Kapaktaki yazılar:
Cumhuriyetimizin 75. Yılı Kutlama Konseri
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
Şef:
Tadeusz Strugala
Solist:
Hüseyin Sermet (Piyano)
Seslendirilen besteciler:
Başlıktaki sorunun cevabını tahmin ediyorum: “Yahu komşuluk, mahalle kültürü kaldı mı?” Değerli araştırmacı Artun Ünsal’ın ‘Boğaz’ın İnsanları’ (Boğaziçi’nde Tanıdık Yüzler) kitabını okuduğunuzda semtinizdeki, yakınınızdaki kişilerin anlatacak çok şeyleri olduğunu, insan öykülerinin derinliğini, içtenliğini fark edeceksiniz.
Kitap Ara Güler’in bir sözünün gerçekliğini vurguluyor: “Hayat dediğin, küçük adamların hikâyesidir.” Gerçekten de büyük edebiyat yapıtları küçük insanların hikâyeleri üzerine kurulmuştur. ‘Görünüşte sıradan’ insanların içindeki cevheri keşfetmekte usta bir yazardır Artun Ünsal. Çeyrek asırdan fazla Çengelköy’de yaşıyor. Hangi semtlerin gezginidir Ünsal? Üsküdar, Beşiktaş, Paşabahçe...
‘Önsöz’de ne diyor? “TV ekranına çıkanlar, stadyum ve arenalarda boy gösterenler, maddi varlıkları ile size ‘çene yorduran’ kişileri ister istemez önemsersiniz. ‘Vitrindekiler’dir çoğu zaman ilginizi odakladıklarınız. Tesadüfen karşılaştığınız ve görünüşleriyle sıradan saydığınız kişilerin, bir bakıma ‘sessiz çoğunluğun’ üyelerini sıklıkla önemsemez, onları yakından tanımaya ve sevmeye pek meraklanmazsınız. Güzel insanları tanımaktan sizler de mutlu olacaksınız.”
Boğaz’ın İnsanları
Artun Ünsal
Kırmızı Kedi Yayınevi
BİR BOĞAZİÇİ MOZAİĞİ
Okurken güleceksiniz, hüzünleneceksiniz, insan dayanışmasının örneklerine rastlayacaksınız, bir semtin insan haritasının zenginliğini göreceksiniz. Kitaptan bazı seçmeler:
Mustafa Koç’un hazırladığı iki ciltlik kitaba bir göz atın, kendinizi okumaya kaptıracaksınız:
‘Revnakoğlu’nun İstanbul’u - İstanbul’un İç Tarihi: Fatih.’
Kitabın başında Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan’ın ‘Takdim’ yazısı var.
Mustafa Koç’un ‘Revnakoğlu Dosyaları ve Bu Eser’ yazısı, hem yazarı hakkında bilgi veriyor hem de ortada kalan telifler sorununa değiniyor: “Revnakoğlu’nun 1968’de vefatının ardından terekesi mahkemece kayıt altına alınmış, ömrünce biriktirdiği ve evini müzeye dönüştüren eşyası yok pahasına elden çıkarılmış, ancak 400 dosya kadar tutan arşivi, müsvedde halindeki notları, Abdülbâki Gölpınarlı ve Halil Can’ın teşebbüsleriyle Galata Mevlevihanesi’ne aktarılmıştı.
Evlenmemiş ve akrabaları tespit edilememiş olduğundan İstanbul’un meçhulünü malum eden bu kalemden çıkanlar, yıllarca orada birkaç tecessüs sahibine yüzünü gösterdi.”
Bu yazı mirasçısı tespit edilemeyen nice değerli belgenin, kitabın yayınlanmasını nasıl engellediğini gösteriyor.
Üzerinde durulacak bir konu.
İlk yazı; ‘Revnakoğlu’nun Biyografiler İçinde Biyografisi.’
Her bayram tatilinde bunu düşünürüm, bizden kaç kişi bu tür kitapları alıp okuyarak gezer?
Canlı rehberler var ama bilgiler ancak kitap sayesinde kalıcılık kazanır.
Yazlık yörelerde, vatandaşlarımıza, yabancı turistlere kendimizi nasıl tanıtacağız? Sadece doğadan, yenilen yemeklerden mi söz edeceğiz? Beni hiç ilgilendirmiyor.
Bütün dünyada yazlık yörelerde müzeler açılıyor, gelenler ülkenin sanatını, edebiyatını tanıyorlar, yoksa yenilen lahmacun ile yeni açılan beach’lerin hiçbir faydası yok.
Bir ülkenin yabancılar tarafından tanınmasını nasıl sağlayabiliriz?
Geçici resim sergilerinin Bodrum’da açıldığını okuyorum, bakıyorum yabancı bir yazar, sanat tarihçisi yok, biz bize fotoğraflar bunu gösteriyor, rahmetli Çetin Altan’ın dediği gibi bizi bize övüyoruz. Kış geliyor, onlar da bitiyor.
Yabancı ülkelerde, oranın mimarisine uygun müzeler yapılıyor, hatıra kartları basılıyor. Müze katalogları satılıyor.
Kitap Fuarı için Gaziantep’e gittim, Zeugma Müzesi’ni gezdim.
Elbet de bu müzikler yavaş yavaş anılara eşlik eder.
Bu hafta bayram tatiline gidenlere geçmişte çok dinlenen parçaları hatırlattım, genç kuşak da ilgilenir umarım. Çünkü müzik tarihi bir toplumun yaşamının, zevkinin tarihidir.
LP modası başladığı için onları pikabımda dinliyorum.
Tanburi Cemil Bey’in bestelerini çaldım, icralarını da dinledim. Beyazıt’ta üniversiteden çıktığımda Şamlı İskender’in nota mağazasına gider, notaları alırdım. Eski yazı ve Fransızca’ydı.
Bugün tanıtacağım iki LP’nin kapağında şu yazılı:“Külliyat’ta Yer Almayan 2 Eser
Doğumunun 150. yılında Tanburi Cemil Bey Külliyatı’ndan Seçmeler.
Tanburi Cemil Bey
Sevgili dostum Atillâ Dorsay’ın ‘Hayatımızı Aydınlatan Muhteşem Kadın Dostlarım’ kitabını okurken tanıdıklarımla ilgili anılarım da canlandı. Bu tür kitapların benimsediğim işlevleri vardır. Özellikle sinemamızın ünlü oyuncularının filmlerini seyrederken onlarla ilgili sayfaları açıp okuma isteği uyanır bende.
Türk filmlerini televizyonda seyrederken onların gümüş ekran dışındaki hayatlarını, konuşmalarını öğreniyoruz. Bir anlamda sinema tarihimizdeki ünlü kadınları da daha yakından, iyi bir sinema eleştirmeninin kaleminden tanıyoruz. Benim için kitap ithafları önemlidir, yazıya ondan başlayacağım: “Bu kitabı hayatımın önde gelen kadınları olan eşim Leman Dorsay, kardeşlerim Ayla Sevand ve Ayşe Kapancı, gelinim Ezgi Dorsay ve de büyük dostum Türkân Şoray’a adıyorum.”
Muhteşem kadınların içinde en yakından Türkân Şoray’ı tanıdım. Beni onunla rahmetli gazeteci arkadaşım Hulki İlgün tanıştırdı, sinemadan, romancılardan konuştuk. Daha sonra da görüşmelerimiz oldu. Sevgili dostum Selim İleri’nin senaryosunu yazdığı bir filmin çekimi Pera Palas Oteli’nde yapılıyordu. Beni de çekime çağırmışlardı. Çekim öncesi sohbetlere ara verildi, çekim başladı. Birlikte oturup konuştuğumuz Türkân Şoray, “Motor” denilince olağanüstü bir aktris, sanki bir mitoloji kahramanına dönüşmüştü. O çekimi hiç unutmadım.
Kitap beş bölümden oluşuyor: Sahnenin Divaları, Sinemanın İdolleri, Kaleminden Kan Damlayanlar, Kulaklarımızın Pasını Silenler, Değişik Alanların Öncüleri.
Bu kitabı severek, anılara gömülerek okumamın başlıca nedeni, çoğunu tanımam, onlarla dostluk kurmuş olmam. Sanki onlarla bir dost meclisinde buluşmuşuz, Atillâ da not alıyor... ‘Sunuş’ta ‘isim seçme zorluğu’ndan söz ediyor. Gerçekten de yazan herkesin başına gelen bir husus...
Dorsay, tanıdıklarını yazarken, onlarla ilgili toplantıları, anmaları da yazısına katıyor. Böylece zaman zaman bir roman üslubu ortaya çakıyor. Yakından tanıdıklarımı okurken, dünden bugüne ben de notlarımı gözden geçiriyorum. Onları anlatırken, birbirleriyle de kurdukları dostlukları, aralarında geçen olayları da yazının içine ustalıkla yediriyor. Yazılarında kullandığı arabaşlıklar, okumayı kolaylaştırıyor.
Hayatımızı Aydınlatan Muhteşem Kadın Dostlarım
Serginin adı, ‘Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ressam Hocaların Ressam Öğrencileri’.
500 parçalık müze koleksiyonundan seçilen 115 başyapıt bir arada.
SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer, Milliyet Sanat’ta Seray Şahinler’in sorularını yanıtlıyor:
“Uzun zamandır sergilenmemiş bu eserleri gündeme almaya karar verdik. İnsan elindekinin kıymetini sonra anlıyor. İzleyiciler kendi sanatçılarına daha farklı bakacak.”
Dergideki diğer konulardan seçmeler:
‘Yeni sezonda neler var’ bölümünde seyredeceğimiz filmlerin değerlendirmesi yapılmış. Burçin S. Yalçın hazırlamış.
Naim Dilmener’in kısa bir süre önce kaybettiğimiz Hasan Saltık üzerine yazısı: ‘Hasan olmasa bu albüm çıkmazdı.’
Seray Şahinler, Ahmet Ümit
Yazlık mekânlardaki trafik sıkışıklığını anlamam mümkün değil.
Ünlü bir Fransız sanatçının tatilciler için görüşünü çok severim. “İnsanlar tatile çıkınca kendilerini eğlenmek zorunda hissederler”diyor.
Yazın tek sevdiğim etkinlik açık hava konserleridir. Seslerin yankılanması bana ayrı bir zevk verir.
Yazları ailem yazlığa gittiğinde benim mekânım Beyazıt Devlet Kütüphanesi olurdu. Rahmetli kütüphanenin müdürü Muzaffer Gökman bana özel bir yer verir orada çalışırdım.
İstanbul Müzik Festivali başladığından beri yazları seviyorum. Eskiden bahçe sinemaları, Türk müziğinin icra edildiği bahçeler vardı. Onlara giderdik.
Dergilerde, kitap eklerinde neleri okumalıyız diye öneriler var.
Elbette çoğu yeni çıkan kitaplar.
Bir okur klasikleri okumadıysa, yeni kitapları anlayacağına inanamıyorum.