Dr. Gündüz Tezmen

Doğum kontrol hapı rastgele seçilmez

25 Ağustos 2003
‘‘Bir jinekoloğun muayenehanesinden içeri adımınızı atmayalı kaç yıl oldu?’’ Bu soruya alacağınız cevaplar ürkütücü olabilir. Çünkü pek çok kadın bir jinekoloğa ancak gebelik döneminde ya da doğum sonrasında başvurmayı düşünür. Cinsel sağlığın önemini kavrayanların sayısı yeterince fazla değildir. Cinsel sağlık ile ilgili sorunlara şöyle bir göz atalım. Meme kanseri riskine karşılık pap smear testi ve meme muayenesinin önemi

Yirmili ve otuzlu yaşlarda kadınlarda meme kanserine çok seyrek rastlanır. Otuzlu yaşların sonlarından itibaren her kadının düzenli olarak yılda bir kez rahim kanseri riskinin araştırılması açısından rahim ağzı salgısının alınarak incelenmesi demek olan pap smear testini yaptırması gerekir. Kanser kuşkusu olsa da olmasa da bu testler aksatılmamalı. Meme muayenesinin de doktor tarafından yapılmasında yarar var. Bu arada pap smear testinin sonucu normal çıkmazsa, hemen rahim kanseri şüphesine kapılmak doğru değildir. Ancak bu testlerin doktor tarafından yorumlanması kanserin erken teşhisi kadar kanser riski yaratan bazı sorunların tedavisi ile koruyucu önem taşımaktadır. Her kadının, doktorun tavsiye ettiği şekilde kendine meme kontrolü yapması ve kırk yaşından sonra yılda bir kez mamogram (Meme röntgeni) uygulatması, meme kanserinin erken teşhisi açısından çok büyük önem taşıyor. Uzmanlar, kırk yaşını geçen kadınların bu uygulamaları düzenli olarak yaptırmalarını öneriyorlarsa da, kadının ailesinde kanser vak'aları yaşanmışsa, kontrollere erken yaşlarda başlamak uygun olacaktır.

Doğum kontrol hapı bünyenize uygun mu?

Eczanelerdeki doğum kontrol haplarının çeşitleri gün geçtikçe artıyor. Ama eczaneye gidip de herhangi bir ilacı satın almanız son derece sakıncalıdır. Pek çok çeşidi olan bu hapların bünyenin özelliklerine göre seçilmesi ve doktor kontrolünde kullanılması, kadının cinsel sağlığı açısından büyük önem taşır. Örneğin hormonal bakımdan aşırı duyarlı olan kadınlarda duyarlılığı tetikleyen haplar büyük sorun yaratabilir.

Adet kanamalarına dikkat

Bazı kadınlar, adet dönemlerinde çok fazla kanama olmasından yakınırlar. Bu tıbbi açıdan da önemlidir. Kadının aşırı kan kaybına uğraması, kanındaki demir miktarını azaltır. Bu da kansızlığa neden olabilir.

Aşırı kanama hallerdinde, rahimde myom adı verilen bir kitlenin bulunması ihtimali de dikkate alınmalı. Ağır adet kanamalarının kadının doğurganlığına zarar verdiği iddiaların doğru değildir. Eğer kanamalar, myomlardan kaynaklanıyorsa, bunların ameliyatla alınmasından sonra hiçbir sorun kalmaz.

Sancılar çok şiddetliyse, ağrı kesici ilaçlarla olayı geçiştirmek doğru olmayabilir, böyle durumlarda bir jinekoloğa başvurulmalıdır.

Devam edecek
Yazının Devamını Oku

Öksürüğü önemseyin

20 Ağustos 2003
SORULAR SORUNLAR

Faydalı kolesterol nasıl yükselir

Geçtiğimiz günlerdeki bir yazınızda HDL. kolesterolün faydasından bahsetmiştiniz. Ben 60 yaşında, 176 boyunda ve 85 kilo ağırlığında bir erkeğim. Son iki yıldır ara sıra tahlil yaptırıyorum Son zamanlarda total kolesterolüm yükselirken HDL kolesterolüm de yükselmiş. Total kolesterolümü yükseltmeden sadece HDL-kolesterolümü yükseltmek için ne yapmalıyım?

Hikmet Ersoy/ Istanbul

Total kolesterolün artışı sırasında HDL yani faydalı kolesterol de artar. Ama istenen, totali arttırmadan bu sonuca varmaktır. Bu amaçla bazı değişiklikler yapmanız yararlı. Tekli doymamış yağlar bu açıdan yararlı. Tükettiğiniz toplam yağ miktarını arttırmadan zeytinyağı gibi yağlara yönelmelisiniz. Balık ve özellikle yağlı balıklar (kızartma olmamak şartıyla) yararlı. Balıktaki yararlı yağlar, Fish Body Oil ya da Omega 3 adıyla, ilaç şeklinde de satılmaktadır.

Her yıl milyonlarca kişi öksürük nedeniyle doktorların kapısını çalıyor. Öksürük önemli bir nedene bağlı olmayabileceği gibi, ciddi bir hastalığın habercisi de olabiliyor. Doktorların nedenini bulmakta en çok zorlandıkları rahatsızlıklardan biri olan öksürüğün kaynağının bulunmasında ve tedavisinde kilit rolü hastanın kendisi oynuyor.

HER topluluğun vazgeçilmez aksesuarıdır öksürük. Nerede insanlar varsa, mutlaka orada öksürük de vardır. Bebekler, gençler, yetişkinler, yaşlılar hepsi öksürürler. Sinemalar, tiyatrolar, konserler, konferanslar hep öksürüğünü tutmaya çalışan ama bunu başaramayıp o istenmeyen gürültüyü çıkaran insanlarla doludur.

ÖKSÜRÜK ENDİŞE YARATIYOR

Hiç kuşkusuz öksürük insanların doktora başvurma nedenlerinin başında geliyor. Amerika'da her yıl yaklaşık 20 milyon kişi öksürük nedeniyle doktora gidiyor. Cleveland Kiliniği'nden Dr. Mani Kavuru, kendilerine öksürük nedeniyle gelen hastaların şikáyetlerinin altında yatan asıl nedeni bulmanın çoğu zaman çok kolay olmadığını söylüyor. Öksürük, alerji, astım, bronşit, kalp hastalıkları, grip, akciğer kanseri, AIDS, zatürre ve daha pek çok hastalığın habercisi olabiliyor. Doktorlar, günümüzde pek çok hastalığın teşhisini tıbbi aletler yardımıyla rahatlıkla koyabiliyor. Ancak sıra öksürüğe gelince, elleri kolları bağlanıyor. Enfeksiyon, vücuttaki kitleler ya da kızarıklıklar için bile doktorların teşhis koymasını kolaylaştıracak pek çok yöntem olduğunu söyleyen Kavuru, aynı şeyin öksürük için geçerli olmadığını belirtiyor.

TEDAVİDE FARKLI YAKLAŞIMLAR

Kronik öksürüğün tedavisinde iki yaklaşım öne çıkıyor. Bunlardan ilkinde, nedeni bulmaya yönelmekten çok belirtilerle uğraşılıyor. Tecrübeye dayalı terapi adı verilen bu yaklaşımda, hastadan yaşam tarzında değişiklikler yapması, belli ilaçları alması isteniyor. Böylece belirtiler ilk iki hafta içinde kontrol altına alınmış oluyor. Bazı durumlarda doktor hastanın halihazırda var olan raporlarını ya da akiğer fonksiyonu testi ya da röntgen sonuçlarına bakarak öksürüğün nedenini de araştırıyor ve tedaviye daha sonra başlıyor. Diğer durumlarda ise doktor üç ana öksürük yolunu tedavi etme yoluna gidiyor. Üst solunum yolları, ciğerler ve sindirim sisteminin ele alındığı bu tedavi şekli, teşhis koymaya da yarıyor. Eğer bu yöntemle üst solunum yolları tedavi edilir ve belirtiler ortadan kalkarsa, öksürüğün nedeninin üst solunum yolları kaynaklı olduğu anlaşılmış oluyor. Böylelikle terapiye başlamak için laboratuvar testlerinin sonuçlarını beklemeye gerek kalmıyor.

Diğer tedavi şeklinde ise teşhis için hastadan durumuyla ilgili bilgiler alınıp testler yapılıyor. Hastanın önceki raporları ve yeni yapılan testlerle öksürüğün nedenine ilişkin bilgi edinildikten sonra tedaviye geçiliyor. Öksürüğün nedeninin bulunması ve tedaviye geçilmesinde, doktor ve hasta iletişimi büyük önem taşıyor. Derleyen: Ömür GEDİK
Yazının Devamını Oku

Prostat sorununa ameliyatsız çözüm

18 Ağustos 2003
Prostat bezinin büyüyerek idrar yolunu daraltması ve idrar kesesi (mesane) üzerine baskı yapması, orta yaşı geçmekte olan erkekler arasında yaygın rastlanan bir durum. Prostat bezinin bu baskısı birçok belirtilere yol açabiliyor. İdrar basıncının düşmesi, kesik kesik ve çatallı idrar yapılması bunlardan en sık rastlananları. Prostat bezi üzerindeki basınç bazı durumlarda idrar kesesinin tümünün boşaltılmasını da engelleyebiliyor. İdrarını boşattığı sanan birçok kişide yapılan incelemede idrar kesesinde hálá önemli miktarda idrar kaldığı görülür. Bu da gece sık sık idrara kalkma, tuvaletten çıktıktan kısa bir süre sonra idrar yapma hissinin doğması gibi belirtilere yol açıyor. İdrar kesesinde biriken idrara mikrop karışması da idrar yolunun iltihaplanması gibi sorunlara da yol açabiliyor. Ayrıca biriken idrar nedeniyle mesane içindeki basıncın artması, böbreklerin idrar süzme yeteneğinin bozulması gibi sonuçlara da yol açabiliyor.

Prostat bezinin belirli derecede büyümesi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan fonksiyon bozukluklarının sağlık açısından risk yaratır hale gelmesi halinde, ameliyat yapılarak sorunlar ortadan kaldırılmaya çalışılır. Ancak bazı kişilerde çeşitli nedenlerle ameliyat uygulanması mümkün olamıyor. Urology adlı bilimsel dergide yayınlanan bir makale, bu durumda olan hastalar yeni umutlar getiriyor. Bir süre önce, avuç içleri ve koltuk altlarının aşırı terlemesine karşı Dysport adlı formu ile gündeme getirmiş olduğumuz Botulinum Toksin, prostat sorunu olmasına karşın ameliyat olamayan hastalar için çözüm olarak gözüküyor.

Roma'daki Agostino Gemelli Üniversite Hastanesi uzmanlarının yaptığı bir çalışmada, tıp dilinde Benin Prostat Hiperplazisi (BPH) olarak adlandırılan, prostatın kanser dışındaki büyümesi durumunda prostat bezinin içine botulinum toksin iğnesi yapılması ile hastaların sıkıntılarında önemli ölçüde rahatlamalar sağlarken, kanlarındaki prostat ile ilgili enzim (PSA) düzeylerinde de büyük gerilemeler sağlandığı görüldü.

30 hastalık bir grubu kapsayan çalışmada, prostat bezinin içine 200 ünite botulinum toksin zerk edildi. Herhangi bir yerel ve sistemik yan etkinin görülmediği hastalar 2 yıl izlendiler. Kontrol grubunda herhangi bir değişme olmamasına karşın botulinum toksin zerk edilen hastalarda belirtiler yüzde 65 oranında gerilerken kanlarındaki PSA düzeyleri yüzde 51 oranında düştü.

Botulinum toksin aslında bir zehir

Dysport ve Botox markalarıyla piyasada bulunan botulinum toksin (BT) aslında bir zehir. Bozuk konserve zehirlenmesinde aşırı dozu ile insanın solunum kaslarını felç ederek ölüme sebep olan BT, tıpta ilk olarak kasların ağrılı kasılmalarında ve spastik felçlerde, kasın gevşemesini sağlamak için kullanıldı. Toplumun bu ilacı tanıması, kozmetik alanda kullanımı sayesinde oldu. Yüzdeki mimik kaslara bağlı olarak ortaya çıkan çizgi ve kırışıkların yok edilmesi için yerel olarak kullanıldı. Botulinum toksin, koltuk altı ve avuç içi gibi vücut bölgelerinin aşırı terlemesinde, ter bezlerinin faaliyetini durdurması sayesinde önemli ölçüde rahatlama sağlıyor.
Yazının Devamını Oku

Hücrelerden kemik dokusu üretiliyor

13 Ağustos 2003
Cleveland Kliniği'nde görev yapan bir ortopedi uzmanı tarafından geliştirilen ‘‘Seçici Hücre Tutma Teknolojisi’’, kısa bir süre sonra piyasaya çıkacağı belirtilen yeni bir kemik yamasının temelini oluşturdu. ‘‘Cellect’’ adı verilen ürün, doktorların kemik yamalarında kullanılacak progenitor hücrelerini yakalayıp, tutmalarını ve bu hücrelerden kemik üretimini sağlıyor. Bu ürünün geliştirilmesini sağlayan Seçici Hücre Tutma Teknolojisi, Cleveland Ortopedik Cerrahi ve Biyomedikal Mühendisliği Bölümü ve Ortopedik Araştırma Merkezi'nde görev yapan Dr. George Muschler tarafından geliştirildi.

Patentli işlem, kemik iliği hücrelerinin bir iğne ile toplanmasını ve Cleveland Kliniği'nde geliştirilen teknolojinin yardımıyla hücrelerin işlenmesini içeriyor. Bu metotla cerrahlar ilk kez yeni kemik dokusunun gerekteği bölgelerdeki hücre popülasyonunu kontrol altında tutabilecekler.

Bu, pazara çıkan tedavi edici hücre ürünlerinin ilk örneklerinden biri.

Kemik tamiri için gerekli olan hücrelerin bir iğne yardımıyla toplanması, hastanın leğen kemiklerine cerrahi bir müdahale edilmesine gerek bırakmıyor. Böylelikle kemik yaması prosedürlerinde karşılaşılan acı, yara, kan kaybı ve ameliyatın getirdiği diğer komplikasyonlar ortadan kalkmış oluyor.


Bağırsak kanserine erken teşhis


Erken teşhis hayat kurtarır sözü birçok hastalık için geçerli olsa da en çok kanser hastalığı için önem taşımaktadır. Bir zamanların en korkutucu hastalığı olan kanser, bir yandan erken teşhis, diğer yandan da yeni tedavi olanaklarının gelişmesiyle, başarıyla tedavi edilebilen bir hastalık haline geldi. Bu nedenle bilim adamları sürekli olarak yaptıkları çalışmalarla kanseri daha da erken tedavi çareleri arıyorlar.

Bu çalışmalardan birinde, bağırsak kanserinin daha ilk evrelerinde tespit edilmesini kolaylaştıran bir protein belirlendi. ABD'deki Wisconsin Üniversitesi'nde görevli bilim adamı William Dove başkanlığındaki ekip, ‘‘clusterin’’ adlı bir proteinin bağırsak kanseri hücrelerinde daha yoğun olduğunu tespit etti.

Bağırsak kanseri olan farelerin hücre çekirdeğindeki aktif genleri sağlıklı farelerle karşılaştıran bilim adamları, tümör hücrelerindeki clusterin üretiminin daha yüksek olduğunu belirlediler.

Bilim adamları, clusterin'in işlevinin henüz bilinmediğini belirterek, bu proteininin, insanlardaki tümör hücrelerinde de daha fazla üretildiği için kanserin gelişmesinde rol oynadığını tahmin ediyorlar.

Sanayi ülkelerinde her 20 kişiden biri bağırsak kanserine yakalanıyor. Bilim adamları, fazla yağlı ve lif oranı düşük yiyeceklerin tüketilmesinin bağırsak tümörlerinin oluşmasında önemli rol oynadığı görüşünde. Derleyen: Ömür GEDİK


SORULAR-SORUNLAR


Ayak tabanında siyah leke var


12 yaşındaki oğlumun doğuştan ayağının tabanında fındık büyüklüğünde siyah bir leke var. Çocuğu doktora götürmeye ikna edemiyorum. Ne yapmalıyım? Aynur

Siyah renkli benler yakın gözetim altında tutulmalıdır. Görüntüsü tekdüzeliğini kaybetmeye başlarsa, sınırları düzensizleşir ve kabarık bir hal alırsa bunun tehlikeli bir durum aldığı düşünülebilir. Tıp dilinde malin melanom olarak adlandırılan bu tümör türü, zamanında müdahale edilmediğinde hayati tehlikeler taşır. Aynı şekilde el ayaları ve ayak tabanlarındaki siyah lekeler de bu risk açısından yakın takip altında tutulmalıdır. Oğlunuzda bu kontrolleri aksatmanız onun hayatı üzerindeki riskleri arttırmanız anlamına gelir.


HAFTANIN KİTABI


Kadın bünyesi doğal olarak erkeklerden farklıdır. Üstelik ergenlik, erişkinlik, annelik, menopoz ve üçüncü yaş dönemlerinde farklı özellikler de kazanır. Bu nedenle her dönemde farklı beslenme ve yaşam tarzı uygulanmalıdır. Yedikçe Zayıfla ve İnce Kal kitabının yazarı Montignac, ‘‘Ergenlikten Menopoza Kadına Özel’’ isimli yeni kitabında, yaşamının her aşamasında sağlıklı ve ideal kiloda olmak isteyen kadınlara yol gösteriyor.

Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli.
Yazının Devamını Oku

Kekemelik hastalık değil

11 Ağustos 2003
Nedeni kesin olarak saptanamamış sorunlardan biri de kekemelik. Çocukluk yıllarında başlayan kelimeleri bir çırpıda söyleyebilme zorluğunun nedenleri bilinemese de gidermek sanıldığı gibi imkansız değil. Kekemelik nedir?

Kekemelik bir hastalık değildir. Kişiler, bilinmeyen nedenlerle bazı kelimeleri bir çırpıda söylemekte zorlanırlar. Heceleri tekrarlaya tekrarlaya kelimeyi tamamlamaya çalışırlar. Kekemelik sadece belli düzeydeki kişilerin karşılaştıkları bir sorun değildir. Zeka, ailevi durum ve kişilik özellikleri kekeme olmakta bir ölçü değildir. Ancak kekemelik daha çok erkek çocuklarda görülür.

İnsanlar neden kekeler?

Kekemeliğin nedeni ya da nedenleri hakkında birçok teori ileri sürülüyor. Beyinin duyduklarını kontrol etme mekanizmasında, konuşmayı sağlayan kaslara gerekli emri vermenin düzenli olmamasından kaynaklandığı belirtiliyor. Çocuklukta yaşanan üzücü olaylar ve büyük korkular da beynin bu mekanizmasının düzenli çalışmasını önleyebiliyor. Kekemeliğin nedenleri hakkında yapılan açıklamalar şimdilik birer teori olmaktan ileri gitmiyor.

Nasıl tedavi edilir?

Tıpkı zararlı alışkanlıklar gibi kekemeliğin tedavisinde de öncelikle kişinin bu sorundan kurtulmayı kesin olarak istemesi ve sabırla mücadele etmeyi göze alması gerekiyor. Konuşma terapilerinin büyük yarar sağladığı biliniyor. Bazı kompleksler ve içine kapanık olmak gibi ruhsal sorunlar kekemeliği tetikleyen nedenlerin başında geliyor. Kişinin önce kendine güvenmeyi öğrenmesi ve sorunundan utanç duymamayı başarması çok önemli.

Kekeme bir kişiyi dinlerken ne yapmalı?

Bir kekeme size bir şeyler söylemeye çalışırken, onu sabırla dinlemelisiniz. Kelimenin sonu bir türlü gelemiyor diye sabırsızlandığınızı, sıkıldığınızı belli ederseniz, karşınızdaki kişinin işini daha da zorlaştırırsınız. Eğer siz sakin sakin, normal bir konuşmayı dinler gibi davranırsanız, mesele büyük ölçüde çözümlenir. Sakın karşınızda kekeleyen kişiyi sıkıntıdan kurtarmak için onun söylemekte zorlandığı kelimeyi siz tamamlamayın. Bırakın, sözünü kendisi bitirsin.

Çocuklar, zamanla kekemelikten kurtulabilirler mi?

Kekemeliğin kalıtsal olabileceği de iddia ediliyor. Bazı çocuklar, yaşadıkları önemli olaylardan sonra konuşurken kekelemeye başlarlar. Dört yaşında konuşurken kekeleyen her beş çocuktan dördü, ergenlik çağında bu sorundan kurtulmuş oluyor. Ama nasıl olsa çocuk büyüyünce bu dertten kurtulacak düşüncesiyle terapi yaptırmamak hata olur. Çocuğa telaşlanmadan ağır ağır konuşmasını öğretebilirseniz, kekemelikten kurtulması kolaylaşır.

Derleyen: Azize BERGIN

SORULAR SORUNLAR


SU İÇSEM GAZ YAPIYOR

Benim sorunum bağırsaklarımda oluşan gaz. 34 yaşında evli bir bayanım. Ama bu sorunum gençlik yıllarımdan itibaren artan bir oranda beni rahatsız ediyor. Daha çok da akşamları artış gösteriyor. Neredeyse su içsem gaz yapıyor diyeceğim. Ağrısı mideme kadar vuruyor. Karnım taş gibi şişiyor. Bunun nedeni ve önleme yolları hakkında bilgi verirseniz sevinirim.

B.Tuğcu

Sindirimin değişik aşamaları var. Ağızdan başlayıp makata kadar ulaşan yoldaki farklı salgılar ve farklı hareketler sindirimin tamamlanmasını sağlıyor. Bunlardaki aksaklıklar da kendini farklı belirtilerle gösteriyor. Sindirim sisteminde az miktarda gaz oluşması normal bir durumdur. Aşırı olmasında birçok etken olabilir. Bunlar arasında, iyi çiğnemeden hızlı yemek, dişlerin eksikliği, fazla sıcak veya fazla soğuk yemek, safra kesesi hastalıkları, safra ve pankreas salgı eksiklikleri, mide ve bağırsaktaki hareket bozuklukları ve bazı hastalıklar en sık görülen nedenler. Bu arada, fasulye, mercimek, kepekli tahıl gibi fazla miktarda lif içeren gıdaların fazla tüketilmesini de unutmamak gerekiyor. Görüldüğü gibi sindirim çok kapsamlı bir işlem. Eğer sofra alışkanlıklarınızla ilgili bir sorununuz yoksa, burada nerenin aksadığını sizin kendi başınıza çözmeniz pek kolay değil. Bir gastroenteroloji uzmanı size bu konuda yardımcı olabilecektir.
Yazının Devamını Oku

Sabahları yorgun uyananlar dikkat

6 Ağustos 2003
Belli bir süre çalıştıktan sonra yorulmanız doğal. Çünkü insan vücudunun fiziksel ve zihinsel olarak hiç durmadan faaliyet göstermesi imkánsızdır. İstemeseniz de bir an gelir, yorulduğunuzu hissedersiniz. Ama yorulmanıza neden olacak bir faaliyette bulunmadan yorgunluktan yakınıyorsanız, o zaman durum ciddi demektir.

SABAHLARI uykudan uyandığınızda, henüz yatmış gibi yorgun ve bitkin misiniz? Enerji dolu olmanız gereken saatlerde, yorgunluktan parmağınızı kıpırdatacak haliniz kalmıyor mu?

Sağlıklı bir kişi için hiç de normal sayılmayan bu belirtiler, sağlığınızla ilgili önemli bir uyarı olabilir. Unutmayın, sürekli yorgunluk hissi, kan şekerinin yükselmesi, tiroid bezinin tembelleşmesi, depresyon ve bazı kanser türlerinin habercisi olabilir.

Sürekli yorgunluktan yakınan herkes mutlaka önemli bir hastalığın pençesine düşmüş mü sayılmalı? Hayır, ama zaman kaybetmeden doktor kontrolünden geçmekte yarar var. Yorgunluk hissiyle kendini belli eden hastalıkların çoğu kolayca tedavi edilebilir. Oysa, yorgunluktan yakınan kişiler durumlarını önemsemezlerse çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilirler.

Eğer günün yirmi dört saati yorgunluktan yakınıyorsanız ve de tıbbi kontrolleriniz bir hastalığınızın olmadığını söylüyorsa, önce rahat bir soluk alın. Sonra da günlük yaşantınızı dikkatle gözden geçirin. Vücudunuzun yükü, kaldırabileceğinden çok daha ağır ise bünye bu duruma yorgunluk pankartıyla isyan eder. Ağır sorumluluklar üstlenmek, sürekli gergin bir hava içinde yaşamak, başarıya ulaşmak uğruna bedeni ve zihni aşırı yüklemek de vücudun direncini sıfır noktasına getirir.

Yorgunluğu yenmek elinizde

Kanınızdaki demir miktarını yükseltmeye bakın. Yağsız et, sardalya balığı, yumurta sarısı ve koyu yeşil yapraklı sebzeler bol miktarda demir içerir.

Vücudunuz hareketsiz kalmasın. Biraz egzersiz yapın. Yorgunluktan yakınan bir kimseye böyle bir tavsiyede bulunmayı garipseyenler olabilir. Fakat yorgunluğun panzehiri eksersizdir.

Alkollü içeceklerden mümkün olduğunca uzak durun. Alkol, yorgunluk verir

Soğukalgınlığı ya da grip gibi bir hastalığa yakalandıktan sonra iyileştiğinize hükmedip hemen normal hayatınıza dönmeyin. Hastalığın nekáhat dönemini dinlenerek geçirin

Beslenmenizde kompleks karbohidratlara ağırlık verin. Meyve, pirinç, esmer ekmek ve makarna gibi yiyecekler size enerji verir.

Düzenli ve yeterli uyku çok önemli. Haftada hiç değilse bir gece erken yatıp uyumalısınız. Kafeinli içecekleri azaltmanız uykunuzun düzene girmesini sağlar.

Hafta sonları dahil her gece aynı saatlerde uykuya yatıp her sabah aynı saatlerde uykudan kalkmayı alışkanlık haline getirin.

Kronik yorgunluk sendromu

Kronik yorgunluk sendromunun nereden kaynaklandığı henüz bilinmiyor. Ancak son zamanlarda , kronik yorgunluk sendromunun kan dolaşımındaki bir problemden kaynaklanma ihtimali üzerinde duruluyor. Yapılan çalışmalar da dolaşım sorunlarıyla yorgunluk sendromu arasında bir bağ bulunduğu teorisini güçlendiriyor.

Kronik yorgunluk sendromundan şikayetçi olan kişilerin ağrı kesici ilaçları rasgele kullanmaları sakıncalı. Doktorun önereceği ilaçların alınması çok önemli. Kan dolaşımında bir sorun olup olmadığı araştırılmalı ve dolaşımın normale dönmesi için gerekli tedavi uygulanmalı.

SORULAR VE SORUNLAR

TANSİYONUM YÜKSELİYOR

Ben 28 yaşında dört yıldır Tip 1 diabet hastasıyım. Bugüne kadar tansiyonum hep 12/8 civarlarındaydı. Bu aralar iş tempom biraz artış gösterince ve biraz yorulunca küçük tansiyonum 10 - 10,5 civarlarına yükseliyor. Başımın arkası ve ensemde kuvvetli ağrı oluşuyor. Bunun nedeni diabet olabilir mi? Ne gibi önlemler almalıyım?

C. SALTIK / İSTANBUL

Şeker hastalığının doğrudan yüksek tansiyon nedeni olması söz konusu değil Sizin tansiyonunuz muhtemelen, stres ve yorgunluk gibi nedenlere bağlı olarak yükseliyor. Eğer tansiyonunuzu yorgun anlarınızda ölçüyorsanız, bu rakamları çok önemsemeyin. Tansiyon bir süre dinlendikten sonra ölçülmelidir. Dinlenince düşse bile tansiyonunuzun yükselme eğilimin olduğunu dikkate alarak tuzlu yemekten kaçının. Ayrıca, fazla kilonuz varsa zayıflamak, bedensel hareketiniz azsa spor yapmak, sigara ve fazla alkol kullanıyorsanız bırakmak, stresinizi azaltacak önlemleri almaya çalışmak da size iyi gelecektir.

HAFTANIN KİTABI

Bir filmle gündeme gelen otizm aslında bir çok kişinin sorunudur. Yaşamın ilk üç yılı içinde ortaya çıkan ve ömür boyu devam eden iletişim ve sosyal etkileşim bozukluğu, otistikleri müzik ya da matematik gibi sınırlı alanlarda yetenekli kılarken, günlük yaşama ait basit becerileri bile yerine getirmede eksik hale getirir.

Doç. Dr. Barış Korkmaz, 'Yağmur Çocuklar-Otizm Nedir?' isimli kitabında Otizm'le ilgili her konuda yol gösterici oluyor.

Not;Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku

Alkol ve ilaç, bir araya gelebilir mi

4 Ağustos 2003
Toplumda alkol kullananların oranı giderek artıyor. Özellikle yaşın ilerlemesiyle ilaç kullanım oranı da yükseliyor. Böyle olunca en azından bazı günlerde ilaç ve alkol kullanımı çakışıyor. Bazı zamanlarda da alkol kullanımının yarattığı mide rahatsızlığı bulantı ve baş ağrısı gibi sorunları gidermek için özellikle ilaç kullanmak gereği de ortaya çıkıyor. İşte alkol ve ilacın bir araya gelmesi halinde akla gelebilecek sorular ve onların cevapları:

İlaç kullanırken alkol alınırsa...

- Alkol, bazı ilaçların etkisini azaltabilirken, bazılarının etkisini arttırabilir. Bu tersine, ilaçların da alkolün etkisini arttırması şeklinde görülebilir. Bazı ilaçlar da alkolle birleştiği zaman zehirli etkiler yaratabilir.

ORGANLARA ZARAR

İlaç ve alkol birbirini neden etkiler?

- İlaç vücuda girdiği zaman kan yoluyla tüm vücuda yayılır. Organlardan geçerken birtakım değişikliklere uğrar, parçalanır. İlacın tümü ya da parçalanma ürünleri bazı organlarda istenen ya da istenmeyen etkiler yaratır. Alkolün de vücuttaki serüveni ilacınkine çok benzer. Aynı parçalanma mekanizmalarını kullandıkları zaman vücutta birikme gösterirken, parçalanmış ürünlerinin etkili olduğu ilaç kullanımlarında ilacın istenilen etkisi yeterince görülemeyebilir. Benzer toksik etki söz konusu olduğunda da el birliği ile aynı organa zarar verme halleri ortaya çıkabilir. Sürekli alkol kullananlarda parçalayıcı enzimler çok aktif oldukları için, bu kişilerde ilacın vücutta etkin olarak kalma süresi kısalarak etkisi azalabilmektedir.

NARKOZDAKİ TEHLİKE

Alkol kullanana narkoz uygulanır mı?

- Narkozda kullanılan bazı ilaçlar, sürekli alkol kullananların karaciğerinde hasar yaratabilir. Bazı narkoz ilaçları da sürekli alkol kullananların karaciğerinde yeterli hızda parçalanamadığı için, vücutta yüksek dozlara çıkarak tehlikeli olabilir.

ANTİBİYOTİKLE ASLA

Antibiyotik kullanırken alkol alınabilir mi?

- Aralarında mantar, parazit ve sıtma ilaçlarının da bulunduğu antibiyotikleri kullanılırken alkol kullanılması, bulantı, kusma, başağrısı, ateş basması ve havale nöbeti gibi belirtilere yol açabilir. Ayrıca alkol kullanılması birçok antibiyotiğin vücuttaki etkisini azaltır. Karaciğerde işlenen antibiyotiklerin sürekli alkol kullananların karaciğerine zarar verme riski yüksektir.

BEYİN VE KARACİĞER

Sinir ve uyku ilaçları ile alkol birlikteliği öldürücü olur mu?

- Aralarında antipsikotik ilaçların da bulunduğu sakinleştirici, depresyon giderici ve uyutucu etkili ilaçlarla birlikte alkol kullanılması beyin fonksiyonlarında ileri derecede baskılama nedeni olabilir. Solunum merkezinin baskılanması, solunum durması ile ölüm riski yaratabilir. Bu ilaçların bazıları, alkolle bir arada alındığında ciddi karaciğer hasarlarına yol açabilir.

Şeker hastaları alkol alabilir mi?

- Şeker hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu alkolden etkilenir. Sık alkol kullananlarda ilaçlar daha az etki gösterirken, seyrek kullanımda ilacı etki süresi uzamaktadır. Böylece kan şekeri dengesini sağlamak güçleşebilmektedir. Bazı şeker ilaçları ile alkolü bir arada kullanılması bulantı, kusma, baş ağrısı şikayetlere yol açabilir.

GRİP HASTALARI DİKKAT

Grip ilaçları ile alkol...

- Grip ve soğukalgınlığı ilaçlarının içinde bazı antihistaminik (alerji giderici) maddeler vardır. Bunlar alkolle birleştiğinde ileri derecede uyuşukluk nedeni olabilir. Bu da otomobil de dahil olmak üzere her türlü araç gereç kullanımında kaza riskini ileri derecede arttırır. Yaşlılarda bu etki çok daha önemlidir. Bu ilaçlarda ayrıca ağrı kesici ve ateş düşürücü etkili parasetamol de bulunur. Parasetamolün alkolle birlikteliği ciddi karaciğer hasarlarına yol açabilmektedir.

MİDE KANAMASI RİSKİ

Ağrı kesiciler de kullanılamaz mı?

- Yukarıda belirttiğimiz gibi parasetamol içerenler alkol kullananlar tarafından kullanılmamalıdır, karaciğer hasarı riski yaratmaktadır. Naproksen içerenler, alkolle birlikte alındığında mide kanaması riski yaratmaktadır. Yaşlılarda yapılan çalışmalar alkolle birlikte alınan yüksek dozdaki aspirinin mide kanaması riski arttırdığını, aynı zamanda alkolün, sanki daha fazla içilmiş gibi etkilediğini gösterdi.

Kalp ve tansiyon ilaçlarını da etkiler mi?

- Yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlarla, koroner kalp hastalığında kullanılan nitratların alkolle birlikte alınması, bu kişilerin ayağa kalktıklarında başdönmesi ve tansiyon düşmesi tablosuyla kaşılaşmasına yol açabilir. Sürekli alkol kullananlarda, beta bloker grubu ilaçlar daha düşük etki gösterir.
Yazının Devamını Oku

Eskiden atılırdı, şimdi hayat kurtarıyor

30 Temmuz 2003
Yeni doğan bebeklerin kordon kanından alınan kök hücreler, özel koşullarda dondurularak saklanıyor ve çocukların yaşı ilerledikçe ortaya çıkabilecek ciddi hastalıklarda kullanılıyor. Böylece, ağır hastalıkların tedavisi için önemli bir adım atılmış oluyor. Gelecek için büyük önem taşıyan bu uygulama artık Türkiye'de de yapılabiliyor. Kök hücreleriyle ilgili çalışmaların yoğunlaşmasıyla birlikte, tüm dünyada yaygınlaşan, kordon kanının dondurularak saklanması uygulamasına ülkemizde de başlandı. Acıbadem Kordon Kanı Bankası geçen ay hizmete girdi. Acıbadem Hastanesi, Hacettepe ve Ege Üniversitesi'nde yapılan bu uygulama sayesinde, doğum sırasında bebeklerin kordon kanı alınıyor ve gerektiği takdirde kullanılmak üzere saklanabiliyor.

KORDON KANI NEDİR

Bebeğin doğumundan sonra göbek kordonu içinde kalan kana kordon kanı deniliyor. Yakın bir zamana kadar, kordon kanı, plasenta ve göbek kordonu ile atılmaktaydı. Ancak son gelişmelerle kordon kanının çeşitli hastalıkların tedavisi açısından önemi anlaşıldı ve özel yöntemlerle toplanıp saklanmaya başlandı. Bebeğin kordon kanı, kök hücreler açısından oldukça zengin bir kaynak.

Kök hücreler, birçok dokuda bulunan ve değişerek vücudun diğer dokularını oluşturma yeteneğine sahip bir grup hücre. Kök hücrelerin vücuttaki diğer tip hücrelerle farklılaşma özelliğinin keşfedilmesi ile birlikte bu hücrelerin kanser, felç, Parkinson, Alzheimer, omurilik zedelenmeleri, kalp ve birçok genetik kaynaklı hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği fikri de ortaya çıktı.

Günümüzde kök hücreler, özellikle kemoterapi ve/veya radyoterapi gören kanser hastalarının kan ve bağışıklık sistemini yeniden canlandırmak için kullanılıyor.

Doğumdan sonraki ilk 10 dakika içinde alınan kordon kanı, uygun şartlarda donduruluyor ve kordon kanı bankasında saklanıyor. Bu değerli kök hücreleri, gerektiğinde çözülerek kullanılabiliyor.

İlk kordon kanı nakli 1988 yılında gerçekleştirildi. 1995 yılından itibaren dünyada kordon kanı bankaları yeni doğanların kordon kanla-rının saklanabilmesi için yaygın olarak faaliyete geçti.

Derleyen: Ömür GEDİK


İlk on dakikada alınması şart


Kordon kanı, bebek doğar doğmaz, ilk 10 dakika içinde göbek bağının plasenta tarafında kalan bölümünden alınıyor. Bu kan, toplanmadığı tüm durumlarda plasenta ile birlikte atıldığından, toplanması normal doğum prosedürünü ve bebeği herhangi bir şekilde etkilemiyor. Kordon kanı, hem normal hem de sezeryan doğumlarda toplanabiliyor.

Sadece birkaç dakika alan bu işlem basit, tehlikesiz ve acısız. Plasentaya bağlı olan kordonun içindeki kan, özel bir sistem yardımıyla pıhtılaşmayı önleyici madde içeren kan torbası içine toplanıyor. Bu kan, kordon kanı bankası laboratuvarında dondurulduktan sonra sıvı azot içinde saklanıyor.


SORULAR SORUNLAR


Annem için bir tehlike var mı


Annem bir süre önce böbrek ameliyatı geçirdi. 9 cm. çapında bir tümör böbrekle beraber alındı. Tümör habis olmakla beraber kapsülde sınırlı imiş. Doktor bu tür hastalarda kemoterapi ve radyoterapi uygulanamadığını belirterek, başka tedaviye gerek görmedi. Altı ayda bir kontrole gidip tüm batın tomografisi çektirmesi gerekiyormuş. Neye göre biz altı ayda bir kontrole geliyoruz? Biz bu kontrolleri ne zamana kadar yaptırmalıyız? Anne Sevgisi /İNGİLTERE

Tümör tedavisinde genellikle uygulanan kural, eğer mümkünse tümörlü dokunun ameliyatla çıkarılmasıdır. Annenizdeki tümör habis olmakla beraber, yapılan ameliyat sonrası tümörün kapsül içinde olduğu ve tümüyle alındığı görülüyor. Bundan sonra altı aylık aralıklarla yapılacak kontrollerde, ameliyat öncesi çevreye kaçmış tek tük tümör hücresinin, tohum gibi bir etki yaratıp yeni tümör başlatma riski araştırılıyor. Sürenin altı ay olarak belirlenmesi, eğer başlamışsa, tümörün ancak görüntü verebilir hale gelmesini beklemek içindir.


HAFTANIN KİTABI


Yüksek tansiyon toplumun geniş bir kısmını etkileyen önemli bir sağlık sorunu. Bilinçli bir şekilde yaklaşıldığında tamamen kontrol altında tutulabilir ve vücuda zarar vermesi önlenebilir. Bu nedenle, Prof. Dr. Tekin Akpolat'ın hazırladığı, 'İçimizdeki Düşman Hipertansiyon' kitabını öneriyoruz.

Not: Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku