Enis Berberoğlu

Kıyamet senaryosu: Saddam'la ittifak

2 Kasım 2003
<B>IRAK</B> Savaşı Türkiye'deki siyasi ve ekonomik dengeleri altüst etmediyse tek nedeni ahalinin fırsatçı damarıydı. <I>‘‘Türkiye ve ABD'nin Irak'ta çıkarı da, düşmanı da ortak’’</I> hesabıyla komşuda pişenin nasılsa bize de düşeceği umuldu. Ne var ki komşudaki yemeğin dibi tuttu... Şöyle ki: Türkiye asker yollayıp güç gösterisi planları kurarken ülkenin kuzeyi dahil Irak haritasının tamamından kovulmak üzere.

ABD askeri Şiilerle ve Kürtlerle hemen hiç sorun yaşamıyor, sadece Sünni Araplarla savaşıyor.

Bu gidişle Irak genelinde Şii Arapların iktidarı kurulacak, kuzeyde Kürdistan fiilen kurulacak.

Türkiye güneyinden sadece Kürtlerle değil Şiilerin iktidarlı İran, Irak, Suriye tarafından kuşatılacak.

Ankara Irak'ta kendisine yeni müttefik arayacak, muhtemel ortağı da Sünni Araplar olacak.

Ezcümle Saddam'ın kadrosu ve tabanıyla ittifaka zorlanıyoruz. Bu seçeneğe Kıyamet Senaryosu dememiz bu yüzden.

Mahathir, İmar, Sayıştay, YTL


Malezya'yı 22 yıl yöneten Mahathir Muhammed görevi devrederken ‘‘Dünya yüzünde sağlığı gayet iyiyken emekliye ayrılan ilk diktatör ben olacağım’’ demiş. Marmaris ve Şili'de alınanlar olabilir. Onlara da yerimiz izin verdiği ölçüde cevap hakkı tanımaya hazırız.

İmar Bankası'nın faturası sadece Ziraat ödemelerinden ibaret değil. Çünkü çok muhtemeldir ki İmarbank mudileri 4.5 aylık faizlerini almak üzere yargıya başvuracak, TÜFE faizini yine mahkeme kararıyla yükseltecek. Bankacılara göre İmar faturası en az bir milyar dolar kadar artacak.

‘‘Kamusal alan falan tanımayan’’ Sayıştay Başkanı ne iş yapar çoğu kişi bilmez... Ama yeni görev portföyünü sayarsak belki ilginizi çeker: BDDK, RTÜK, Kamu İhale Kurumu, SPK, Rekabet Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu gibi bağımsız üst kurulları Sayıştay denetleyecek.

Yeni Türk Lirası'nın ismi yetti. Son model BMW'yi 150 bin liraya düşüren mi istersiniz, ekmeği 25 kuruşa satan mı... Sanki o fiyatlarla alışveriş yaparken maaşlarımızdan da altı sıfır silineceğini unutmuşa benziyoruz... Mesela 2006 maaş zammınız en fazla 50 lira olacak desek!

Frankeştayn yaratıldı


DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül, ABD'nin Irak'taki politikasını tarif ederken çarpıcı bir benzetmeyi gündeme getirdi:

‘‘ABD bugünlerde şaşkın. Çünkü kendi atadıkları, göreve getirdikleri kadrolar (Geçici Hükümet Konseyi) rüştlerini ispatlamak için onlara direniyor. Irak'ta Türk askerine izin vermiyor. Herhalde şimdi düşünüyorlardır, bir Frankeştayn mı yarattık diye.’’

Isparta'da her üç kişiden biri kırmızı eti sadece Kurban Bayramı'nda yiyor.
Yazının Devamını Oku

1.1 milyar dolarlık yağ pazarında sızmaya yer var

31 Ekim 2003
Komili Hasan 125 yıl önce ‘‘Kalitesiz ürünle alıcıyı bir kez, kendini ebediyen kandırırsın’’ diye buyurdu, çünkü tek sermayesi kaliteydi. Midilli Adası'nın Komi Köyü'nde ürettiği zeytinyağını Osmanlı Sarayı'na satabilmesi de bu anlayışın ödülüydü.

Komili aile mirası 1995 yılında dünya devi Unilever'e geçti. 1990'ların sağlıklı beslenme trendiyle birlikte yıldızı yükselen zeytinyağında yerel şöhretin küresel ligle tanışması nasıl oldu, ne sonuç verdi?

Bu soruları Unilever Yönetim Kurulu üyesi, Gıda Kategorisi Direktörü ve Kurumsal Sözcüsü Hakan Behlil'e yönelttik.

Önce Komili'nin Unilever'e katılım öyküsünü aktardı:

‘‘1990'lı yıllarda Unilever olarak iki küresel gerçeği kavradık.

1) Büyük ve kárlı olan her zaman uzun yaşamıyor.

2) Tüketici lezzette yerellik kadar istikrarı da arıyor.’’

Peki Unilever'in Komili'yi satın alması bu resmin neresine oturdu? Behlil'in analizini dinliyoruz: ‘‘Hissedarlar büyük ve kárlı olan yerine 10 yıl sonra da kár dağıtan sağlıklı yapıyı tercih edince Unilever de belirli bir iş hacminin üstündeki bin 600 markasından sadece 400'ünü korumaya karar verdi. Afrika'da bira, Hindistan'da motosiklet, İngiltere'de maya üretmekten vazgeçtik. Gücümüzü dünya ölçeğinde bilgi/kaynak alışverişi yapabileceğimiz alanlara odakladık.’’

Biri Hollandalı, diğeri İngiliz iki başkanın yönettiği operasyonun sonuçları küresel ve yerel açıdan tatmin edici. Behlil bugünkü durumu ‘‘Kalmayı seçtiğimiz alanlarda hem Türkiye'de hem de dünyada ya liderliği ele geçirdik veya koruduk’’ diye özetliyor.

Sadece Ayvalık zeytini

Unilever Türkiye'de işlerini ayıklarken önce salçadan çekildi. Ardından Koç'un Aymar'ı ile elindeki Fidan markasını takas etti. Ardından Aymar'ı da sattı. Son olarak sıvı yağlarını Soros'a satarak bu pazarı terk etti.

Ayçiçek yağı pazarında yüzde 17 bir pazar payına sahip Yudum ile mısır özü pazarında yüzde 26 payla önde giden Sırma'yı neden elden çıkardıklarını Behlil iki gerekçeyle izah ediyor: ‘‘Bu pazarda kalite ve fiyat politikasında istikrar zor.’’

Peki zeytinyağında bu istikrar nasıl sağlanıyor?

Yanıtı belki de Unilever'in (Komili'nin politikasını izleyerek) üretimde sadece Ayvalık zeytini veya ham yağı kullanma kararında yatıyor.

Komili markasında, Ayvalık Körfezi'nin Ezine'den başlayıp, Dikili'de sona eren şeridinde yetişen zeytin ve ham zeytinyağı kullanılıyor.

Pratik sonucu hammadde kalitesinde ve lezzette istikrar ama bir de sakıncası var. ‘‘Tabii ki Ayvalıklı üretici Komili'yi görünce ellerini ovuşturuyor, nasıl olsa satın almak zorunda kalacağımızı biliyor’’ diyor Behlil gülerek ve ekliyor: ‘‘Şaka bir yana, rakiplerimiz, mesela Tariş farklı bir politika izliyor. Çok merkezden zeytin ve ham yağ alıyor. Her merkez için bir marka yaratmayı amaçlıyor, Milas zeytinyağı gibi...’’

Sızma zeytinyağına rağbet

Unilever dünya gıda pazarında güçlü markalarla temsil ediliyor. Çay denilince Lipton, margarinde Sana (dünyada Rama), Becel (dünyada Flora, Becel) ve hazır çorba/bulyon pazarında Knorr markasının akla gelmesi rastlantı değil.

Türkiye'deki margarin pazarının 150 milyon dolar düzeyinde olduğu tahmin ediliyor. Sana markası kasede yüzde 33, pakette yüzde 30'luk payla lider konumda. En yakın rakibi Ülker'in Bizim Yağ'ı. Ne var ki margarin pazarı her yıl düzenli olarak yüzde 10-15 daralıyor. Ancak yıllık 500 bin ton ve 800 milyon dolar büyüklüğündeki sıvı yağ pazarında margarindeki düşüşün yansımasını, yani tüketim artışını gözlemek de mümkün değil.

Demek ki giderek daha az yağ tüketmeye başlıyoruz!

Unilever işte bu rakamlara bakarak, Komili markasıyla zeytinyağı kullanımını artırma stratejisini izliyor.

Bir yandan zeytinyağının sağlıklı tercih olduğu gerçeğine vurgu yapılıyor, diğer yandan lezzet teması işleniyor. Zeytinyağı ile alternatif ürünler arasındaki 2 kata yakın fiyat farkı, ‘‘Sıvı yağın yarısı kadar zeytinyağı ile aynı kızartma, yemek yapılabilir, ayrıca daha sağlıklı ’’ gerekçesiyle izaha çalışılıyor.

Komili markası yıllık 70 bin tonluk ve 150 milyon dolarlık pazarda yüzde 40'lık payla lider. En yakın rakibi ise son yıllarda büyük bir pazarlama ve tanıtım atağı başlatarak yüzde 20'lik paya ulaşan Tariş.

Behlil zeytinyağı pazarındaki rekabetten çok, pazarın büyümesini önemsiyor. ‘‘Düşünün ki mutfağında zeytinyağlı yemeklere ayrı bir başlık açan ender ülkelerden biriyiz’’ diyor ama hemen ekliyor: ‘‘Oysa ne yazık ki bugün yıllık kişi başına zeytinyağı tüketimimiz sadece 1 kilo. Komşumuz Yunanistan'da aynı rakam 20 kilo.’’

Hakan Behlil'in zeytinyağındaki tercihi sızma... Yani en kaliteli zeytinden elde edilen, asit oranı yüzde 1'in altında olan ve genellikle çiğ olarak salata veya kahvaltıda tüketilen zeytinyağı. Galiba tüketicinin de tercihi aynı, çünkü Komili sızma pazarında geçen yıl yüzde 42 büyümüş.
Yazının Devamını Oku

ABD veriyor, biz neden almıyoruz

26 Ekim 2003
<B>MANZARAYA </B>hayret edeniniz çoktur: ABD yönetimi, <I>‘‘8.5 milyar dolarlık kredi hazır gelin alın’’</I> diye yırtınıyor. Meteliğe kurşun atan hükümet nazlanıyor. Acaba hükümet neden masadaki paraya el sürmeye korkuyor?

Yoksa Kuzey Irak şartı nedeniyle olmasın.

Çünkü unutmayın ki kredinin kabulüne ilişkin resmi yazıya imza konulup ilk taksit kasaya girdiğinde Türkiye artık ABD onayı olmadan Kuzey Irak'a müdahale etmeyeceğini kabul etmiş olacak.

Bu yasağı hükümetin hele TSK'nın hazmetmesi çok zor!

En azından iki ön şart sağlanana kadar: 1) Türk askeri Irak'ta tercih ettiği görev bölgesine (Selahaddin) yerleşene, 2) Kuzey Irak'ta Türkiye'nin güvenebileceği bir yabancı güç (örneğin Pakistan askeri) göreve başlayana kadar ABD kredisi daha bir süre masada kalır gibi geliyor bize. Ezcümle, Türkiye-ABD güven bunalımında ikinci perde daha yeni açılıyor.

Darbe görmeyince o pankart taşınır


AKADEMİK yürüyüşte üniversite gençliğinin elinde ‘‘Ordu göreve’’ pankartı vardı. Pankartçıların darbe görmemiş kuşaktan oldukları belli.

Görenle görmeyenin farkı nedir diye merak ederlerse...

‘‘Kardeş kardeşi vurur mu?’’ diye yollara dökülüp sonunda başbakan asma ayıbına ortak edilen anne-babalarına sormaları lazım... Veya ‘‘Jandarma biz sosyalistiz’’ türküsüne iman eden ağabeylerine/ablalarına danışmalarında büyük yarar var... Hatta ‘‘Bu defa işi Silahsız Kuvvetler çözsün’’ diye yola çıkan 28 Şubat paşaları bile demokrasi referansları olabilir.

Yeter ki ‘‘Ordu göreve’’ demesinler... Çünkü ordu göreve gelince onların nereye gideceğini düşünmek, yeni adresleri için üzülmek yine bize düşüyor.

Balık hafızası infazı


OLTAYI unutan balık kadar kısa hafızalı yığınlar yapıcı da olsa eleştiri sevmez, her itirazı infaz refleksiyle susturmayı tercih eder. Mesela ekonomide sahte cennet uyarısı yapan servet düşmanıdır. Irak'ta Saddam'ı istemeyense ya ABD uşağı veya Savaş Ağası'dır. Bu küfürbaz kalıpçılığın hazin sonucu çoktur. Ama kimi zaman trajedinin yerini komedinin aldığı da olur... Tıpkı TÜSİAD ve Kemal Derviş'in çok yakın tarihli örneklerinde yaşandığı gibi. TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan bir ay önce ‘‘Türk askerini kimse istemiyor, Irak'a gitmeyelim’’ dedi. Türk Dışişleri Bakanı arkasında münafık yabancı suflör aradı, neredeyse ajan muamelesi gördü. Bir ay geçti, TÜSİAD haklı çıktı, Türkiye asker yollayamıyor. Kemal Derviş aynı tarihlerdeki IMF toplantısında sıcak para uyarısında bulundu. Sıcak para kaçmasın diye vergi önerince adı yasakçıya çıktı. Bir ay geçti, sıcak para hareketi yüzünden kur 150 bin lira oynadı. Demek ki hak ettikleri aslında küfür değil teşekkürdü. Kendi adıma borçlu kalmak istemiyorum.


CHP kurultayında yuhalanan Derviş 1157 delegeden 1021 oy alarak PM'ye girdi.
Yazının Devamını Oku

Ninenin çeyizinden şirkete miras kalan sabun Hacı Şakir

24 Ekim 2003
DİYELİM ki iki asırlık uluslararası temizlik şirketinin Türkiye'de satın aldığı 114 yıllık sabun markasından sorumlu yönetici atandınız. Tıpkı Colgate-Palmolive'in Hacı Şakir markasından da sorumlu Kişisel Bakım Ürünleri Kategori Müdürü Fulya Özen Erşahin gibi.

Ve bir sabah telefonunuz çaldı:

- Efendim, dün gece babaannemizi kaybettik.

- Başımız sağolsun...

- Çeyiz sandığından 100 yıllık sabunu çıktı.

- Öyle mi?

- Size yollamak istiyoruz...

Kıssadan hisse; topraktan gelen toprağa, şirketten çıkan şirkete dönüyor. Ebedi zincire bir halka daha ekleniyor.

Bursalı ninenin çeyiz sandığından çıkan 100 yıllık sabun Colgate-Palmolive'in özel müze bölümünde yerini alıyor.

HALKIN MARKASININ KOYDUĞU SINIRLAR

Türk markaları daha çok aile şirketlerinden çıkıyor. Genellikle kuşak çatışmaları, yönetim hataları, sermaye yetersizliği büyümeyi önlüyor.

Oysa Hacı Şakir, dört kuşak aile yönetiminde kaldıktan sonra 1987'de önce yerli ortağa açılıyor, ardından 1999 yılında tamamı yabancı sermayeye satılıyor. Dolayısıyla aile şirketlerinde rastlanan bünyesel zafiyetten kurtuluyor. Ne var ki 114 yıllık halk markasının koyduğu sınırlar da var.

Fulya Özen Erşahin anlatıyor:

‘‘Hacı Şakir öyle bir marka ki, herkesin yaşamına değiyor. Klasik beyaz kalıp sabun hangi işte kullanılmamış ki! Banyodan ev temizliğine, yer silmeye, çamaşıra, çeyize kadar. Bu yüzden halkın, tüketicinin koyduğu bazı sınırlara uymamız lazım. ‘Hacı Şakir markası ile şunu veya bunu üretemezsiniz' uyarısına kulak vermeliyiz.’’

Colgate-Palmolive düzenli olarak odak grupları ile araştırma yürütüyor. Hemen her defasında ‘‘Hacı Şakir markasıyla ne üretilsin istersiniz?’’ sorusuna yanıt aranıyor. Fulya Hanım, yanıtları ‘‘Sizin işiniz temizlik, saf ve doğal güzellik diyorlar’’ cümlesiyle özetliyor. Bu talimatın örneğin Hacı Şakir markalı deodoran üretimine tüketicinin izin vermeyeceği yorumunu ekliyor.

Peki ya araştırmanın ortaya koyduğu diğer sonuçlar... Mesela Hacı Şakir insan olsaydı neye benzerdi? İşte halkın yanıtı: ‘‘Bütün adımlarını çok dikkatli atan, asla maceraya atılmayan bir karakter taşırdı.’’

Özetle küresel ortaklık 114 yıllık Türk markası Hacı Şakir’i onlarca belki de yüzlerce benzeri gibi yitip gitmekten kurtardı. Küresel ortak yerel değerlere saygılı üretimle pazar payını artırmayı başardı.

Geldik kritik soruya: Hacı Şakir ne zaman küresel marka olur?

Markasıyla girdiği pazarda lider oluyor

Colgate Palmolive Hacı Şakir üretim yelpazesini genişletmek için yola çıktığında önce şampuan pazarına girdi. Kısa zamanda ekonomik şampuan pazarında -ki krizden sonra çok büyüdü- liderliği ele geçirdi. Müşteri odak gruplarının eğilimi doğrultusunda 2003 nisan ayında başlayan kolonya üretiminde satışlar tahminleri çok aştı. Şirket pazar payı rakamı vermemekle birlikte pazarda Duru, Boğaziçi ve Eyüp Sabri Tuncer markalarıyla yarıştığını ifade ediyor. Hacı Şakir eylül ayında Saraylı serisini piyasaya sürdü. Osmanlı Sarayı kadınlarının kullandığı güzellik reçetelerine göre hazırlanan bu seride şampuandan banyo sabununa kadar geniş bir yelpazede ürün bulunuyor. Ballı zeytinyağlı sabunlar, güllü, lavantalı güzellik sabunları, hanımeli-süt karışımları, sanki haremi bugüne taşıyor.

Kırım göçmeni sabun kralı

1800'lü yılların ikinci yarısında Kırım Tatarlarından Hacı Ali, Volga nehri kıyısında kurulu tesisinde sabun ve mum üretiyordu. 1915 yılında Anadolu'ya göç etti, son durağı İstanbul Laleli At Pazarı semti oldu. 1927'de Sabuncuzade Şakir ve Mahdumu (oğlu) şirketi 91 sicil numarasıyla kuruldu. Sabuncuoğlu Ailesi yönetimindeki şirketin yüzde 75 hissesi 1987 yılında Özsüer Ailesi tarafından satın alındı. Şirketin tamamını 1991 yılında satın alan Özsüer Ailesi önce Colgate Palmolive ile ortaklığa gitti. 1999 yılında şirketin tamamı yabancı ortağa geçti. Türkiye'ye 1985 yılında gelen Colgate Palmolive 1806 yılında New York'ta kuruldu, sabun, mum ve nişasta üretti. İlk diş macununu 1873 yılında piyasaya sürdü. 1928 yılında Palm Olive şirketiyle birleşti. Colgate ve Palmolive'in yanı sıra önemli markaları Ajax, Lady Speed Stick, Protex, ABC ve Mennen.

PAZAR BÜYÜKLÜĞÜ

BEYAZ SABUN 80 milyon USD

SIVI SABUN 17 milyon USD


PAZAR PAYLARI

Hacı Şakir yüzde 10

Colgate Palmolive yüzde 21


HER İKİ SABUNDAN BİRİ BEYAZ

KALIP SABUN 42 bin ton

Beyaz sabun yüzde 45

Güzellik sabunu yüzde 36

Banyo sabunu yüzde 11

Tek sabun yüzde 8

SIVI SABUN 8 bin ton


HANİ TEMİZLİK İMANDAN GELİRDİ

Türkiye'de kişi başına sabun tüketimi

dünya standartlarının çok altında

Katı sabun 600 gram/yıllık

Sıvı sabun 100 gram/yıllık

Duş jeli 10 gram/yıllık



Kaynak: Bağımsız bir araştırma kuruluşu bilgileri

EKONOMİK ŞAMPUANDA LİDER

Şampuan üretimi 22 bin ton

Pazar büyüklüğü 126 milyon USD


Hacı Şakir ekonomik şampuan pazarında yüzde 32 payla lider
Yazının Devamını Oku

Ateşkesi kim bozdu?

19 Ekim 2003
Dört yıllık bir aradan sonra Güneydoğu'dan tekrar çatışma ve şehit haberleri gelmeye başladı. PKK/KADEK ateşkesi neden bozdu acaba? Örgüt medyasına yansıyan propagandayı boş verip zamanlamaya dikkat edin.

Çatışmalar Türkiye ve ABD arasında Irak'a asker yollama pazarlığı sırasında başladı. Oysa bu koşullarda PKK'nın dişini göstermek yerine Türkiye'yi tahrikten kaçınması, hatta ölü taklidi yapması çok daha akılcı olurdu. Ankara-Washington pazarlığının parçası, kritik kozu haline gelmek PKK'ya yaramadığına göre kimin işine gelir? Tabii ki ABD'den başka!

Eğer haklıysak ve PKK'nın ipini ABD saldıysa...

Hiç korkmayın, Türkiye ile ABD pazarlığı sona erip Irak'ta ittifak sağlandığı gün terör başladığı gibi biter. ABD, PKK piyonunu tahtadan çeker. Kıssadan hisse, kimse bir-iki çatapat sesine kanıp kıvılcımı yangın sanmasın, pozisyon değiştirmesin.

Sandık duası


Kime sorsak bu hükümetin AB politikasına hayran. Oysa AB'nin müzakere takvimi için Kıbrıs'ta çözüm istediği ortada. Peki Başbakan, Kıbrıs'ta çözüm için ne düşünüyor? Brüksel'deki sözlerine bakarsanız, tek çare olarak Denktaş'ın seçimi kaybetmesine umudunu bağlamış durumda. Demek ki yağmur duasının yerini sandık duası alacak. Seçmen tercihi ulusal politika sayılacak. Aferin!

Dolar yerine dinar


Türkiye'den Irak'a mal satan Türk şirketlerinin çoğu yerel ve küçük. Malını satıyor, bedelini cebine koyup üretimini sürdürüyor. Bu sayede istihdam sağlanıyor, kamyonlar çalışıyor, karınlar doyuyor.

Kimse dağa çıkmıyor.

ABD'nin 10 bin dolardan fazla nakitle Irak'tan çıkış yasağının kurbanı işte bu küçük şirketler, Kürt/Arap kökenli işadamları.

Dışişleri Bakanlığı, ABD nezdinde girişimlere başladı. Ancak anlaşılan ABD ve Geçici Hükümet, dış ticarette dolar yerine yeni dinarın geçmesini amaçlıyor. Bir çare, Türk bankasının (örneğin Ziraat'in) şube açması. Ne var ki alışverişin kayda girmesi kimsenin işine gelmiyor.

Bir diğer seçenek, Türk işadamlarının yeni dinarı kabul etmesi. Ama dinarı Irak dışında kim bozacak? Kısaca Türkiye'nin bu noktada bir fayda/maliyet analizi yapma ihtiyacı var. Irak'la ticaretin durması, bölge ekonomisinin çökmesi mi işimize gelir, yoksa dinarın Türk bankaları ve dolayısıyla Merkez Bankası tarafından satın alınıp çarkın dönmesi mi?

Unutmayın ki, sözünü ettiğimiz ticaret milyar değil milyon dolarla sınırlı hacimdedir. Ayrıca Merkez Bankası'na gelen dinarlar, Irak'tan petrol alımında da kullanılabilir. Düşünmeye değmez mi?

Krediyle okula adım

13 Eylül Cumartesi tam

2 milyon 318 bin 863 adet kredi kartı işlemi gerçekleşti.

Yazının Devamını Oku

Türk saati sanılan Nacar nasıl Türk markası oldu

17 Ekim 2003
YIL 1921... İsviçre'nin Bienne kentinde oturan Ohannes Nacaroğlu ile İstanbul'daki kardeşi Kevork Nacaroğlu ilk saatlerini üretti. Şirketlerinin ismi Zila Watch, saatlerinin markası soyadlarından mülhem Nacar'dı. Kevork Nacaroğlu'nun İstanbul'da yaşaması yeni markanın pazar seçiminde belirleyici oldu. Ohannes Nacaroğlu'nun İsviçre malı saatleri kardeşi Kevork tarafından Türkiye, Beyrut ve Suriye'ye pazarlandı.

Türkler Nacar markasıyla 1929 yılında tanıştı. Saatin ‘‘O’’ harfini andıran omegası halk arasında ‘‘Sıfır Nacar’’ diye ad saldı. Oysa sıfır sanılan sembol aslında Ohannes'in baş harfiydi.

Konyalı Saat'in kurucusu Mustafa Nalçacı 50 yılı aşkın meslek yaşamının daha ilk yıllarında Kevork Nacaroğlu ile tanıştı. Sadece Nacar saatlerini satmakla kalmadı, aynı marka altında sarkaçlı saatler, pilli duvar saatleri üretti. Bu yakın işbirliği Kevork Nacaroğlu'nun 1989'daki ölümünden bir yıl kadar önce marka satışıyla sonuçlandı.

Nacar markası Nalçacı Ailesi’ne geçti. Ama ailenin üretime karar vermesi için 10 yıl gerekti. 1996 yılında bir gece ailenin sofra sohbetinde Mustafa Nalçacı önerisini açıkladı: ‘‘Nacar Türkiye'nin yakından tanıdığı bir marka...Bu fırsatı kaçırmayalım, yeniden pazara girelim.’’

Nalçacı Ailesi hemen o gün karar verdi ve ilk modern Nacar koleksiyonu 1997 yılında piyasaya sürüldü.

TASARIM VE ÜRETİM İSVİÇRE'DE

O günleri hatırlayan Nalçacı Ailesi’nin ikinci kuşak yöneticisi İrfan Nalçacı gülerek, ‘‘İyi ki babamı dinlemişiz. Bugün 450 ayrı modelle yılda 24 bin adetlik satış rakamıyla kendi markamızın gururunu yaşıyoruz. Nacar saatleri 185 bayi kanalıyla Türk tüketicisine sunuluyor’’ diyor.

Yeni Nacar doğaldır ki 50 yıl öncesinin gözde sünnet hediyesi modelinden çok farklı. Tasarımı İsviçre'de yapılan modellerin üretimi iki ayrı coğrafyada gerçekleşiyor. Daha pahalı modeller İsviçre'de, diğerleri Uzakdoğu ülkelerinde üretiliyor.

1960'lı yıllarda Konya'dan İstanbul'a taşınan Nalçacı Ailesi'nin ikinci kuşağı babalarının yönlendirmesi ile yabancı dilde eğitim aldı, üniversiteden sonra aile işine girdi. Konya Saat'in genel müdürü İrfan Nalçacı, Erben şirketinin genel müdürü İhsan Nalçacı ve Nurhan Nalçacı artık birlikte çalışıyor.

Konyalı Saat kırk yıl boyunca iki mağazayla yetindikten sonra 2001 yılında atılım kararı aldı. ‘‘Yabancılar bu işi bize öğretti’’ diyor İrfan Nalçacı ve ekliyor: ‘‘İstanbul dışında Ankara, İzmir, Bursa, Mersin, İzmit ve Konya'da birer tane olmak üzere toplam 16 perakende mağazamız var. Hedefimiz bu zincirde bir Avrupalı ile ortaklık.’’

20 dolardan pahalı saat yılda 1.5 milyon satıyor

Türkiye'deki saat pazarıyla ilgili rakamların en güvenilir kaynağı İsviçre Ticaret Odası. İsviçre'nin Türkiye'ye ihracatına kaçak giren saatlerle ilgili tahmin eklendiğinde pazar büyüklüğüne ulaşılıyor. Konyalı Saat'e göre, 2001 krizi öncesinde Türk pazarında 12 milyon adet saat satılıyordu. Ancak bugün bu rakam 9.5 milyon adede kadar geriledi. 20 dolardan pahalı saatlerin pazar payı diğerlerine göre çok daha düşük. Yıllık 1.5 milyon adede ancak ulaşıyor. Perakende fiyatı 20 doların altında kalan saatlerin satışı ise 8 milyon adedi buluyor.

SAAT USTASI ŞİMDİ 75 YAŞINDA HÁLÁ 385 parça ve vidayı söküp takıyor

2000'lerin saati artık tamamen moda ve tasarım işi. Öyle ki İsviçre dünyadaki her 5 saatten sadece birini üreterek küresel saat satış cirosunun yüzde 65'ini kazanıyor. Yani kalite ve marka satıyor. Zaten dünyada saatin işletim sistemini üreten beş büyük şirket var: Eta, Ronda, İsa, (İsviçre) Time-Modul ve Miyota (Japonya). Her saat üreticisi bu şirketlerden aldığı sistemi kullanıyor. Markalı bir saatin içinde 385 parça, 70-80 vida bulunuyor. 75 yaşındaki Mustafa Nalçacı gibi ustalar bu parçaları teker teker söküp takabiliyor. Saat sökülürken parçalar karışmasın diye yedi ayrı katmanda toplanıyor. Vidaları ayırmak için başları ayrı renklere, örneğin beyaz, siyah ve maviye boyanıyor. Hatta başları konik veya farklı şekilde kesiliyor.

Bugün 75 yaşında olan Mustafa Nalçacı'nın saat merakı lise yıllarında başladı. Liseyi bitirir bitirmez yani 1950'lerin başında Şen Saatçi dükkanını açtı, kısa zamanda ustalığını kanıtladı.

O tarihte İstanbul'un Sirkeci semti Türkiye'nin saat merkeziydi. Nalçacı mal almak için sıkça mağazalarına uğradığı Vaksevonopulo kardeşlerin Yunanistan'a göç etmek üzere olduklarını duydu, üzüldü. Ama tekliflerini duyunca iyice şaşırdı: ‘‘Mustafa Bey istersen mağazayı sana devredelim...’’ Nalçacı tüm imkanlarını zorlayarak mağazayı devraldı, ama telaştan adını koyma fırsatını bulamadı. İlk ziyaretçisi hemşerisi ve Konyalı Lokantaları'nın kurucusu Nurettin Doğan, yeni dükkan sahibine hayırlı olsun dileğinde bulunduktan sonra ‘‘Ne isim düşündün’’ diye sordu, ‘‘Henüz düşünmedim’’ yanıtını aldı. Bunun üzerine Doğan Nalçacı'ya tavsiyede bulundu: ‘‘Bak Mustafa burası İstanbul, öyle Şen Saat falan olmaz. Gel sen de benim gibi Konyalı ismini kullan.’’

Mustafa Nalçacı ahbabının öğüdünü tuttu, tarihi Vaksevonopulo mağazasının ismi 1963 yılında Konyalı Saat olarak değişti.

ŞİMENDİFER SAATTEN MEYDAN SAATİNE KADAR

1940'larda Demiryolu İdaresi Nacar'a köstekli saat sipariş etti. Arka kapaklarında şimendifer yani lokomotif kabartması olan bu saatler çok tutuldu. O yüzden bugün bile yaşlılar köstekli saati markayla değil şimendifer lakabıyla anar, saatçiye öyle sorar. Nalçacı Ailesi şu sıralar belki de şimendifer saatler kadar eski modellerle uğraşıyor, gar ve meydanlardaki eski, bozuk saatleri tekrar çalışır hale getiriyor, Nacar markasıyla eski yerlerine koyuyor. Konyalı Saat'in üretim yelpazesi de çok geniş. 1966 yılında Almanya'da satın alınan Palmtag fabrikası Türkiye'ye taşındı. 1972 yılında Erben markasıyla başlayan sarkaçlı saat, pilli duvar saati ve saat makinesi üretimi 1994 yılında durdu. Nedenini İrfan Nalçacı anlatıyor: ‘‘Bir gecede gümrük ve fonları sıfırladılar. Piyasayı ucuz ve kalitesiz Uzakdoğu ürünleri sardı. Saat makinesi üretimimiz 900 bin adetten 40 bin adede kadar gerileyince biz de hattı durdurduk.’’ Erben markalı bekçi saatlerinin üretimi ise 32 yıldır aralıksız sürüyor. Şirket ayrıca park sistemleri alanına da girdi. Bugün bir dizi iş merkezinin, alışveriş merkezinin, sitenin otoparkında Erben sistemi bulunuyor.
Yazının Devamını Oku

Etnik çatlak riski

12 Ekim 2003
<B>ABD </B>önce Afganistan ve ardından Irak'a neden savaş açtı? Bağımsız Kürdistan'ı kurmak için mi? Yoksa Kürtleri toptan yok etmek için mi? Her iki soruyu da abesle iştigal sayıyorsanız, yalnız değilsiniz. Meclis'ten Irak'a asker yollama kararının çıkmasıyla birlikte patlak veren tartışmaları hayretle izleyen sessiz çoğunluk safındasınız.

PKK'nın hatta 30 bin cana mal olan 16 yıllık savaşın bile Türklerle Kürtler arasında yaratamadığı toplumsal çatlak neredeyse açılmak üzere.

Bazı Türklere göre, Türk askerinin Irak'taki tek görevi Kürdistan'ın kurulmasını önlemek. Görev bölgesi, lojistik yol hepsi bu ana hedefe göre belirlenmeli... Yani hedefimiz Saddam değil Kürtler olmalı!

Kimi Kürtlere göreyse Türk askerinin Irak'ta hiç işi yok. Tarihleri boyunca kazık yedikleri ABD ile İngiltere'yi dost sayıyor. 29 isyana rağmen etle tırnak gibi kopmadıkları, kopamadıkları Türkleri düşman belliyorlar. Halepçe katili Saddam dahi Türk tehdidi nedeniyle unutuldu.

Terörle mücadelede küresel koalisyona katılmak amacıyla yola çıktık. Ama korkumuz, etnik çatlak riski nedeniyle AB vizesinin zora girmesidir.

Askerin adresi


GENELKURMAY belki de yarın Türk askerinin Irak'taki muhtemel görev adresini açıklayacak. Ben önceden tahmin/öneri şansımı denemek istiyorum. Bana göre Türk askeri, Kürtlere ve Türkmenlere en uzak yörede konuşlanmalı. Çünkü;

1) Türkiye'nin Irak'ın geleceği açısından stratejik işbirliği kurması gereken etnik kesim Sünni Araplardır.

2) Türk askeri olası tahriklerden uzak kalmalıdır.

3) Eğer Kuzey Irak'ta bağımsız devlet kurulması askeri güçle engellenecekse, Irak'a 10 bin asker yollamak gerekmez.

(Irak'taki birliğin 50 katı büyüklüğünde bir ordunun Kürtlerin kuzey sınırında hazır beklediği unutulmamalı!)
Yazının Devamını Oku

70 yılda 77 ilk imza yaratan yayıncı Varlık

10 Ekim 2003
TÜRKİYE'de çok yayınevi var, son yıllarda kár amacını aşan prestij yayıncılığına yönelen bankalar, şirketler çıkıyor. Ama bir yayınevi var ki, sadece marka olmakla kalmıyor, 70 yıldır markaların ilk imzasını taşıyor.

Evet bildiniz: Varlık Yayınları.

Varlık Dergisi bu yılın 15 Temmuz tarihinde 70'inci yılını geride bıraktı. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Enver Ercan üşenmedi, derginin geçmiş bin 150 sayısında ilk imzası yayınlanmış ünlüleri saydı.

Tam 77 isim. Aralarında kimler yok ki? Melih Cevdet Anday, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Necati Cumalı'dan, Tarık Dursun K., Ece Ayhan, Attila İlhan, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Semih Poroy ve Tomris Uyar'a kadar her yaş ve renkten geniş yelpazeli bir yazar/çizer portföyünün ilk imzası Varlık'ta çıkmış.

Dergi ve yayınevinin (1946) kurucusu Yaşar Nabi Nayır'ın 1981 yılında vefatından sonra işin başına geçen kızı Filiz (Nayır) Deniztekin ve eşi Osman Deniztekin'le maziden çok bugünü konuşmak niyetindeyiz. Sanattan çok maliyet, dağıtım ve satış rakamlarıyla ilgiliyiz.

KİTABIN SACAYAĞI KIRIK

Osman Deniztekin'e göre Türk yayıncılığının sacayağı kırık. Yáni yayınevinin dağıtım kanalı olarak kullanabileceği büyük perakende zincirleri ve kütüphane ayakları eksik.

Anadolu'da bırakın yayınevini, kitapçı bile kalmadığından yakınıyor. Biraz hazin ve fakat komik bir örnek sunuyor: ‘‘Malum Orhan Pamuk'un Kar isimli kitabı Kars'ta geçer. Ama Pamuk'un bir TV söyleşisinde anlattığına göre kitap çıktığında Kars'taki kitabevi sadece 17 tane sipariş vermiş.’’

Deniztekin bir türlü Batı ölçütlerine göre genişleyemeyen kitap pazarına büyük perakende zincirlerinin, marketlerin girmesini hayırlı gelişme sayıyor, ‘‘Aslında marketten alışveriş yapan muhtemelen kitap okuru değil. Popüler olanı takip eden bir kitle var. Market raflarındaki kitapla pazar genişliyor, ucuz ve pratik seçenek sunuluyor’’ diyor.

1968 kuşağından, Robert Akademi mezunu Osman Deniztekin ABD yıllarını anarak kitap pazarındaki üçüncü eksik ayağı olarak kütüphaneleri gösteriyor: ‘‘Bugün ABD ve Avrupa'da yaygın olan STM (Scientific, Technical, Medical yani bilim, teknik ve tıp) yayınlarının üretimi ve pazarı Türkiye'de çok cılız. Diyelim bir akademisyen ABD'de kitap yazmak isterse iki yıl paralı izne çıkar, emrine bir araştırma asistanı verilir. Kitabını en azından üniversite yayınevi basar. Bazı kitaplar için daha çıkar çıkmaz 30 bin kadar üniversite/kolej kütüphanesinden sipariş gelebilir. Dolayısıyla uzman yayınevleri de ticari açıdan güçlenir.’’

YILDA BEŞ BİN YENİ KİTAP

Dağıtım kanalları zayıf kalınca büyük sermayenin kitap işine girmesinin fazla yarar sağlamadığını düşünüyor Deniztekin, ‘‘Bugün bankalar, büyük holdingler kitap yayıncılığına girdi. Ama taban o kadar sığ ki nüfuz edemiyorlar’’ diyor. Ve gelelim hazin rakamlara...

Türkiye'de geçen yıl 5 bin 208 yeni kitap basıldı. Aslında bakanlıktan alınan ISBN sayısı 14 bin ama broşür ve tanıtım malzemesi düşülünce basılan kitap sayısının bu düzeye indiği varsayılıyor.

Nüfusu Türkiye'den az (48 milyon) Güney Kore'de Publisher's Weekly'nin raporuna göre 10 binden fazla kayıtlı yayıncının 2002 yılında ürettiği çocuk kitaplarının sayısı 6 bin 094. Aynı ülkede ortalama 7 bin resimli roman yıllık 25 milyon tiraja ulaşıyor. Kısacası Güney Kore'de sadece iki kategoride üretilen yeni başlık sayısını toplarsanız Türkiye'de geçen yıl ISBN alan kitap sayısına eşit. Gerisini siz düşünün.

Veya kitap özelinde bir örnek verirsek... Betty Mahmoudi'nin ‘‘Kızım Olmadan Asla’’ adlı kitabı Türkiye'de fena satmadı: 30 bin. Ama nüfusu 14 milyon olan Bulgaristan'daki satışı aynı dönemde 100 bini aştı.

Yedi Meşaleciler'den Sait Maden'in kuşuna

Üsküp göçmeni Yaşar Nabi Nayır, 1933 yılında dergisinin ismini ‘‘yoktan var etme’’ çabasından ilham alarak koydu. 13 yıl sonra İstanbul'a taşınıp Varlık Yayınları'nı kurduğunda aynı cesareti işe bir şiir kitabıyla başlayarak gösterdi. Ama cesaretinin ödülünü aldı: Cahit Sıtkı'nın ‘‘35 Yaş’’ kitabı ilk baskısında 5 bin satarak Nayır'ı utandırmadı.

Yayınevi ikinci büyük çıkışı Mahmut Makal'ın Bizim Köy'ü ile yakaladı. 1960'larda Atatürk'le ilgili kitapları yine satış listelerinde ilk sıralara oturdu. Mükerrer baskıları saymazsak Varlık Yayınları'nın bugüne kadar bin 500'ün üstünde yeni kitap ürettiği tahmin ediliyor.

Varlık'ın ilk logosu, Nayır'ın da kurucusu olduğu Yedi Meşaleciler akımının (diğer üyeleri Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Seba, Kenan Hulusi, Cevdet Kudret Solok, Muammer Lütfi, Vasfi Mahir Kocatürk) simgesi olan meşaleydi. 1981 yılında derginin yeni kapak düzenini tasarlayan Sait Maden'in çizdiği, beyaz kuş olarak stilize edilmiş 'V' harfi yayınevinin amblemi oldu.

En çok satan klasik: Bir Delinin Hatıra Defteri

Varlık denilince akla gelen iki gelenek Atatürkçülük ve dünya klasikleri...‘‘Bestseller klasik hangisi?’’ diye sorduğumuzda, gülerek ‘‘Gogol'un Bir Delinin Hatıra Defteri’’ yanıtını veriyor Osman Deniztekin ve ekliyor, ‘‘Genco her sahneye koyduğunda bir baskı daha yapılıyor neredeyse.’’ Filiz Nayır Deniztekin'e göre bu kitap yayın yaşamı boyunca diğer yayınevlerinin baskıları ve korsanlarıyla birlikte yaklaşık 100 bin adet satmış olmalı. Çok satan klasikler listesinde ikinci sırada Dostoyevski, üçüncü sırada Panait İstrati yer alıyor. Varlık Yayınları'nın Atatürk kitaplarının çok satanı ise Mustafa Baydar'ın ‘‘Atatürk Diyor ki’’ başlıklı eseri. Ne var ki bugün Varlık Yayınları farklı bir alanda at koşturuyor: Kişisel gelişim kitapları. Stephen Covey'in ‘‘Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı’’ isimli kitabının satışı Türkiye'de 60 bine ulaştı. (Güney Kore'de bir milyon). Dahası bu kitapla Varlık Yayınları son on yılın en fazla okuyan kesimi sayılan muhafazakar okura bir pencere açmış oldu.

ORTALAMA KİTAP FİYATI ALTI DOLAR

1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003(*)

Yeni kitap sayısı 3.101 3.734 4.285 4.745 4.524 5.208 3.033

Yayıncı sayısı 392 422 537 598 599 643 540

Ortalama fiyat (USD) 5.8 6.2 7.1 7.9 5.9 6.3 6.8


Kaynak: www.kitapgazetesi.com/pandora
Yazının Devamını Oku