş aydır kampüs kapılarında ya otostop çekmek, ya da fakültelerine yürümek zorunda kalan ODTÜ’lü öğrenciler, bundan bir gün önce de, tepkilerini dile getirmişler ve bunu da kameraya kaydetmişlerdi.
Bu görüntülerde kapıda otobüsten inmeyen öğrenciler “Her gün kilometrelerce yol yürütüyorsunuz, bu otobüsün bu kampüse girmesi için ne yapmamız gerekiyor?” diye soruyor şoföre...
Sonra da eklemiş,
Kurallara uydunuz mu?
Hoşgördünüz mü?
Gönül aldınız mı?
Gülümsenidiz mi?
*
Anadolu Üniversitesi’nde öğrenim gören ve okul harçlığını çıkarmak için ara sıra taksicilik yapan Erdi Hüner, Tunalı Hilmi’de caddenin en kalabalık olduğu bir zamanda saat 19.30 civarında herkesin gözü önünde 10 otoparkçının saldırısına uğradı.
*
Feci bir şekilde dövülen ve kafasına çivili sopayla vurulduğu için bir gece yoğun bakımda kalan Hüner, iki sıra otopark yapan ve trafiği tıkayan görevlileri uyarmıştı. Tek suçu buydu...
Hüner’in standart gereği, güler yüzlü olması, stresli durumlarda soğukkanlı ve sakin davranacak olması, sonucu değiştirmeyecekti.
Çünkü, karşısındaki kişiler belediyenin ihaleyle sokakları teslim ettiği firmanın, eli silahlı ‘karanlık’ temsilcileriydi.
Onların standardı yoktu...
*
Bugüne kadar, boyacıdan kaportacıya, inşaatçıdan figürana, marangozdan çobana her mesleğin standardının belirlendiği bu ülkede, henüz otoparkçılığın standardı belirlenemedi.
Hepsi fantastikti; hayaldi, hayal kaldı.
Son prestij projemiz ise, içinde transformersların savaşacağı ANKAPARK...
Transformersları, 333 metrelik kuleyi, dinozor sinemalarını şaşkınlıkla karşılayan muhalif kesim, bunları eleştirmekle meşgul.
Ne bekliyordunuz?
Alın size 10 yıldır fantastik rüyalarda gezinen Ankara’nın vaat serüveni...
*
Yıl 2004
Yazıişleri ekibimizden Barış’la İstanbul’a gidiyorduk. Otobüs firmasının Söğütözü’ndeki kalkış noktasında beklerken, yandaki inşaat dikkatimi çekti.
*
Yaklaşık 10 metrelik yükseklikte üç işçi çalışıyordu. Kablo çekiyorlardı ama çatıya çıkacak hiçbir merdiven yoktu. Otobüsümüz tam hareket etmek üzereyken, bir iş makinesi çatıya doğru kepçesini uzattı. Hareketlerinden bunu daha önce çok defa yaptıkları anlaşılan üç işçi, kepçenin üstüne dizildi.
Birşey olacağı o kadar belliydi ki; Barış gülerek “Kamerayı hazırla” dedi.
Göz göre göre gelen kaza dedikleri bu olsa gerekti.
*
İş makinesi, işçileri ağır ağır aşağıya doğru indirirken, ortadaki çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Gördüğüm kadarıyla ayağı kepçenin bir yerine sıkışmıştı. Biz tam hareket ederken, çevredekiler yardıma koştu...
Gelen çağrı olmadığı sürece, telefonunuza bakmadan ne kadar süre durabilirsiniz, hiç denediniz mi?
Ya da yanınızdakileri gözlemlediniz mi?
Son zamanlarda, bulunduğum ortamlarda, dikkatli gözlerle bu sorulara yanıt arıyorum.
Akıllı telefon kullanan hemen herkes, en koyu muhabbettin döndüğü masada bile, en geç 30 dakika içinde telefonuna bakma ihtiyacı hissediyor.
Herhangi bir bildirimi, çağrısı ya da mesajı olmasa bile, bulunduğu gerçek ortamdan, elindeki cihazla bir anda sanal dünyaya geçiş yapabiliyor.
Bu davranış değişikliği, sadece sosyal ortamlarda ve yalnızca akıllı telefonlarla ortaya çıkmıyor.
Sanal bağımlılık diye nitelentirilen bu tutum, televizyon, internet ve akıllı telefonlarla aile içi iletişime de yansıyor.