Öğretmenler! Cumhuriyet sizden fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenizi ister.
Mustafa Kemal Atatürk, 25 Ağustos 1924.
Bazen tek bir sözünle çakılıp kaldığım, üzerinde saatlerce, günlerce düşündüğüm güzel ATAM, bu sözle beni çok derinlere ve oradan da ufkun çok ötesine götürdün yine…
Sözün üzerinde düşünürken tek tek kelimelerin anlamını düşünürken ve sorular sorarken buldum kendimi.
İlk olarak sözün söylendiği yıla gidiyorum zihnimde…
25 Ağustos 1924, henüz Cumhuriyet kurulalı bir yıl bile olmamış, ülkenin durumunu tahmin etmek hiç zor değil ve Atatürk vizyonunda belirlediği Türkiye de yeni nesilleri yetiştirme görevini verdiği muallimlere, mualimler birliği kongresinde Cumhuriyetin sorumluluğunu veriyor.
İNSAN yetiştirmenin bir ülkenin can damarı olduğunun bilinciyle…
Kaos kelimesinin çok daha sıklıkla duyulur ve sıklıkla hissedilir olduğu günlerden geçiyoruz. Ülkemizin geçmekte olduğu süreç, aklımızı, gönlümüzü, vicdanımızı zorlanmakta... Kafalar karışık, zihinler hep konuşmakta…Senaryolar, planlar, hikayeler, yapılması ve yapılmaması gerekenler, doğrular ve yalnışlar, her yer toz duman, göz gözü görmüyor ve nefes almak zorlaşıyor.
Nasıl geçer bu günler, ne yaparsam daha kolay olur? Ne yaparsak çözüme biraz katkımız olur diye sormadan edemiyor insan. Kimle konuşsam bir fikri var, kimle konuşsam geleceğe dair bir senaryosu ve çoğu olumsuz. Sormuyorum bir süredir ne olur halimiz diye… Gereksiz bir soru gibi artık! Şu anda nasılız, şimdi ne oluyor diye soruyorum, Şu anda ne yapabilirim diye soruyorum, şimdi de!
Kaosdan göz gözü görmüyorsa, zihnim bana oyun oynuyorsa "şimdi önce bir nefes al" diyorum kendime, nefes al ve ver…Yaptığın şeyi yapmaya devam et yapabilmeye devam ettiğin sürece aynı nefes almaya devam edebildiğin gibi, basit ve sakince, ki çoğu zaman hayatta yaşadığım zorluklarda, çevremde yaşam zorlaştığında gözümü bir ağaca, bir çiceğe çevirip ya da o ortamda gözüme en dingin gelen objeye çevirip dengelenmeyi beklediğim gibi…Ve zihnimde sevdiğim bir şarkının mırıltıları…
Aşağıdaki kısa ezop masalındaki gibi;
‘Kırda giden bir adam, bir kaplanla karşılaşır. O kaçar, kaplan kovalar. Yol uçurumun dibinde bitince, adam bir yabani asmanın köküne yapışıp kendini aşağıya sarkıtıverir. Kaplan tepesinde uzanmakta, koklayıp, koklayıp durmaktadır. Adam tir tir titreyerek aşağıya bakar. Orada başka bir kaplanı, onu yemek üzere beklerken görür. Onu tutan tek şey asmadır.
Bir ak biri kara iki sıçan asmayı kemirmeye koyulur usul usul. Adam az ötede iri bir çilek görür. Sarmaşığı tek elle kavrayıp öbür eliyle çileği koparır. Öyle tatlı gelir ki çilek ona!’ Masal Masal Matitas kitabından alınmıştır.
Bazılarınız "aaa adama bak ölecek ama o çilek yiyor bu ne rahatlık"
Cinsel isteksizlik kadınlarda daha sıklıkla görülen bir cinsel işlev bozukluğudur.
Aşağıdaki zihin sesleri çoğu kadına tanıdık gelebilir.
"Canım hiç istemiyor
Yine mi cinsel ilişki
Benim için önemli değil, olmasa da olur
Çok yorgunum,
Ben bir şey hissetmiyorum ki,
Ergenlik döneminde çocuğu olan anne babaların ve ergenlerin kafalarını en çok kurcalayan konulardan bir de cinsel kimlik konusudur. Cinsel yönelimin oldukça görünür ve yaşanır olduğu ergenlik döneminde aynı cinsiyetten hoşlanmak kafa karıştırıcı olabilmektedir. Eşcinsel olma ihtimali anne babaları gerebilirken, ergenin ergenlik sürecinin de daha da zorlanmasına neden olmaktadır.
Cinsel yönelim, kişinin cinsel ve duygusal olarak çekim duyduğu cinsiyete göre tanımlanan bir özelliktir. Bireylerin kendi cinsiyetinden birine ilgi duyması veya karşı cinsiyetten birine ilgi duyması cinsel yönelim olarak tanımlanabilir. Ergenlik de bu yönelim belirginleşir ancak kesinleşmez.
Bedensel ve ruhsal olarak bu kadar hızlı ve değişken bir dönem insan hayatının başka hiçbir evresinde yoktur. Ergenlik sürecinde kendini aramak, büyümek ne kadar doğalsa cinsel kimlik konusunda da arayışta ve denemede olmak o kadar doğaldır. Cinsel kimliğin arandığı ve denediği evrede ergen, dönem dönem biseksüel (hem erkek hem de kadından hoşlanma) yönelimler gösterirken dönem dönem homoseksüel (kendi cinsiyetinden hoşlanma) gösterebilir. Bu ergen için kafa ve ruhsal karışıklığa neden olmakta ve neden böyle olduğunu anlamakta zorlanabilmektedir. Ayrıca yaşadığı süreci paylaşmak en temel ihtiyacıdır. Anlayışlı anne ve baba kendini arayan ergen için büyük şansken tam tersi anne baba modeli ergenin ruhsal olarak zorlayabilmektedir.
Cinsel yönelimin neye göre oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. Genel olarak kabul gören açıklamalar, karmaşık bir genetik zemin üzerinde çevresel etkenlerin rol oynadığından bahseder. Bir erkek neden bir kadından hoşlanır, sorusunun yanıtı bilinmediği gibi diğer cinsel yönelimlerinde nasıl oluştuğu bilinmemektedir. Yani insanların heteroseksüel mi, biseksüel mi ya da homoseksüel olarak doğup doğmadıkları bilinmemektedir. Fakat bilinen, kişilerin heteroseksüellik ya da diğer yönelimler arasında bir tercih yapmadıkları/ yapamadıklarıdır. Yani kişi heteroseksüel olmak istediği için heteroseksüel olmadığı gibi eşcinsel ya da biseksüel olmaya karar verip de eşcinsel olmaz. Cinsel yönelimi değiştirmeye yönelik girişimler bu nedenle başarısızlıkla sonuçlanmıştır; bir eşcinselin heteroseksüele dönmesi ile bir heteroseksüelin eşcinsele dönmesi arasında imkansızlık açısından fark yoktur.
Ergenlik döneminde cinsel kimlik karmaşasını yaşayan ergenler ve anne babalara kısaca şu söylenebilir:
Oksitosin, sevgi ve şefkat hormonu diyebiliriz. Hipofiz bezinden salgılanır. Özellikle kadınlarda doğumdan sonra artış yaptığı bilinir.
Bağlanma, bağ kurma, acı ve ağrıyı dindirme de etkin rolü olan oksitosin hormonu aynı zamanda aşkın yoğun yaşandığı zamanlarda da bolca salgılanır.
Şefkatin yakınlık ve sevecenlik ile yakın ilgisi vardır ve bu duyguların insan olma, birbirimizi anlama, empati kurmada rolü büyüktür.
Sevgiyi hissederek, sağlıklı dokunuşlarla büyüyen çocukların empati yeteneklerinin iyi olduğunu, bağışıklılıklarının güçlü olduğunu biliriz.
Annesiyle sağlıklı bağlar kurabilen çocukların empati yetenekleri güçlü çalışır.
Bir yetimhanede yapılan çalışmada, tüm gün boyunca karyolalarında kalan çocuklarla, düzenli olarak kucaklanan ve sevilen çocuklukların bağışıklık düzeyelerinde belirgin farklılıklar bulunmuş. Tüm gün karyolada kalan ve sadece alt değişim ve beslenme ihtiyaçları giderilen çocukların, düzenli olarak kucağa alınan ve sevilen çocuklara göre daha sık hasta oldukları ortaya konmuş. Sık sık kucaklanan ve ilgilenilen çocukların ise daha az hastalandıkları saptanmış. Bu çalışma, sarılmanın, güzel sözler söylenmenin, iyi dokunuşların insan gelişimindeki önemini kanıtlaması açısından güzel bir deney.
Anne olmak, bir bebeğin olması, aileye gelen bir hediyedir. Bununla beraber doğum sonrası yaşanabilen duygusal değişimler pek çok aileyi zorlayabilmektedir.
Kadının doğumdan sonraki ilk bir hafta içinde yaşadığı hüzün, iç sıkıntısı, bazen ağlama hissi ve karamsar düşüncelere ‘lohusalık hüznü/sendromu’ denir. Bu sürenin 2 aydan 2 yıla kadar uzaması durumuna ise ‘Lohusalık Depresyonu’ olarak adlandırılır. Lohusalık hüznü bir iki hafta içinde kendiliğinden geçer. Uzadığı durumlar ya da doğum sonrasından itibaren depresyon belirtileri olarak orataya çıkabilir ve uzayabilir.
Doğum sonrası yaşanan duygusal sorunların nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte;
• Gebelikte yüksek olan ostrojen ve progestonun doğumdan sonra dip yapması,
• Geçmişten gelen depresyon vb ruhsal sorunların tam iyileşmemesi,
• Strese yatkınlık,
• Başkalarına bağımlı ya da bağ kurmakta zorlanan kimlik yapısı
Güzel bir yaz gecesi, Ankara, güzel bir bahçede, arkadaş sofrasında, keyifli bir sohbet sürerken saat 22.00 civarı tepemizden geçmeye başlayan uçaklarla garip bir şeyler olduğunu algılamaya başlıyoruz. Çok yakın geçen ve devamlı geçmeye devam eden uçakların F16 savaş uçaklarımız olduğunu anlamamız kısa sürüyor da nedenini anlamak için biraz zaman geçiyor.
Sosyal medyada ve TV'lerden doğru-yanlış bilgiler hızlı ve kaotik bir şekilde geliyor. Darbe oldu, oluyor, kalkışma, vb…
Düşünüyorum darbe olursa neler olur? En son 7 yaşındaydım darbe ortamını yaşadığımda, gözümün önüne Kenan Evren geliyor ve siyah beyaz TRT ekranı… Hayal meyal başka şeyler… Ülkem için zor günler diyorum. Umarım değildir. Ancak anormal bir durum olduğu kesin diyor herkes.
Eve gidebilecek miyiz, yollar nasıldır vb sorularla yola çıkıp eve geldiğimizde jetlerin sesleri kulakları, gönülleri çok rahatsız eder hale geliyor. Bir süre sonra bomba sesleri, silah ve ateş sesleri başlıyor ve zamansız selalar… İnsan bağırtıları…
TRT'de güya askeri açıklama, sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı, an be an çatışmaları ve bombalamaları hem tvden hem de evden izleme süreçleri, her jetin geçişinde sallanan pencereler, camlar…
İnsan zihni makineli tüfek gibi çalışıyor o anlarda: "Bu jet kamikaze yaparsa ve bizim binaların olduğu yeri seçerse, geliyor, ses artıyor ve geçti… Bomb… Bizim binada sığınak da yok, atmden para mı çeksek, yok ya para en son dert aç mı kalıcaz, kalsak ne olur, ülkeden gitmeyi düşünmüyorum ki, doyarız bir şekilde, off bu ses çok kötü, sanki jet binanın içine girecek çok yakından geçiyor ve geçti, evi bombalanan insanlar neler yaşadı kim bilir doğuda, ülkemde, daha önceleride çok üzülür dua ederdim onlar için, hepimiz için, artık empatiden sempatiye doğru gidiyor iş, whats up hiç durmuyor, sakin olmalı, evet sakinim, ancak öfkeliyim de, çok karışık bu duygular , of bitsin bu gece, bu saçmalık….’
Saatler geçiyor, haberler geliyor, savaş devam ediyor, F16lar tam tepemizden geçiyor, hiç durmuyorlar, evin ışıklarını söndürüyoruz ve bu saçmalığın bir an önce bitmesi ve sokağa çıkan insanların zarar görmemesi için dua etmek elimizden gelen tek şey oluyor. Sabah 04.00, jetler geçmeye devam ediyor ancak daha az geçiyorlar artık ancak daha yakınlar, çerçeveler sallanıyor… Dingin kal ve dua et. Selalar devam ediyor, dışardan silah sesleri, Ve sabah ezanı…Bahçeden gelen otomatik sulama sisteminin sesi… Garip ama gülümsüyorum, bir şeylerin normalleştiğin işareti oluyor sanki sulama sesi…
Gerçekten çok zor bir gece geçirdik tüm Ankara ve Türkiye olarak…Evet hepimize geçmiş olsun. Kayıplarımız var. Başımız sağolsun. Sosyal medyayı takip ediyorum, çok acı, çok acımasız yorumlar görüyorum, herkese karşı, birbirimize dair, bir uçtan bir uca dalgalanıyor herkes, herkes bir tarafı tutuyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyor, sanki çoğu anlamış analiz yapıyor, okumaya yüreğim dayanmıyor, ve işin acısı yorumu yazanların çoğu tepesinden jet geçmeyen ya da sokağa çıkmayanlar, üzülüyorum, tam bir kaos var, üzülüyorum insanlık adına, ülkem adına... Emin olun ki bomba sesi duyduğunda ne siyasi parti kalıyor ne haklılık ne de benzeri bir şey kalıyor insanın aklında… Size garip gelicek belki, belki de gelmeyecek korku pek hissetmedim o gece… Kızgınlık, öfke, kaygı hissettim dönem dönem… emin olun o an hayatta kalmayı da pek düşünmedim neler düşündüm neler için dua ettim, neler farkettim o gece ve sonrasın da biraz öncekilere ek:
İnsan hayatını, ruh sağlığını derinden etkileyen, yaşandıktan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, kişinin kendi kontrölü dışında yaşamak zorunda kaldığı olaylara travma diyebiliriz. Depremler, maddi manevi kayıplar, tecavüzler, ensest, zamansız kayıplar, kazalar, işkenceler ve terör, en büyük ve derin travma deneyimleri arasındadır.
Son yıllarda ülkemizde son bulmayan terör olayları ülkede yaşayan pek çok vatandaşın ruh ve beden bütünlüğünü tehdit etmektedir. İnsanın beden ve ruh bütünlüğüne gelebilecek darbeler hele ki aniden ve teröre bağlıysa, terör olaylarını birebir yaşadıysanız, sevdiklerinizi teröre kurban verdiyseniz travmanın derinliği artar. Birebir yaşamasanız bile terörün yoğun yaşandığı ülkelerde yaşamak, her an kendi başına, sevdiklerinin başına bir şeyin gelebileceğini düşünmek, hep temkinli olmaya çalışmak, ruh sağlığında ciddi hasarlara yol açar. Kaygı bozuklukları, anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları vb. Yaşadığın ülkenin vatandaşı olarak, canlı bombaların kurbanı olabileceğini düşünmek bile ciddi kaygı yaratır. Silahlı çatışmalara maruz kalmak, evini barkını, sevdiklerini, uzvunu kaybetmek ise telafisi çok zor hasarlar, izler bırakır.
Bu tür travmatik bir yaşam deneyiminden sonra kişilerin şok yaşaması, sonrasındaki isyanları, kabul edememesi, inkarları ve acı, doğal duygu ve tepki geçişleridir. Doğal olmayan terörün varlığıdır. Her insan güven içinde temel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamayı hakeder. Vatandaşı olduğu ülkenin bu ihtiyaçlarını karşılaması da temel insanlık haklarındandır.
Hayatta kalmak insanın en önemli, en temel ihtiyaçlarından biridir. Güvende olmak, yaşadığın ülkeye güvenmek, hayatının güvende olması ruh sağlığı açısından olmazsa olmazdır. Terör riski ve yaşantısı bu güvenlik alanına zarar verir. Kişinin kendi kontrolünde olmadan savunmasız bir şekilde kurban olma ihtimali, yaşanılan ana ve geleceğe olan inancını ve beklentisini azaltırken, umutsuzluğunu artırır.
Terörü yaşayan ya da yakını kaybeden vb. süreçlerde hissedilen duyguları dışarı çıkarmak, acıyı akıtmak, yası tutmak ve azalmasına izin vermek sağlıklıdır. Yaşanılan travmalarla hele ki terörle baş etmek kolay değildir ancak bilinmelidir ki travma yaşantısından belli bir süre sonra bu konu hakkında özellikle travma çalışan uzmanlarda psikolojik destek almak bu dönemin kalıcı izlerini azaltacaktır. Biliriz ki bazı acılar tarifsizdir, tahammülü zordur, akıl sağlığını zorlar ve yine biliriz ki acıları paylaşmak onların azalmasına, tedavisine yardım eder.
Terör olaylarında yakınlarını kaybedenlere sabır, yaşayanlara şifa, ülkemiz ve dünya insanları için barışın yaşanır olmasını diliyorum.