Paylaş
İnsansız sokakları görünce aklıma ilk düşen Nedim’in dizeleri oldu:
“Şöyle pinhân giderim kûyuna cânânım kim
Râh ola hemdemim ammâ o da hâbîde gerek”.
(Sevgilinin mahallesine öyle gizli giderim ki, arkadaşım yalnız yol olsun ama onun da uyumuş olması gerekir.)
Bizim gibi Akdeniz ülkelerinde her an sokakta birileri vardır, her an bir canlılığın gözlemcisi olursunuz. Aslında bu kentlerin meydanları, lokantaları bir tiyatro sahnesi gibidir, etrafınızda dramdan komediye uzanan kalabalıkta doğaçlama ustalarına rastlarsınız.
Ben kitapçılara, kırtasiyecilere uğradığımda bir tür kişilik analizi yaparım.
Kim hangi kitapları seçiyor, hangi kalemlerin peşinde. Camdan caddeye bakarken, kendimi İskandinav ülkelerinden birindeymiş hissine kapılıyorum.
Oralarda belli saatlerden sonra sokağa çıkma yasağı varmış gibi gelmişti bana.
Hürriyet’in Frankfurt bürosunda, kitap fuarı zamanlarında gazetede yazımı bitirir, sonra yemeğe çıkardım. O zaman büro ve matbaa Neu Isenburg’da Zeppelinheim’daki Amiral Rosendahl Caddesi’ndeydi.
O bölge de İkinci Dünya Savaşı’nda zeplinlerin kalktığı yermiş.
Gece saat 22.00’yi geçtiğinde, lokantaya doğru yürürken, perdeleri inik yarı aydınlatılmış evlerin önünden geçerdim. Bir gece çok korktum. Öylesine ıssızdı ki, topuk seslerim sanki gökyüzünde yankılanıyordu.
Şehrin merkezinde lokantaların, operaların, tiyatroların olduğu bölge kalabalıktı.
Şehir çok erken uyanıyordu. Akdeniz’in aksine. Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı zaman da tören için Stockholm’e (İsveç) gitmiştim.
Akşam 18.30-19.00’dan sonra Baudelaire’in dizeleri şehri teslim alıyordu.
“derdim; yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
siyah örtülere sardı şehri karanlık;
kimine huzur iner gökten kimine gam
bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte;
toplasın acı meyvesini nedametin
sen gel, derdim ver elini bana, gel şöyle.”
Feridun Andaç’la birlikte rahmetli Lütfi Özkök’ü ziyarete gittik.
Evin adresini sormak için bir dükkân, bir insan aradık ama ortalıkta kimse yoktu.
Sevgili arkadaşımız Demir Özlü ile sık sık buluştuk, yollar gene tenhaydı. Sadece Nobel ödüllerinin verileceği gece, törenin yapılacağı binanın önünde kalabalık vardı.
* * *
BÖYLE günlerde kendimi bir bellek sınavından geçiririm. Geçtiğim sokaklar, caddeler bende ne iz bırakmıştı?
Kışın nasıldı, yazın nasıldı?
Eski İstanbul’dan bugüne yollar nasıl değişti, o evlerde oturanlar vesilesiyle caddeyi anımsadınız mı? Bırakın başka caddeleri, yolları, oturduğunuz evin caddesinde, sokağında neler değişti? İşyeriniz için de geçerli bir soru.
Sair günlerde adım atılmayan sokakların, caddelerin pazar günleri ıssız görünüşleri hoşuma giderdi.
Sultanahmet Meydanı’ndaki turistleri kaale almazsanız, Bâbıâli caddesinde in cin olmazdı.
Cumhuriyet’ten Sirkeci’deki postaneye inerken duyduğum tek ses işyerini koruyan kurt köpeğinin havlamasıydı.
Çünkü Âşir Efendi Caddesi’ndeki ticarethaneler de kapalıydı.
Bir zamanlar Yapı Kredi Yayınları oturduğumuz sokakları yazmamızı istemişti.
Pencerelerin açık olduğu zamanlarda, Sarayarkası Sokağı’ndaki komşum Ayla Erduran’ın kemanını sokaktan geçerken duyardım.
Cadde adlarına dikkat eder misiniz? Caddelere, sokaklara bazı adlar verilir ama onun kim olduğu belirtilmez.
Sokak adları için iki durumu anılar yumağından çekip çıkarayım.
Cağaloğlu’nda, Hürriyet Gösteri’nin idarehanesinin bulunduğu sokağın adı Molla Fenari’ydi. Bir gün belediye sokak tabelalarını yenilemiş ve üzerine de Molla Feneri yazmıştı.
Bu yanlışlığı yazınca, zamanın bir belediye yetkilisi bana sitem etti, arkadaşlar gece gündüz çalıştı, takdir edilmeyi beklerken eleştirildik diye. Behçet Necatigil’in sokak tabelası üç yerde de farklıydı: Nüzhetiye-Müzhetiye–Nüshetiye.
Hilmi Yavuz:
“kendimi yollara adadım
Şiirlerimi de”
Ahmet Telli:
“Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler”
Yolculuğu sever miyim? Evet diyemem. Düzenim bozulduğu için. İki günlük eve kapanmanın şikâyetlerini düşünürken aylarca eve mahkûm olanları unutuyor muyuz acaba?
Aylarca ulaşılamayan Bahçesaray belleğimde yer etmiş.
* * *
GÖĞE bakın geceleyin, ay olmasa da üç parçayı salık vereceğim:
Paylaş