Elif Çongur

Ezber Bozan

31 Mayıs 2013
Önder Özen, Türkiye futbol kültürü için bir ezber bozan. Kendini çok övmenin en iyi olmak anlamına gelmediğini biliyor, kibir ve özgüveni birbirine karıştırmıyor, kendini eğitmekle kendini pazarlamak arasındaki uçurumun farkında.

Önder Özen’in Beşiktaş futbol direktörlüğü görevi açıklandığından beri, kimi “spor” programlarında, kimi yorumcuların yaklaşımları gerçekten akla durgunluk verecek cinsten. Bu kimi yorumcuların itirazlarındaki temel argümanlarından biri, Özen’in Fenerbahçe’de görev yapmış olması. Bu akıl yürütmenin vardığı “Beşiktaş’ı içten ve en tepeden çökertmek istiyorlar” sonucu, herhalde bugüne kadar üretilmiş en komik komplo teorisidir. 

Lafa “Ama Önder Özen Fenerbahçeli” diye başlayanların istisnasız tümünün, bugüne kadar futbolla ilgili kurdukları her üç cümleden birinde, anlamını çekiştire çekiştire sündürdükleri “profesyonellik” kavramını kullanıyor olmaları çok ironik. Altyapıdan yetişen futbolcu sayısının parmak hesabıyla yapıldığı bir ülkede, futbol direktörü için yuvadan yetişme şartı aramaları ayrıca ironik, sadece ironik değil, komik. 

Çok basit bir akıl yürütmeyle, sadece Mustafa Denizli örneğini düşünseler bile, futbol direktörünün ya da teknik direktörün tuttuğu takımı tartışmanın saçmalığı açığa çıkar.  Ama bu durumun altında yatan, artık genlere işlemiş olan başka bir şey var:  Mesele icat etmek, hadiseyi nimet bilmek, sansasyonel karakter sevmek.
Ama Önder Özen; hadiseden, sansasyondan, meseleden ekmek yiyenler için tam bir ezber bozan. Daha ilk dakikadan açık etti bunu. Beşiktaş’taki görevinin açıklandığı toplantıda, teknik direktörlük ile ilgili sorulara “Beşiktaş teknik direktörlüğünde gözüm yok, haddime de değil. Benim için Beşiktaş teknik direktörlüğü kolay ulaşılabilecek pozisyon değil” cevabını verdi. 

Yazının Devamını Oku

Biz futbolla uğraşırken

27 Mayıs 2013
Biz sadece futbolla, tekme tokatla, boğaz boğaza gelmelerle, muzla filan uğraşırken varlığından haberdar olmadığımız sporların adsız sporcuları başarı hikâyeleri yazıyor.

Türkiye’nin her kentinde bin bir güçlükle mücadele eden; çoğu zaman ailelerinin insanüstü çabalarıyla, kimi zaman ailelerinden gizli, pistlere, sahalara, salonlara koşan sporcular var. Yaşadıkları akıl almaz sıkıntılara rağmen spora tutunan, kısıtlı olanaklarla başarı hikâyeleri yazan sporcular var. Biz sadece futbolla, tekme tokatla, boğaz boğaza gelmelerle, muzla filan uğraşırken bunlar olmuş. Biz, “spor” ve “futbol” sözcüklerini eş anlamlı kullanırken, o sporcular bunları yapmış:

Brezilya’nın Sao Paulo kentinde düzenlenen Paralimpik Açık Yüzme yarışlarında Hüseyin Çırakoğlu 100 metre sırtüstünde üçüncü, Yakup Çırakoğlu ise 200 metre karışıkta birinci olmuş.


Rusya’nın başkenti Moskova'da yapılan Bedensel Engelliler Avrupa Halter Şampiyonası'nda Dünya ve Paralimpik Şampiyonu Nazmiye Muslu 100 kilo kaldırarak Avrupa şampiyonu olmuş.


Yazının Devamını Oku

Bana lakabını söyle

24 Mayıs 2013
Futbolun memlekete girişinden başlayarak çok yaygın biçimde kullanılan lakapların neden yok olduğu üzerine düşünmek gerekiyor. Çok uzun yıllar futbolun neredeyse olmazsa olmazı lakaplar artık neden kullanılmaz oldu?

Türkiye’de futbolculara lakap takmanın tarihi, futbol seyrinin tarihi kadar eski.

Memleketin ilk futbol efsanelerinden biri olan Aleko Kaliya, sahaların lakap sahibi ilk futbolcularından biridir aynı zamanda. Kaliya, geçit vermeyen bir savunma oyuncusudur. Lakabını da Türkiye’deki ilk futbol seyircilerinden birinden alır. 1900’lerin başında bir İngiliz takımıyla maç yaparken seyircilerden bir genç bağırır: “Bu Tahtaperde varken İngilizler hava alır!” Ertesi gün seyirciler hep bir ağızdan bağırmaya başlarlar: “Tahtaperde!, Tahtaperde!”

 

 


Yazının Devamını Oku

Üstünü örtmeden üstüne gitmek

20 Mayıs 2013
Irkçılığı reddetmekle, ırkçılığın varlığını reddetmek arasında çok büyük bir fark var. Irkçılık, elbette reddedilmesi gereken bir insanlık suçu, ama onunla mücadele, varlığını reddederek değil, varlığıyla yüzleşerek yapılabilir ancak.

Derbinin ardından gündeme oturan ırkçılık tartışmasında, her iki kulüp de çok kuvvetli bir reddetme refleksi gösteriyor. İki taraf da başka zaman yapmadıkları ağız birliğini bu reddedişte yakalamış, “Bizde ırkçılık yoktur”, “Konuyu derhal kapatalım” minvalinde açıklamalar yapıyor.


Fenerbahçe basın toplantısını, “Bu konunun burada kapanması gerektiğini düşünüyoruz” diye bitirirken, Galatasaray Başkanı “Irkçılık olayı Türkiye’nin olayı değildir. Türkiye’nin alıştığı bir olay değildir. Türkiye’de olmaması gereken ve hakikaten yabancı bir üründür. Kazaen ve tesadüfen maalesef o gün o stada düşmüştür” diyor. Ne yazık ki öyle değil.


Irkçılık sadece ten rengiyle ilgili bir şey mi, öyle mi sanıyoruz?


Kabul etmek zorundayız ki, ırkçılık, ülke sporunun en önemli gizli gündemlerinden biri. Yıllarca Diyarbakırspor maçlarından yükselen korkunç tezahüratlar düpedüz ırkçılıktır. Milli maçlarda avaz avaz  “Ayağa kalkmayan Ermeni olsun” diye bağırılması ırkçılığın hasıdır. Statlardan etnik kimliklere karşı yükselen sloganlar, Yahudi takımlarına edilen küfürler de ırkçılığın dik âlâsıdır.


Yazının Devamını Oku

Hepsi sizin olsun!

17 Mayıs 2013
Şiddetin, düşmanlığın, nefretin bu kadar güçlü pompalandığı bir coğrafyada, önümüzde 20 yaşında gencecik bir delikanlının cenazesi duruyorken derbide alınan üç puan da şampiyonluk da kimin isterse onun olsun.

Bir de kalkmış saf saf  “Alkışlasınlar”, “Tebrik etsinler birbirlerini” filan diyoruz.
Biri şampiyon olmuş, biri üç kulvarda mücadele etmiş iki takımın karşılaşmasında birazcık centilmenlik konuşsun diye ümit ediyoruz.
Nihayetinde “oyundur” diye düşünüyoruz.

Yöneticilerden sağduyulu açıklamalar bekliyoruz.
Örgütlü taraftar olunsun ama çeteleşme olmasın istiyoruz.
Hatay’da yaşanan tarifsiz acı öylece dururken,
Beşiktaş maçı öncesinde küçücük çocuklar biber gazıyla tanışırken,

Yazının Devamını Oku

Kalplerden cennete

13 Mayıs 2013
Bu yazı, burada adları anılan ve anılamayan, spor yaşamları sırasında; maçta, antrenmanda, müsabaka yolunda hayatlarını kaybeden tüm sporcular için bir saygı duruşu olsun.

5 Eylül 2012’de kalp krizi geçirerek 26 yaşında hayatını kaybeden Ediz Bahtiyaroğlu anısına çekilen “Kalplerden Cennete” adlı belgesel, 14 Mayıs’ta gala yapacak. Eskişehirspor taraftarının Ediz Bahtiyaroğlu için bir koreografi hazırladığını duyan Mustafa Çağlar İlim, taraftarın Ediz’e vedasını belgesel haline getirmek için yola çıkar. Gerekli donanımı yakınlarından toplar, koreografi için gereken maddi desteği Koreoeses taraftar grubunun açtığı hesaba para yatıran Eskişehirspor taraftarları sağlar. Belgeselin çekilme hikâyesi aynı zamanda bir unutturmama çabasının, bir vefa borcu ödeme derdinin ürünü. Bir veda ve vefa hikâyesi.

Spor tarihi, Ediz Bahtiyaroğlu gibi sağlıklı ve genç bedenleriyle ölüme çok uzak gibi görünen pek çok sporcunun zamansız vedasını yazar…

Kırmızı-beyaz ve siyah

20 Ocak 1989’da Samsunspor takımı, Malatyaspor maçına gitmek için yola çıkarken, aynı şehrin takımı Çarşambaspor kafilesi de Diyarbakır deplasmanı için yola çıkar. İki takım otobüsü yolda ara ara karşılaşırlar, sonra aralarına mesafe girer. Çarşambaspor kafilesi, Samsunspor otobüsünü Havza çıkışında kamyonla çarpışmış ve şarampole yuvarlanmış olarak bulur. Kazaya ilk müdahale eden onlar olur, yaralıları taşırlar, hastaneye yetiştirirler, kan verirler.



Yazının Devamını Oku

Ah Sinyor!

10 Mayıs 2013
2012-2013 Futbol sezonunun şampiyonu Galatasaray’ın şampiyonluğu kutlu olsun, Gündüz Kılıç ve Metin Oktay’a selam olsun

2012-2013 Futbol sezonunun şampiyonu Galatasaray, profesyonel futbol liginin ilk şampiyonluğunu 1961-1962 sezonunda alır. Takımın başında Galatasaraylıların babası Gündüz Kılıç vardır.


Gündüz Kılıç’ın futbol aşkı Galatasaray Lisesi İlk Mektebi’ne gittiği yıllarda başlar. Tatil günlerinde kardeşleriyle Taksim Stadı’nda izlediği maçların etkisiyle kendisini lisenin bahçesinde futbol oynarken bulur. 1932 yılında üzerinde ilk kez sarı kırmızı renklerle Galatasaray Lisesi’nin büyük avlusunda maça çıkar. Lakabını 20-0 biten Vefa maçında attığı 14 golden alan Leblebi Mehmet’in gözüne girer,  genç takım kadrosuna alınır. 
Bu yıllarda, sonradan Galatasaray Kulübü’nde başkanlık yapacak, milli bir futbolcu da olan müdür muavini Muslih Peykoğlu’nun dikkatini çeker. Futbolculuk kariyeri Muslih Hoca’nın “Gündüz, hemen kulübe gel, birinci takımda oynayacaksın” cümlesiyle rüya başlar. İlk maçında 2-0 yenik olan takımı adına üç gol atar, aynı yıl şampiyonluk yaşar.


1938 yılında futbola ara vererek yükseköğrenim için Almanya'ya gider, forması, dönene kadar onu bekler. 1948’de “umumi kaptan”lık görevi alır, 1952’de Fenerbahçe’ye karşı futbolcu olarak son maçına çıkar. Aynı yıl içinde Galatasaray’da antrenörlük serüveni başlar.
Gündüz Kılıç ile ilk şampiyonluk 1954-1955 sezonunda, İstanbul Ligi’nde yaşanır. Bir sonraki sezon hem Galatasaray’ın hem Türkiye futbol tarihinin seyrini değiştiren bir adım atar. Rivayet şöyledir: Baba Gündüz’ün “Bu iyi futbolcu olur” dediği tüm futbolcuların yıldızlaştığına, “Bundan olmaz” dediklerinin silinip gittiğine inanılır. Bir gün İzmirspor’da oynayan bir futbolcu için haber gelir. Gündüz Kılıç atlar İzmir’e gider, futbolcuyu izler, merakla ağzından çıkacakları bekleyenlere “Beni İstanbul’dan bu adam için mi getirdiniz?” deyiverir. Onlar Baba Gündüz’ün ne dediğini anlamaya çalışırlarken, o çoktan kulübe haber yollamıştır: “Metin Oktay’ı izledim, bu çocuğa hemen imza attırın!”


Yazının Devamını Oku

Büyüklük sizde kalsın

6 Mayıs 2013
Birilerinin futbola dair hâlâ umudu var. O umudun sahipleri, Fenerbahçe taraftarı olasılıkla Kadıköy’e şampiyon olarak gelecek olan Galatasaray’ı alkışlasın diyor.

 

Fenerbahçe yöneticisi Abdullah Kiğılı’nın “Galatasaray, stadımıza şampiyon olarak gelirse alkışlarız” açıklaması, memleket futbolunun ahvali için hâlâ umudu olanların dışında tepkiyle karşılandı.
Tıpkı bir zamanlar Özhan Canaydın’ın, Aziz Yıldırım’ı tebrik etmek için uzattığı elden sonra yaşananlar gibi, her iki taraf da meseleyi taşıyabilecekleri en uç noktalara kadar taşıdı. Oyunun dışı yine fena halde karıştı, her kafadan bir ses çıktı, kazananı tebrik etmek, alkışlamak dünyanın en zor, en uzak, en mühim hadisesine dönüştü.

 
Oysa oyunun içine bakıldığında görülen fotoğraf çok farklı.


Benfica- Fenerbahçe maçı örneğin, oyunun içine dair çok kıymetli birkaç fotoğraf kazıdı hafızalarımıza.

Yazının Devamını Oku