Çocukların geleceği ile ilgili endişe ve kaygı duymak yerine doğru tasarlama yapılırsa, endişeden eser kalmaz ve hata yapma riskiniz sıfırlanır. Doğru yazarların ve kitapların okunmasıyla da güzel bir yol çizilebilir.
İşte ben de kendimce tüm deneyimlerimi ve bilgilerimi sizlere buradan aktarıyorum ki faydalı olabileyim.
* * *
Şu anda lise çağında olan gençlere ve onların anne-babalarına neler önermeliyiz? Gelecek tasarımlarını yapacak gençler için nelere dikkat etmeleri konusunda Psikolojik Danışman/Eğitim ve Kariyer Danışmanı Yasin İkizoğlu ve Eğitimci-Yazar Aykut Açkalmaz ile geçen haftaki sohbetimize yepyeni bir konuyla devam ediyoruz:
“Kendini tanımış, kişilik özelliklerini bilen bir öğrenci 21. yüzyıla nereden bakmalı, neleri fark etmeli?”
21. YÜZYILIN MESLEKLERİ
* Yapay zekâ ve makine öğreniminde:
2022 yılında üniversite sınavına başvuran adaylardan bir yükseköğretim programına yerleşmiş veya kayıtlı aday sayısı 389 bin 823, üniversite mezunu olan aday sayısı 293 bin 136, üniversiteden kaydı silinen ve sınava başvuran aday sayısı da 80 bin 699. 2022’de üniversite ile tanışmış 763 bin 658 öğrenci yeni bir arayışın içine girdi bile. 2017 yılında 2 milyon aday üniversite sınavına başvurmuş. Bu adayların 156 bini üniversite mezunu, 373 bini ise üniversitede okuyan adaylardan oluşuyor. Yaklaşık 2 milyon adayın yüzde 26’sı yeni arayışın içinde olan ve yeniden bir kariyer inşa etme çabası içinde yer almış. Elbette bu öğrencilerin hepsi yanlış alan ve meslek seçiminden dolayı sınava tekrar girerek hayatlarına yön vermiyorlardır. Ancak büyük bir çoğunluğu tercih ettikleri meslek ile üniversitede tanışınca çok geç bir farkındalık yaşıyorlar. Gençler daha 10’uncu sınıftan itibaren savruluyor ve bunu ancak üniversiteye gidince, hatta mezun olduğunda anlıyorlar. Bir o kadar gencin de cesaret edip sevmediği, mutlu olmadığı bölümü değiştiremediğine de emin olun.
ÇÖZÜM NEDİR? ALAN SEÇİMİ NE ZAMAN VE NASIL BELİRLENMELİDİR?
Size bu konuda bir önerim olacak çünkü kendi ekibim ile bunu yaparken çok başarılı sonuçlar alıyoruz ve bunun yaygınlaşmasını istiyoruz. Çözüm şu; öğrencilerin daha 10’uncu sınıfta hangi alana yatkın olduklarını kişilik testi ve bilişsel testler ile tespit etmek ve veriler ışığında kararlar vermek.
TESTLERİN SONUÇLARI BİR İNSANI TÜM YÖNLERİ İLE İZAH EDER Mİ?
Eğitim ve Kariyer Danışmanı Yasin İkizoğlu ve Aythink Gelişim Kurucusu Eğitimci Yazar Aykut Açkalmaz bizzat benim öğrencilerime de bu testleri yapıyorlar. Kendileri ile yıllar önce tanıştığımızda bu yukarıda ki soruyu onlara ben de sormuştum. Bakın neler diyorlar:
1-
Hepinizin çocukları akıllı değildir. Yani ‘bizim çocuk çok değişik hocam acayip zeki’ söylemlerini istisnasız hepinizden duyarız. Hepinizden duymamız demek dünya üzerinde her çocuğun zehir gibi akıllı olduğuna inanmak demektir. Bu söylemleri şöyle değiştirmek lazım; ‘hepinizin çocuğu muhteşem bir zekâya sahip değildir ama hepsi özeldir ve mutlak surette bir becerisi vardır.’ Yani hepinizin çocukları beceriklidir. Nelere yatkın, hangi becerilerde parlar, hangi mesleği seçmeli, nerede eksikleri var ve bu eksikleri nasıl artıya çeviririz bunlara bakmak lazım. Kim yapacak bunu? Öncelikle aile izleyecek sonra eğitimciler, danışmanlar. Kendinize ve çocuğunuza eğitim yolculuğunuzda doğru yol arkadaşları seçerseniz işte o zaman her çocuk farklı zekâ seviyeleri olsa da başarılı olacaktır. Bir örnek; dünya üzerinde o kadar çok ünlü oyuncu var ki disleksi olan isimleri yazsam inanamazsınız. Hikâyelerinde hep bir hoca var, çocuğun velisine ‘drama derslerine yazdırın orada parlayacaktır’ demiş ve veli de çocuğu tiyatroya yönlendirmiş. Alın size öğrenme bozukluğu olduğu halde hayat başarısında oskarı almış, ipi göğüslemiş insanlar. Yani şimdi bu çocukların bir eksiği mi vardı? Hayır becerileri farklı yöndeydi o kadar. Size bu yazımda tek tek öğrenme bozukluklarının ne olduğunu yazacağım ve lütfen evlatlarınızda da bunların olabileceğine, onları bu konuda desteklemeniz gerektiğine ve onların becerilerini bulup ona göre yönlendirmeniz gerektiğine inancınız olsun.
DİSLEKSİ NEDİR?
Zekâsı normal ya da normalin üstünde olan bireylerin, standart testlere göre yaş, zekâ düzeyi ve aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda okuma, konuşma, akıl yürütme, matematik ve yazılı anlatım düzeyinin beklenenin önemli ölçüde altında olmasıyla tanısı konulan bir bozukluktur.
*Harfleri ve onlara ait olan sesleri karıştırabilirler.
*Yeni kelimeleri öğrenmekte gecikebilirler.
*Konuşmada gecikebilirler.
Lakin 26 yıl boyunca her yıl yüzlerce veli ve “eserleri” ile karşılaşmış, çalışmış, hayatlarının en önemli yolculuklarında onlara eşlik etmiş bir hoca olarak gözlemlerimin kıymeti de göz ardı edilmemeli bence. Şimdi gelelim gözlemlerimde en çok rastladığım veli profiline. Hani o demokratik, empatik, anlayışlı, destekleyici, ödülün de cezanın da dozunu iyi ayarlayabilen serbest ebeveynlik vardır ya onun tam zıttı ‘helikopter ebeveynlik’ en yaygın olanıdır. Son yıllarda geniş kitleler tarafından biliniyor olması sebebiyle yeni bir terim gibi görünse de helikopter ebeveynlik aslında yeni değil. İlk defa Dr. Haim Ginott’un 1969 yılında yayımlanan Ebeveynler ve Ergenler isimli kitabında kullanılan bu terim, ergen çocukların anne-babalarını “helikopter gibi” diye tanımlamasıyla ortaya çıkıyor ve 2011 yılında ise sözlüklerdeki yerini alıyor. Her anne ve baba çocuğuna destek olmak ister bu çok doğaldır fakat bu destek olma çabası bazı ebeveynlerde bir üst seviyeye çıkıyor ve çocuğun etrafında bir helikopter gibi dönmeye başlıyorlar. Her şeye hâkim her konuda öne atılan kendileri bir anda bir gün yoruluyor ve şöyle diyorlar; “Hocam kendi başının çaresine baksın artık İngiltere’de ya da artık nereye okumaya gönderilecekse.” Kendi başının çaresine bakmasını öğretmediğiniz çocuklar kendileri dahil kimsenin başının çaresine falan bakamıyor. Her şey için çok gecikmiş oluyorsunuz. Anlıyorum helikopter dön dön yoruldu, yakıtı bitti ya da arıza çıkardı olur ya hastalık var ölüm var bu dünyada. Tepelerinde dönüp durmak yerine aşağıda onlarla yan yana sakin ve bilinçli adımlar ile yürüseniz ne güzel olmaz mı? Çünkü emin olun işe yaramıyor yaptıklarınız. Çocuğun hayatı ile aşırı ilgili olma durumu geri tepiyor ve faydadan çok zarar görüyorlar. Hiçbir şeyi kendileri beceremeyen, kaygı bozuklukları olan evlatların nasıl zorlandığını gördükçe ben çok üzülüyorum. Yapmayın.
HELİKOPTER EBEVEYNLERİN DAVRANIŞ ÖRNEKLERİ AŞAĞIDA: BAKIN BAKALIM SİZDE KAÇ TANESİ VAR
*Kötü bir şey olmaması veya eğer olursa da hemen müdahale edebilmek için çocuğun etrafında dört dönmek.
*Bir problem ya da görevle uğraşan ve mücadele eden çocuğun yanına giderek sorunu onun yerine çözmek ya da görevi onun için yerine getirmek.
*Çocuğun kendi kendine giyinmesine izin vermemek, onu giydirmek.
*Kendi kendisine yemek yiyebilecek yaşta olan çocuğa yemek yedirmek, içeceklerini koymak. Yurt dışında bir bakın etrafınıza anneler çocuklarının peşinde kaşık ile koşuyor mu?
Kadınların baskı altında tutularak özgürlüklerinin kısıtlandığı, kız çocuklarının okula gönderilmediği hangi ülke var gelişmiş olan? Bunların olduğu ülkelerin hepsinde savaş ve hepsinde kargaşa yok mu? Çünkü kadının gelişmesine izin vermezsen toplum da gelişmez. Evde sadece ve sürekli yemek yapmak ile dişi kuş artık yuva falan yapmış olmuyor. Hayat çok daha hızlı ve çok daha rekabetçi...
Salonlara tıkılmış, tüm gün gelin-kaynana programlarının izlendiği -sözüm ona- yuvalarda maalesef artık günümüze ayak uydurabilecek çocuklar yetiştirilmiyor. Arada çok iyi örnekler çıkabiliyor, biliyorum, onları tenzih ederek imkânı olan herkesin her yaşta kendisini eğitmesi gerektiğine, özellikle kız çocuklarına “Büyüyünce gelin olacaksın, kocana saygı duyacaksın, önce yemek yapacaksın” demeden çağdaş, eğitimli, başları dimdik gökyüzüne bakan dünya insanları yetiştirmenin dünya üzerindeki birçok sorunu çözeceğine inanıyorum.
KIZ ÇOCUKLARI NEDEN OKUTULMALI?
1-Kimseye muhtaç olmadan hayata devam edebilmenin hazzını yaşamaları için okutulmalı.
2-Bağnaz zihniyetin ile hastaneye düştüğünde, kadın doktor bulabilmen için okutulmalı.
3-Erkeklerin özellikle boşanırken çoğunlukla uyguladığı ekonomik şiddete maruz kalırken kendisine ve çocuklarına yetebilmesi için okutulmalı.
Şimdi sizi hepimizin artık az çok aşina olduğu ‘disleksi’ kelimesine benzer bir bozukluk olan ‘diskalkuli’ sorunu ile tanıştırayım. Diskalkuli, yaşı veya yeteneği ne olursa olsun herkesi etkileyebilen, sayıları anlamada sürekli bir zorluktur. Hem genel halk hem de öğretmenler tarafından daha az bilinir ve diğer öğrenme güçlüklerine kıyasla daha az araştırılmıştır. Diskalkuli olan çocuklar, basit sayma, toplama, çıkarma ve çarpma gibi temel matematik becerilerini ve kavramlarını ve çarpım tablolarını öğrenmekte zorlanabilirler. Daha sonra, örneğin ödünç alma ve devretme gibi daha gelişmiş matematiksel gerçekler ve prosedürlerde zorluk yaşayabilirler, aynı zamanda kesirleri ve oranları da anlamayabilirler. Diskalkuli çocukları, sadece matematik derslerinde değil maalesef müfredatın tüm alanlarında zorlanabilirler. Bu kalıcı zorluklar, genel olarak ortalamanın altında bir yetenek düzeyi veya diğer gelişimsel bozukluklarla açıklanamaz. Bununla birlikte diskalkuli olan çocuklar, disleksi ve DEHB (dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu) gibi başka öğrenme güçlükleri de yaşayabilirler. Bu yüzden oldukça önemsenmesi ve çözüm arayışlarına girilmesi gereken
bir sorundur.
MATEMATİKSEL ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ ÇEKEN ÇOCUKLARI DESTEKLEMEK İÇİN BAZI PRATİK İPUÇLARI
1-Destekleyici araç gereç kullanın
Diskalkuli olan çocuklar, basit toplamaları ve matematik problemlerini çözerken bile yararlı ek pratik destekler bulabilirler. Genellikle parmakları veya abaküs gibi pratik yardımcıları kullanmaları gerekebilir. Setler veya gruplar oluşturmak için sayaçlar ve boncuklar kullanmanın yanı sıra matematik problemlerinin yanıtlarını bulmak için sayı çizgilerini kullanmaktan yararlanabilirler.
2-Problemi parçalayın
Çocuklara bir probleme nereden başlayacaklarını ve matematik problemlerini nasıl parçalara ayıracaklarını belirleme stratejilerini öğretmek, iyi bir başlangıç noktası olabilir. Örneğin ebeveynler ve öğretmenler, çocukları belirli sorunları çözme stratejilerini hatırlamalarına yardımcı olacak şarkılar ve anımsatıcılar kullanmaya teşvik edebilirler.
Peki bu iyi olabilme haline ulaşabilmek için gün içerisinde ağzımıza tıkıştırdığımız şu vitaminler yetiyor mu? Hayır. Gelin sizi en iyi versiyonunuza ulaşma ve iyi hissetmenize yardımcı olacak harika eğitimler ile tanıştırayım. Tabii ki önce yaratıcısı ile tanışalım bakalım bize nasıl bir yol çizecek. Umay Bilim Sanat Yaşam Merkezi’nin kurucusu Sevgili Ayşen Mehtap Kurbanzede’ye öncelikle merkezin isminin nereden geldiğini sordum. Çok derin bir öyküsü olan bu merkeze Türkiye’ye gelir gelmez uğrayacağımdan eminim.
Umay ismini nereden alıyor?
Simurg’un hikâyesindeki Anka kuşundan etkilenerek, kendi hikâyemde de küllerinden yeniden doğan biri olarak mekânımın da kendini bulma yolculuğunda kapımızı çalacak kişilere hizmet etmesi niyetiyle Türk mitolojisinde doğum ve bereketin sembolü olan tanrıçanın Umay Ana olması etkisiyle bu ismi koydum. Doğurganlık tanrıçası olarak da tanımlanan Umay Ana, kadınların, çocukların, hayvanların, yavru hayvanların ve bunların ilişkili olduğu doğanın koruyucusu ve destekçisidir. Farklı kültürlerde ve mitolojilerde karşılaştığımız toprak ana, ana tanrıça figürünün Türk mitolojisindeki karşılığıdır. Umay kelimesi öz Türkçe ummak, dilemek, sözcüklerinden türemiştir. Kısacası kendini yeniden dönüştürmek isteyen, kendini bilme yolculuğuna eşlik eden bir yeriz. Umay isminin titreşimi çok kuvvetli ve bilge. Kökleri çok eski zamanlara dayanan bilgeliği, bilim, sanat ve yaşam merkezi olarak konumlandırdığımız Suadiye’deki alanımızda zamanın ruhuna aktarıyoruz. Ataerkil düzen öncesinde, anaerkil düzende kadının, dişil enerjinin, beslemenin ve beslenmenin, merhametin, paylaşımın önemini gözeterek bu alanı açtık. Niyetimiz kendiyle çalışmaya, kendi içindeki farklı yönlerini ve hayatın içindeki çeşitliliği görmeye, deneyimlemeye, keşfetmeye gönüllü ve hazır olan herkesi bu alanda ağırlamaktan heyecan ve onur duyuyoruz.
Ayşen Mehtap Kurbanzede
Umay’da neler yapıyorsunuz?
Artık kabul etmeliyiz ki tüm bunlar - okul da dahil olmak üzere- çocukların ve gençlerin günlük yaşamlarının bir parçası. Yani olan oldu. Hele ki pandemi’den sonra bu daha da yoğunlaştı. Lakin çocuklar ve gençler için çok fazla ekran başında kalma veya çevrim içi etkinlik risklerine ilişkin endişeler, eğitim ve eğlencede teknoloji kullanımının faydalarının artık çok belirgin olmasından dolayı biraz olsun hafifledi. Çoğu okul ve sosyalleşmenin çevrim içi hale geldiği pandemi sırasındaki yaşam deneyimi, teknoloji kullanımına yönelik tutumları da değiştirdi. Herkes bu değişime mecbur bir şekilde ayak uydurmak durumunda kaldı. Şu an biz yetişkinler bile “Bu Zoom toplantıları olmadan eskiden ne yapıyorduk” diye sorgular olduk. Teknolojinin eğitime ya da gençler üzerindeki etkisine dair en iyi geri bildirimleri şüphesiz öğretmenlerden alırız. Çünkü öğretmenler, çocukların ve gençlerin cep telefonları gibi teknolojiyi nasıl kullandıklarını ve onlar üzerindeki etkisini değerlendirmek söz konusu olduğunda benzersiz bir konumdadır. Bu konuda siz okurlarımıza, yurt dışından bazı eğitimcilerin birebir kendi ağızlarından yorumlarını aktaracağım. Bakalım onlar da bizim kadar iyimser ya da kötümser mi?
YURT DIŞINDAN EĞİTİMCİLERİN TEKNOLOJİ İLE İLGİLİ YORUMLARI
İngiltere’nin dört bir yanındaki bazı eğitimcilere (farklı geçmişe, yaşa ve mesleki deneyime sahip), ‘çocukların ve gençlerin teknolojiyi kullanma deneyimlerini’, ‘pandemi öncesi ve sırasında duygularını, davranışlarını ve öğrenmelerini nasıl etkilediğini düşündüklerini’ sormuşlar. Cevaplardan biri şu:
“Çocukların alışkın olduğu şey budur ve bu onları daha meşgul eden derse angaje olmalarını sağlayan, bizim öğretimimize de bu anlamda katkıda bulunan yararlı bir araçtır.”
* * *
Ayrıca, öğretmenlerin teknolojinin çocukları ve gençleri güçlendirmede oynayabileceği rol konusunda da iyimser oldukları gözlemlenmektedir. Teknoloji ile güçlenen gençliğe örnek olarak bir eğitimcinin şu yorumu örtüşüyor: