Enis Berberoğlu

Metro, 2001 fiyatlarıyla satış yapacak

3 Aralık 2003
Toptan satış marketi Metro Cash & Carry, başlatacağı yeni kampanya ile 30 ayrı ürünü 2001 yılı fiyatıyla satışa sunacak. Şirket, bu kampanya ile enflasyondaki düşüşün tüketicinin cebinde hissedebilir kılmak istiyor.

Metro Cash & Carry Gıda Satınalmadan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Kalkandelen, ''Yıl 2003, Fiyatlar 2001'' adlı kampanyalarının tanıtıldığı basın toplantısında yaptığı konuşmada, marketlerinde her zaman ürün fiyatlarının enflasyonun altında kalmasını sağladıklarını belirtti. 

Yeni kampanya ile müşterileri için önemli 30 ayrı üründe fiyatı, 2001 yılı fiyatına hatta bazılarında daha da altına çektiklerini bildiren Kalkandelen, üreticilerden destek aldıklarını ve kendilerininde kar marjından fedekarlık ettiğini söyledi. 

Kalkandelen, müşterilerine erken bir yılbaşı hediyesi vermek istediklerini ifade ederek, şöyle konuştu: ''Kampanyadaki amacımız, ekonomideki iyi gelişmeleri somut birtakım adımlarla desteklemek, enflasyona bir darbe daha indirmek. Kamuoyunda (enflasyon düşüyor, ama hissetmiyoruz) deniliyor. Bu kampanya ile enflasyondaki düşüşü tüketicinin cebinde hissedebilir kılmak istedik.''
  
5-18 Aralık tarihlerinde geçerli olacak kampanyada, raf fiyatlarına göre yüzde 10 ile yüzde 60 arasında indirim olduğunu kaydeden Kalkandelen, 30 üründe normal satışlarının iki misline çıkmasını beklediklerini ifade etti. 
  
Kalkandelen, yeni kampanyalarının sektörde rekabeti artırması ile birlikte diğer firmaların ürün fiyatlarını indirebileceklerine dikkat çekti. 

Yazının Devamını Oku

El Kaide bombasının farkı

30 Kasım 2003
<B>HEP </B><I>kökü dışarıda terörden</I> söz ederiz. Ama bu topraklarda yetişen herhangi bir örgütün eylemiyle küresel terör farkını ilk kez görüyoruz. Örnek vermek gerekirse; İngiliz konsolosluğunda aslında 7 ay arayla iki bomba patladı. Ama muhtemelen siz ilkini duymadınız bile. 3 Nisan gece yarısında patlamaya yol açan, tıpkı geçen perşembe günkü gibi gübre bombasıydı. Sol görüşlü MLKP örgütünden eylemci bir ay sonra yakalandı.

İki bomba ilk bakışta benzer gözükebilir. Ama aradaki fark büyük.

Özellikle tesir gücü açısından. İlk bombada kullanılan patlayıcı miktarı en fazla beş-on kiloydu, o yüzden sadece kapıyı yıktı. 70 kat daha büyük olan 700 kiloluk ikinci bombanın etkisi tabii ki daha ölümcüldü.

Saat tercihi de belirleyiciydi. İlk bomba gece yarısı patladı. O saatte sokaktan da geçen olmadığı için kimse yaralanmadı. İkinci bombaysa Beyoğlu'nun en faal saatinde patladı, çevre esnaf dükkánında can verdi.

Beterin beteri var derler ya... Teröristin beteri de eyleminin siyasi ve insani sonucunu umursamaz. Tıpkı El Kaide gibi!

Vehhabi mezhebinden El Kaide, Sünni Türkiye'de taban bulamayacağının bilincinde. Zaten meselesi bu ülkede rejimi değiştirmek de değil.

Vuruyor, kaçıyor. İsyan ettiren vicdansızlığı aslında bu topraklarda hesap verecek kimsesi olmamasından, örgütsel sorumsuzluğundan.

Katil piyonun eşkáli çiziliyor

TÜRK polisi ilk sinagog saldırısından itibaren takriben 100 kişiyle mülakat yaptı. Amacı El Kaide'nin Türkiye'de kullanabileceği piyonların, intihar eylemcilerinin profilini çizmek, erken önlem almak.

Bu alanda en tecrübeli ülke kuşkusuz İsrail. Mesela, İsrail artık intihar eylemcilerinin genellikle; a) 14-18 yaşında delikanlılar, b) yakınları İsrail tarafından öldürülmüş gençler arasından çıktığını biliyor.

Türk polisi de eylemcilerin etnik kimliğinden yaşına, ailesine kadar değişik parametrelerden ipucu bulmaya çalışıyor.

Ama şimdilik saptanan tek ortak payda, örgütün Türk piyonlarının askeri deneyimlerini Çeçenistan ve Afganistan'da kazanmış olmaları. Kosova ve Bosna'da savaşanların sayısı nispeten az.

4x4 Hızlı okuma

Kamyonla ilk intihar saldırısı 15 Aralık 1981'de Beyrut'taki Irak elçiliğine düzenlendi. Ama dünya kamuoyunda iz bırakan iki yıl sonra yine Beyrut'ta ABD Deniz Piyadeleri'nde düzenlenen saldırının görüntüleri oldu. ABD bu saldırıdan sonra Lübnan'dan çekildi.

En fazla intihar eylemcisinin Filistinli örgütlerden çıktığı efsanesi yanlış. Sri Lanka'dan bağımsızlığını kazanmak için savaşan Tamil gerillaları, aralarında eski Hindistan Başbakanı Rajiv Gandhi'nin ölümüyle sonuçlanan canlı bombanın da yer aldığı onlarca eyleme imza attı.

HSBC ve konsolosluk bombalarından bir saat önce Kerkük'te Talabani'nin karargáhına düzenlenen bombalı saldırının faili olarak üç Türk'ün yakalandığı haberi ilginç. Çünkü El Kaide'nin Türkiye'de intihar eylemi için seçtiği bazı kişileri yurtdışında kullanacağı sanılıyor.

Terörle mücadelede özgürlüklerden vazgeçilmeyeceği en yetkili ağızlardan tekrarlanıyor. Ne var ki kapanan yolları, yayın yasaklarını gördükçe inanmak zor geliyor. İstanbul polisi sanki biraz ‘‘okullar olmasa milli eğitimi ne güzel idare ederdim’’ diyen bakana benziyor.


Türkiye temizlik káğıdında, 800 gr. yıllık tüketimle İslami ligde 7'nci.
Yazının Devamını Oku

4 büyük terör yanılgısı

23 Kasım 2003
<B>TERÖRLE </B>savaşta kalıcı başarı için dört büyük algılama hatasını, toplumsal yanılgıyı aşmamız zorunlu: 1) Teröre alışık değiliz: Türkiye'nin güneydoğusundaki düşük yoğunluklu çatışma ayrı meseledir, büyük kentlerin havaya uçması farklıdır.

2) Herkes teknoloji kullanır: Yüksek teknolojiyi sadece batılı terör örgütlerinin kullandığı, Arapların eyleme deveyle gittiği karikatürlere inanmayın. New York'ta, Küdüs'te eylem yapabilen İstanbul'da da becerir.

3) Ortadoğu Türkiye'ye karışır: ‘‘Türkiye, Ortadoğu'ya bulaşmazsa Ortadoğu da Türkiye'ye karışmaz’’ temennisi tamamen yersizdir. 11 Eylül'ün medeniyet uçurumu ne yazık ki Türkiye köprüsünden geçiyor.

4) Acımadı demekle olmaz: Teröre karşı durmak insanlık onurudur. Ama her defasında inatçı çocuklar gibi ‘‘acımadı, acımadı’’ demek de yakışmaz.

Bombalar toplumsal çatlağa


HÜKÜMET yanlısı bazı gazetelerin ‘‘bombalı eylemlerin sorumlusu CIA ve MOSSAD’’ tevatürünü çıkaracak ölçüde paniğe kapılması boşuna değil.

Çünkü bombalar -hedefleri neresi olursa olsun- aslında toplumsal çatlağa düşüyor. İslami etiketli hükümetin ehliyeti ve itibarı tartışmaya açılıyor. Türban gibi hassas konuların pazarlık zemini kaygan hale geliyor.

Umarız kimsenin aklına daha disiplinli demokrasi fikri düşmez.

4x4 HIZLI OKUMA


MGK'da gündeme gelen İslami lejyonerler kim derseniz, yanıtı zor. Ama kim olmadığı örneğiyle belli: ‘‘Gerçek adı O.K. Kod adı Bilal, Kayserili. Bosna'da, Ogadin'de (Doğu Afrika) Kosova'da, Çeçenistan'da savaştı, 1999'da Grozni'den çekilirken 23 yaşında öldü.’’ (www.cecenonline.com)

Teröre karşı yürüyüşlerin düzenlendiği meydanlardaki tenhalığa bakıp da moralinizi bozmayın. Durup, ‘‘Bu yürüyüşten haberim var mıydı?’’ diye kendinize sorun. Eğer yoksa nedenini düşünün. Çünkü mesele toplumsal tepkiyse asıl sorun kaçımızın, ne ölçüde örgütlü olduğuyla ilgili.

İstanbul Emniyeti ikinci terör dalgasının faturasını medyada yayımlanan haberlere kesti. Peki bu örgütü tanıyan uzman polisleri kızağa alanların, teknik takibe gerekli izin vermeyen savcıların hiç mi suçu yok? Yayın yasağı üçüncü dalgayı önlemeye yeterli olacak mı?

‘‘Enflasyon düşüyor ama neden halk ekonomiden hálá memnun değil?’’ diye soranlara iyi bir yanıt ANKA Ajansı'ndan geldi. Ajans, dört kişilik bir ailenin gıda harcamalarının ramazan ayında yüzde 3.6 arttığını hesapladı. Yani yıllık ücret zammının yarısı sadece bir ayda eridi!

Iğdırlı 2 eşli, 18 çocuklu A.A. geçim sıkıntısı nedeniyle doğum kontrolüne geçti.
Yazının Devamını Oku

Bu dükkanda sadece el emeği satılır: Bebek Badem Ezmesi

21 Kasım 2003
Üniversite yıllarımızda küçük bir dükkandı Bebek Badem Ezmesi... Yaşlandıkça çocuklarımızla uğrar olduk. Lezzeti hiç değişmedi, zaten aksi mümkün değildi. Çünkü bu dükkánda hep el emeği satıldı. Bugün 62 yaşındaki Sevim İşgüder dükkánı 1957 yılından bu yana yani tam 46 yıldır işletiyor. Baba değil dede mesleği badem ezmesi Sevim Hanım için.

Dedesi Mehmet Halil Bey Mudanya'da badem ezmesi üretimine başladı. Oğlu ve aynı ismi taşıyan Mehmet Halil eğitim için İstanbul'a geldi. Arnavutköylü Anastasya'ya gönül verdi, evlendi. Bebek'e yerleşen çift badem ezmesi, kurabiye, buzlama, akide şekeri yapıp sattı.

Bebek Badem Ezmesi'nin ikinci ticari sicil kaydı 1904... İkinci diyoruz, çünkü Mudanya'daki ilk imalathaneye ilişkin kayıtlar yangında yok olmuş. Çocukluğundan itibaren ‘‘madamın ezmesi’’ üretiminde çalışan Sevim Hanım yüzyıllık geleneğin son várisi. Hálá hiçbir yerde şubesi, ihracatı yok. Zaten kendisi de ‘‘Yaşadığı kadar yaşayacak ve bitecek’’ diyor, ardından ekliyor: ‘‘Tıpkı Markiz Pastanesi gibi, yaşadı ve bitti. Genişlemek için teknoloji kullanmak gerekiyor. Ama işin içine makine girdi mi lezzet bitiyor. Geleneksel Türk şekeri fabrikasyona gelmez.’’

Ezme için en uygunu Elazığ-Malatya bademi

Sevim İşgüder badem ezmesinin sırrını saklamayacak kadar güveniyor markasına: ‘‘İlk işlem bademin ayıklanması. Eskiden olduğu gibi hálá elde yapıyoruz bunu. İkinci işlem kurutma. Düşük ısıda 12 saat kurutulur bademler. Sonra rendelenip, havanda dövülür. İçine bir miktar su katılmış şekerle birlikte. Sırada hamurun yoğrulması var. Bu işlem mermer üzerinde yapılır. Gerekli kıvama ulaşıncaya kadar elde yoğrulan hamur fitillenip, kesilir. Başkalarının yöntemi farklı olabilir ama biz böyle yapıyoruz. En önemli özelliklerimizden biri makine ve katkı maddesi kullanmamamız.’’

Peki hangi badem ezmeye en uygunu, Sevim Hanım onu da söylüyor: ‘‘Her bölgenin bademi ezme için uygun değil. Bademin tadı çok önemlidir. Ege bademi acıdır. Datça bademini viskiyle kavurun çok güzel olur ama ezmede aynı tadı elde edemezsiniz. Bu yüzden hammadde çok önemli. Zaten badem ağacı çocuk gibi bakım ister. Çok naziktir. Baharda ilk açan badem ağaçlarıdır. Soğuk vurduğunda tüm hasat mahvolur... Biz daha çok Güneydoğu, Doğu Anadolu'dan Malatya, Elazığ gibi illerden badem alırız. O yörelerin toprağının kalitesi iyidir...’’ (Kaynak Nilüfer Oktay/Skylife)

Mabel'in Arap kızı, firmanın isim annesi Fransız grafikerdi

Kimbilir kaç çocuk ne hayaller kurdu Mabel'in tam 56 yıldır ürettiği naneli çikletin paketini süsleyen Afrikalı kıza bakarken...

50 yıl sonra yeniden Mabel çiklete rastlayınca merakımı gidermek için şirketi aradım. Fabrika müdürü Selim Ateş'in yolladığı notu aynen yayımlıyorum: ‘‘Mabel'in kuruluşu olan 1947 senelerinde, kuruluş hazırlıkları arasında ürünlerin ambalaj çalışmaları da önemli bir yer tutmakta idi. Ayrıca firmaya bir isim bulunması da gerekiyordu.

Bu toplantılar sırasında, kuruculardan biri ajansın şirin Arap asıllı Fransız grafikerine bir soru yöneltti: ‘‘Güzelim, firmamıza bir isim gerekli, bunu bulmakta bize yardımcı olur musun?’’

Grafiker, düşünmeden şu cevabı verdi: ‘‘Bu teklifinizle ve iltifatınızla bana gurur verdiniz. Teşekkür ederim, bana uygun gördüğünüz bu güzelim hitabınızı firmanıza isim olarak öneriyorum. ’’

Böylece firmanın ismi konusu hoş bir iltifat diyaloğu çerçevesinde ve aynı zamanda çikolatamızın kalitesine de çok yakışan anlamlı bir isim olarak halledildi: ‘‘Güzelim’’ yani Fransızca Mabel (ma belle). Firmaya Mabel ismini veren bu şirin grafiker hatırasına atfen Arap kızı balonlu çikletin etiketinde, 1947'den beri yaşayarak günümüze kadar geldi.’’

Beyaz mendilin en iyisini Vitali Hakko bilir

Bayram aksesuvarı kumaş mendil artık tarihe karıştı. Oysa káğıt mendil öncesinde beyaz mendiller bohça gibi bağlanır içine Hacı Bekir'in renkli akide şekerleri konulur çocuklara ikram edilirdi. Daha varlıklı ailelerin mendile şeker yerine kağıt para hatta altın bile sakladığı olurdu.

Artık mendil sadece erkek aksesuvarı olarak satılıyor. Biz de bir bilene soralım dedik, Bay Vitali Hakko'ya danıştık. Anlattığına göre, beyaz mendilin en iyisi Manchester'de üretilen len keteninden yapılır. Koton mendil ise hem gündelik kullanımda hem de ceket aksesuvarı olarak kullanılabilir. Ama poşet mendil olarak tabir edilen ve ceket cebi için üretilen mendillerde daha çok ince elyaflı merserize tercih edilir. Bir zamanların sükseli ipek mendilleri ise bugünlerde artık sadece çeyiz sandıklarında saklanmak üzere satın alınıyor.
Yazının Devamını Oku

AKP'nin gayrimüslim başkan adayı planı

16 Kasım 2003
<B>AKP </B>yönetimi 28 Mart yerel seçimleri için sadece kadın ve sanatçı aday peşinde değil, daha radikal vitrin önerilerini de tartışıyor. Örneğin, İstanbul'un Şişli veya Adalar gibi kozmopolit ilçesinde gayrimüslim aday gösterilmesi uzak ihtimal değil.

Amaç AKP'nin din eksenli parti olmadığı söyleminin pekiştirilmesi.

Kuşkusuz en büyük yarış AKP'nin Büyükşehir Belediye Başkan adaylığında yaşanacak. DSİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu, Cüneyt Zapsu, MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu'nun yanı sıra Beyoğlu, Pendik, Eyüp ve Tuzla'nın AKP'li başkanlarının isimleri Büyükşehir için geçiyor.

AKP İstanbul teşkilatı, belediye başkanları, milletvekilleri ve bakanlar arasında sürekli yinelenen nabız yoklamalarında Pendikli Başkan Erol Kaya'nın ismi ön plana çıkmaya başladı. Kaya'ın üç avantajını sayalım:

1) 10 yıllık başkanlığında gecekonduya göz yummadı, 2) Parti-belediye uyumunda sorun çıkmadı, 3) AKP'nin iddialı kamu yönetimi tasarısının fiili sözcülüğünü üstlendi.

Sivil-asker denklemi değişti


IRAK savaşı arifesinde Türk hükümeti ve ABD yönetimi aynı çizgideydi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çekincesi aşılamadı, tezkere geçmedi. Pentagon adına konuşan Wolfowitz'in doğrudan TSK'yı hedef alması boşuna değildi.

Yani iki ülkenin siyasileri anlaşırken askerleri ayrı düştü.

Ne var ki son tezkere olayında bu denklem değişti. Çünkü bu kez Türk ordusu Irak'a asker yollamaya hevesliydi. Tezkere geçti, ama ABD Dışişleri Türk askerini Irak'ın yerel güçlerine kabul ettiremedi.

Yeni denklemde askerler anlaştı, siyasilerin arası soğudu.

Bakalım devamı nasıl gelecek?

4x4 HIZLI OKUMA


Terör saldırısı sadece Musevi cemaatine değil, Türkiye Cumhuriyeti'ne yöneliktir. Dolayısıyla 11 Eylül saldırısına benzetme yerindedir. Üstelik siyasi sonuçları açısından da benzerlik kaçınılmazdır. İslami etiketli teröre hoşgörü ve Ortadoğu politikası mutlaka tartışılmalı.

ABD, Suudi Arabistan'daki El Kaide terör tehdidi nedeniyle elçiliğini kapatma kararı aldı, ertesi gün intihar saldırısında 18 kişi öldü. ABD bir hafta sonra elçilik ve konsolosluklarını yeniden açtı. Bizde istihbarat vardı, sonuç ortada. ABD farkı da öyle!

Kıbrıs'ta rüzgárın yönü değişiyor. Rauf Denktaş'a hiç şans tanımayanlar bile seçimin ortada olduğunu teslim ediyor. Derin Ankara'dan siyasilere hatta iş dünyasına verilen mesaj netleşiyor: Denktaş'a köstek değil destek olun. Anlaşılan Kıbrıs sorununu çözmek yine Denktaş'a düşecek.

Kamu yönetim reformunu işletmeci diliyle anlatan, örneğin vatandaşı müşteri diye tarif eden Ömer Dinçer iktisatçıların beğenisini kazandı, ama tasarının hukuki mimarisinin zayıflığı da dikkati çekti. Dileriz mesele YÖK tartışmasına dönmez, en muhalifler bile statükoyu savunur hale gelmez.

Anti-terör işgücü


Türkiye'de 2 bin 856 kurumda 36 bin 383 özel güvenlikçi var
Yazının Devamını Oku

Markayla marketin başarı öyküsü: Saffet Abdullah

14 Kasım 2003
Haftalardır markete inat tek başına satan markaların başarı öykülerini sunuyoruz dikkatinize... Kalitesi bozulur diye malını toptancıdan, bayiden dahi esirgeyen marka sahiplerini anlattık hep. Ama bu haftaki markamız farklı: 122 yıllık güllaçcı Saffet Abdullah. Hem aile markası hem de marketle barışık.

Aile markası diyoruz... Çünkü; 122 yıl önce Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle Kırım'dan İstanbul'un Şehremini semtine göçen Saffet Abdullah'ın ilk imalathanesinin adresi değişmedi. Saffet Abdullah'ın oğulları İlhan ve Yalçın Arseven'le devam eden marka, bugün torun Erdal ve Gürsel Arseven'e emanet... Enişteler, kayınbiraderler de ya aktif olarak çalışıyor veya fazla mesaide yardımcı oluyor. Yani üretimin her halkasında aile imzası mevcut.

İşçileri bile aile halinde çalışıyor. Şirketin genel müdürü konumundaki Erdal Arseven gülerek, ‘‘Bakın aşağıda iki kardeş çalışıyor, yanlarında da hanımları’’ diyor, ardından ekliyor: ‘‘Aslında böylesi daha iyi... Çünkü diyelim ki biri hastalandı. Yerine en az onun kadar sorumlu biri geçiyor.’’

Güllaçın sırrı kazanda saklı

Güllaç yaprağı üretimini görmeden bu titizliğin nedenini anlamak zor. Güllaç hamuru dünyanın en bildik karışımı gibi geliyor insana önce: Mısır nişastası, buğday unu ve su... Ama önce hangisini karıştırmak lazım, hangi hızla kıvama getirilmesi makbul? Yalçın Arseven hamurun başında, ‘‘İşin sırrı biraz da bu kazanda gizli’’ diyor.

Güllaç hamuru özel alüminyum tavalarda pişiyor. Gözünüzün önüne üç tane ocak getirin... Har ateşten yavaş ateşe doğru giden üç ocak.

Güllaç ustası sulu hamuru tavanın üstünde hafifçe gezdiriyor. Sonra en güçlü ateşin üstüne koyuyor. Güllaç yaprağı ocakları gezerek kıvama geliyor. Tavanın işlemeleri yaprağa geçiyor.

Peki bir yaprak için ne kadar hamur gerekli?

Erdal Arseven'e göre 30 gram yeterli... 26-35 gram arası da uygun. Ama daha fazlası veya azından ya kalın veya çok ince yaprak çıkıyor.

47 yıldır Migros'ta satılıyor

Saffet Abdullah marka güllaçlar 1956 yılından bu yana, yani 47 yıldır Migros zincirinde satılıyor. Arsever Ailesi Migros'un ismini özellikle anıyor. ‘‘Migros'un kuruluşu 1954, bizim girmemiz 1956 yılı’’ diyen Yalçın Arseven, bu zincirin markalarına katkısını şöyle anlatıyor:

‘‘Migros sadece bizim ürünümüzü yaygın biçimde tanıtıp satmakla kalmadı. Bu şirketin fevkalade profesyonel satın alma ekibi diğer zincirlere geçince bizim markayı da beraberinde taşıdı. Allah için bizim yeni kurulan herhangi bir zincire girmek için fazla çaba harcamamız gerekmedi. Zaten bizi tanıyan satınalmacı siparişi eksik etmedi.’’

Rakamları biraz irdeleyince Saffet Abdullah markasının bugünkü başarısında market zincirlerinin rolü daha iyi anlaşılıyor. Türkiye'de 250 ton güllaç yaprağı tüketiliyor. Bu rakamın 110 tonu Saffet Abdullah markalı... Saffet Abdullah markalı güllaç yapraklarının yüzde 50-60'ı yani 55-65 tonu marketlerde satılıyor. Sadece Migros'un payı 25 tondan az değil.

Ramazan dışında soran çok

Ramazan dışında güllaç neden satılmaz?

Galiba Arseven Ailesi yılın onbir ayında bu soruyu duymaktan, daha da önemlisi her defasında bir daha vicdan muhasebesi yapmaktan bunalmış. Çünkü güllaç neredeyse tüm bir yıl üretiliyor ve sadece ramazan ayında tüketiliyor. Güllaç yaprağı satışlarının aylara yayılması hem üretimi hem de nakit akışını rahatlatacak. Ama Erdal Arseven'e sorarsanız, ramazan dışında güllaç soran çok, ama alan az: ‘‘Bu işin büyüsü tek bir ay tüketmek galiba... Çünkü ramazan dışında market raflarına koyduğumuz güllaç paketleri satılmadan geri dönüyor.’’

Bir de ihracat meselesi var. Güllaç yaprakları ne yazık ki yükte hafif pahada ağır... Bir kamyon malzemeden 8 kamyon güllaç yaprağı çıkıyor. Nakliye rakamları yükseliyor. Arseven Ailesi'ne beşinci kuşağı da sormadan edemiyoruz. Hem Erdal hem de Gürsel Arseven erkek çocuk sahibi... Şimdilik (biri 6 diğeri 7 yaşında) iyi anlaşıyorlar. Ama gelecekte aile mirasını tıpkı babaları gibi birlikte sahiplenirler mi, zaman gösterecek.

Hacı Salih'ten Hacı Abdullah'a emanet tat

1960 ve 70'lerde İstanbul'da her öğrencinin, bekarın veya eski tatları, tencere yemeklerini özleyenlerin tek adresi Hacı Salih'ti.

Ünlü Abdullah Efendi Lokantası'nda yetişen Hacı Salih'in (Movit) mutfağı kadar servis kadrosu da gelenekseldi. Her ramazanda -tıpkı bugün olduğu gibi- iftar açmak için saatlerce kuyruk beklenirdi. 1958 yılında Ağa Camii yanındaki Sakızağacı Caddesi'nde açılan lokanta Hacı Salih'in vefatından sonra önce oğlu tarafından işletildi. Ardından çalışanlardan Hacı Abdullah Korun ve üç ortağı 1983'te yönetimi sahiplendi. Böylece lokantanın ismi Hacı Abdullah olarak değişti. Her gün yaklaşık 130 yemek çıkan Hacı Abdullah, Beyoğlu'nda alkolsüz servise devam ediyor. (Kaynak: Genel Koordinatör Hıdır Uzun)

Keşke Abdullah Efendi Lokantası da yaşasaydı

Müslüman bir Türk tarafından 1888'de İstanbul'da Galata'da (Bugünkü adı ile Karaköy) açılan ilk lokanta Abdullah Efendi'ye aittir.

Babası da aşevi işleten Abdullah Efendi (1870-1934) İstanbul'a Kastamonu İnebolu'dan geldi. Galata'da açtığı lokantasına Viktorya adını verdi.

Lokantada müşterilere içki ikramı için Padişah II. Abdülhamit'ten bir irade-i seniye alındı. Açılıştan 2 yıl sonra, 1890'da Viktorya adı, Abdullah Efendi olarak değişti.

Abdullah Efendi'de kadınlar için Hanımlar Dairesi de vardı. Lokanta, Fındıklı'ya çok yakın olduğundan, Meclis'i Mebusan üyelerinin öğle yemeklerinin değişmez adresi haline geldi.

Abdullah Efendi, 1920'de Beyoğlu İstiklal Caddesi'ne taşındı. İşi Abdullah Efendi'nin oğlu Hikmet Abdullahoğlu üstlendi.

Lokantanın İstiklal Caddesi'ndeki yeni yerinde de içki verebilmesi için Padişah Vahdettin'den irade-i seniye alındı. Abdullah Efendi Lokantası ününü Cumhuriyet döneminde de sürdürdü.

1962 yılında, Emirgan'daki büyük arazisine taşınan Abdullah Efendi Lokantası'nı, 1972 yılında ailenin tek erkek torunu Abdullah Ongan devraldı ve 1993 yılında ailevi sebeplerden dolayı lokanta kapandı. (Kaynak: Gonca Ongan)
Yazının Devamını Oku

Kuzey Irak tezkeresi çıkarmanın tam zamanı

9 Kasım 2003
<B>SANKİ </B>kör talih sonunda Irak'ta yüzümüze güldü, öyle değil mi?.. Baksanıza, bir taşla kaç kuş vurduk. Hem Türk askeri ölmeyecek, hem de ABD ile aramız bozulmayacak, hatta belki de gönlümüzü almak için 8.5 milyar doları peşin ödeyecek. Hayal treninizin hızınızı kesmek istemeyiz ama yine de sormak zorundayız: Türkiye sizce Irak'a neden asker yollayacaktı? a) Ulusal çıkarları zorunlu kıldığı için, b) ABD ile barışmak amacıyla.

Eğer b şıkkını işaretlediyseniz mesele yok demektir. Çünkü Türkiye'nin Irak denkleminden silinmesi kararı Ankara-Washington ortak yapımıdır.

Ama eğer a şıkkını seçen azınlıktaysanız kara kara düşünme vaktidir. Çünkü bilin ki; 1) Türk askeri en kısa zamanda Kuzey Irak'tan da çekilmek zorunda kalacak, 2) Eve Dönüş Yasası ile dağa dönen kadrolar boş durmayacak, 3) Kuzey Irak'taki 5 bin silahlı PKK'lı çifte bayram yaşayacak.

Çaresi yok mu, tabii ki var. Yeter ki ‘‘Irak'a ABD askeri olarak gitmeyeceğiz’’ diyen hükümet, sözünün eri olsun.

Getirsin süresi eylül ayında dolan Kuzey Irak'a asker yollama tezkeresini TBMM'nin önüne yeniden koysun.

Dost düşman, Türk askerinin emireri olmadığını anlasın!

ABD herhalde dalga geçiyor


TÜRK-ABD ilişkilerinde istikrar ve samimiyet arayanlara basit bir testimiz daha var: ABD, Kuzey Irak'taki PKK kadrolarını tasfiye sözünü ne karşılığında verdi?

a) Türk askeri Irak'a gelsin diye.

b) Türk askeri Irak'a gelmesin diye.

c) Hem gelsin, hem de gelmesin diye.

Doğru yanıt c şıkkı olduğuna göre... Sizce de ABD, Ankara ile dalga geçiyor olabilir mi?

4 X 4 HIZLI OKUMA


Hükümetin Kıbrıs için ne dediğini değil yabancılar, Türkiye ve KKTC ahalisi bile anlayamıyor. O yüzden KKTC'deki seçim sandığı Pandora'nın kutusuna döndü. Ama bu seçimden Denktaş'ın müzakereci konumunu kaybetmesine yol açacak bir sonuç çıkması çok zor, peşinen söyleyelim.

Üçüncü talip giremeyince ihalede iki rakip anlaştı, Tekel için teklifler düşük kaldı. Ama buna da şükür demek lazım. Hiç değilse şirketlerin arkasından başbakan, bakan, medya patronu ve hatta mafya bile çıkmadan bir ihalenin sonuna geldik. Yakın maziye bakınca az iş mi?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a göre mahkemede türban yasağı ‘‘kişisel, tutarsız ve ideolojik bir yaklaşım’’. Eleştirisine saygıyla yaklaşıyoruz, ama bir de sorumuz var. AKP'nin özürlü doğacağı belli bebeğe dahi kürtaj yasağı girişimi de aynı yobaz anlayışın ürünü değil mi?

507 kiloluk eroin operasyonuna Veysel Canan'ın da ismi karışmış. Yakın tarihten bir dipnot: Yüksekova Davası da akrabası Abdullah Canan'ın Hakkari yolunda 17 Ocak 1996'da kaybolması ve 4 gün sonra ilçe yakınlarında ölü olarak bulunması ile gündeme geldi.


Karaman'da her 100 bebekten 65'i teri kokmasın diye ilk yıkamada tuzlanıyor.
Yazının Devamını Oku

Promosyon diye başlayıp marka olan kolonya Eyüp Sabri Tuncer

7 Kasım 2003
RAMAZAN kolonya mevsimidir. Ramazan'dan bir ay önce yükselen satışlar Şeker ve Kurban Bayramı sırasında yıllık zirveye dayanır. Kolonyada yıllık satışların üçte ikisi bu dört aya sığar. Eyüp Sabri Tuncer (EST) kolonyalarının ikinci kuşak patronu Sabahattin Tuncer Cumhuriyet'le yaşıt. Hem de doğum günü Cumhuriyet'le aynı!

29 Ekim 1923 doğumlu Sabahattin Bey, Ankara-Samsun yolunun 25'inci kilometresine düşen fabrikasına tepeden bakan müstakil evinde yaşıyor. Bahçesinde sebze-meyve yetiştirip Çocuk Esirgeme Kurumu'na yolluyor, ekmek çeşitleri deniyor, göleti için ısmarladığı ördekleri sabırsızca bekliyor. Ne var ki bu tarife aldanıp 80'inde emekli oldu sanmayın. Hálá gününü fabrikada geçiriyor.

BOSNA-BURSA-ANKARAHATTINDA BİR YETİM

Tuncer ailesinin Bosna'dan başlayan serüveninde ilk durak Bursa'ydı.

Eyüp Sabri'nin babası Karahasanoğlu Ailesi'nden Süleyman Bey Bursa'yı biraz daha pahalı bulunca ilçesi İnegöl'e yerleşti. Önce çiftçiliği ardından bakkallığı denedi, başarısız oldu. Zamansız vefatıyla Eyüp Sabri'yi 10 yaşında yetim bıraktı. Eyüp Sabri Bey 8 yıl boyunca tezgahtarlık yaptı, ticareti erbabından ve çekirdekten öğrendi. 18 yaşındayken 6 arkadaşıyla askere yazıldı, İstiklal Savaşı'na katıldı.

Savaştan sonra İnegöl artık Eyüp Sabri ve arkadaşlarına dar geldi. İnegöl-Bursa arasını birbuçuk günde alabilen bir yayla arabası bulup civar ilçe ve illere mal satmaya başladı. İğneden ipliğe, gömlekten çoraba kadar geniş yelpazede satışlarla Kütahya, Eskişehir ve Ankara'ya uzandılar.

Ankara'da ilk işyerini 1920'lerin hemen başında açtı, ama Sabahattin Tuncer, işe başlama tarihini 1923 yılı olarak ilan etmeyi yeğliyor.

GÖMLEĞİN, KASKETİN PROMOSYONU KOLONYA

Eyüp Sabri Bey Anafartalar Caddesi'nde Nuri Conker Paşa'nın yeni apartmanında bonmarşe açtığında çağına göre devrim yaratacak bir promosyon kampanyası düzenledi. Mağazadaki her kalemi listeledi, karşılarına kuruş cinsinden fiyatlarını yazdı, broşür haline getirdi. Broşürün arka kapağına da bir kupon ekledi. Bu kuponla mağazaya gelene bedava esans ve kolonya vaat etti. Sabahattin Bey 1936 sonbaharına rastlayan o günleri gülerek, ‘‘Belki de Türkiye'nin ilk promosyonu idi’’ diye anıyor, ardından ekliyor: ‘‘Zaten bizim ilk ve son reklamımızdı. Bugüne kadar bir daha reklama ihtiyaç duymadık.’’

Sabahattin Tuncer, Ticaret Lisesi'ni İkinci Dünya Savaşı'nın sancılı günlerinde bitirdi. Baba dükkanına girmek yerine şansını devlet kapısında denedi. Ziraat Fakültesi'nde asistanlık yaptı.

1950'lerde Demokrat Parti'nin enflasyonist politikası piyasayı yeniden canlandırınca Sabahattin Bey babası ve kardeşi Süleyman Tuncer'le ortak oldu. 1957 yılında kolektif şirkete dönüşen Eyüp Sabri Tuncer'de kolonya üretiminin ön plana çıkması Sabahattin Bey dönemine rastladı.

Sabahattin Tuncer o tarihe kadar hem hammaddesi hem de kompozisyonu yani koku özü yurt dışından getirilen kolonyada yerli imalatı denedi.

Okudu, formüller buldu, yurtdışına sipariş etti... Sonunda maliyeti altıda birine indirmenin yolunu buldu.

Eyüp Sabri Tuncer markası bu sayede satışları katladı, cirosunun yüzde 90'ını kolonyadan sağlamaya başladı.

Üç albayın emriyle Ordu Pazarı'na girdi

Bugünkü kuşak Ankaralı belki hatırlamaz ama daha 30 yıl öncesine kadar sadece Eyüp Sabri Tuncer kolonyası satan bayiler/dükkanlar vardı. Kolonya şişeleri atılmaz, bu mağazalarda el pompasıyla yeniden doldurulurdu.

Eyüp Sabri Tuncer ailesinin üçüncü kuşağı Engin Tuncer artık bayilik teşkilatının kalmadığını ama Türkiye'nin her yerinde bulunan marka haline geldiklerini vurguluyor. Babası Sabahattin Tuncer söze karışarak Eyüp Sabri Tuncer'in pazarlama macerasındaki ilginç bir kavşağı anlatıyor: ‘‘1960'a kadar kolonyayı sadece kendi mağazamızda sattık. Çok öneren oldu ama toptan satış yapmadık. 1960 ihtilalinden sonra Ordu Pazarları kuruldu, bize toptan satış yapın dediler. Önce kabul etmedik, ardından dükkana üç albay geldi, biz de ikna olduk.’’

Bugün kayıtlı kolonya pazarı yıllık 2 milyon litre. Merdiven altı tabir edilen kayıtsız üretimin miktarını kestirmek zor. Pazarda Eyüp Sabri Tuncer, Duru, Selin, Boğaziçi ve Hacı Şakir kolonyaları yüzde 10-25 pazar payı ile yarışıyor.

Kayıp müşteri fişinin parasını cebinden öderdi

Eyüp Sabri Tuncer muhasebeyi geç öğrendi ama iyi kavradı, dahası oğullarına, torunlarına miras bıraktı. Sabahattin Bey, ‘‘Muhasebe şirketin pusulasıdır, pusulasız nasıl yol bulunmazsa, muhasebesiz şirket yönetilmez’’ diyor.

Eyüp Sabri Bey'in muhasebe tutkusu sadece şirketiyle sınırlı değildi. Kişisel her harcamasını da 50 yıl boyunca günlük gibi tuttuğu küçük defterlere işledi, aldığı her yumurtanın, ekmeğin, tezgahın hesabını bildi.

Bu defterlerde sıkça geçen ‘‘müşterinin kayıp fişi’’ maddesinin sırrını Sabahattin Bey anlatıyor: ‘‘Muhasebeye çok inandığı için kimse bilmezken reyon fişi uygulamasını başlattı. Yani her müşteri aldığı malla birlikte bir fişi kasaya götürüp ödeme yapıyor. Kasada da Eyüp Sabri Bey var. Eğer müşteri ödeme yapmadan kaçarsa akşam reyon fişinin karşılığından kaçak anlaşılıyor. İşte o zaman Eyüp Sabri Bey o fişin karşılığını cebinden ödüyor, kasaya koyuyor.’’
Yazının Devamını Oku