Paylaş
Derbinin ardından gündeme oturan ırkçılık tartışmasında, her iki kulüp de çok kuvvetli bir reddetme refleksi gösteriyor. İki taraf da başka zaman yapmadıkları ağız birliğini bu reddedişte yakalamış, “Bizde ırkçılık yoktur”, “Konuyu derhal kapatalım” minvalinde açıklamalar yapıyor.
Fenerbahçe basın toplantısını, “Bu konunun burada kapanması gerektiğini düşünüyoruz” diye bitirirken, Galatasaray Başkanı “Irkçılık olayı Türkiye’nin olayı değildir. Türkiye’nin alıştığı bir olay değildir. Türkiye’de olmaması gereken ve hakikaten yabancı bir üründür. Kazaen ve tesadüfen maalesef o gün o stada düşmüştür” diyor. Ne yazık ki öyle değil.
Irkçılık sadece ten rengiyle ilgili bir şey mi, öyle mi sanıyoruz?
Kabul etmek zorundayız ki, ırkçılık, ülke sporunun en önemli gizli gündemlerinden biri. Yıllarca Diyarbakırspor maçlarından yükselen korkunç tezahüratlar düpedüz ırkçılıktır. Milli maçlarda avaz avaz“Ayağa kalkmayan Ermeni olsun” diye bağırılması ırkçılığın hasıdır. Statlardan etnik kimliklere karşı yükselen sloganlar, Yahudi takımlarına edilen küfürler de ırkçılığın dik âlâsıdır.
Buradaki diğer hassas nokta ırkçılığı reddetmekle ırkçılığın varlığını reddetmek arasındaki büyük farkta gizli. Irkçılık, elbette reddedilmesi gereken bir insanlık suçu, ama onunla mücadele, varlığını reddederek değil, varlığıyla yüzleşerek yapılabilir ancak.
Dolayısıyla Ünal Aysal’ın“Yaşananları süratle unutmamız gerektiğini ve bunun Türkiye’ye zararlı olacağını, bu konuda fazla ısrar edersek Türkiye’ye zarar vereceğimizi düşünüyorum. Bunu bir kaza olarak görelim. Bu işi kapatalım” cümlelerini baştan aşağı tersine çevirmek gerekiyor. Yaşananları değil unutmak mıh gibi aklımızda tutmalıyız. Esas, unutmanın zarar vereceğini bilmeliyiz. Bunu bir kaza olarak değil, savaşılması gereken bir illet olarak bellemeliyiz. Bu işi kapatmamalı, üstünü asla örtmemeliyiz.
Bir daha asla
Zamanında Bursaspor-Diyarbakırspor maçında duyduğumuz ırkçı tezahüratlardan sadece “Kötü tezahürat” diye söz edilip geçilmeseydi, bugün ırkçılıkla mücadelede çok başka noktalara gelinmiş olurdu.
Memnun olmadığı futbolcudan “Yamyam” diye söz eden yöneticilere gerektiği gibi yaklaşılsa bugün işler başka türlü yürürdü.
Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra tribünlere beyaz bere ile gelenler, “Hepimiz Ogün’üz” sloganını atanlar yok sayılmasa, unutulmasa, münferit kabul edilmese, acımız ve utancımız ikiye katlanmazdı. Bir daha asla böyle bir acıyı yaşamayacağımıza dair umudumuz olurdu.
Irkçılık sıradanlaştığında
Üstelik ırkçılığın en tehlikeli olduğu zeminlerden biri sıradanlaştığı, olağanlaştığı zemindir. Tanıl Bora’nın dediği gibi zaten sıradan ırkçılık böyle bir şeydir. Üzerine düşünmeden, özel bir şey kastetmeden, kendiliğinden, öylesine, doğallıkla yapar, söylersiniz. “‘Hiç öyle düşünmedim’ dersiniz, zaten mesele de odur. Hiç düşünmeden söylüyorsunuzdur. Irkçı kalıpların sıradanlaşmış, doğallaşmış olmasının zilleti ve kuvveti buradadır. Irkçılık ‘şuuruyla’ davranmayan birisi de ırkçı söz ve fiillere meyledebilir. Büyük bir kolaylıkla yapabilir bunu. Çünkü işte o sözler doğallaşmış, sıradanlaşmıştır. Sıradan ırkçılık ve onun kuvveti tam da buradadır. Mesele, ırkçı sözü ve fiili tespit etmek, buna duyarlı olmaktır.”
Öyleyse, ırkçılıkla mücadele edebilmek için yokmuş gibi davranma refleksinden hızla uzaklaşmak gerekiyor. Üstünü örtmeden, üstüne gitmek gerekiyor.
Kaldı ki tribünlerde ve sahalarda şahit olduklarımız, toplumsal, sosyal ve politik alanda yaşadıklarımızın izdüşümü. Tribünlerin ırkçılığı kendi başına yarattığını düşünmüyoruz herhalde.
Yazarın son yazıları |
#14 Mayıs 2013 Hepsi sizin olsun!
#7 Mayıs 2013 Kalplerden cennete
#4 Mayıs 2013 Büyüklük sizde kalsın
#30 Nisan 2013 Gizli spor emekçileri Bayramınız kutlu olsun!
#27 Nisan 2013 İkili delilik
#23 Nisan 2013 Renkler ayrı dertler aynı
#20 Nisan 2013 2013 Git evinde oyna!
Paylaş