Bir zamanlar saygın bir dostum için CD ve LP seçerken, mevsimleri, dinlenilen saatleri düşünmüş, ona göre bir liste yapmıştım.
Eskiden birçok otelde hafif yemek müziği diye bir ayrım vardı. Bir keman ve bir piyanodan, bazen de piyano, keman, çellodan oluşan bir grup otel lobilerinde çay saatinde çalarlardı. Şimdi de devam ettiren yerler var.
Eski Park Otel ve The Marmara’da bu tür müziği çok dinledim. O solistlerin CD’leri de çıktı.
Meyhanelerde ise romanlar sanatlarını icra ederler ya da pikap çalardı.
Bana da bir müzik sponsoru DJ’lik önermişti.
Başımdan geçen bir olayı size iletmeliyim.
Antalya’da Belek’te verilen bir opera konserine gittiğimde, kaldığım bir otelin yemek salonunda zengin bir klasik CD arşivi gördüm. Otelin müdürü Alman, eşi de Türk’tü.
Asansör müziği çalıyordu.
Edebiyat tarihi, zamanında ünlenmiş ama sonra unutulmuş birçok şairi sayfalarında gizler.
Oysa şiirimizin tarihinde onlar çok okunmuş, yenilikler yapmış, öncülüğü üstlenmişlerdir.
Bâki Asiltürk’ün ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri’ kitabını okurken gözlerimin önünde o şairlerin hem kendileri hem şiirleri canlandı.
Benim ithaflara düşkünlüğümü okurlarım bilir. Asiltürk kitabını bakalım kimlere ithaf etmiş:
“Bu kitabı zor ve kapalı salgın günlerinde hayatımıza kattıkları cıvıltılar için, sevgili kızlarım Şiir Nisan ve Eylül Öykü’ye ithaf ediyorum.”
Önsöz’de neyi niçin yazdığını açıklıyor Asiltürk: “Cumhuriyet dönemi Türk şiiri, kendine özgü yenilikler taşımakla beraber, başlangıcı 19. yüzyıl ortalarına inen batılılaşma/yenileşme sürecinin sonuçlarından biri olarak ele alınmalıdır.
“Elinizdeki kitap, 20’nci yüzyılın başından 1950’lere dek olan süreçte Türk şiirinde görülen hareketleri, dergiler çevresinde yaşanan yenilik çabalarını, kişisel çıkışları, dönemlere ayırarak inceleme amacına yönelik bir çalışmadır. Her dönem veya anlayış, öncelikle yaratıcı/öncü şairler sonra da takipçiler üzerinden işlenmiştir.”
Kitabın sayfa düzenlenmesini tanıtmalıyım önce:
Günümüz Türkiye coğrafyasında Aksaray’ın Gülağaç ilçesinde, Hasan Dağı ile Melendiz Çayı arasında yer alan Aşıklı Höyük, Orta Anadolu’nun en eski köyü. 10 bin beş yüzyıllık tarihe sahip Aşıklı Höyük, avcı toplayıcı dönemden yerleşik tarım düzenine geçişin hemen her aşamasının izlenebildiği bir kazı alanı.
İlk beyin ameliyatının yapılması, koyun ve keçinin ilk kez evcilleştirilmesi gibi pek çok ilkin de yaşandığı bir arkeolojik yerleşim yeri olmasıyla dikkat çekiyor.
Kazı çalışmalarının 32 yıldır devam ettiği Aşıklı Höyük’ün tarihi henüz keşfedilmeyi beklerken, kazı çalışmalarını desteklemek, kültürel mirasın özellikle yerel halk tarafından benimsenmesini ve korunmasını sağlamak ve kazı alanının tanınırlığını artırmak için çalışan ‘Aşıklı Höyük Dostları Derneği’nin çabalarıyla 10 bin beş yüzyıllık tarih sanatla buluştu.
BEŞ ÜLKEDEN 13 SANATÇININ ESERİ
‘KAZI İzleri’ sergisinde Türkiye, İngiltere, İspanya, ABD ve Kolombiya’dan sanatçıların ürettiği eserler yer alıyor.
Fırat Arapoğlu ve Gary Sangster küratörlüğünde hazırlanan sergide yer alan eserler, sanatçıların Aşıklı Höyük kazı alanındaki deneyimlerinin izlerini taşıyor.
Sergideki sanatçılar:
Kâğıt krizi birçok derginin yayına ara vermesini mecburi kılmıştır.
Zora giren dergilerin durumunu, yöneticilerin aldığı kararları İhsan Yılmaz’ın Kültürazzi köşesinde okudum. Dergilerin bazıları okurlarını abone olmaya çağırmaktadır. Şimdiye kadar edindiğim tecrübeler abonelik sisteminin etkili, kurtarıcı bir yöntem olmadığını göstermiştir.
İki neden saptadım.
Birincisi, okurumuz ileriye dönük bir program yapmaya alışık değil.
İkincisi, abone olduğu derginin kapanacağı kuşkusu. Pandemi koşullarında engelleyici bir neden daha ortayı çıktı. Kargo fiyatlarının yüksekliği. Bir yayıncı arkadaşım söyledi, 10 liralık bir derginin ulaştırma gideri 17 liraymış.
Dergi dağıtım ağının zayıflığını da gündeme getirmeliyim. Birçok büyük yayınevinde dergi satılmıyor, oysa bir kitabevinin kâr dışındaki işlevini de unutmaması gerekir.
Acaba dergi çıkaranlar, ortak bir dağıtım birliği mi kursalar... Bu yolla kitabevlerini zorlayabilirler mi? Eğer bir çözüm bulunamazsa, ekonominin doğal seyrine bırakılırsa, dergiciliğin yeniden doğması olanağı ortadan kalkar.
2021’DE ŞİİR
Düğünlerin, toplantıların, okul çaylarının tangoları ses belleğimizin derin bir yerinde yaşıyor.
İlk aklıma gelen bakın hangi tangoydu?
‘Papatya gibisin beyaz ve ince’, söz ve müzik Necdet Koyutürk.
Şimdi öyle mi bilmiyorum, düğün törenlerinin başlangıç tangosu ‘La Comparsita’ idi, dünyada böyle değilmiş.
Dinlediklerimi sıraladım, Seyyan Hanım’dan Zehra Eren’e, Necip Celâl Andel’den, Necdet Koyutürk’e, Fehmi Ege’ye bir tango turu yaptım. Türkçe tangoların en tanınmış solisti Şecaattin Tanyerli idi.
Anadolu Sigorta’nın çıkardığı ‘Türkçe Altın Tangolar - Bir Ömür Tango’.
‘Necdet Koyutürk’ün anısına - Üstada Saygıyla’ CD’lerinin üzerinde Esin Engin & Erdener Koyutürk adları yazılı.
İstanbul Radyosu’nda pazar günleri öğle vakti Arjantin tangolarını dinlerdim.
Bir şehrin, bir semtin, bir mahallenin ruhunu öğrenmek istiyorsanız mutlaka onunla ilgili bir edebiyat metnini okumalısınız.
Işık Öğütçü’nün önsözüyle ‘Orhan Kemal’in ‘İstanbul İstanbul’ kitabını salık vereceğim.
Orhan Kemal, İstanbul’un birçok kenar semtini insanıyla bize anlattı.
Sabahları Nuruosmaniye’den Cağaloğlu’na ya da Nuruosmaniye’den Kapalıçarşı’ya gidenler onu İkbal Kahvesi’nde görürlerdi. Hepimiz oradan geçerken adeta Orhan Kemal’e saygılarımızı sunmak için uğrardık. İşyerine giderken devamlı uğrayanlardan biri de Edip Cansever’di.
İkbal Kahvesi hakkında bilgi edinmek isteyenler Nurer Uğurlu’nun ‘İkbal Kahvesi’ kitabını okumalıdır.
Öğütçü, İstanbul’la ilgili öykülerden 34 tanesini seçmiş, böylece İstanbul’un 34 numarasına da bir gönderme yapmış.
Kapak ve iç illüstrasyonlarda Can Ersal imzası var.
Yıllar önce Orhan Kemal’le Ferit Öngören’in ‘İstanbul’dan Çizgiler’ kitabı yayımlanmıştı.
Elli yıl öncesinin İstanbul’daki kültür ortamını bilenler, İKSV’nin sanatın her dalına getirdiği yenilikleri içten bir duyguyla övecektir.
Yazları bahçelerde Türk müziği solistleri söylerdi. Ancak kışın Saray Sineması’na Filarmoni Derneği’nin çabalarıyla getirilen yabancı solistleri dinleyebilirdik.
Tepebaşı ve Küçük Çiftlik Parkı vardı. Bir de Cağaloğlu’nun aşağısında Çifte Saraylar.
1972 yılında ilk İstanbul Festivali basın toplantısı. Cevad Memduh Altar (soldan), Ercümend Berker, Muharrem Nuri Birgi, Turizm Genel Müdürü Cengiz Altuğ, Nejat Eczacıbaşı, Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç.
Batı müziği dinlenilecek bir yer yoktu.
Nejat Eczacıbaşı, kuşağının tanık olduğu eksikliğin farkına varıp öncülüğü üstlendi. Birçok kişiyi de ikna etmeyi başardı.
Benim gibi her yıl özellikle Müzik Festivali’nin konserlerini kaçırmayan biri, anılar dosyasının kapağını açınca seçme zorluğuna düşüyor.
‘Yalçın Gökçebağ - Yaşam Sanatı’ kitabı yayımlandı.
Sunuş, Aynur Pehlivanlı – Zerrin Özdemir Çolak imzasını taşıyor. Kitabın yayıncısı: Armoni Sanat Galerisi.
Mutlaka okunması gereken bölüm başlıkları:
Yalçın Gökçebağ Yaşam ve Sanatı – Önder Şenyapılı
Yalçın Gökçebağ’ın Resimleri – Zafer Gençaydın
Türk Resminde Yalçın Gökçebağ – M. Zahit Büyükişleyen
Anadolu Düşlerinin Ressamı Yalçın Gökçebağ Üzerine –