Ödüller Anadolu’da, kıraç bir tepenin üzerinde geleneği gelecekle buluşturan Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın, benzer projelerin çoğalmasını ve daha da gelişmesini desteklemek amacıyla düzenlendi.
Anadolu’nun kültürel mirasından ve yaratıcılığından beslenen, onun ortak kimliğini vurgulayan bireysel ve kurumsal projeleri gündeme getirmeyi, onurlandırmayı ve cesaretlendirmeyi amaçladıklarını belirten Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın ve Baksı Müzesi’nin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ödüller üzerine şunları söylüyor:
“Anadolu’nun farklı köşelerinden ne kadar çok proje başvurursa, ödüller o kadar amacına ulaşacak. Ödüllere gösterilen ilgiden ve başvurulardan çok memnunuz. Son 1 ayda başvurulara yenilerinin de ekleneceğine inanıyor; bu toprakların kültürel birikimine katkı sağlamış tüm projeleri başvuruda bulunmaya çağırıyoruz.”
Ödüllerin seçici kurulunda kimler var:
Prof. Dr. Ali Akay
Prof. Dr. Esra Aliçavuşoğlu
Prof. Dr. Nurhan Atasoy
Nezih Başgelen
Kapaktaki yazı:
‘Türk Pop Tarihi / Eski 45’likler’
Bir anımı aktarayım.
Bir yurtdışı seyahatine çıkacağımı söylediğimde arkadaşımız
İstanbul’u tanımak, bu şehrin büyüsünü hissetmek istiyorsanız size bir albüm tavsiye edeceğim.
‘Aynı Rüyanın İçinde Ahmet Hamdi Tanpınar – Ara Güler’.
Kitap Ali Sina Özüstün’ün anısına adanmış.
Biri yazı ustası, diğeri fotoğraf ustası, bu şehri nasıl yazdılar, nasıl gördüler.
Tanpınar’ın İstanbul’la ilgili yazılarına Ara Güler’in fotoğrafları can katıyor. Birinin rüyasını diğeri de görüyor. Rüyalar nasıl somutlaşır, yazıdan fotoğrafa geçerek.
Kitabı hazırlayan ama yayımlanmasını görmeden aramızdan ayrılan Ali Sina Özüstün’ün, kitabın ruhunu açıklayan yazısından bir bölümü mutlaka okumalıyız:
“Henri Cartier – Bresson fotoğrafın Emile Zola’zıysa Ara Güler de fotoğrafın Ahmet Hamdi Tanpınar’ıdır. Edebiyatta İstanbul için Tanpınar neyse fotoğrafta Ara Güler odur. Tanpınar’ın fotoğraftaki karşılığıdır Ara Güler. Çünkü Ara Güler fotoğrafı bir ‘rüya’nın fotoğrafıdır. Ara Güler, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın portrelerini çekmişti. Bu vesileyle yıllar önce bir araya gelmişlerdi. Şimdi, Tanpınar ve Güler birbirinin adeta ‘mütemmim cüzü’ eserleriyle bir kez daha buluştu.”Kitap Dergah Yayınları’ndan çıktı.
Ortak bir kent rüyası
Yaz bitiyor, açık havada yapılan gösteriler, temsiller şimdilik idare ediyor diyelim. Önlemleri kış mevsimine göre almalıyız.
Özel tiyatro sanatçılarının yaşadığı sıkıntıyı hepimiz biliyoruz, günlük kazançla yaşayanlar bu dönemde çok kötü günler yaşadı, yaşıyorlar da.
Bizde işsiz kalan, zora düşen sanatçılara ekonomik destek sağlayacak meslek kurumları yok. Yabancı müzik dergilerinde bu tür yardım ilanlarına rastlıyorum.
Salonsuzluk derdinin bütün dehşetiyle devam ettiğini biliyoruz, yeni tiyatro salonları açılması önerisinin de çözüme ulaştığını duymadım, okumadım.
Ödenekli tiyatrolar, Devlet ve Şehir Tiyatroları, ekonomik açıdan güvence içindeler.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediyeler, yerel yönetimler, tiyatro sanatının, klasik müzik konserlerinin icra edileceği mekânlar için ayrı bir çalışma yapmalı.
Âtıl salonları, tiyatro yapılabilecek, oda konserleri verilebilecek yerlere dönüştürmek için ödenek ayırmalı.
Bugün köşemi festivalin öne çıkan etkinlikleri, toplulukları, solistleri hakkında bilgilere ayırdım.
Alışık olmadığım bir festival başlangıcı.
Festival açılışları ilk olarak Atatürk Kültür Merkezi’ne, sonra Aya İrini, daha sonraları da Lütfi Kırdar’da yapılmaya başlandı.
Bu yıl birçok kimse dijital ortamda seyredebilecek, dinleyecek.
Festival, 18 Eylül’de online.iksv.org adresinde ve İKSV YouTube kanalında ücretsiz olarak yayımlanacak açılış konseri ile başlıyor.
Aralarında Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Tekfen Filarmoni Orkestrası, Wiener Akademie, Bilkent Senfoni Orkestrası, Kheops Ensemble, Philharmonix, Beethoven Trio Berlin, Borusan Quartet, Semplice Quartet gibi topluluklar ve Thomas Hampson, Vikingur Olafsson, Benjamin Schmid, Anna Tifu, Bülent Evcil, Derya Türkan, Yurdal Tokcan, Gökhan Aybulus, Ezgi Karakaya, Pelin Halkacı Akın gibi solistlerin bulunduğu isimlerin icraları çeşitli mekânlarda çekildi.
48. İstanbul Müzik Festivali, ‘Beethoven’ın Aydınlık Dünyası’ temasıyla 2020 yılında tüm dünyada olduğu gibi Ludwig van Beethoven’ın 250. doğum yılını kutluyor.
Festival, Tekfen Filarmoni Orkestrası ile açılıyor. Şef
Aynı konu kış ayında ulusal boyutta Türkçe işlenmişti, eylül–ekimde de uluslararası boyutta yabancı katılımcılarla işlenecek, pandemiden dolayı temmuzda gerçekleşmesi gereken uluslararası sempozyum bu yıla özgü olarak eylül–ekime ertelendi.
Etkinliğin yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Örsan Öymen. Bu yıl ki sempozyumun konusu ‘Antikçağda Anadolu’da Felsefe ve Bilim’.
Bu çerçevede, antikçağda Anadolu’da yaşamış olan filozofların ve bilim insanlarının düşünceleri ve kuramları ele alınacak.
Kimler bunlar:
Thales
Anaksimandros
Anaksimenes
Anaksagoras
Yabancı memlekete gidenler, oranın kültürüne yabancıydılar.
Onların da müziğe ihtiyaçları vardı, özellikle memleket hasretini türkülerde, şarkılarda dile getiriyorlardı.
Türkiye’den oraya giden bir arkadaşımın dinlediklerini görünce pek şaşırmadım. Arabeskten de öte bir arabeskti.
İşte o günlerin yıldız sanatçısı Yüksel Özkasap’tı, söz ve müziği ona ait olan ‘Aşk Yalandır Diyorlar’ı dinledim, birçok otomobilin 45’lik çalarında onun bu şarkısı dönerdi. Arka yüzünde de söz ve müziği Kul Ahmet’in ‘Dedi ki Yok Yok’ vardı.
Mürüvvet Kekilli’nin ‘Şoför Türküsü’, ‘Aşk Bir Istırap’ da bu listede yer almalı. Söz ve müzik S. Sarıkaya’nın.
Parçayı dinlerken Bekir Yıldız’ın Almanya ile ilgili kitaplarının satırları belleğimde tazelendi.
Kekilli’nin çağrısı neydi?
‘Adana’ya gel’.
Pelin Özer’in ‘Latife Tekin Kitabı’ bir yazarın iç dünyasının yaratma haritasında gezinirken aynı zamanda yapıtların oluşum sürecine dair de okura anahtarlar sunuyor.
Pelin Özer, Tekin’in Bodrum, Gümüşlük’teki ‘edebiyat akademisi’ne, yaşama alanına giderek kendisiyle orada konuşuyor. Ben de bir kez gitmiştim Gümüşlük Akademisi’ne. Tekin orada edebiyatçılarla dikkate değer etkinlikler düzenliyor. Şehirlerden uzakta yaşamayı pek sevmediğim için bu tür projelere kıskanarak bakarım. Tekin’le İstanbul’dayken daha sık görüşürdüm.
Pelin Özer’in, Gümüşlük Akademisi’ne vardığındaki ilk gözlemleri şöyle: “Alacakaranlıkta uyanıp sobanın başında çalıştığını ilk gördüğümde şaşırmıştım. Aşağıda, değirmenlere bakan koltukta, küçük odada, yerde… Zamanla alıştım onun köşelerine. Ama asıl çalışma masası yatağı. Bu kitaptaki her sözcüğün üzerinden kuşkuyla geçerken, yeni sorular, yanıtlar ekleyip çıkarırken o hep yatağında oturdu. Latife Tekin’in krallığı o yatak.”
‘İyi bir okuruyum demek ki’
Yazarın unutamadığı: “Annem beni 31 Aralık 1957 gecesi tek başına doğurmuş, sancısı sıklaşmış ama o yine de ineklerin gürültüsünü duyup ahıra inmiş onları yoklamak için. Az daha doğuyormuşum orda. Güçlükle yukarıya çıkmış. Göbeğimi tek başına kesmiş. Tuzlayıp sarmaladıktan sonra büyük ablamı uyandırmış. Yıllar sonra, ’Ben doğuyorum, sen hâlâ ineklere bakmaya gidiyorsun’ diye şakalaşırdım onunla.”
Latife Tekin’in önemli jürilerinin birçoğunda ben varım. Demek ki iyi bir Latife Tekin okuruyum.
Annesi Urfalı ama evlendikten sonra babasıyla Karacafenk’e (Üzümlü Köy) gelmiş. Bir daha da orayı görmemiş. Aynı Latife Tekin gibi.