Ömer M. Koç Koleksiyonu’ndan seçilen mektupların başında Bahattin Öztuncay’ın yazdığı sunuşu okuyabilirsiniz. Kitap Ömer M. Koç tarafından Sevgi Gönül’e ithaf edilmiş:
“Eski harfleri öğrenmeme vesile olan sevgili halam Sevgi Gönül’ün aziz hatırasına.”
Öztuncay, mektupların seçilişi, niteliği konusunda sunuşta bilgi veriyor:
“Yayınımız Bâkî Muhabbet, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, askeri, edebiyat ve sanat sahalarında önemli rol almış şahsiyetlerin kaleme aldıkları ve Ömer M. Koç Koleksiyonu’nda bulunan eski yazı mektuplardan seçmeler içermektedir. Mektupların gönderildiği kişilerin de aynı derecede önemli olmaları bu tercihlerimizde rol oynadı.”
Mektuplar, hem yazıldıkları yılların insan ilişkilerine, üsluplarına, siyasetçiden edebiyatçıya kadar türün değişen, farklı olan tarzlarını da yansıtıyor.
Şimdi mektuplaşmaların olmadığı ya da çok az olduğu bir dönemde, bu örnekler yazma sanatının da evrimini bize sunmaktadır. Özellikle edebiyat dünyasının ünlüleri arasındaki mektuplaşmaları okudum. Onların sayesinde hem o edebiyatçının hayatından bir kesiti öğrendim hem de edebiyatçılar arasındaki ağı okuyarak edebiyat tarihine düştüğüm notları yeniledim.
Eski harfleri bilenler yazanın kaligrafisi üzerine de yorum yapabileceklerdir.
Bu yılın soruşturması şuydu: ‘En Önemli 100 Çocuk Kitabı’.
Seçerken acaba kaç yazar çocukluk anılarını anımsadı, o günden bugüne değişen dünyanın çocuk kitaplarına nasıl yansıdığını düşündü mü? Tavsiye ettikleri, seçtikleri kitapları nasıl okutacaklar, bu konuda kafa yordular mı?
Büyüklerin seçtiği bu kitaplardan sonra belli yaş grubu çocuklara da seçtikleri kitapları sormalı diye düşünüyorum.
Çocuklar kitapçılara girdiklerinde, ana-babalar kitap seçmede ne derece etkileri oluyor? Doğrusu inceleme konusu.
Görselliğin, dijital çağın tutsak ettiği çocukların seçimi de değişik bir liste oluşturabilir.
Çocuk kitaplarının yükselişte olduğunu yayın dünyasıyla ilgili her yazımda belirtirim.
Notos’un soruşturmasının da bu alanda doğru bir seçim olduğu kanısındayım. Çocuklar kadar ana-babalar da yazarların seçtiği bu listedeki en azından ilk 10’u merak edip alacaklar, çocuklarına okutacaklardır.
Ben önce listede ne kadar Türk yazar ve şairi var ona baktım.
Festivalin ilk yıllarını düşündüğünüzde yazları bir kültür çölü olan İstanbul’a katkısını sık sık anımsatalım.
Ne yazık ki festivallerin tarihini anmıyoruz, mukayese duygusundan çoğu zaman yoksunuz.
Elli yıl öncesinin İstanbul’unu bir gözden geçirin, o zaman gelişimi daha iyi fark edersiniz.
O yıllarda festival kavramını bilen, duyan çok azdı.
Kışın Türk ve Batı müziği toplulukları, solistleri tek bir salonda ağırlanabilirdi.
O da Saray Sineması’ydı.
Filarmoni Derneği, Batı müziği konserlerini düzenlerdi.
Samson François
Biyografilerini içeren kitapların azlığı da bu ilgisizliği tetikliyor.
Zeynep Miraç’ın Ayşen Gruda için, ‘Bu kalp seni unutur mu?’ (1) yazısını severek okudum. İyi bir portre çizmiş, sanatçının özelliklerini sıralamış, duruşunu betimlemiş.
İleride onun hakkında yazacaklara kaynak olacak bir yazı.
Zeynep Miraç, tiyatro dünyasını yakından tanıyan, ünlü adlar üzerine yazan biri. Sanatçı bir soruya bakın ne cevap veriyor?
“Hatırlanmak istemem hiç. Hatırlanmayı sevmem ben. Hatıralardan nefret ederim. İleriye bakmak lazım. Hep ileriye bakmak lazım.”
Bir tiyatro sanatçısının yaşamını, ekonomik darboğazlarını bu yazıdan öğrenebilirsiniz. Her zaman sanatçı sorumluluğu taşıdığını alıntılardan öğreniyoruz.
15 yıllık tiyatro birikimi ve televizyonun getirdiği şöhret geçimini sağlamaya yetmez.
Antalya Film Festivali tarafından verilen onur ödülünü alırken bir kez daha vicdanıyla konuşur:
İstanbul’dan gidenler, orada yaşayanlar, dünyaca meşhur bir seramik sanatçısının Alev Ebuzziya’nın eserlerini gördüler.
Geçen hafta benim de üyesi olduğum mütevelli heyet toplantısında, kurucu, iyi ressam Hüsamettin Koçan’ın konuşması, Anadolu’dan bir sanat yükselişinin öyküsüdür.
Müze, Avrupa Müze Ödülü’nü kazandı. Müzede önemli sergiler açılıyor, sabit sergide ünlü ressamların tablolarını görebilirsiniz.
Baksı, kadınların da üreten bir kimlik kazanmalarını sağladı. Ekonomik açıdan güçlenmelerini destekledi.
Yazları konserler veriliyor, toplantılar yapılıyor. Genç sanatçılar müzede çalışabiliyorlar, atölye işlevini de bu müze üstleniyor.
O gün toplantıda iki CD verildi bizlere. Adları şöyle:
“Yuvarlak Masa Toplantıları”, “İlk Kayıtlarıyla Bayburt Türküleri”.
Zaman zaman antolojilere bakmalıyız. İlk okuduğumuzda çok sevdiğimiz bir şair, bir şiir, şimdi o eski etkiyi uyandırmayabilir. Ama ben daima onun edebiyat tarihindeki, dönemindeki yerini düşünürüm.
Onların şiir zevkimizin oluşmasında ne kadar önemli olduğunu fark edersiniz.
Kemalettin Kamu’nun ‘Gurbet Benim İçimde’ başlıklı ‘Bütün Şiirleri’ni okurken onun eskimeyen yanlarını saptamaya çalıştım. Kitabı Ziya Karatekin hazırlamış.
Bütün antolojilerde yaşamını bulabileceğinizden doğum ve ölüm tarihlerini veriyorum. 15 Eylül 1901’de Bayburt’ta doğdu, 6 Mart 1948’de Ankara’da öldü. Kitabı hazırlayan Karatekin de 1961 yılında Bayburt’ta doğdu.
Onun üzerine yazılanlardan, benim yorumlarımdan önce, en tanınmış ‘Gurbet’ şiirini okumanızı isterim:
“Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde,
Hepsi bana yabancı,
HECE’nin özel sayısı: Hikâyenin Türkçe Sesi: Ömer Seyfettin*
Özel sayıyı hazırlayan Hülya Argunşah ve Ayşe Demir’in yazdıkları ‘Sunuş’tan bir bölüm:
“Ömer Seyfettin, uzun yıllar boyunca Türk okurunun erken yaşlardan itibaren tanıştığı, belki de okumayı öğrendikten sonra karşılaştığı ilk isimlerden biri oldu. Sağlam hikâyesi, anlaşılır dili ve çoğu idealize edilmiş kahraman kadrosuyla okunası bir yazar olarak ismi daima akıllarda taşındı. Ancak bu tanışıklık bazı olumsuzlukları da beraberinde getirdi. Bu olumsuzluklardan ilki, yazarın külliyatıyla ilgilidir. Ömer Seyfettin, en çok basılan ve en çok okunan yazarlardandır. Bu durum onun geniş kitleler tarafından tanınmasına yardımcı olurken diğer yandan en çok istismar edilen yazar haline getirmiştir. Bu yaklaşım, akademik bir endişeyle sağlam bir külliyat ortaya konulmuş olmasına rağmen değiştirilememiş ve yazarın sınırlı sayıdaki hikâye etrafında düşünülmesi anlayışı kırılamamıştır.
Oysa bugün 160 kadar hikâyesi tespit edilen ve yayımlanan yazarın, bütün külliyatı çapında değerlendirilmesi, hakkındaki kanaatleri de tartışılır hale getirebilecek durumdadır. Özellikle idealist kimliği ve bu paralelde yarattığı hikâye kişileri dolayısıyla rol modeller sunmak üzere okunan ve okutulan eserleri, bu zengin külliyatın küçük bir kısmını oluşturmaktadır. Tarihe, gündelik hayata, insanın yalnızlığına, yaşama sevincine, evrensel değerlere dair söyledikleri, ustaca kullandığı mizahı, teşhirci olmayan ancak huzursuzluk veren eleştirileri, aşina olmayan diğer hikâyeleridir.
Ömer Seyfettin’in sanatçı kimliği kadar önemli ve devri açısından etkili bir tarafı da fikir yazılarında ortaya çıkan düşünce adamı kimliğidir. 1910’lu yıllarda içinde yaşanan şartlar dolayısıyla yeniden keşif ve inşa edilen Türk kimliğinin, Türkçenin ve Türk edebiyatının müstakbel prensiplerini ortaya koyan, bu prensiplerin savunmasını yapan, yol haritasını belirleyen yazılar yazar.”
- Rasim Özdenören, ‘Yeni Türk Edebiyatı Ömer Seyfettin’siz Düşünülemez’ yazısında onun yazarlık yaşamındaki etkisine değiniyor:
“Öykü yazmaya başladığım 1955-56 ders yılı başlarında idolüm Ömer Seyfettin idi. Öykü olarak yalnızca onun külliyatını baştan sona okumuştum. Gerek okulda Türkçe ve edebiyat derslerimizde gerekse haricen öğrendiğimiz bilgilerimizde onun öykü kurgusu öngörülüyordu.
Sait Faik ‘Alemdağda
Ödüller kimlere verildi:
‘Yılın Telif Polisiye Kitabı’ ödülü ‘Rakun’ kitabıyla Suat Duman’a verildi.
Seçici kurul Adnan Özer, Alper Canıgüz, Faruk Şüyün, Metin Celâl ve Seval Şahin’den oluşuyordu.
Gastronomi kültürü kitapları arasındaki seçimdeyse ‘Yılın En İyi Gastronomi Kitabı’ ödülünü Nejat Yentürk, Oğlak Yayınları tarafından yayımlanan ‘Ayaküstü İzmir/Sokak ve Fırın Lezzetleri’ çalışmasıyla aldı.
Maximilian J.W. Thomae ise yeme-içme kültürüne yıllardır yaptığı katkılar nedeniyle ‘Gastronomi Kültürü Emek Ödülü’ne değer görüldü.
‘Yılın Telif Kitabı’ ödülü ise Ayşe Sarısayın’ın Can Yayınları tarafından yayımlanan ‘Denize Yazıldı’ kitabının oldu.
‘Yılın Çeviri Kitabı’ ödülü, Regaip Minareci’ye Peter Stamm’dan çevirdiği Nebula Kitap tarafından yayımlanan ‘Yedi Yıl’ kitabı nedeniyle verildi.
‘Yılın Yayınevi’ de toplantılarda yapılan çalışmalar sonunda Aras Yayıncılık’a verildi. Ödül Aras Yayıncılık’tan Rober Koptaş’a sunuldu.