Arpad, Anna Seghers’in ‘Transit’ adlı eserinin aynı adlı çevirisiyle Talat Sait Halman Çeviri Ödülü’nü kazanmıştı.
Gökhan Güvener’in sorularını yanıtlayan Arpad, Alman edebiyatından dilimize yirmiye yakın eser çevirdi. Babası Burhan Arpad da önemli bir gazeteci ve çevirmendi.
Altın Kitaplar Yayınevi’nde çalışırken kitaplar aracılığıyla aramızda bir dostluk kurulmuştu. İyi bir çevirmen olmanın kuralları konusunda Yüksel Pazarakaya ile düşünceleri örtüşüyor. Çevirmen hem özgürdür hem de yazarın anlatımına bağlıdır diyor. Batı ülkelerinde yayıncı-çevirmen ilişkisi daha ciddiye alınıyor. Yabancı dil bilmenin yanında genel kültürün de şart olduğunu ileri sürüyor.
Ahmet Arpad, babası Burhan Arpad’ın Erich Maria Remarque’ın ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ romanının çevirisini hatırlatarak yazar-çevirmen ilişkisi üzerine ilginç bir anekdotu hatırlatıyor.
Bu arada 20’nci yüzyılın Alman dilinde yazılmış en başarılı eseri kabul edilen ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un yazılışının üzerinden tam 90 yıl geçmiş.
‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ romanı 31 Ocak 1929’da yayımlandı. 1930 yılında Amerika’da beyazperdeye uyarlanan, elli dile çevrilen, yirmi milyon baskı yapan bu roman geçen yüzyılın ilk ve en başarılı savaş karşıtı eseri olarak kabul edildi. Remarque bu eseriyle Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarını on yıl sonra bile bir türlü saramamış Weimar Cumhuriyeti insanlarını yüreğinden vurmuştu. Okurları savaş yüzünden travma geçirmiş, ruhsal dengesini yitirmiş, çökmüş bireylerdi. Remarque da onlardan biriydi. 19 yaşında cepheye sürülmüş, ağır yaralı olarak bir yılını askeri hastanelerin koğuşlarında geçirmişti. Remarque, 20’nci yüzyıl Alman edebiyatında hiçbir yazarın ulaşamadığı büyük bir ün bırakarak 1970 yılının eylül ayında İsviçre’de bir hastanede öldüğünde yetmiş iki yaşındaydı.
BAKIN BANA İSTANBUL’DAN NE GETİRDİ
BURHAN
Çünkü çeviri ödüllerinin verildiği, birçok kitabın çevrildiği bir ortamda çeviri üzerine bizi bilgilendiren her yazı, bir okur olarak önemlidir.
Yüksel Pazarkaya’nın çevirmen olarak önemi, hem Alman edebiyatının en önemli adlarını Türkçeye çevirmiş olması hem de Türk edebiyatının önde gelen adlarını Almancaya çevirmiş olmasıdır.
Bazı çevirmenler iyi birer çevirmen olarak çeviri tarihine geçerler ama kendi ülkelerinin edebiyatını tanıtmak için bir çaba göstermezler.
Pazarkaya, çeviriyi bir dünya edebiyatı bütünleşmesinin aracı saymış, çalışmalarını da bu anlayış ekseninde yoğunlaştırmıştır.
Almanya’daki radyo yöneticiliğinde de Türk edebiyatının haberlerini orada yaşayan Türklere iletmiştir.
Önsöz’de kitabın amacını açıklıyor:
“Telif kitaplarımın yanında yarım yüzyıldır Almancadan Türkçeye, Türkçeden Almancaya çeviriler yapıyorum. Karşılaştığım çeviri sorunları üzerine ister istemez düşünüyorum. Bunları makale, bildiri ve sunumlara da döküyorum.
Özellikle Rainer Maria Rilke’nin bütün şiir kitaplarını çevirip yayınlama sürecinde, karşılaştığım sorunlar üzerine çevirinin felsefesi ve estetiği açısından da düşünmeye, konuyu çeşitli yönleriyle incelemeye başladım. Üzerinde düşündükçe ve araştırıp inceledikçe, çeviri poetolojisinin aslında yazın poetolojisinden pek farklı olmadığını gördüm. Tek fark şu ki, yazın poetolojisinin kaynağı dilin kendisiyken, çeviri poetolojisinin kaynağı çevrilecek yapıt ile yapıtı oluşturan dil ve dil yapısı.”
Hammâmizâde İsmail Dede Efendi’nin “Yine Bir Gülnihal” bestesi bu tarife giren, ses hafızamızda yer etmiş bir örnektir.
Cihat Aşkın’ın hazırladığı “Türk Valsleri”* Doğu’yla Batı’nın zevk kesişmesinden ortaya çıkan, her iki tür müziği sevenlerin de kulaklarında yankılanacak çok başarılı bir CD.
Her yılbaşında Viyana’daki vals programını TRT naklediyor. Bu CD’nin benim için başka bir önemi var. Türkiye de Batı’nın zevkini, müziğini Tanzimat’tan beri dinlemiş ve sevmiştir. Nice bestecimiz de birçok formda beste yapmıştır.
Kitapçığın başında Cihat Aşkın’ın Türk Valsleri yazısı, gelenekle modernleşme arasındaki gelgitlerimizi ince bir ironiyle bize aktarıyor: “İtalyan maestro bagetini kaldırdı. Bando sevilen İtalyan operalarından tatlı melodiler çalmaya başladı. Bandonun etrafına toplanan halka bu defa duydukları ve gördükleri manzara karşısında hayretle bakıyorlardı. Tatlı melodiler etrafa yayılmaya başladıkça kimileri kendilerine oldukça yabancı gelen bu farklı görüntüye dahil olmak istemeden uzaklaşıyorlardı, kimileri de oldukça ahenkli ve ilginç gelen bu yeni düzene ayak uydurarak başlarıyla tempo tutuyorlardı.
Biz millet olarak değerlerimizi kendimize saklamayı seviyoruz, halbuki bu değerler sadece bizim değil ama tüm dünyanın, tüm insanlığın değerleri olmalıydı. Ama biliyoruz artık öyle olacak...
Hammâmizâde İsmail Dede Efendi’ye saygıyla...”
Yeniliklerin yadırganma payını her zaman gözetirim. Bizim müzik zevkimizin tarihi, çeşitli esintilerin rengârenk özelliğini taşır.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzayan yolda epeyce gelgitler yaşanmıştır.
Müziğin Kitabı’nın başındaki, ‘Bu kitap niçin yazıldı, kimler için yazıldı’ bölümünü okuduğunuzda içerik konusunda bilgi edinmiş olursunuz: “Bu kitap, müzik bilgisi içinde yer alan temel konuları öğrenmenin kolay ve zevkli olduğunu göstermek için yazıldı. Bu kitabın ‘kimler için’ yazıldığına gelince... Çocuk ya da yetişkin, bütün müzikçiler için! Müziğe ilgi duyan herkes için... Aslında müzik öğrencileri için bir ‘ders kitabıdır’ elinizdeki. Ama müzik, sıradan bir ‘ders’ değildir, öncelikle ‘sevgi’dir. Konservatuvarlardaki öğrencilerimiz üniversitelerimizin müzik öğretmenliği bölümlerinde ya da güzel sanatlar liselerinde okuyan öğrencilerimiz ders çalışmak için mi müziği öğreniyor yoksa müziği sevdikleri için mi?
Sadece profesyoneller değil, amatör müzikçiler de sever müziği, bu sanata ilgi duyan dinleyiciler de... Müzik sevgisini derinleştirmek için onun temel bilgilerine bilinçle eğilmek gerekmez mi? Profesyonel bir müzikçiden tutun, herhangi bir müziksevere kadar herkes aradığını bulacaktır ‘Müziğin Kitabı’nda.”
Özden fedakârlık edilmeden yalın bir dille yazılmış. Sıralamayı incelediğinizde konu zenginliğini fark edecek, gerek eğitimde gerek iyi bir dinleyici olmakta bir başvuru kitabı olduğuna karar vereceksiniz:
*Doğanın sesleri, müziğin sesleri
*Müzik nedir, nasıl bir sanattır
*Nota bilgisi
*Perdeler
*Aralıklar
- TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım AŞ
- Türkiye Yayıncılar Birliği
- Samsun Valiliği
- Büyükşehir Belediyesi
- Ticaret ve Sanayi Odası
- Ticaret Borsası
- Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği
- İl Milli Eğitim Müdürlüğü
Televizyonlardan dergilere, gazetelere kadar her mecrada Sevgililer Günü için armağan hatırlatmalarında bulunuluyor.
Belli günlerdeki anmalar benim için ticari tahrikten öteye geçen bir davranış değildir.
Bir yıl içinde ne hatırlayacaksınız, ne bir armağan alacaksınız ama tek bir günde tek bir armağanla aşkınızı, bağlılığınızı ispat etmiş olacaksınız.
Kitap dışında ne alırsanız alın akılda kalmaz, belleğimizde yer etmez. Geçicidir.
Oysa bir kitabı okudukça onu armağan edeni anımsarsınız. Açıklayamadığınız duygularınızı o kitap aracılığıyla yoğun biçimde aktarabilirsiniz.
Sözgelimi armağan edilen hele bir aşk şiirleri antolojisi ise bir yıl boyunca değil, ömür boyunca etkisi sürer.
Abdülhak Şinasi Hisar’ın ‘Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde’ antolojisi, Cemal Süreya’nın ‘Aşk Şiirleri Antolojisi’ benim hafızamın değişmez konuklarıdır.
Eğer belleğinizde aşka dair bir dize yoksa, ben sizin âşık olma duygusundan yoksun biri olduğunuz kararına varırım.
Festival dünyanın önemli şair ve edebiyatçılarını bir araya getiriyor.
Açılış gecesinin programı şöyle:
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’ın konuşması.
Festival Onursal Başkanı olarak benim konuşmam.
Açılışta festivale konuk olan Türk ve dünya şairleri bir şiir dinletisi sunacaklar.
Caz müziğinin ünlü isimlerinden Şenay Lambaoğlu bir konser verecek.
Çocukları şiir ve edebiyatla buluşturmak amacıyla iki özel etkinlik düzenlenecek.
Festivalin işlevi, şiir ve edebiyat dünyasının aslarını bir araya getirmek, birbirleriyle tanışmalarını sağlamak, yapıtlarını birbirlerine okumak, kendi edebiyatlarını, şairlerini tanıtmak.
Benzer bir biçimde kitapta KDV’nin sıfırlanması gibi yayıncılık sektörü için son derece önemli bir adım atıldı. Bütün bunlar Türkiye’de kültür hayatının gelişmesi açısından son derece sevindirici yanlar taşıyor.
Müzik sektörü de aynen sinema ve yayıncılık sektörleri gibi yeni bir yasal düzenlemeyi bekliyor.
Müzik sektörü özellikle internetin yaygınlaşmasıyla birlikte büyük bir değişim yaşıyor. Dijital dünya çok çeşitli uygulamaların ve sosyal platformların birer müzik kullanıcısı haline gelmesine yol açtı. Dünyanın gelişmiş ülkeleri kendi müzik endüstrilerini ve sanatçılarını korumak için dijital çağın gereklerine uygun yasal değişimleri hemen gerçekleştirdiler.
Türkiye ise müzik kullanımının şu an yüzde 80’i internet üzerinden yapılmasına karşın yasalarda bir değişim yapıp çağın gereklerinin yerine getirilmesini bekliyor. Adeta dev internet şirketleri üzerinden Türk müziği yağmalanıyor. Yabancı şirketler ve sanatçılar uluslararası bazda korunup teliflerini toplarken Türk müziği korumasız.
Müzik sektörünün yakınmalarının özeti bu. Anlaşılıyor ki yasa çıkmazsa durum daha da kötüleşecek .
Her hafta bu köşede size yeni CD’leri tanıtıyorum. Ne yazık ki kısa zaman sonra yazacak albüm çıkmayacağı için bu tanıtımı yapamayacağım.
Sinemacıların derdine deva olan devletin, müzikçilerin de imdadına yetişmesini bekliyorlar.
Yeni CD’ler, yeni uzunçalarlar çıkaracak güç yapımcılarda kalmazsa o zaman sanatçının emeği de yok olup gider.