Doğan Uluç

Başkan Kennedy'nin metresini kim öldürdü?

25 Nisan 2012

Genel bilgi sahibi, dış politikaya meraklı bir Amerika’lı grupla sohbet ederken konu Başkan J.F. Kennedy’nin suikastine yöneldi. Bir politikacı Küba füze kriziyle ABD başkanının suikastinin 1960’larının yılların en önemli iki olayı olduğunu vurguladı. Ardından ‘’Peki ‘Metres Mary’yi kim öldürdü?’’ sorusunu ortaya attı. Herkes birbiriyle bakıştı. Yalnızca biri ismin çağrışım yaptığını söylemekten ileri gitmedi. Yaşlı politikacı, Mary Meyer’in 30 yıl önce başkentte güpegündüz kurşunlanması ‘’Kennedy suikasti kadar derin bir komplo.’’diye tanımladı: ‘’Mary zengin bir aileden geliyordu. Wassar gibi seçkin okullarda eğitim görmüş, uluslararası barışa aşırı düşkün bir aydın idi. Özel bir lisenin dans partisinde J.F. Kennedy ile tanışmış, yakın ilişki kurmuştu. ‘’Peter Janney’in yeni çıkan kitabında ilginç iddialar var.’’

Janney ‘’Mary’nin Mozayiği: CİA’nın J.F. Kennedy, Mary Pinchot Meyer ve Dünya Barış Vizyonunu Öldürme Komplosu’’ başlıklı yeni kitabında 40 yıldır araştırmaya cesaret edilmeyen sırları eşeliyor. Çocuklukta başlayan,başkan seçildikten sonra devam eden ilişki sırasında Mary Meyer sık sık Beyaz Saray’ı ziyaret etti. Washington sosyetesinde adı Kennedy’nin bir diğer sarışın sevgilisi ‘Marilyn Monroe’yu anımsatan Mary Meyer ‘’Başkanın Metresi’’diye şöhret yaptı. Mary, CİA ajanı Cord Meyer ile 14 yıl süren evlilik yaptı.

ABD Başkanı, Jackie Kennedy, ‘metresi’ Mary, Washington Post’un sahibi ve eşi Phil-Katherine Graham, gazetenin baş editörü, Mary’nin eniştesi Ben Bradlee başkentin en güçlü grubu olarak sivrildiler. Mary 1958’de kocasından boşandı, aşırı solcu eğilimleri, halusinasyona sebeb olan LSD müptelası Harvard Profesörü Timothy Leary ile yakınlık kurdu.

12 Ekim 1964 günü Mary Meyer, Georgetown Kanal yolunda yürürken idam infazı stiliyle tek kurşunla öldürüldü. Ray Crump Jr. adlı inşaat işçisi bir kaç saat içinde yakalanıp katil suçlamasıyla hakim karşısına çıkarıldı. Juride bir görgü şahidi Crump’ın boy kısalığı ve ufak yapısına işaret ederek esas katilin iri kıyım oldugunu bildirince serbest bırakıldı. Mary’nin katili ve cinayet silahı bulunamadı.

Peter Janney ‘in‘’Mary’nin Mozayiği’’ kitabında şu iddialar var : ‘’JFK ile Mary birdiğerine delice aşık idi. Timothy Lear ile yasal olmayan ilaçları birlikte denediler. Gazeteci Nina Burleigh ‘’Metresin Hayatı ve Çözümlenmemiş Cinayeti’’kitabında JFK’nin Mary ile ilişkilerini masaya yatırdı.Aşırı barışsever Mary’nin teşvikiyle Kennedy ABD’nin silahlanma programını sorgulamaya başlayınca nüfuzlu kesimleri karşısına aldı. CİA, ABD’nin dış politikası kontrolunda tek engeli olan JFK’i ortadan kaldırdı. Aynı güçler Kennedy’nin metresi ve sırdaşı Mary Meyer’i de tehlikeli görerek öldürdüler.  Mary Meyer’i William Mitchell adlı kara ordusunda teğmen, Georgetown’da hoca bir CİA tetikçisinin Georgetown kanal yolunda öldürdü. Ordu ve üniversite sözcüleri kayıtlarında Mitchell’in adına rastlanmadığını açıkladılar.

Bir diğer araştırmacı gazeteci Leo Damore 1993’te Mitchell’in telefonda kendisine Mary Meyer cinayetini işlediğini itiraf ederek infaz için ‘’Standard CİA yöntemiydi.’’dediğini naklediyor.Damore bu konuda yazacağı kitap için araştırma yaparken 1995’de intihar etti. Janney 2004 yılında Damore ailesinden notlarını ve ses bantlarını satın aldı.

Mary Meyer’in Kennedy ile ilişkilerini kaydettiği günlük defterleri da evinde bulunamadı. Kızkardeşi Tony, Mary’nin anı defterinde kendisini kimin ve ne için öldürmek istediğinin yazılı olduğunu ama günlükleri yaktığını söylüyor. Eniştesi ünlü gazeteci Bradlee ise hatıra defterinde sadece resim skeçleri olduğunu ileri sürdü. Bir kaynağa göre esas günlükler CİA direktörü James Angleton’da.

Yazının Devamını Oku

Oğul Beatle’lar macera peşinde mi?

18 Nisan 2012
Soyadları 'McCartney', 'Harrison', 'Lennon' ve Starkey' gibi kulağınıza aşina gelen dört müzisyenin konser vereceğini duysanız gidermisiniz? Ben hiç olmazsa merak gidermek için giderim. İlkin soyadlar önüne eklemeler yapalım. Paul, George, John ve Ringo.  Müzik tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü pop ve rock grubu, 'The Beatles.' Ön isimleri James, Dhani, Zak ve Julian olan '4'lüsü ise, Beatles'ın oğulları.   
 
  Kraliçe Elizabeth'den 'Sir unvanı alan Beatle Paul'un 34 yaşındaki oğlu James McCartney '' Yeni bir Beatles fırtınasının tam zamanı.'' diyerek kollarını sıvıyor. John, George ve Ringo'nun çocuklarına ''Bir 4'lü grup yapıp turneye çıkalım, sonra plak, video üretimine geçeriz. İkinci kuşak Beatles olarak babalarımızın bıraktığı yerden devam edelim. Adımız hala çok popüler.''diye haber gönderiyor.

  Bir Beatles uzmanıyla konuşuyorum '' Pazarlaması iyi olursa her şeyi satarsın. Ama..' diyor. Ringo'nun büyük oğlu Zak Starkey 46 yaşında, yıllardır Roger Daltrey ve Pete Townshend'in 'The Who' grubunda davul çalıyor. Ünlü gruptan ayrılmaya yanaşmayınca Ringo'nun 44 yaşındaki diğer oğlu Jason teklife sıcak baktığını söylüyor. James, Julian Lennon'la da temas kuruyor. Julian, Beatles oğulları arasında müziğe en yakın olanı. 1985'de ''Too Late for Goodbyes'' ile listelerde ilk 10'a yükselmiş. İsteksiz görününce Lennon'ın Yoko Ono'dan oğlu Sean ''Ben hazırım.''mesajını gönderiyor.

  James McCartney: ''Babam (Paul) bir müzik dehası, dehanın da ötesinde. Diğer 3 Beatle'da öyle. Müzik aileden ruhumuza işlemiş. Grubun adı ''The Beatles'': Gelecek Kuşak'' olmalı.''

  Bu proje gerçekleşir mi maceranın ötesine geçmez mi? Kabiliyet babadan oğula geçer mi? Beethoven, Mozart, Pavarotti, Caruso'nun oğullarını bilen, tanıyan var mı? 50'sine merdiven dayamış Beatles çocukları soyadına sığınıp başarılı olabilir mi? 

  The Beatles yalnızca 9 yıl birlikte müzik yaptılar. 1969 Ocak sonunda Londra'da Apple stüdyolarında açıkhavada son konserlerini verdiler. O tarihte John ile Ringo 28, Paul ile George 26 yaşında idiler. Oysa şimdi Ringo'nun davulcu iki oğlu 46 ve 44'ündeler. Kış ayazında son Beatles konseri dahi dahiler gösterisiydi.

  Oğulları konu ederken Beatles'la birlikte olma fırsatını bulduğum için kendimi mutlu hissediyorum. Pop kültürünün yayıldığı 60'lı yıllarda 'Beatlemania' fırtınası eserken 'Şahane 4'lü' diye tanımlanan grup dünya gençliğinin sevgilisi olmuştu. 1964 yaz sonunda bir tanıdık aracılığıyla Beatles'la röportaja gittik.Kızlı-erkekli hayranları BBC stüdyolarını ablukaya almıştı, arka kapıdan binaya girdik. Stüdyoya bizden önce gelen 4'lü son plağı 'Help' üzerinde prova yapıyordu. John Lennon espriler yaparak çekimi durduruyor, ikide bir 'cut' (kes) diyerek kayıt alınmasını geciktiriyordu. Aranjör George Martin'in tepesi atmıştı ''John ciddi ol, yoksa sabaha kadar buradayız. Çay molası veriyorum. Röportajını yap,bitir.''

Benim sıram gelmişti. 4'lü dönüp, tepeden tırnağa süzdüler beni. Aralarında konuştular, üstüme geldiler. Bir anda ikisi el, ikisi ayak bileklerimden kavrayıp altı okka yaptılar. Hayatımda hiç böyle şaşırdığımı hatırlamıyorum. Havada bir süre sallayıp bıraktılar. Çaylarımız geldi. Bir köşeye çekilip soru-cevaba başladık. Ama aklım hep altı okkada, fotoğrafçım Yurdaer Acar'ın nasıl resim çektiğinde idi. 
Yazının Devamını Oku

Güvenli dostluk kaç paraya kadar?

4 Nisan 2012
Türk örfünde, adetinde tabular vardır, yıkılması, çiğnenmesi düşünülmeyecak kadar güçlü.

İlişkilerin özünü içerir bu tabular. Öz kardeş, kankardeş, dost, arkadaş bağları bir diğerinin izini takip eder. Ticari anlaşmalarda köylü ile müşterisi ilçe noterine gitmez, mühür niyetine el sıkışarak alış-satış belgesine onay verirler. Dosta, arkadaşa ihanet olmaz.

Gençlik yıllarımda İstanbul'da kapalı gişe oynayan ''Kahraman Şerif'' adlı filmden çıkışta yere-göğe koyamadığımız Amerikalıların beni düş kırıklığına uğrattıklarını farkettim. Şerif rolündeki Gary Cooper varlıklı iş sahiplerini haraca bağlamak isteyen 4 hayduttan birini öldürünce ağabeyi 3 adamıyla tekrar köye dönüyor. Şerifi teslim etmedikleri takdirde tüm köyü yakıp-yıkacakları tehdidinde bulunuyor.

Halkın çoğunluğu ''Şerif'i ver, kurtul'' eğiliminde, hem de evlendiği günde. Eşi (Grace Kelly) Cooper'ın zorlamasıyla köyü terkediyor, kurşun seslerini duyan eşi dayanamayıp haydut çetesine karşı tek başına köyü savunmaya geçen kocası yanında yer alıyor. Kahraman şerif haydutları hakladıktan sonra gömleğine takılı rozetini korkak sürüsü köylülerin üstüne atarak yeni geliniyle yola düşüyor.

O yıllarda mahalle arkadaşlarıyla harçlıklarımızı birleştirip eğlenmeye, cılızlığımıza bakmadan yan mahallenin kalabalık çetesiyle kavga çıkarmaya giderdik. İş, okul, asker arkadaşlıkları kutsal kavramlar idi. Yılmaz Güney'in suçlandığı bir olayda can veren hakimi kimin öldürdüğü aranırken bir düzine insan gözünü kırpmadan ''Ben vurdum.'' diye kendisini ortaya attı. Güney'in yakınları, trafik suçu değil, işlemedikleri cinayeti üsleniyordu. Yanlışına rağmen gerçek 'kanka'cılık bu idi. 

Sokaktaki Amerika'lı şöyle dursun,  Mafia tetikçileri dahi şimdilerde Omerta Yemini'ne rağmen 'Baba'ları korumaya yanaşmıyorlar. Dostluk bağları ne alemde? Dostluğun da fiyatı var Amerika'da. Milyonlarca doların el değiştirdiği lotaryalara bakarsanız ''Dostluk ama nereye kadar?'' sorusuyla karşılacaksınız.

Geçen hafta 656 milyon dolarlık ülkede rekor kıran mega lotaryada büyük ikramiye 3 kişiye çıktı. 2,500 nüfuslu kasabada McDonalds'da çalışan 37 yaşındaki Mirlande Wilson büyük ikramiye biletini kazandığını ileri sürdü. 7 çocuk anası Wilson 7-Eleven bakkalın menaceri Leyla'ya telefon edip ''Milyonerim artık. 157.8 milyon dolar kazandım.'' müjdesini verdi. McDonalds'ın 14 işçisi uzun süredir grup bileti alıyorlardı. Haiti göçmeni Wilson ise en güvenilir kişi idi grupta. Çekilişten sonra Leyla ile bir diğer çalışan Allen, Mirlande'nin evine giderek ''Bilet hepimizin malı. Bu oyuna devam edersen gruptakiler seni öldürecek. Canın daha kıymetli olmalı.'' diye ihtarda bulundu. Haiti'li kadın çekilişten az önce 7-Eleven'dan aldığı biletle büyük ikramiye kazandığını ısrarla yineledi. Ama lokanta zemininde bulduğu 'şanslı dolar'la satın aldığı bileti göstermeye  yanaşmadı.

Arkadaş ihanetine uğrayan 14 lokanta işçisi ''Büyük ikramiye şansı 176 milyonda bir. Artık 7.5 dolar saat ücretiyle çalışmayacağız. Hepimiz milyoneriz.''diye umutla konuşuyor.

3 yıl önce güvenli bilinen inşaat işçisi Americo Lopes satın aldığı grup biletine 38.5 milyon dolar ikramiye çıkınca ayak ameliyatı olacağını söyleyip işini terketti. Meraklı biri araştırınca Lopes'in grup biletini kendi üstüne çevirdiğini tesbit etti. Suistimal davasında hakim Lopes'in gruptakilere 4'er milyon dolar ödemeye mahkum etti.

Yazının Devamını Oku

Ünlü Türklerin kaldığı cezaevinde ‘Siyah İsa’

10 Şubat 2012
Adam rahat 2 metre. Üstünde mor renkli eşofman, tulum takımı. Yumuşak bilek hareketiyle topu zıplatarak basketbol kortuna çıktığında yer yerinden oynuyor. İzleyicilerin çoğunluğu Afrika- Amerika kökenli. Bildiklerimize benzemiyor burası. New York’ta Rikers cezaevinin açık hava kortu. Çevresi keskin tellerle çevrili, oyuncusu da seyircisi de mahkum. Ünlü bazı Türkler de kaldı bu cezaevinde.

2.18 lik adam göründüğünde hayranları “Jayson, Jayson” diye koroya başlıyor. Cezaevi müdürü dahi hayranı:

“Rikers’da böylesine popüler bir mahkum görülmediğine kalıbımı basarım.”

Jayson yakın-uzak atışlarla potayı yokluyor, hayran korosu slogan yeniliyor:

“Dank, Jayson dank.”

Basketbol için yaşlanmış ama hala atımlık dahi olsa barutu var. Ceza çizgisinden potaya topla birlikte yükseliyor. Çift elle çemberin üstünden dank vuruşunu yapıyor. İzleyici çığlıkları cezaevi duvarlarında yankılanıyor.

Kıdemli gardiyanlar, mahkumlar yıldız muamelesi yapıyor Jayson’a. Herkes el sıkmaya geliyor. Dışarıdan tonla mektup alıyor, cevap için günde dört saatini harcıyor. Seri katiller, azılı mücrimler saygı gösteriyorlar, isteği var mı diye soruyorlar. Michael Jordan buraya gelse onun kadar popüler olmaz. Mahkumların gözünde Jayson, Siyah İsa.

Jayson şimdi Mehmet Okur’un forma giydiği New Jersey Nets’in pivot oyuncusu idi. 90 milyon dolarlık transferinin ilk yılında takım arkadaşı Stephon Marbury’yla çarpışıp ayağı kırılınca basketbola veda etti.

Şubat 2002’de South Carolina’da 14 milyon dolarlık malikanesinde verdiği davette şoförü Costas Christofi otomatik silahıyla kazara öldürünce dokuz yıl hüküm yedi. Cezaevinde dini bir kulüp kurdu, birlikte kiliseye gidiyorlar. Mahkumlar, İncil kitaplarını imzalatıyorlar Jayson’a. Basketbolu mahkumları memnun etmek için oynuyor. Günde sadece bir dank atıyor. Jayson Williams bu yıl içinde özgürlüğüne kavuşacak.

TV’de Soap Opera türü dizilerde oynayan Nick Santino ile köpeği Rocco’nun paylaştığı trajedi, konser muhiti Lincoln Center’da son bir haftadır tazeliğini muhafaza ediyor. Santino’nun yaşadığı binanın yönetim kurulu, “Burada kalmak istiyorsan köpeğini yok et, daire sahipleri korkuyor” ultimatomu verdi.
Düşük kiralı daireyi elinden kaçırmaya korkan aktör çevresinde pit bull’u alacak kimse bulamadı. Sokaktan çekip aldığı hastalıklı köpeği doktorlara götürüp iyileştirmiş, sonradan yanından ayırmaz olmuştu. Canı gibi sevdiği “Hayatımın bir parçası” dediği beş yaşındaki Rocco’nun tekrar sokaklara düşeceği korkusundan bir klinikte ötanaziyle hayatına son verdirdi.

47 yaşındaki aktör evine dönünce bunalıma girdi, “Sen bana güvenmiştin ama ben sana ihanet ettim. Sen böyle bir sonu hak etmedin. Bizi birlikte defnetsinler” diye not bırakıp çok miktarda ilaç alarak intihar etti.

Alan Rosenfeld (66) liselerde daktilo hocası. Esas mesleği avukatlık, New York’ta emlak firması sahibi, portfoyü 10 milyon dolar değerinde. Rosenfeld’in öğretmenlik maaşı yılda 100 bin dolar. Ayrıca sağlık sigortası, paralı izne çıkması, giderek artan emekliliği de ödeniyor. Peki ne olmuş derseniz, işte yanıtı:

Rosenfeld son 10 yıldır bir kez dahi ders vermedi. Çoğu zaman okula dahi gelmiyor. Geldiğinde bir odada hukuk davaları, emlak işleriyle uğraşıyor. Esas kötü yönü ise sübyancılığı. Veli ve öğrenci şikayetlerine rağmen torunu yaştaki kız çocuklarını cinsel tacizde bulunan Rosenfeld bazı hocalara tanınan ayrıcalıklı kontratla işe alındığı için kovulamıyor. Okul yönetiminin emekli olması yönündeki taleplerine, “Maaşım iyi, hocalık da yapmıyorum, emekli olmam budalalık” diye karşılık veriyor. New York eğitim sisteminde Alan Rosenfeld gibi bir düzine öğretmen var. Roland Pierre adlı bir diğer hoca 97 bin dolarlık maaşla 14 yıl çalışmadan öğretmenlik yaptı. Altıncı sınıfa giden bir kız çocuğuna tecavüz davası 76 yaşındaki Pierre’in emekliye ayrılacağı teminatı üzerine geri çekildi.
Yazının Devamını Oku

Zinaya af yok ama 'Teflon' Clinton istisna

1 Şubat 2012
Saçı, sakalı Noel Baba beyazındaki adam saatine baktıktan sonra cep telefonundan evini aradı. Telefona karısı Marianne çıktı. Amerika'nın eski Meclis Başkanı derin bir nefes aldı, akabinde ''Evliliğimiz açık olsun, kim kiminle birlikte olmak isterse..'' derken Marianne sözünü kesti: ''Benim aile anlayışımda böyle şey yok.''

  Newt Gingrich akabinde metresinden söz etti, boşanmak istediğini söyledi. Marianne  canlı haber yayınında kocasının metresi Calista'yla çift karı-koca hayatı yaşadığını  açıkladı. Newt'un 2'nci eşi ileri derecede skeleroz hastasıydı. Milyonlarca kişinin izlediği programda kocasını ''İkiyüzlülüğün dik alası bu. Açık evlilik teklifinden 48 saat geçmeden bir konferansta aile değerleri, insanın insana muamelesi konusunda ateşli bir konuşma yaptı.''diye sertçe eleştirdi.

 Gingrich başkanlığa yarışıyor. Kadınlarla ilişkileri başına soru açacak. Newt 16 yaşında lise öğrencisi iken 23 yaşındaki geometri hocası Jackie Battley ile evlendi. Kanser hastası Jackie, eski kocasının  metres merakını belirtiyor.

 Amerikalılar aile değerlerine düşkün. Metres tutan evli erkeklere, hayat kadınlarıyla gönül eğlendiren politikacılara hoşgörüleri yok. Önemli mevkileri kapmak isteyenlerin ahlak çıtası altına düşmesi seçim kaybetmek için kafi. İlginç örneklerden bir tutam şöyle:

2012'de başkanlığa yarışan Herman Cain ilk anketlerde oyları silme götürecek gibiydi. Zenci aday berberde çalışmış, temizlikçilik, Coca Cola Başkanının şoförlüğünü yapmış  Kansas Devlet Bankası CEO'luğuna yükselmişti. Oysa iki kadının Cain'in cinsel tacizlerini gazetecilere anlatması herşeyi değiştirdi. Ginger White Cain'le 13 yıllık ilişkisini kanıtlı suçlamalarla noktalayınca evli ve çocuklu zenci politikacının başkanlık hevesi buharlaşıp kayboldu. Şimdilerde adını taşıyan tişört, kahve bardağı, beyzbol kepi hediyelik dükkanlarda satılıyor.

   Colorado eski senatörü Gary Hart 80'li yıllarda iki kez başkanlık yarışına girdi. Peşine düşen paparazilere yakışıklı senatör '' Benimle zaman harcamayın, saklı günahımı bulamazsınız.''dedi. Senatör Hart'ın ''Yalan Dolan'' adlı teknede kucağında 29 yaşındaki model Donna Rice'la çekilen resmi kampanya ortasına bomba gibi indi. Hart'ın, rakibi  Michael Dukakis'e karşı oy oranı yüzde 32'den 17'ye düştü. Senatör seçimi oy kullanmadan kaybetti.

  2008'de Senatör John Edwards başkanlık kampanyasında ilişki kurduğu sarışın fotoğrafçısını hamile bıraktı. Edwards kanser hastası karısına hasta yatağında boşanma dilekçesini imzalamaya zorladı. Hukukçu Elizabeth vefatından önce geçirdiği sıkıntıları kitaba taşıdı, vasiyetinden John Edwards'ı çıkarttı.

 Güney Carolina Valisi Mark Sanford'un sık sık gözden kaybolma nedeni sonunda su üstüne çıktı. Sanford bir röportajı takiben sırılsıklam aşık olduğu Brezilyalı gazeteci Maria Chapur'la buluşmak için özlemi artınca Rio'ya gidiyordu. Seçmenler 4 çocuk babası Vali'yi affetmediler. Sanford şimdi Fox haber kanalında yorumculuk yapıyor.

  New York Valisi Eliot Spitzer ve milletvekili Anthony Weiner'in hayat kadınlarına tutkusu, New Jersey Valisi Jim McGreavy'nin kadrosunda bir eşcinselle ilişkileri tesbit edilince istifaya zorlandılar. Senatör John Ensign seçim kampanyasında görevli Cynthia Hampton ile evlilik dışı ilişkisi belli olunca ev alması için 96 bin dolar bağışta bulundu. Ensign'ın işe aldığı kocası da skandal ortaya çıkınca istifasını verdi.

Yazının Devamını Oku

‘Sınıf’ farkını ilkokul birde öğrendim: "Kimin çocuğu o, biliyor musun?"

25 Ocak 2012
Tipinin önüne kattığı kar taneleri yüzüme vurduktan sonra erimiyor, yapışıp kalıyor. Ayakkabılarım buzlu kar suyuna girip çıkıyor, annemin elini aşağı yukarı çekiştirip bir kez daha soruyorum:

“Daha gelmedik mi?” Az kaldığını söylüyor. Keskin soğuğa minik yaşımda katlanmak güç, annemin elini aşağı yukarı çekiştirirken ağlamaya başlıyorum. O gün bu gün soğuğu sevmem.

Üçüncü Mektep’e (Behramağa) geldiğimizde tipi durmuştu. Annem: “Burada üç yıl, karşıda ‘Taş Mektep’te 4 ve 5’inci sınıfları okuyup ilkokul mezunu olacaksın.”

Giriş holünde bizi baş yönetici Bayan Müdür ile hafif güler yüzlü bir öğretmen karşıladı. Kendisini Faize diye tanıtan hoca, “Doğan 3 yıl öğrencim olacak”’ deyince annem, “Oğlum size emanet. Eti sizin, kemiği benim” dedi.

Annem okuldan ayrılırken Faize Hoca’yla sınıfa girdik. Hoca, “Yeni bir arkadaşınız daha var, Doğan sizinle beraber okuyacak. İlk derste birbirinizle tanışacaksınız” dedi. Benden iki yaş büyük Sakızağaçlı öğrenciler, “Nasıl geldin bu sınıfa, yaşını doldurmadın ki?” diye beni sorgulamaya başladı. Dört yaşımda iken gazete ve Hayat (doğru anımsıyorsam) ansiklopedisini hızla okuyup anlatabildiğimi kanıtladığım için ailem beni iki yıl önceden ilkokula aldırmayı başarmıştı.

Üçlü sıralar dizili sınıfta tek kişilik dahi oturacak yer yoktu. En arkada bir poposu bir sırada diğeri öbür sırada oturan öğrenci dahi gördüm. Ne yapacağımı bilmeden tekrar öne geldim. Bu kez ilk sırada tek başına oturan bir çocuğa gözüm takıldı.

Tunçdal kıvırcık saçlı, pembe yanaklı güzel bir çocuk idi. Sırasının üstü kırtasiyeciyi kıskandıracak bollukta çizgili kağıtlar, boy boy defter, siyah ve renkli kalemlerle doluydu. Dolma kalemi dahi vardı. Benim çantamın mevcudu ise çizgisiz yapraklı bir defter ile yarısı tükenmiş kurşun kalemden ibaretti.

Yanına oturmama memnun olmadı. “Burası benim yerim” deyince, “Kardeşim baksana, oturacak yer yok” karşılığını verdim. Omuz atarak beni yere düşürdü. Ayağa kalkıp bir yumruk attım. Burnundan ince kan gelirken ağlamaya başladı. Sınıftaki bizim mahalleliler çığlığı bastılar, “Ne yaptın sen? Kimin çocuğu o, biliyor musun?”

Korku bastı yüreğimi, çantamı kaptığım gibi sınıftan ve okuldan kaçtım. Evimin karşısında bilye oynayan arkadaşlara takıldım. Az sonra okulu, Tunçdal’la takışmamızı unutmuştum, tepemde, “Ne arıyorsun burada?” diyen annemin sesini duyuncaya kadar.

Yazının Devamını Oku

Mühendis Iraklı şoför soruyor: ‘Ne değişti Irak’ta?’

19 Ocak 2012
Alışkanlık oldu yıllardır, bindiğim her takside sürücünün adını okumak. Öne eğilip orta yaşlı şoförün kimliğini okuyorum, loş ara ışığında. Hameed Khalidy’ye benziyor adı.

Aynada bakışlarımız kesişiyor, nereli olduğumu soruyor.

Söylüyorum.

“Komşuyuz” diyor, Iraklı imiş. Konuşması eğitim düzeyinin şoförlük çizgisi üstünde olduğunu yansıtıyor. Üniversiteden mühendis diplomasıyla mezun olunca doktora yapmak üzere Amerika’ya gelmiş, Irak Harbi başlayınca New York’ta kalmış. Değerlendirmem doğru çıkıyor.

Saddam’ın ele geçirilmesini takiben diploma ve sertifikalarıyla Irak’a ailesinin yanına dönmüş:

“Evimiz Saddam şehri Tikriti’ye yakın. İş aradığım yerlerde sorguya çekilmeye başladım. Kaygı düştü içime. Saddam Hüseyin korkusuyla geçti hayatım, Amerika’ya gelene kadar. Saddam yok artık ama Iraklılar hala korku içinde. En garibi halk kimden korktuğunu bilmiyor. Cami, kahvehane bombalanması, intihar bombacıları günlük olay haline dönüştü. 2-3 sene dayanabildim. Huduttan sessiz sedasız Türkiye geçip New York’a uçtum. Bunca can, mal kaybı oldu memleketimde, şimdi yöneticilere soruyorum: Ne değişti Irak’ta?”

Türkçe hitap ederek soruyorum: “Hamit Bey, teknik üniversitelerde bunca tahsilden sonra New York’ta taksi şoförlüğü ile yaşam sürdürmek nasıl bir duygu?”
Mesleğinde çalışmak için yeniden imtihanlara girmesi gerektiğini söylüyor.

Amerika, Saddam’ın nükleer silahları var gerekçesiyle Irak’ı işgal etti. 10 yıla yakın süren Irak Harbi, Amerika’ya 1 trilyon dolara mal oldu. 5 bine yakın Amerikan askeri öldü, sivil halk zayiatı 200 bini aşkın. İngiliz tıp dergisi 600 binin üstünde diye kayıtlara geçirdi. Irak ilan edilmemiş iç harp yaşıyor. Ana aktörler Sünni ve Şii’ler. Kürtler “Sessiz ve derinden git” politikası güdüyor, taraf tutmaya yanaşmadan.

Bir İranlı yazar tanıdığım, “Şimdi sıra bizde. İsrail ve ABD, İran’ı işgal için mazeret arıyor. Oysa İran 300 yıldır hiç bir ülkeyi istila etmedi” diyor.

Amerikalılar son günlerde Kasım seçimlerine girmeye çalışan Cumhuriyetçi Parti başkan aday adaylarının kampanya faaliyetlerini izliyor. Aşırı tutucu Mitt Romney’in Cumhuriyetçi aday olarak Obama’nın karşısına çıkması bekleniyor.

Merakımı hala tatmin edemediğim bir piyango olayını nakledeyim: “Para parayı çeker” vecizesi boşuna söylenmemiş. Amerika’nın bankacılık, finansman ve borsa merkezi Wall Street’te milyoner üç bankerin süper lotarya bileti üstündeki esrar perdesi kalkmış değil. Timothy Davidson (57), Greg Skidmore (35) ve Brandon Lacoff (36) büyük cirolu şirketler sahibi, New York, Connecticut ve Florida’nın en pahalı semtlerinde dublekslerde yaşayan üç arkadaş. Birlikte lotarya oynamaya karar veriyorlar. Davidson 3 kişi için bir dolarlık tek bilet alıyor. Çekilişten sonra biletiyle karşılaştırdığında 12-14-34- 39-46 ve 36 numaralı bilete 254 milyon dolar çıktığını görüyor.

TV ekranlarında, gazetedeki görüntülerinde loto milyonerlerini fazlaca sevinçli görmedim. Arkadan dedikodular başladı: Biletin esas sahibi Timothy. 254 milyon dolar için eş-dost-akrabadan, hiç tanımadığı kişilere kadar çok sayıda insanın peşine düşeceğini hesaba katıp, “Etrafımda sirk istemiyorum” diyerek arkadaşlarını ortak gösterdi. İki arkadaşının tek dolarlık bilete ortaklığı doğru değil. Lotaryadan parayı çekmeden önce Putnam Aile Vakfı adıyla şirket kurmuşlar. Şanslı loto 3’lüsünün bir yakını biletin esas sahibinin adı açıklanmayan 4’üncü bir şahıs olduğunu söylüyor.

Süper lotaryayı satan gaz istasyonu menajeri Hintli Sih Ranjit, Timothy Davidson’un 254 milyon dolarlık bileti kendisinden aldığını söylüyor. Süper piyango olayında kime inanmak lazım, zaman gösterecek.
Yazının Devamını Oku

Fransa’nın hediyesi ‘Trajik ada-Haiti’

11 Ocak 2012
Yarın 12 Ocak’ın ikinci yıldönümü. Acaba kaç kişi hatırlayacak? Laurent Dubois’nın “Haiti: Tarihin Artçı Depremleri” adlı kitabı tam zamanında piyasaya sürüldü. Orta ve Güney Amerika’nın yoksul kitleleri bir kez daha keder gözyaşları dökecek, tüm zamanların üçüncü en büyük depreminde can verenlerin anısına mumlar yakacak.

Dubois kitabında deprem felaketinin gerisine de giderek sömürgecilikte Fransa’nın dünyaya unutturmak istediği insanlık dışı olayları sıralıyor.

İnsan sömürüsü, esaret, karın tokluğuna işçilik, ırza tecavüz, işkence, Napolyon Bonapart’ın iyi donanımlı ordularına çıplak ayaklı, aç susuz Haitililerin dermeçatma silahlarla karşı koyarak özgürlüğünü kazanması Karayipler’in trajik adası Haiti’nin sorunlarını azaltmak yerine körükledi. Konuya yakın geçmişten başlayıp özetleyelim:

12 Ocak 2010’da 7 büyüklüğündeki deprem 316 bin kişinin ölümüne, 300 bin yaralıya sebep oldu. Bir milyon Haitili evsiz kaldı. 250 bin ev, 30 bin işyeri çöktü, bir kısmı ağır zarar gördü. Depremin ilk günleri gelişmeler ekranlara taşınırken görüntülerin doğa felaketini mi, toplumsal sefaleti mi yansıttığı anlaşılmadı.

BM İnsan Kalkınması Endeksi’ne göre bir dönemde dünyanın en karlı Fransız sömürgesi olan Haiti, sonradan batı yarıküresinin en yoksul ülkesi oldu. Fransız zenginlerinin Haitili esirlerin sırtından servetlerini katlarken, dünyada şeker üretiminin üçte biri, kahvenin yarısından fazlası bu Karayip adasından Avrupa’ya satılıyordu. 1492’de Christopher Colomb’un keşfini takiben Ada İspanya ardından Fransa egemenliğine geçti. Haitililer ülkelerinde silah zoruyla esir işçi olarak 100 yıl çalıştılar. Yakıcı güneş altında günde 12 saat çalışmaktan hastalanan esirler ölüme terk edildi, işgalci Fransız yönetimi çocuk yaşında Haitilileri tarım alanlarına sürdü.

Haiti halkı 1791’de Fransız yönetimine başkaldırdı. Tarihe, “Esarete karşı en büyük başkaldırı” olarak geçen ayaklanmada, Fransa’yla harp halinde olan İngiltere de çarpışmalara katıldı. Çiftliklerinde zenci esir çalıştıran ABD’nin ilk Başkanı George Washington ve Dışişleri Bakanı Thomas Jefferson ayaklanmadan kaygıya düştü. Avrupa ülkelerinin çoğu boğaz tokluğuna esir çalıştırmak, şeker kamışı, kahve, maden ürünlerini yok pahasına ele geçirmek üzere yeniden hazırlık yaptı. Karayipler’e 218 harp gemisi gönderen İngilizlerin istila girişimi başarılı olmadı. Fransa’da iktidara geçen Napolyon Bonapart’ın Haiti’yi işgal için sevk ettiği filoda 50 bin asker, 18 general harpten ve tropik hastalıklardan öldü. Özgürlük savaşı veren Haitililerin daha çok sayıda can kaybına uğramasına rağmen hiç bir ülke yardım elini uzatmadı. Gene de Fransa’nın sömürge kazanma savaşı hüsranla sonuçlandı.

1801’de Haitili esirler dünyanın ilk bağımsız zenci cumhuriyetini kurdular. Yaşamı esarette geçen Toussaint Louverture, Haiti valiliğini üslendi. Fransızlar siyasi entrikalarla Louverture’un azledilmesine sağlayınca yeni bir ayaklanma başladı, Amerika Haiti’yi işgal etti. Sonraki yıllarda büyük toprak sahibi Haitili zenginler servetlerini dışarıya taşıdı. Fransa ve batı ülkeleri özgürlüğü başarıyla koruyan Haiti yerlilerini tekrar esarete zorlayamadı. Ama yeraltı yerüstü kaynakları yüzlerce yıl sömürüsüne engel olamadılar. Amerika 50 yıl daha Haiti’yi resmen tanımaya razı olmadı.

Doymak bilmez Fransızlar, Haiti’nin el koyduğu Fransız çiftliklerine karşı tazminat ödenmesini talep etti, yoksul ülke yönetimini korkutmak için harp gemilerini Karayipler’e gönderdi. Fransa’nın istediği Haiti milli bütçesinin yüzde 30’unu aşan fidyeyi Haiti geçen yüzyılda dahi ödemeye devam etti. Kıta’nın en yoksulu olmasında Fransa faktörü büyük rol oynadı. 1900’lü yılların ilk yarısında darbeyle iktidarı ele geçiren diktatör Papa Duvalier ve oğlu Baby Doc, 30 yıl Haiti’yi acımasız zulüm altında yönetti. Kurdukları milis kuvveti Tontons Macoute 60 bin kişiyi öldürerek Duvalier rejiminin sürmesini sağladı. Papa Doc’un ölümünü takiben oğlu darbeyle düşürüldü, papaz Jean- Bertrand Aristede cumhurbaşkanı seçildi. 50 yıl sonra Haiti’yi resmen tanımaya razı olan Amerika, liberal eğilimli Katolik papazı iktidardan düşürecek darbeye destek verdi. Trajik ada şimdilerde demokrat bir hükümet yönetiminde ama kolera, açlık, temiz su kaynak arayışı süregeliyor deprem sonrası çadırlarda yaşayanlar için.

Yazının Devamını Oku