ANKARA MERAMIMI böyle taksitle anlattığım için kusura bakmayın.
Ama tek yazıya ne hayat sığıyor, ne de tecrübe. İlk iki yazıda Abdullah Gül’ü geçmiş cumhurbaşkanı ve siyasi liderlerle kıyaslamamı yadırgayan ve kızanlar mutlaka çıktı. Zaten amacım da buydu!
Çünkü türban ezberini bozmadan Abdullah Gül’ü tartışmanın mümkün olmadığına inanıyorum.
Konjonktürel gerginliği zaman tünelinde analiz çabam bu yüzden.
* * *
Rejim muhalifine her ülkede rastlanır, ama Türkiye’de nedense sistem seri üretime ayarlıdır.
İnanmıyorsanız 12 Eylül öncesine bakın.
Türkiye’deki imanlı Marksist sayısı muhtemelen Sovyetler Birliği’nden fazlaydı.
Muhalefetin kitleselliği iki sonuç yarattı: Siyasetin merkezi sağa-sola kaydı, bu bir.
Rejim bekçisi konumundaki Türk Silahlı Kuvvetleri, elini ayağını siyasetten çekmedi, bu da iki.
Ama daha kötüsü, muhalefeti siyaseten eritemeyen yerleşik düzen faullü oynamaya başladı.
12 Eylül öncesinde her kış vakti komünizmi bekleyenler MHP’yi sokağa sürdü.
Darbeden sonra sola ve ülkücülere panzehir olarak Türk-İslam sentezi uyduruldu.
Bakıldı ki siyasi İslam yükseliyor, etnik tansiyon artıyor... 12 Eylül mağduru sol kesimin ulusalcı damarı kaşındı, İslam’a/Kürt’e karşı derin ittifaka gidildi.
* * *
Şimdi isterseniz bu şablona isimleri siz yerleştirin, dilerseniz yardım edeyim: 1970’lerin sol tehdidi, Bülent Ecevit’i rejimin ve askerin gözünde tehlikeli kıldı, merhumun başına gelmeyen kalmadı. Ama 1990’larda, Sovyetler dağıldıktan sonra Ecevit’in söylemi tehdit olmaktan çıktı. Devletle tam uyum içinde başbakanlık yaptı, son yolculuğuna rejim bekçisi sıfatıyla uğurlandı.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de aynı sırat köprüsünden geçti. İkinci siyasi yaşamında mağduru olduğu darbeleri unutmadan 28 Şubat sürecini yönetti.
Demek istediğim şu ki, yerleşik düzenin düşman eşkáli ile ittifakları;
1) Dış konjonktüre,
2) İç tehdide göre dramatik şekilde değişiyor.
11 Eylül, dünya dengelerini değiştirdi.
Türkiye’de siyasi İslam, küresel gidişe ayak uydurdu.
AB entegrasyonu yerleşik düzeni rahatsız etti.
Ve bu dönemin rejim muhalefetine simge olarak türban seçildi.
Türbanlı genç kızlar "olur mu hiç" diye boşuna tepki göstermesin. 40 yıl önceyi hatırlayan bilir, o tarihte bugün sıradan ve masum sayılan "Bağımsız Türkiye" sloganı bile sakıncalıydı.
Yani her rejim, kendi muhalifini ve simgesini seçer.
Ama düşmanlar ve müttefikler konjonktüre göre değişir.
"Bağımsız Türkiye" yüzünden yenilen dayaklar nasıl unutulduysa türban eziyeti de bir gün mazi olur.
* * *
11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Köşk’e rejim muhalifi olarak çıktı. Ama öyle kalmayacak. Çünkü önümüzdeki 7 yılda, Türkiye’ye türbandan çok daha büyük tehdit oluşturacak dış gelişmeler kapıda.
Irak, İran, Ermeni soykırımı meselesi gibi sorunlar yakında türbanı unutturur.
Abdullah Gül’ü de tıpkı geçmiş örneklerde olduğu gibi rejimin bekasına hizmet eden Cumhurbaşkanı konumuna taşırsa kimse şaşırmasın.