15 Ekim 2003
Evdeki 'zararsız' gibi görünen birçok şey, okul öncesi çağdaki çocuklar açısından tuzak işlevi görür. Bu tehlikelerin başında da onların erişebileceği yerlere bırakılmış, şekeri andıran ilaç kutuları gelmektedir. YANDAKİ öykü, çocuk kliniklerine zehirlenme ile yatan birçok çocuğun ortak öyküsü olarak okunabilir ve bu çocukların her zaman evlerine dönemediğini çocuk hekimleri iyi bilir. Okul öncesi çağ (3-6 yaş) olarak da isimlendirilen oyun çağı, yürüme ile elde edilen 'biyolojik özerkliğin' tadının çıkarıldığı, çocukluğun en güzel dönemidir.
Çocuklar başta renkli kutular ve şişeler olmaz üzere yeni gördükleri her şeyi bir oyun aracı olarak algılarlar. Kapalı gördükleri her şeyi ağızlarına götürmek isterler. Bu dönem çocuklarında tehlike algılaması yeterince gelişmemiştir, bu nedenle de ev içlerindeki 'zararsız' gibi görünen birçok şey onlar açısından tuzak işlevi görür.
Çocukları ev içlerinde bekleyen tehlikelerin başında onların erişebileceği yerlere gelişi güzel bırakılmış ilaç kutuları gelmektedir. Çocukluk çağında en sık zehirlenme ilk beş yaşta olmakta, bunların yüzde 50'sinden fazlasını ilaç zehirlenmeleri oluşturmaktadır. Peki yaşamlarının en renkli döneminde çocuklar, ilaç kutularına gizlenmiş tehlikeden nasıl korunabilir?
Tehlikeyi kilitleyin
Zehir danışma merkezlerinden elde edilen bilgiler, oyun çağındaki çocuklarda en sık zehirlenmeye Aspirin ve depresyon ilaçlarının neden olduğunu göstermektedir. Son yıllarda, depresyon ilaçlarının kullanımı arttığından, bu ilaçlara bağlı zehirlenmelerin sıklığında belirgin bir artma olduğu gözlenmektedir. Örneğin deprem sonrası depresyon ilacı kullanımının yaygınlaşması nedeniyle son 1 yılda Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği'ne yatırılan zehirlenme vakalarının çoğu depresyon ilaçlarına bağlı zehirlenme vakalarıdır.
Hiç kuşku yok ki çocukları her türlü tehlikeden korumak öncelikle anne ve babaların görevidir. Yapılacak ilk şey evdeki bütün ilaçların çocukların erişmeyeceği yerlerde saklanmasıdır.
Bunun yanında çocukları ilaç zehirlenmelerinden koruyacak esas önlem ilaçların çocukların açamayacağı şekilde ambalajlanması yani 'kilitli kutu'lara konmasıdır. Bu uygulama ABD'de 1970 'de başlatılmış ve tek başına bu önlemle Aspirin zehirlenmesi sayısı 6 yıl içinde 8146'dan 3575'e düşürülmüştür.
Ne yazık ki başta Aspirin ve depresyon ilaçları olmak üzere ülkemizde satılan ilaçların çoğu çocukların açabileceği şekilde ambalajlanmaktadır. Bu nedenle de oyun çağındaki çocuklar yukarıdaki öyküde olduğu gibi ilaç zehirlenmesi riski ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda ülkemizde de, zehirlenmelere neden olan ilaçların 'kilitli kutu' olarak ambalajlanması sağlanmalıdır. Dileriz bu çağrıya başta Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü olmak üzere ilaçla ilgili kuruluşlar kulak verir ve çocuk hekimlerinin yüreğini sızlatan öyküler son bulur.
Prof.Dr. Şükrü Hatun
Dr. Erdem Gönüllü
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı
(ÖYKÜ) 2.5 yaşında erkek çocuğu, 7/10/2003 günü uykuya eğilim ve ilaç zehirlenmesi şüphesi ile servisimize yatırıldı. Yatış günü saat 12:00'de annesiyle birlikte babaannesinin evine giden çocuk, annesinin odada olmadığı bir anda babaannesinin kullandığı Laroxyl adlı ilaçtan beş tanesini içmişti. Daha önce de bu ilaçtan içmek istediği biliniyormuş ve neden istediği sorulunca şekere benzediğini söylemiş. Çocuğun sözü edilen ilaçtan yaklaşık olarak kilosu başına 10 mg aldığı ve bu dozun 'öldürücü' doza çok yakın olduğu belirlendi. Hasta bu ilaca bağlı kalp ve sinir sistemi bulguları açısından yoğun bakım ünitesinde izlendi. İlacın kandan temizlenmesi süresince herhangi bir sorun olamayınca taburcu edildi.
SORULAR-SORUNLAR
Hepatit B taşıyıcısıyım
Hepatit B taşıyıcısı olduğumu 3 yıl önce Türkiye'de öğrendim, doktorlar kimseye kan vermezsen bir problem yok dediler. Bundan sonra vücudumun bu mikrobu atma şansı var mı? Bu hastalığa bir çare bulunma ihtimali var mı? K.K.
Aralarında hepatit B'nin de yer aldığı virüs hastalıklarının antibiyotik benzeri ilaçlarla kesin tedavisi en azından bugün için söz konusu değildir. Bu hastalıkları insan vücudu genellikle kendi bağışıklığı ile yener.
Siz şu anda hasta değilsiniz, belirli aralıklarla test yaptırarak hastalanıp hastalanmadığınız kontrol ettirin ve yakın çevrenizdeki kişilerin aşı olmasını sağlayın. Bu gibi hastalıklarla mücadelede en geçerli yöntem aşılanmaktır. Aşı ile korunulması mümkün olan bir hastalıkta, risk yaşamak anlamlı değil. Hele ülkemizde sizin gibi virüs taşıyıcı kişilerin çok sayıda olduğu, berber, manikür, diş tedavisi, küçük cerrahi işlemler, kan nakli ve korunmasız cinsel ilişki gibi yollarla bulaşma imkanı bulunduğu için, henüz virüs bulaşmamış herkesin aşı olması çok büyük önem taşımaktadır.
HAFTANIN KİTABI
Sigara içmenin ne kadar zararlı olduğu konusunda farklı düşünen pek kalmadı. Ancak buna rağmen ülkemizde sigara içen kişi sayısı çok yüksek. Aslında içenlerin çoğu sigarayı bırakmayı düşünüyor hatta bunun ötesinde istiyor da ama bazıları denemeye cesaret edemiyor bazıları da denemesine rağmen başarısızlıkla karşılaşmış.
Sigara bağımlılığı güçlü bir bağımlılık türü. Bundan kurtulmak için bilinçli hareket etmek gerekiyor. Psikiyatrist Dr.Ahmet Türkcan yazdığı Sigarayı Bırakma Rehberi isimli kitabında kişilere bağımlılıklarının ne kadar güçlü olduğunu bırakma, sürecinde onları neler beklediğini, tuzak düşünceler ve yanıtlarını anlatıyor.
Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku 13 Ekim 2003
Geçtiğimiz günlerde televizyon programında karşılıklı görüştüğümüz Sağlık Bakanı Recep Akdağ, sözlerinin arasında, ülkemizde tüm sağlık harcamalarının yüzde 40'lık bölümünü ilaç giderlerinin oluşturduğunu açıkladı. Toplam sağlık harcamamız gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında düşük bile olsa bu oran çok yüksek. OECD ülkeleri arasında, toplam sağlık harcaması içinde ilaç gderleri en yüksek ülke Türkiye... İsviçre gibi, İskandinav ülkeleri gibi ekonomileri düzgün ülkelerde ise bu oran yüzde 10-15 civarında kalıyor.
Ülkemizde ilaç giderlerinin çok büyük kısmı, devletin omuzunda. SSK, BAĞKUR, Emekli Sandığı gibi sosyal güvenlik kuruluşları ve halen çalışan memurlar için ilgili kurumlarının ödediği ilaç giderleri büyük rakamlara ulaşıyor.
Devlet bu kadar para ödüyor da herkes her ilacı bulabiliyor mu? Bu soruyu gidin SSK hastanelerinin kapısındakilere, hatta bu kurumlarda çalışan doktorlara sorun, bakalım ne cevap alırsınız. ‘‘En ucuz’’ politikası nedeniyle işe yarayıp yaramadığı bile henüz test edilmemiş ilaçları yazmak zorunda kalan hekimler, hekimin yazdığı en ucuz ilaç bile bulunmadığı için, hastane eczacıları tarafından ‘‘Nasıl olsa bu da aynı işe yarar’’ diye verilmiş bambaşka ilaçları almak zorunda kalan hastalar, bakalım size ne diyecekler.
Bu kadar para harcanıyor ve ne hekim, ne de hasta mutlu olamıyorsa burada bir yanlış var demektir, ülkemizin ilaç ve tedavi politikası yanlış demektir. Sosyal güvenlik kuruluşları, hastaların, pahalı ilaçların daha ucuz kopyaları ile tedavi edilmesini tercih ediyor. Oysa bunun çaresi ‘‘ucuz ilaç’’ değil ‘‘ucuz tedavi’’ kurallarıdır.
Bütün dünya böyle yapıyor, tabii ki bizden başka. Örneğin yaşam boyu ilaç kullanması gereken bir yüksek tansiyon hastası, bu basamaklardan geçmeden, ilaç firmalarının propagandası sonucu o alandaki en güçlü ilaç olduğuna inandırılmış hekim tarafından, belki de gereksiz olarak yaşam boyu en pahalı ilacı kullanmak zorunda bırakılıyor.
İlaç konusunda Türkiye'nin duayenlerinden olan Prof. Dr. Cankat Tulunay, bir yazısında, İsveç'in ilaç tercihi konusunu anlatıyor. Tıbbi adı ‘‘erektil disfonksiyon’’ olan cinsel güçsüzlük tedavisinde kullanılan ilaçların bedellerini neden devletin ödemediği sorulduğunda İsveç Sağlık otoritelerin ‘‘O noktaya gelinceye kadar, benim halkımın daha öncelikli ihtiyaçları var’’ diye yanıt veriyor. En güçlü ekonomilerden birinin sağlık otoriteleri bu cevabı veriyor. Ülkemizdeki duruma bir göz atarsak, alet olmadığı için hastane kapılarından çevrilen beyin kanamalılar, film çekimi için ilaç olmadığından hastanelerde bekletilen acil hastalar, kan bankaları düzeltilemediği için bebekliğinde AIDS olan Y.O'lar, ailesi para bulamadığı için hastanelerde rehin kalan bebekler bir yanda, öte yanda da halkının cinsel güçsüzlüğünü tedavi etmek için hiçbir fedakarlıktan kaçmayan devlet...
Sorular sorunlar
BALIK YAĞI KİLO YAPAR MI?
Ben 7 yıl önce by-pass ameliyatı geçirdim ve kolesterol sorunum var. Düzenli olarak Lipitor (20 mg) kullanıyorum. Siz de yazınızda balık yağı tableti alınmasını tavsiye ediyorsunuz. Çevremde de kullananlar var, ancak ben kullanmak konusunda çok tereddütlüyüm. Nedeni ise kilo almak korkusu. Genellikle çok kilo yaptığı söyleniyor. Nejat Aydemir
Omega 3 adı verilen yağ asitlerinin damar sertliğinden korunmada önemli katkıları oluyor. Bunlar birçok kaynaktan alınabilir. Balık yağı da dahil olmak üzere tüm yağların bir gramı yaklaşık olarak 9 kalori civarında bir enerji içerir. Bir kapsülün yarım gram civarında olduğu ve ortalama bir insanın günlük enerji harcamasının günde 2-3 bin kalori civarında olduğu dikkate alınınca, ne kadar şişmanlatıcı olabileceğini siz de takdir edersiniz.
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2003
Sonbaharın serin günlerinde antibiyotik satışı artar. Çocuklar biraz ateşlense, yaşlılar vücutlarındaki kırıklıktan yakınsa, aklımıza gelen ilk ilaç antibiyo-tikler oluyor. Doktora danışmadan, reçetesiz satın alınan antibiyotikleri kullanmakla aslında sağlığımızı tehlikeye atıyoruz. BAKTERİLERE karşı savaş veren 50'den fazla ilaç ‘‘antibiyotikler’’ grubunu oluşturur. Tablet, şurup ve damla olarak satışa çıkarıldıkları gibi, önemli durumlarda damardan enjekte edilen türleri de vardır. Ampisilin ve amoksilin gibi geniş etkili türleri, çok çeşitli türdeki bakteriyi yok ederler. Bazıları ise sadece vücudun belirli bölgesindeki bakterilere karşı etkili olur. Antibiyotiklerin virüslere karşı da etkili olabileceklerine asla inanmamalısınız.
HEMEN ECZANEYE KOŞMAYIN
Boğaz iltihaplanmaları, göğüs enfeksiyonları ve sistit gibi sorunlar ortaya çıktığında hemen antibiyotik kullanmak doğru değildir. Bu tür sorunların bakterilerden mi yoksa virüslerden mi kaynaklandığını saptamak için laboratuvar testi yapılmalıdır. Menenjit ve tüberküloz gibi ciddi hastalıkların bazı türleri için de özel bazı antibiyotikler önerilir.
Ayrıca ciddi idrar yolu iltihaplanmaları, cinsel temas yoluyla bulaşan bakteri enfeksiyonları için de antibiyotikler birer kurtarıcı olabilir. Sorunların virüslerden mi yoksa bakterilerden mi kaynaklandığını öğrenmeden antibiyotik kullanılmamalıdır.
Antibiyotik hangi durumda kullanılmalı
Doktorun reçetesinde yer alan kullanma şekli aynen uygulanmalı. Özellikle ilacın alınması gereken saatlere dikkat edilmeli.
Alkollü içeceklerle birlikte antibiyotik alınmamalı.
Yan etkiler konusunda prospektüste belirtilen hususlara dikkat edilmeli.
Hastalık belirtileri ortadan kalksa bile, önerilen doz tamamlanmadan antibiyotik kullanımı kesilmemeli.
Hamile ve emzikli kadınlar, tetrasiklin türü antibiyotikleri almamalı.
Doktor tavsiyesi olmadan kesinlikle antibiyotik kullanılmamalı.
Derleyen: Azize BERGİN
Enfeksiyon çocuk için yararlıdır
Küçük çocuklar, yetişkinlerden ve yaşça daha büyük olan çocuklardan daha sık enfeksiyon kaparlar, fakat genellikle endişe verici bir durum söz konusu olmaz.
Aslında geçirilmiş her enfeksiyon çocuğun bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkıda bulunur. Bu nedenle, enfeksiyonların bünye tarafından yenilmesi için fırsat tanımak gerekir.
Ciddi kulak, boğaz ya da göğüs enfeksiyonlarında antibiyotik gerekli olabilir. Özellikle, astımı ya da işitme sorunları olan çocuklar için antibiyotik önerilir. Buna karşılık sıradan öksürük, soğuk algınlıkları ve nezle gibi mevsim hastalıklarında antibiyotiklerin hiç bir yararı olmaz. Bu arada, antibiyotiklerin yan etkilerinin çocukları daha fazla sarsabileceği de unutulmamalıdır.
Bazı antibiyotikler çocuklarda özel bazı problemler yaratabilir. Örneğin tetrasiklin türü antibiyotikler çocuğun dişlerinin gelişmesine zarar verir. Bu nedenle tetrasiklinler 12 yaşından küçük çocuklara verilmemelidir.
Siz hálá sigarayı bırakmadınız mı
Bilim adamlarının yaptığı araştırmalar, her gün sigaranın yeni bir zararının daha ortaya çıkarıyor. Sigaranın akciğerleri etkilediği, aralarında kanserin de bulunduğu bir çok ölümcül hastalığa yol açtığı kesinlikle biliniyor.
Ancak Amerikan Ulusal Biyomedikal Mühendislik, Ulusal İlaç Bağımlılığı ve Ulusal Sağlık Enstitüleri ile Enerji Bakanlığı'nın desteğinde sürdürülen çalışmada, sigara içmenin kalp, böbrekler, akciğerler ve dalak gibi organlardaki önemli bir enzim olan mono amino oksidaz B'yi (MAOB) düşürdüğü görüldü. Bu enzimin yüksekliği kadar düşüklüğü de insanın ruhsal ve bedensel sağlığını etkiliyor.
New York Devlet Üniversitesi araştırmacılarından Dr. Joanna Fowler ve Dr. Volkow'un başkanlığındaki ekibin yaptığı çalışmada, sigara içenlerin dokularındaki MAOB enziminin içmeyenlerdekinin üçte birine kadar indiği belirlendi. Daha önce yapılmış başka bir çalışmada da sigara içmenin beyin dokusundaki MAOB enzimini büyük ölçüde azalttığı görülmüştü.
Ulusal Sağlık Enstitüsü Direktörü Dr. Elias Zerhouni, sigaranın sadece Amerika'da her yıl 440 bin kişinin ölümüne yol açtığını hatırlattı. Yeni çalışmanın, sigaranın sadece akciğerlere değil, tüm organlara zarar verdiğinin anlaşıldığını belirten Dr. Zerhouni, buna rağmen sigara içmenin intihar olduğunu söyledi.
HAFTANIN KİTABI
Ekonomi geliştikçe, teknoloji günlük yaşama yeni olanaklar sundukça insanların ortalama yaşam süreleri uzuyor. Bilim adamları, bu artışta insanların giderek kalorisi ve yağ oranı yüksek gıdalar tüketmesinin etkili olduğunu söylüyorlar. Riski artıran gıdalarla ilgili haberler de bir çok insanın yemek keyfini ortadan kaldıracak boyuta varmaya başladı.
Montignac tarafından yazılan Doğru Beslenme İle Kalp Sağlığı isimli bu kitap, beslenme üzerindeki mevcut saplantıları ortadan kaldırıyor.
Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2003
Sonbaharın serin günlerinde antibiyotik satışı artar. Çocuklar biraz ateşlense, yaşlılar vücutlarındaki kırıklıktan yakınsa, aklımıza gelen ilk ilaç antibiyo-tikler oluyor. Doktora danışmadan, reçetesiz satın alınan antibiyotikleri kullanmakla aslında sağlığımızı tehlikeye atıyoruz.BAKTERİLERE karşı savaş veren 50'den fazla ilaç ‘‘antibiyotikler’’ grubunu oluşturur. Tablet, şurup ve damla olarak satışa çıkarıldıkları gibi, önemli durumlarda damardan enjekte edilen türleri de vardır. Ampisilin ve amoksilin gibi geniş etkili türleri, çok çeşitli türdeki bakteriyi yok ederler. Bazıları ise sadece vücudun belirli bölgesindeki bakterilere karşı etkili olur. Antibiyotiklerin virüslere karşı da etkili olabileceklerine asla inanmamalısınız.HEMEN ECZANEYE KOŞMAYINBoğaz iltihaplanmaları, göğüs enfeksiyonları ve sistit gibi sorunlar ortaya çıktığında hemen antibiyotik kullanmak doğru değildir. Bu tür sorunların bakterilerden mi yoksa virüslerden mi kaynaklandığını saptamak için laboratuvar testi yapılmalıdır. Menenjit ve tüberküloz gibi ciddi hastalıkların bazı türleri için de özel bazı antibiyotikler önerilir. Ayrıca ciddi idrar yolu iltihaplanmaları, cinsel temas yoluyla bulaşan bakteri enfeksiyonları için de antibiyotikler birer kurtarıcı olabilir. Sorunların virüslerden mi yoksa bakterilerden mi kaynaklandığını öğrenmeden antibiyotik kullanılmamalıdır.Antibiyotik hangi durumda kullanılmalıDoktorun reçetesinde yer alan kullanma şekli aynen uygulanmalı. Özellikle ilacın alınması gereken saatlere dikkat edilmeli.Alkollü içeceklerle birlikte antibiyotik alınmamalı.Yan etkiler konusunda prospektüste belirtilen hususlara dikkat edilmeli.Hastalık belirtileri ortadan kalksa bile, önerilen doz tamamlanmadan antibiyotik kullanımı kesilmemeli.Hamile ve emzikli kadınlar, tetrasiklin türü antibiyotikleri almamalı.Doktor tavsiyesi olmadan kesinlikle antibiyotik kullanılmamalı.Derleyen: Azize BERGİNEnfeksiyon çocuk için yararlıdırKüçük çocuklar, yetişkinlerden ve yaşça daha büyük olan çocuklardan daha sık enfeksiyon kaparlar, fakat genellikle endişe verici bir durum söz konusu olmaz. Aslında geçirilmiş her enfeksiyon çocuğun bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkıda bulunur. Bu nedenle, enfeksiyonların bünye tarafından yenilmesi için fırsat tanımak gerekir.Ciddi kulak, boğaz ya da göğüs enfeksiyonlarında antibiyotik gerekli olabilir. Özellikle, astımı ya da işitme sorunları olan çocuklar için antibiyotik önerilir. Buna karşılık sıradan öksürük, soğuk algınlıkları ve nezle gibi mevsim hastalıklarında antibiyotiklerin hiç bir yararı olmaz. Bu arada, antibiyotiklerin yan etkilerinin çocukları daha fazla sarsabileceği de unutulmamalıdır.Bazı antibiyotikler çocuklarda özel bazı problemler yaratabilir. Örneğin tetrasiklin türü antibiyotikler çocuğun dişlerinin gelişmesine zarar verir. Bu nedenle tetrasiklinler 12 yaşından küçük çocuklara verilmemelidir.Siz hálá sigarayı bırakmadınız mıBilim adamlarının yaptığı araştırmalar, her gün sigaranın yeni bir zararının daha ortaya çıkarıyor. Sigaranın akciğerleri etkilediği, aralarında kanserin de bulunduğu bir çok ölümcül hastalığa yol açtığı kesinlikle biliniyor. Ancak Amerikan Ulusal Biyomedikal Mühendislik, Ulusal İlaç Bağımlılığı ve Ulusal Sağlık Enstitüleri ile Enerji Bakanlığı'nın desteğinde sürdürülen çalışmada, sigara içmenin kalp, böbrekler, akciğerler ve dalak gibi organlardaki önemli bir enzim olan mono amino oksidaz B'yi (MAOB) düşürdüğü görüldü. Bu enzimin yüksekliği kadar düşüklüğü de insanın ruhsal ve bedensel sağlığını etkiliyor. New York Devlet Üniversitesi araştırmacılarından Dr. Joanna Fowler ve Dr. Volkow'un başkanlığındaki ekibin yaptığı çalışmada, sigara içenlerin dokularındaki MAOB enziminin içmeyenlerdekinin üçte birine kadar indiği belirlendi. Daha önce yapılmış başka bir çalışmada da sigara içmenin beyin dokusundaki MAOB enzimini büyük ölçüde azalttığı görülmüştü. Ulusal Sağlık Enstitüsü Direktörü Dr. Elias Zerhouni, sigaranın sadece Amerika'da her yıl 440 bin kişinin ölümüne yol açtığını hatırlattı. Yeni çalışmanın, sigaranın sadece akciğerlere değil, tüm organlara zarar verdiğinin anlaşıldığını belirten Dr. Zerhouni, buna rağmen sigara içmenin intihar olduğunu söyledi.HAFTANIN KİTABIEkonomi geliştikçe, teknoloji günlük yaşama yeni olanaklar sundukça insanların ortalama yaşam süreleri uzuyor. Bilim adamları, bu artışta insanların giderek kalorisi ve yağ oranı yüksek gıdalar tüketmesinin etkili olduğunu söylüyorlar. Riski artıran gıdalarla ilgili haberler de bir çok insanın yemek keyfini ortadan kaldıracak boyuta varmaya başladı.Montignac tarafından yazılan Doğru Beslenme İle Kalp Sağlığı isimli bu kitap, beslenme üzerindeki mevcut saplantıları ortadan kaldırıyor.Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
button
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2003
Geçtiğimiz günlerde Dünya Kalp Günü ve sevgili gurmemiz Tuğrul Şavkay'ın ani ölümüyle kalp ve damar hastalıkları bir kez daha gündeme geldi. Kalp ve damar hastalıkları, ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada ölüm nedenlerinin başında geliyor. Risklerin zamanında belirlenmesi ve gereken önlemlerin alınması, krizlerden uzak bir yaşam sağlayabiliyor. İstatistikler her yıl 17 milyon kişinin kalp krizinden yaşamını yitirdiğini gösteriyor. Türkiye'de bilinen kalp hastası sayısı ise buzdağının sadece görünen kısmını oluşturuyor. İstatistikler, Türkiye'nin Avrupa ülkeleri arasında kalp hastalıklarına bağlı ölümlerde erkeklerde beşinci, kadınlarda ise birinci sırada yer aldığını gösteriyor. Kalp hastalıklarının ülkemizdeki bu yüksek seyrinin ardında Türk insanının beslenme alışkanlıkları, aşırı sigara tüketimi ve sportif faaliyetlere uzaklığı geliyor. Türk toplumunun ırksal olarak faydalı kolesterol (HDL) düşüklüğü, bel çevresi genişliği, kan yağlarından biri olan trigliseridlerin ve tansiyonun yüksekliği ile şeker hastalığına eğilimi de kalp hastalıkları konusunda her birimizi potansiyel kurban durumuna sokuyor. Akdeniz ve Ege'de ise kalp ve damar hastalıklarına daha az rastlanıyor, bunun nedeni olarak Akdeniz mutfağında katı yağa daha az yer verilmesi gösteriliyor.
Ülkemizde kalp hastalığı denince akla ilk erkekler geliyor. Oysa ilk kalp krizini birçok kadın erkeklerden daha ağır geçiriyor. Araştırmalar ilk kalp krizini izleyen 1 ay içinde ölüm riskinin, 6 ay içinde de ölüm riski ve yeniden hastaneye yatma ihtimalinin erkeklere göre kadınlarda daha yüksek olduğunu gösteriyor. İlk kalp krizinden sonra kadınlarda ölüm riski erkeklere göre yüzde 70 daha fazla. Ve maalesef 45 yaşın üzerindeki kadınların yarısından çoğu kalp damar hastalıklarına yenik düşüyor. Amerika'da ve birçok gelişmiş ülkede koroner kalp hastalığı, kadınlarda birinci sırada yer alan ölüm nedeni. Hastalığın ortaya çıkması menopoz sonrası döneme rastlıyor. Bu dönemde kadınlarda kalp hastalıklarının başlıca sebebi kabul edilen kandaki lipid ve kolesterol düzeyleri daha da yükseliyor. Bunların yanına şeker hastalığı ve sigara tüketimi de eklenince kadınlar risk grubunun ön sıralarına oturmuş oluyor.
SORULAR SORUNLAR
Sigara konusunda zararın neresinden dönerseniz kar
Benim kocam 45 yaşında, 20 yıldır sigara içiyor. Bırakması konusunda telkinde bulunuyorum. ‘‘20 yıl içtikten sonra bıraksam ne fayda’’ diyor. Gerçekten de artık geç mi?
A.A./ADANA
Sigarayı uzun yıllardır içenlerin bir kısmı, kocanızın da dediği gibi ‘‘Zaten bundan sonra bıraksam da artık çok geç’’ karamsarlığını öne sürüyor. Oysa yapılan araştırmalar, hiçbir zaman geç olmadığını ortaya koyuyor. İngiltere'de sigara içiminin yoğun olduğu 1950 ile 1990 yılları arasını, sigara bırakma kampanyalarının etkili olmaya başladığı 1990'lı yıllarla kıyaslayan araştırmacılar, orta yaşlarda bile olsa sigaranın bırakılmasının, sigara nedeniyle akciğer kanserine yakalanma riskini, sigara içmeye devam edenlere göre, yüzde 90 oranında azalttığını ortaya koydu. Geçmişteki hatalı davranışlar nedeniyle karamsar olmaya gerek yok, acilen önlem almak şartıyla...
NASIL KORUNMALIYIZ
Yaşam tarzınızı değiştirin: Koroner kalp hastalıklarından korunmanın temelinde hastalığa neden olan yaşam tarzını ve çevresel faktörleri değiştirmek yatıyor. Sigara tüketimini ortadan kaldırarak ve düzenli spor yaparak kalp hastalığından ölme riskinizi gerçekten yarı yarıya indirebilirsiniz.
Meyve sebzeye ağırlık: Katı yağ kullanmadan, meyve-sebze ağırlıklı beslenmek şart. Bol balık tüketimi de kolesterolü belli bir seviyede tutabilmek için önerilen bir başka yöntem. Yapılan bir araştırmada günde 1 gram balıkyağı tableti alan hastalarda kalp krizi sonrası ölüm ihtimalinin yüzde 15-20 azaldığını ortaya koydu.
Şekeri kontrol ettirin: Şeker hastalığı ve tansiyon da damarları olumsuz etkileyerek kalp hastalıklarına zemin hazırlıyor. Bu nedenle sürekli kontrol altında tutulmaları gerekiyor.
İdeal kilonuzu koruyun: İdeal kiloyu korumak ve kalbi korumak için hem yiyeceklere dikkat etmek hem de spor yapmak gerekiyor. Omega 3 gibi yağlarının kalp sağlığı açısından faydalı olduğu kanıtlandı.
En az 3 gün yürüyüş: Kiloyu ve kalp sağlığını korumanın bir başka yolu da spor yapmak. Bunun için hiç olmazsa haftada en az üç gün yarımşar saat tempolu yürüyüş yapmak öneriliyor.
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2003
Çok hoşuma gitti, bu cümle. Ertuğrul Özkök'ün yazısında okumuş olmalısınız, AIDS virüsü HIV taşıyıcısı olduğu belirlenen Y.O.'nun okula başlaması aşamasında çocuğun ailesi ve aynı sınıfı paylaşan çocukların aileleri sıkıntılı günler geçiriyor. Bu konudaki haberleri yansıtan sayfaya düşünülen bu başlık, bence sorunun, hatta tüm sorunların çözümünde önemli katkısı olacak bir bakış açısını yansıtıyor.
Bu bakış açısına 'empati' adı veriliyor. 'Kendini onun yerine koymak' olarak da tanımlayabileceğimiz bu bakış, maaesef günümüzde çok azaldı. 'Ben, sadece ben' diye bakanların çoğunluğu oluşturduğu toplumumuzda, herkesin bu başlığı kesip, sürekli görebileceği bir yere asmasında yarar var.
Şimdi isterseniz, olayın tıbbi tarafına da bakalım. Bu çocuk AIDS hastası değil, bu hastalığa yol açan virüsü (HIV) taşıyor. Uzun yıllardır HIV taşıyan ama hastalanmayan çok kişi dünya üzerinde yaşıyor. Bunlar toplumun içinde yaşıyor, okula gidiyor ya da çalışıyor. Hiç bir ülke bu kişileri toplumdan izole etmeyi düşünmüyor. Bunun gerekçesi, bu virüsün diğer bir çok virüse oranla çok daha dayanıksız olması. Aslında insan bünyesinde hastalık etkeni olabilen bir çok virüs ve/veya bakteri bulunabiliyor. Bunların çoğu HIV'den daha da tehlikeli ve sık görülüyor.
TARAMA YAPILSA
Örneğin toplumumuzda bir bulaşıcı sarılık türü olan Hepatit B virüsü taşıyıcılığı çok yüksek boyutta. Hepatit B hastalığının da kesin tedavisi yok. Hepatit B hastalığına yakalananların önemli bir kısmında karaciğerde hasar, siroz ya da karaciğer kanseri gibi tablolar görülebiliyor. Üstelik bu virüs çok dirençli. Normal kaynatma ısılarında bile ölmüyor.
Ailelerinin, Y.O. ile aynı okulda okuması istemediği çocuklar arasında bir tarama yapılsa belki de Hepatit B taşıyıcıları olduğu görülebilir. Hatta, boğaz kültürü tahlili yapılsa çoğunun boğazında, bazen ciddi kalp ve böbrek sorunlarına yol açabilen Streptokok bakterileri bulunabilir.
Şimdi, hepsi de belirli koşullarda öldürücü olabilen hastalıklar arasında bazılarını görmezden gelip, bazılarını taşıyanları izole mi edceğiz? Hangi hastalığa torpil yapılacağına kim karar verecek?
O ÇOCUKLAR ŞANSLI
Çevremizde bildiğimiz ve henüz bilmediğimiz çok hastalık etkeni var. Bunları kendimize bulaştırmadan yaşamayı öğrenmekten başka yolumuz yok. Bence, Y.O. ile aynı sınıfta okuyacak öğrenciler çok şanslı, bu yaşlarında çok değerli bir sosyal bilinç ve hijyen bilinci alacaklar. Her türlü ayırımcılıktan uzak, herkesle birarada olmayı ve hastalık etkenleri ile kendilerine bulaştırmadan yaşamayı, uygulamalı olarak öğrenecekler. Çocuklar, büyüklerden çok daha kolay öğreniyorlar.
HAFTANIN KİTABI
Egzama ve çocuğunuz
Egzamada yaş sınır oluşturmaz, ancak çocuklarda sıklıkla görülen bir hastalıktır. Karşı konulamayacak şiddette kaşınma isteği, ciltte kuruluk, kabuklanma, kanama ve iltihaplanma gibi belirtiler egzamalılara sıkıntılı dönemler yaşatır. Sorular ve Cevaplarla Egzama ve Çocuğunuz isimli kitap, bu konuda bilmeniz gereken her şeyi aydınlığa kavuşturuyor.
Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında %15 indirimli
Yazının Devamını Oku 29 Eylül 2003
Bulimia Nervosa'yı kısaca ‘‘yediklerinizden kusarak kurtulmak’’ şeklinde tanımlayabiliriz. Hastalığın başlangıç döneminde, hasta kendince çok akıllıca bir yöntem bulduğunu düşünür. Öyle ya, istediğini dilediğin gibi yiyeceksin, sonra da yediklerini kusup rahatlayacaksın. Bilinçsizce uygulanan bu yöntem, zamanla korkunç bir alışkanlığa dönüşür. üstelik sürekli kusma, vücut sağlığına büyük zarar verir. Hasta, yediklerini çıkarma işini büyük bir gizlilik içinde yapar.
Bulimia nedir?
Bulimia Nervosa, çağımızın hastalıkları arasında genç kızları ve kadınları tehdit eden önemli bir sorundur. Yemeğe aşırı düşkünlük ile şişmanlama korkusunun birleşmesi, bu hastalığı yaratıyor. Sürekli kusma, böbreklere, ve kalbe zarar verdiği gibi vücudun hormon ve mineral dengelerini altüst ediyor. Dişlerde çürüme, kaslarda zayıflama görülüyor.
Nedenleri nelerdir?
Tek neden ileri sürmek yanlış olur. İnce vücutlu olmayı bir tutku haline getirenler ve de ruhsal sorunlarının acısını yiyeceklerden çıkarmak isteyenler kolayca Bulimia tuzağına düşebiliyorlar. Örneğin Prenses Diana, aile içi sorunlarını çözümleyemeyince, iki yılı aşkın bir süre Bulimia hastalığıyla mücadele etmişti. İsveç veliahtı Prenses Victoria da aşk hayatındaki sorunları yemek yiyerek çözmeye çalışırken, Bulimia hastalığı onu da pençesine almıştı
Nasıl tedavi edilir?
Hastalığın tedavisi için öncelikle kişinin hasta olduğunu kabul etmesi ve iyileşmek için her fedakarlığı göze alması gerekiyor. Hasta, durumunu kabullenmedikçe, ona hiç kimse yardımcı olamaz. Bu hastalığın kaynağında ruhsal sorunlar, yaşanmış acı olaylar yattığı için bir psikiyatristten yardım alınmalı. Bu hastalığın en etkili tedavisi psikoterapidir.
Tedavi sonrasında durum...
Bulimia geçirenlerin dış görünüşleri kolay kolay düzelmez. Örneğin karın bölgesinde sık sık şişkinlik baş gösterir. Bunun nedeni de sürekli kusma sonucu vücudun su toplamasıdır. Ayrıca aşırı yemekle genişleyen midenin normal haline dönmesi zordur.
İyileşme süreci ne kadardır?
Durmadan yemek yemek ve her yemekten sonra kusmak, içki ve uyuşturucu alışkanlığından farksızdır. Hasta, kısa sürede yemeye ve kusmaya bağımlı olur. Bağımlılığın giderilmesi ise sanıldığı kadar kolay değildir. Yemek tutkusu, hastada kusma isteğini tetikler. Bu kısır döngüden sıyrılmak zaman alır.
Hastalığın diğer etkileri nelerdir?
Bulimia hastaları genellikle huzursuz, saldırgan ve öfkeli olurlar. Sürekli kusmak zorunda oldukları için de hep yorgun ve bitkindirler. Üstelik yaptıklarından utanırlar ve de bu yüzden sürekli huzursuzdurlar. Bulimia hastalığı vücudun fiziksel ve ruhsal sağlığına büyük zarar verir.
Yazının Devamını Oku 24 Eylül 2003
<B>T</B>ıp dünyasında 'Yemek yeme düzensizlikleri' başlığı altında yer alan ve kimi zaman ölümcül olabilen iki hastalık var: Birincisi Bulimia. İkincisi ise Anoreksiya Nervosa. <br> FAZLA kilolardan kurtulmak sağlık açısından elbette önem taşıyor. Ama beslenmeyi kesinlikle reddederek, vücut ağırlığını normalin yüzde on beşine indirmek ölüme davetiye çıkarmakla eşanlam taşıyor. Özellikle buluğ çağındaki genç kızlar için büyük bir tehlike oluşturan bu hastalığın kaynağı beyin. Çeşitli nedenlerle bazı ruhsal sorunların ortaya çıkması hastalığı başlatıyor. Kısa sürede fazla kilo vermek amacıyla uygulanan diyetler, kimi durumlarda kişilerin hayatını da ciddi bir şekilde tehdit ediyor.Tıp dünyasında yapılan araştırmalara göre, anoreksiya nervosa'ya yakalanan her on kişiden birinin açlıktan ölüyor. Vücudun hiç bir hastalığa direnme gücü kalmadığı için, bu kişilerde önemli sağlık sorunları görülüyor. Bazı hastalar ise aç yaşamaya dayanacak güçleri tükenince intiharı tercih ediyorlar.
Tıp uzmanları depresyon ile yeme bozuklukları arasında doğrudan bir ilişki olduğuna inanıyorlar. Ayrıca stresin tetiklemesiyle salgılanan bir hormonun da Anoreksiya'ya neden olduğu sanılıyor. Bu hormonun aşırı salgılanmasının, beynin hipotalamus bölgesi yakınlarındaki bir problemden kaynaklandığı belirtiliyor. Vasopressin adıyla bilinen ve beyindeki kimyasal maddelerden biri olan bu hormonun da Anoreksiya hastalarında anormal derecede fazla olduğu saptandı. Normal koşullarda fiziksel ve büyük bir olasılıkla duygusal strese karşı üretilen bu hormonun aşırı miktarda salgılanması, yeme bozukluklarının bir tutkuya dönüşmesinde önemli rol oynuyor.
Araştırmacılar, beyinde mevcut başka kimyasal maddelerin de yeme bozukluklarının yaşanmasında önemli rol oynayıp oynamadıklarını araştırıyorlar. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler sayesinde, insanlardaki yeme bozuklukları konusunda daha ayrıntılı bilgi edinilecek.
Derleyen: Azize Bergin
HAFTANIN KİTABI
Çikolata, melek midir yoksa şeytan mı? Tarih boyunca insanlar bu konuyu tartıştı. Bir yanda keyifli anlar, diğer yanda kilo alma ve kolesterol korkusu. Gençler yemeyi çok istiyorlar ama sivilceler nedeniyle de korkuyorlar.
Montignac, çikolata konusunu her yönüyle 'Sağlıklı Kalmak İçin Çikolatalı Menüler' isimli kitapta ele alıyor. Şeker hastaları, kolesterol ve kilo sorunu olanlarla çikolatanın karaciğere zarar vereceğini düşünenler bu kitabı okumalı.
Not: Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli.
Tedavi Yöntemleri
Her hastalıkta olduğu gibi Anoreksiya Nervosa'nın tedavisinde de erken teşhis çok büyük önem taşıyor. Ne yazık ki ebeveynler, çocuklarının yemek alışkanlıklarındaki değişiklikleri genellikle çok geç farkediyorlar. Zaman zaman doktorlar da problemi saptayamıyor. İşte bu yüzden Anoreksiya Nervosa hastalarının tıbbi ve ruhsal tedavilerine çok geç başlanıyor. Hastalık ilerledikçe tedavisi de zorlaşıyor.
Zaten hastanın durumunu anlayıp tedaviyi kabul etmesi en önemli aşamadır. Hastanın şişmanlık takıntısından kurtulması için çaba harcanır. Bu arada depresyona karşı kullanılan ilaçlar da büyük yarar sağlayacaktır. Psikoterapi ve ilaçlar etkisini göstermeye başlayınca, beslenme uzmanı hastanın yeniden beslenmeyi kabul etmesini sağlar. Uzman denetiminde, acele edilmeden beslenme terapisi başlatılır.
Yazının Devamını Oku