Halihazırda, Ankara ile Washington arasında baş döndüren bir görüşme trafiği yaşanıyor. Hem bizim, hem ABD medyasının yanıt aradığı soru ortak: “Trump, bu karardan geri döner mi?” Öznesi Trump olan bir soruya hızlı ve net bir yanıt vermek çok zor.
İPUCU, KARARNAMENİN ZAMANLAMASINDA
O yüzden, önce en kritik ipucunu, “manidar” dedirten zamanlamayı irdelemekte fayda var.
Trump, kararnameyi ne zaman imzaladı?
- Erdoğan’ın talimatıyla Washington’a giden (Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan oluşan) özel ekibin Trump’ın ulusal güvenlik danışmanlarıyla görüşmesinden hemen sonra.
- Erdoğan’ın Trump ile Oval Ofis’te yapacağı görüşmeye 5 gün kala.
Bu iki detay bize şu iki önemli unsuru gösteriyor:
-
DENİZ BAYKAL KRİZİ
Baykal, 25 Nisan günü Türkiye’nin görüşüldüğü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi toplantısı için Strazburg’daydı. 26 Nisan’da CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu aradı ve randevu istedi. 30 Nisan Pazar günü buluştular. Görüşme verimli geçti. Baykal’ın referandum sonucuna ilişkin analizlerinden Kılıçdaroğlu da memnun kaldı. Baykal, tam ayrılırken, görüşmede konuştuklarını televizyona çıkıp anlatmak istediğini söyledi. Kılıçdaroğlu da ‘İyi olur’ dedi. Baykal, bir gün sonra 1 Mayıs akşamı, CNN Türk’e çıktı. O canlı yayında konuşurken, Kılıçdaroğlu programı izlemiyordu. Programın ikinci bölümünde Kılıçdaroğlu’na mesaj yağmaya, telefon çalmaya başladı. Arayanlar da mesaj atanlar da Baykal’a tepki gösteriyordu. Kılıçdaroğlu, programdan sonra Baykal’ın açıklamalarına baktı. Baykal, bir gün önce yaptıkları görüşmenin çerçevesinden çok çıkmıştı. Üzülmesine karşın, “Görüşlerini açıklamış. Parti disiplini açısından bir aykırılık yok” diyerek tepkileri yatıştırmaya çalışan Kılıçdaroğlu, Baykal’ın TV programını önceden ayarlayıp, görüşme sırasında gündeme gelmiş gibi göstermesine de üzüldüğünü çevresinden saklamamış.
FİKRİ SAĞLAR KRİZİ
2 Mayıs sabahı, Baykal’ın açıklamaları gazetelerin birinci sayfasındaydı. Ancak, CHP’yi bir başka sürpriz daha bekliyordu. Akşam gazetesinde CHP’li Fikri Sağlar’ın “Asıl tek adam Kılıçdaroğlu” açıklamaları manşete çekilmişti. 1 Mayıs gecesi Deniz Baykal’ın şokunu yaşayan Kılıçdaroğlu, 2 Mayıs sabahına hem Baykal’ın sözlerinin gazetelerdeki yansımalarıyla hem de “Sağlar’ın açıklamalarını gördünüz mü” telefonlarıyla başladı. Sağlar’ın iki cümlesi Kılıçdaroğlu’nu çok üzüp öfkelendirmişti. İlki “Asıl tek adam Kılıçdaroğlu” ifadesiydi. AK Partili bakanların referandum öncesinde en çok kullandığı propaganda cümlesiydi bu ve bu kez bir CHP’li tarafından dile getirilmişti. İkincisi ise “6-7 saat tartışıyoruz, ancak o, kulağına kim, ne fısıldıyorsa kararını ona göre veriyor” cümlesiydi. Kılıçdaroğlu, Sağlar’ın haberle ilgili açıklama yapmasını bekledi. Ancak Sağlar, 55 dakika kaldığı canlı yayında sözlerinin arkasında durdu. Bu iki cümleyle ilgili en ufak bir pişmanlık sergilemedi. Kılıçdaroğlu, MYK toplantısında disiplin süreci başlatılmasını istedi. Süreç başladı. Murat Karayalçın, İlhan Kesici, CHP Mersin İl Başkanı Abdullah Özyiğit aracı olup Kılıçdaroğlu’ndan MYK kararının geri çekilmesini rica etti. Sağlar’ın üzüntülerini ilettiler. Ancak Kılıçdaroğlu, “Kararı çekmek mevzuat açısından mümkün değil” dedi ve topu parti meclisine attı. Konuştuğu kurmaylarına da “Muharrem İnce de Deniz Baykal da başkaları da görüşlerini dile getiriyor. Liderlik iddialarını açıklıyorlar. Ancak, Sayın Sağlar’ın söyledikleri direkt beni ve temsil ettiğim makamı hedef alıyor, yıpratıyor” yorumunu yaptı.
SELİN SAYEK BÖKE KRİZİ
CHP genel başkan yardımcılığı ve sözcülük görevinden istifa eden Böke, iki olayı ciddi sorun etmişti. Biri 19 Nisan’da yaptığı ‘sine-i millet’ açıklamasının, aynı gün bir saat içinde CHP’li Levent Gök tarafından düzeltilmesiydi. Kılıçdaroğlu, açıklama ile ilgili yanlış anlaşılmayı Böke’nin gidermesini istemişti ama Böke açıklamadan sonra yabancı bir heyetle görüşmeye girmişti ve telefonlarını açmamıştı. Bu yüzden de açıklama Gök’e yaptırılmıştı. İkinci olay ise MYK’da alınan “kongre süreci başlasın” kararının açıklanmasıydı. MYK toplantısıyla ilgili basın toplantısını Böke yapacaktı ama “teknik bir izahat gerekirse diye teşkilatlardan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl de sizinle gelsin” denildi. Böke’nin toplantı sonrasında arkadaşlarına, “Tekin Bey’in yaptığı açıklamanın teknik bir tarafı yoktu. Ben açıklayabilirdim” demesi rahatsızlığının ilk sinyaliydi. Böke, 6 Mayıs Cumartesi sabahı Kılıçdaroğlu ile görüştü. Bu iki konuyu gündeme getirdi. Kılıçdaroğlu “İlk olayı ‘yalanlama’ diye görmeyin” dedi. Böke, kongre süreci açıklamasının da Tekin Bingöl’e yaptırılmasını hatırlatıp, “Bu da bana karşı duyulan güvensizliğin başka bir göstergesi” dedi. Kılıçdaroğlu, herhangi bir güvensizlik olmadığını söyledi ve “İsterseniz sadece sözcülükten istifa edin” önerisinde bulundu. Düşünmek üzere görüşmeden ayrılan ve görüşmeden bir saat sonra Kılıçdaroğlu’nu tekrar ziyaret eden Böke, bu kez hem genel başkan yardımcılığından hem sözcülükten istifa ettiğini bildiren kısa bir dilekçe sundu. Kılıçdaroğlu, zamanlamanın doğru olmadığını, istifanın partiyi yıpratacağını söyledi. Dilekçede sadece ‘görülen lüzum üzerine’ yazıyordu. Böke de Kılıçdaroğlu’na “Merak etmeyin, partiye zarar verecek herhangi bir tavrım olmaz” dedi. Kılıçdaroğlu, dilekçeyi aldıktan sonra Bilim Yönetim Kültür Platformu toplantısına geçti. Toplantı sürerken Özel Kalem Müdürü Tuncay Ceylan içeri girdi ve “Sayın Böke’nin açıklaması” diye bir metin bıraktı. Kılıçdaroğlu, istifa dilekçesi sandı ‘Biliyorum’ dedi ve okumadı. Toplantı sonrasında metni okuyunca şoke oldu. Böke’nin açıklaması, kendisiyle yaptığı görüşmeyle 180 derece zıddı.
LİDERLİK TESTİ GİBİ
Kılıçdaroğlu
Olup biteni kanıksamaktan olsa gerek, ortaya çıkan gelişmeler, başkalarını etkilediği kadar sizi etkilemiyor.
Bu körlükten kurtulmak için uzun zamandır kendime bir yol arıyordum.
Ankara siyaseti, Ertuğrul Özkök’ün zaman zaman kenarına oturup olup biteni izlediği nehre hiç benzemiyor.
Her şeyden önce çizgisel değil.
Önünüzden bir geçen birkaç defa daha geçebiliyor ve sürekli “Ben bu sahneyi görmüştüm” hissi yaşıyorsunuz.
Bu yüzden, panoramik bir sanal iç siyaset müzesi inşa etmeye karar verdim.
Tıpkı bilimkurgu film mekânları gibi sanal ama gerçekçi bir müze.
Kafamı nereye çevirsem Ankara siyasetinin bir bölümünü görebiliyor, akıllı telefonlardaki gibi iki parmağımı üstüne koyup görüntüyü büyütebiliyorum artık.
Suriye gibi karmaşık ve kritik bir konuda uzlaşabilen liderlerin bir tek domates konusunda anlaşamadıkları duyuruldu. Basın toplantılarında ve Cumhurbaşkanı’nın yanında sert ve ciddi yüz ifadesiyle görmeye alıştığımız Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Twitter’da “büyüksün” mesajıyla birlikte domates fotoğrafı paylaşması da domatesi en popüler gündem maddesi haline getirdi.
Gerçi, Soçi toplantısı olmasaydı da nisan ayı enflasyonunun 1.31 çıkmasındaki rolüyle de domatesi konuşacaktık.
Haliyle, Rusya ile ilişkilerimiz ve Suriye sorunu üzerinden domatesi yazmak farz oldu.
“Vakti saati geldiğinde ne yapacağımızı biliriz. Bir gece ansızın gelebiliriz.”
Bu sözler, Türk Hava Kuvvetleri’nin Sincar ve Karaçok’a yaptığı hava harekâtının icra biçimi ile birlikte değerlendirildiğinde, sadece YPG/PYD’yi değil, ABD’yi de doğrudan ilgilendirdiği görülüyor.
Zira, TSK harekât merkezinden üst düzey bir subay, ABD ve Rusya’nın Ankara’daki askeri ataşelerine, ‘Şu koordinatlara hava harekâtı düzenleyeceğiz’ dediği anda, Suriye’deki bir ABD özel birliği o koordinatların yaklaşık 10 km güneyindeydi ve o görüşmeden kısa bir süre sonra da jetler havalanmıştı.
AYNI YÖNTEM
Çok merak ettim. O görüşme sonrasında, ABD’li komutanlar duyar duymaz PYD ve YPG’lilere ‘Tedbir alın, Türkler bombalayacak’ bilgisini verdi mi? ABD’lilerin harekâtı öğrenmesiyle, jet pilotlarının füzeleri göndermek için o kırmızı düğmelere bastığı an arasında geçen 45 dakika içinde Karaçok’ta ve Sincar’da neler yaşandı?
Bunu araştırırken ilginç bir detay öğrendim.
Biliyorsunuz, 7 Nisan günü ABD’nin Akdeniz’deki iki savaş gemisinden 59 Tomahawk füzesi havalanmış ve Şayrat Hava Üssü’nü vurmuştu. ABD’li komutanlar, bu bombardımandan kısa bir süre önce Rus komutanlarla temasa geçerek bilgi vermişti. Bu, Rusların önceden Suriye ordusunu uyarmasına fırsat verebilir, Suriye ordusu da tedbir alabilirdi. Ancak üste Rus askerlerin bulunması ve Tomahawk’ların hedefi olması, daha ciddi sorunlara neden olabilirdi. Zamanlama, tedbir almayı mümkün kılacak ama yüzde yüz korunma fırsatı vermeyecek bir şekilde yapıldı. Rejim ordusu, tedbirler sayesinde bombardımanı en az hasarla atlattı. Ancak 5-6 uçağı ile önemli yapıları kurtarma fırsatı bulamadı.
Türk Hava Kuvvetleri’nin harekâtının ABD ve Rusya’ya bildirilmesiyle ilgili zamanlamada da benzer bir yöntem izlendi. ABD’lilerin o koordinatlarda kayıp vermesinin önüne geçildi ama ABD’liler o koordinatlarda ABD askeri varlığının olup olmadığını kontrol ederken bile YPG/PYD’liler harekâttan haberdar oldu. Buna karşın, kısa süre içinde harekete geçildiği için de YPG/PYD’liler kayıp vermekten kurtulamadı.
Hedefim, bugün size o operasyonun olası sonuçlarını yazmaktı.
Ancak perşembe günü, yorumcu olduğum CNN Türk’te yayınlanan Parametre programı biter bitmez Esenboğa Havalimanı’na, oradan da İzmir’e geçtim...
Yolda, notlarımı gözden geçirdim, başlıkları çıkardım. Yazı kafamda şekillendi. İlk fırsatta yazmaya başlayacaktım.
Ancak...
İzmir’e adım attığım ve Hürriyet ekibine katıldığım andan itibaren durum değişti.
Bahar gelmişti. Şehir cıvıl cıvıldı. Kordon kendini bulmuştu. Alsancak, Basmane, Kültür Park panayır yeri gibiydi. Saat kulesiyle, Asansör’üyle, gülen insanların güzel şehri bahara uyanmıştı.
Restoranlarda enginar, Ege otları ile yapılan mezeler yemek masalarının baş köşesinde yerlerini almıştı.
Haliyle...
Hatta, dün Türkiye gazetesinde yazan meslektaşım Batuhan Yaşar’ın bu konudaki yazısını, önceki gün WhatsApp uygulaması üzerinden onlarca arkadaşımdan aldım.
O nedenle sorunun yanıtına dair bildiklerimi yazmak farz oldu.
Dikkat edin lütfen. Özellikle “tahminlerimi” ya da “yorumumu” demek yerine “bildiklerimi” dedim. Sonuçta, Gül, Ayazağa’daki makamında her gün farklı kesimlerden siyasetçilerle, bürokratlarla, gazetecilerle görüşüp sohbet ediyor ve bu görüşmelerde düşüncelerini, yol haritasını sansürsüzce paylaşıyor.
SİYASİ PROJESİ VAR MI?
Baştan söyleyeyim, Gül’ün siyasete dair görüşleri, eleştirileri ve önerileri çok ama siyasete döneceğine dair hiçbir sinyal yok. Mesela, siyasi bir projesi yok. Kimseyle paylaşmadığı bir projesi varsa da o projeyi hayata geçirecek bir ekibi de yok.
Doğrudur, şu anda AK Parti içinde olan birçok siyasetçi ile AK Parti ile yükselen bazı bürokratlar, geçmişte Gül ile yakın ilişkiler içindeydi.
Ali Babacan, Beşir Atalay, Ahmet Davutoğlu bu isimlerin başında geliyor.
MİT Müsteşarı
Sovyetler Birliği’nden koptukları günden itibaren, terör örgütlerinin çalışma sahası haline gelen bu ülkeler, bugün Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’daki terör yapılanmalarının önemli bir insan kaynağını oluşturuyor.
Bu konuda daha önce iki yazı yazmıştım. Bu nedenle, ‘Memlekette başka konu mu yok’ deyip, meseleyi takıntı haline getirdiğimi düşünebilirsiniz.
Ancak, unutmayın ki gazetecilikte ‘fikri takip’ diye bir kavram vardır ve bir haberin sonrasında yaşanan gelişmeleri takip etmezseniz fotoğrafın tamamını görme şansınız olmuyor.
REİNA’DAN SONRA ÇÖZÜLEN İLİŞKİLER
St. Petersburg saldırısı 3 Nisan, Stockholm saldırısı 7 Nisan’da gerçekleşmişti.
21 Nisan günü öğrendik ki 6 Nisan’da da ABD ordusunun en gözde birliklerinden JSOC’tan birtakım asker, bir kara operasyonu yapmış ve IŞİD’in Asya kökenli liderlerinden Abdul Rahman Özbeki’yi öldürmüş. Detayları cumartesi günü Hürriyet’in manşetinde vardı.
Kaynaklarımdan operasyonun detaylarını öğrenmeye çalıştım.
Abdulgadir Masharipov