Özdemir Asaf ne yazmıştı?
“Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılırsa yalnızlık olmaz.”
Yalnızlık bir ölçüde yaratıcılığın kıskanç arkadaşıdır. Yazarken, dinlerken hiç kuşkusuz bir başka nefes sizi rahatsız edebilir.
Benim yalnız yaşayan, pek de sokağa çıkmayan birçok dostum var, bazıları için vardı kelimesini söylemek daha doğru.
Benim iki yakın tanıdığımın günlük işlerini gören yardımcıları vardı. Onlar evde çalışırken bilinmedik bir kahveye, bir pastaneye giderlerdi, evi terk ettiklerine dair telefon geldiğinde, evlerine giderlerdi.
Can yoldaşı sözünü çok severim. Buna karşılık söyleyeni hatırlamadığım bir söz de belleğimde yer etmiştir:
“Yalnızlık Allah’a mahsus demişler, filozofları unutmuşlar.”
“Merhaba Doğan Bey,
Albert Camus’nün bugüne kadar tamamen gözden kaçan bir metnini çeviriyordum, sizinle de paylaşmak istedim.
Albert Camus bu kısa metni muhtemelen 1941’de, yani ‘Veba’dan altı yıl önce yazmış, ama metin ancak Nisan 1947’de Gallimard’ın Les Cahiers de La Pleiade dergisinde ‘Veba Arşivleri’ başlığıyla yayımlanmış.
Gallimard Yayınevi, günün koşullarını dikkate alarak metni ‘Tracts’ (Bildiriler) dizisi çerçevesinde yayınevinin internet sitesinde geçtiğimiz 4 Nisan’da okurlara ücretsiz olarak sundu, ben de orada görüp okudum.
Camus’nün kızı Catherine Camus, yazar dostum Jean-Marie Laclavetine aracılığıyla ilettiğim ricayı kırmadı ve telif hakkını ücretsiz bağışladı, bu sayede ben de hemen metni çevirdim.
Dostlukla.”
Ben de Albert Camus’nün kaleme aldığı ve Yiğit Bener’in dilimize aktardığı bu metinden ilgi çekici bölümleri yazıma aldım:
VEBAYLA BOĞUŞAN HEKİMLERE TAVSİYELER
İçindeki ürünleri okuduğunuzda bu ‘Virüs’ün yayılmasında fayda var diyeceksiniz.
Gündemler bazı kelimelerin anlamını değiştiriyor, Tahir Alangu’nun Ömer Seyfettin hakkındaki kitabının adı ‘Bir Ülkücünün Romanı’ idi. Sonradan ‘ülkücü’ çok farklı anlamlarda ve bağlamda kullanılmaya başlandı.
‘Virüs’ün başındaki yazıdan birkaç satır:
“İlk sayısı Ekim 2019’da yayımlanan Virüs dergisinin adı üzerine düşünürken aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve dünyaya hızla yayılan ölümcül korona virüsü gündemimizde yoktu. Umarız kısa zamanda, daha fazla kayıp vermeden kontrol altına alınır.
Elazığ’ın Sivrice ilçesindeki deprem, Suriye’de evlere düşen ateş.
‘Baştanbaşa bütün dünya, bir damla kanın yere dökülmesine değmez’ der Sadi Şirazi.
Biz umudumuzu hep diri tutmaya çalışıyoruz. Ne diyor Marcel Proust: Hayatınızın üstünde hep bir gökyüzü parçası bulundurmaya çalışın.”
Giriş yazısında dergideki bazı yazıların sunumu var.
İnsansız sokakları görünce aklıma ilk düşen Nedim’in dizeleri oldu:
“Şöyle pinhân giderim kûyuna cânânım kim
Râh ola hemdemim ammâ o da hâbîde gerek”.
(Sevgilinin mahallesine öyle gizli giderim ki, arkadaşım yalnız yol olsun ama onun da uyumuş olması gerekir.)
Bizim gibi Akdeniz ülkelerinde her an sokakta birileri vardır, her an bir canlılığın gözlemcisi olursunuz. Aslında bu kentlerin meydanları, lokantaları bir tiyatro sahnesi gibidir, etrafınızda dramdan komediye uzanan kalabalıkta doğaçlama ustalarına rastlarsınız.
Ben kitapçılara, kırtasiyecilere uğradığımda bir tür kişilik analizi yaparım.
Kim hangi kitapları seçiyor, hangi kalemlerin peşinde. Camdan caddeye bakarken, kendimi İskandinav ülkelerinden birindeymiş hissine kapılıyorum.
Oralarda belli saatlerden sonra sokağa çıkma yasağı varmış gibi gelmişti bana.
Türkiye Sahaf Kolektifi adına bir bildiri hazırlamışlar. Şöyle diyor:
“Türkiye’de ve dünyada bir hayalet dolaşıyor. Bu hayalet koronanın hayaleti. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’deki sahaflar üzerinde de dolaşmakta. Hepimiz bütün esnaflar gibi dükkânları kapayıp eve çekilmek zorunda kaldık. Dükkânlar boş, raflardaki kitaplar suskun. Halbuki daha birkaç hafta evveline kadar hayat canlıydı, ticaret sürüyordu. Sahaflar, dükkânlarında mütevazı ticaretleriyle yaşamaktaydılar.
Oysa bugün, kepenk kapatmış esnaf, ticari gelirden yoksun sahaflar, raflarda ilgili ve meraklısını özleyen nadir kitaplar, hepsi beklemede... Dükkânlardan el-etek çekilmiş, meraklının, araştırmacının, kitap dostunun yaptığı sohbetler fısıltı halinde geziniyor boş dükkânlarda. ‘Her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi tarumar’ bir durumda.
Sahaflar, işte bu durumu sizlere, yani sahaf dostlarına, bütün açıklık ve vehâmetiyle ifşa etmek, vaziyet-i umumiyeyi anlatmak üzere bu yazıyı kaleme aldılar.
Sahaf esnafı ve çizgiromancılar, efemeracılar, filatelist ve nümismatikçiler, küçük objeciler, ikinci elciler, seyyar kitapçılar gündelik yaşayan, nakit sermaye ve birikimi olmayan ticaret erbabındandır. İşte bu nedenle dükkânların kapalı, kitap ticaretinin sonlanmış olmasına pek uzun bir zaman dayanamazlar. Kendilerini idare ve idame etmeleri gündelik kazanç kapıları kapatılırsa mümkün olmaz. Uzun süreceği söylenen bu vahim pandeminin öngörülen bitiş tarihine kadar dayanması pek çoğu için gerçekten zor.
Sahafların son yıllarda pek çok kesime ulaşmakta işine yarayan internet üzerindeki satış platformları birçok esnafımızın faydasına olmuş, bazı sahaf arkadaşları ayakta tutmuştur.
Yine sosyal medyada sahaf dostlarının elbirliği ile gerçekleştirdikleri yayın ve haberler sahaflarımızı daha tanınır hale getirmiştir. Çeşitli kurum ve kuruluşların yaptığı ‘Sahaf Festivalleri’ ilgiyi arttırmış, esnaflarımıza maddi ve manevi destek sağlamıştır.
Oysa bugün dükkânlar kapalı, festivaller yok ve ticaret durmuş vaziyettedir.
Bir balkon yazısına başladığımızda mutlaka Sezai Karakoç’un ‘Balkon’ şiirine gönderme yapmalıyım. Bu şiir ve Sezai Karakoç için Turan Karataş’ın ‘Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç’ kitabını tavsiye edeceğim.
Çok bilinen, çok okunan bir şaheserdir.
Dün sabah televizyonu açtığımda gene komşu balkonlardan birbirileriyle kelime oyunları oynayan mahallelileri gördüm.
Liderler, din adamları da önemli zaferlerden sonra ya da önemli günlerde vatandaşlarına balkondan seslenirler.
Sinema tarihinde belleğimde kalan konuşma, Arjantin Devlet Başkanı Juan Domingo Peron’un eşi Maria Eva Duarte Peron’un (Evita) balkondan halka hitap konuşmasıdır.
Evita’yı Madonna oynamıştı.
Zeynep Serhan Koşan, balkon konusunu işlerken edebiyatımızda bir örnekten söz eder. Peyami Safa’nun ‘Cumba’dan Rumba’ya kitabından.
Balkonun bizde Batılılaşma (Tanzimat) hareketiyle geldiğini belirtir. Gerçekten de Beyoğlu ve İzmir’deki balkonlu evlerin bu doğrultuda değerlendirilebileceğini sanıyorum.
Sokağa çıkma yasağı olduğundan, 23 Nisan törenleri ile ilgili malzemeler pencerelerde sergilenecekmiş. Bayram pencerelerde kutlanacakmış.
Pencere bence hayata açılan bir buluş. Ferahlığın simgesi.
Bayramlarda, törenlerde hepimiz bayrakları asarız. Dünyada ne olup bittiğini adeta oradan izleriz. Sevdiklerimizi pencerenin önünde bekleriz. Analar çocuklarının dönüşü için nerdeyse pencere önünde sabahlarlar.
Mahallede bir gürültü olduğunda herkes pencereye koşar.
Pencerelere koyacakları kutlama malzemesi birçok kişiyi yaratıcılık yarışmasına yönlendiriyor.
Ben geceleri ışıkları yanan pencereleri gözlerim, yaşamın vitrinleri gibi gelir bana.
Yazın kışlık yerleri, kışın yazlık yerleri sevdiğim için bu hüzünlü görüntüyü sıkça yaşarım.
Terk edilmiş evlerin pencereleri tükenişin simgesidir.
“Beni ben yapan ‘iyi ki’lerle dolu bu hayatı çok seviyorum, iyi ki sıcacık bir ailem, iyi ki canımın içi dostlarım, iyi ki dört ayaklı dostum Refik var, iyi ki bilim var, iyi ki sanat var, iyi ki aşk var...
Yaşama sevincimiz ve heyecanımız hiç bitmesin.
Sevgi ile.”
“Köklü bir geleneği olan, çok çeşitli formlarda icra edilen, doyumsuz güftelerle zenginleştirilen, eşsiz bir melodik yapıya sahip Türk müziğini benim için vazgeçilmez kılan ne? İçinde bulunduğum zaman dilimi, yaşadığım coğrafya, parçası olduğum kültürel iklim, birlikte büyüdüğüm ailem, hatta aldığım tıp eğitimi ve en önemlisi yaradılış özelliklerim mi bu kadar sevdirdi müziğimizi bana? Cevap ne olursa olsun, yeter ki o hep hayatımda olsun...”
Asıl mesleği doktorluk olan Arda Kayhan’ın yaşamının neredeyse her evresinde en yakın dostu olmuş müzik, yıllarca belleğinde yer eden nağmeler ile taptaze bir nefes ve duyguyla dinleyicisine kavuşuyor.
Albümde birbirinden değerli besteci ve müzisyenleri buluşturan Kayhan, geçmiş ile gelecek arasında duygusal bir bağ kurarak, genç nesle farklı bir tını sunmayı amaçlıyor. Neveser Kökdeş’ten Fehmi Tokay’a, Avni Anıl’dan Erol Sayan’a, Muzaffer İlkar’dan İrfan Özbakır’a Türk müziğinde çok sevilen eserlerin sahiplerini minnet ve özlemle anıyor. Düzenlemeleri kanun sanatçısı Müslüm Karaduman’a ait olan bu albümde birbirinden değerli müzisyenlerin besteleri seslendiriliyor.
Hem güzelim şarkılarımızın yaratıcılarını anmak, hem müzikal geçmişini dokümante etmek, hem de sonsuz evrende bir zerre olsun hatırlanmak için ses verdiği ilk albümü ‘Şarkılarda’, Arda Kayhan’ın söylemeyi en çok sevdiği şarkılardan oluşmaktadır...
Kayhan’