Paylaş
Oysa Kıbrıs meselesinin Türk piyasaları üzerindeki etkisi gelip geçmeyecek. Talat’ın cumhurbaşkanlığı (ya da doğru tanımlamayla Denktaş’ın halk içinde mücadele yolunu seçmesi) ile Kıbrıs sorunu yeniden Türk ekonomisinin kalbine oturdu. Zaman zaman perde arkasında kalsa da, zaman zaman ilişkisini ne olduğu açıkça anlaşılamasa da gelecek dönemin en önemli belirleyicisi Kıbrıs sorunundaki gelişmeler olacak. Hem ekonomi, hem siyasette…
Gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki pazartesi günü İMKB 100 Endeksi’ni 23 binli puanlara çeken değer kaybının Türkiye ile ilgili gelişmelerle hiçbir bağlantısı yok. Mesele tamamen ABD ile ilgili. Bir süredir ekonomilerinin sağlığını tartışan Amerikalı yatırımcılar, 2005 yılı ilk çeyrek şirket karlarını beklenenin bir hayli altında geldiğini görünce, ekonominin zafiyetine ilişkin bir delil daha bulduklarını düşünüp hızla satışa geçti. bu düşüş de tüm dünya borsaları gibi İMKB’yi de etkiledi.
Elbette ki bu durum içerde her şeyin güllük gülistanlık gittiği anlamına gelmiyor. Üstelik bugünlerde hem ekonomik hem de siyasi risk üst üste binmiş durumda. Gerçi ekonomik risk bu sıralar piyasa yorumu yapanlar açısından pek “gözde” bir risk değil. Bu konu üzerinde konuşmaya riskleri tanımlamaya istekli bir ekonomi uzmanı bulmak pek kolay olmuyor. Zaten bulsanız da bu tartışmanın muhatabı olacak, eleştirileri ve uyarıları dinleyip bunlara nasıl çözümler getirdiklerini ya da getireceklerini anlatan bir ekonomi yetkilisi bulmanız mümkün olmuyor. Sorun olduğu kabul edilmeyince de çözümü konuşmak elbette abes kaçıyor.
Yetkililer sorun olduğunu kabul etmedikleri gibi, sorunlara dikkat çekenleri ya ekonomi cahili olmakla ya da belirli çıkar çevrelerine hizmet etmekle suçluyor. Bu durum da yapılan analizlerin ya sığ kalmasına ya da esasla ilgisi olmayan alanlara kaymasına yol açıyor.
Oysa Türkiye ekonomisinde hala bir yığın yumuşak karın bulunuyor. Borç yükünün ağırlığı, cari açığın artışı, vergi rejiminin hantallığı ve sosyal güvenlik sisteminin çarpıklığı ilk başta akla gelenler. Bu sorunlar belki şu anda bir kırılma noktası yaratacak kadar güçlü değil. Ama daha önce de vurguladığımız gibi Türkiye şu anda büyümesini sıcak para ile finanse etmeye çalışıyor. Bu sıcak paranın ülkeye giriş motivasyonlarının arasında uluslararası siyasi ortamın büyük etkisi var. Eğer bu siyasi ortam bozulur ya da Türkiye aleyhine dönmeye başlarsa sıcak parayı içerde tutmak kolay olmayabilir. O zaman da yukarda başlıklar halinde bahsettiğimiz ekonomik riskler gerçeğe dönmeye başlar.
Bir felaket senaryosu çizmeye çalışmıyorum. Samsung ve IBM’in birinci çeyrek karları beklenenden az geldi diye bu kadar hızlı gerileyen bir endeksin kendisi ile ilgili ve daha gerçek risklere karşı ne kadar kırılgan olduğunu aktarmaya çalışıyorum. Türkiye bugün siyasi bir kıskacın altında. Kıskacı kimin tuttuğu meselesinde bizim söyleyeceğimiz şeyler tevatürü aşamayacak maalesef. Ama, sağ olsun, Başbakan Erdoğan Norveç’te yaptığı konuşmada bizi bu dertten kurtardı ve bir adres gösterdi: “AB içinde bizi bölmeye çalışan bazı unsurlar var.” Bu kıskacın kollarını oluşturan çok sayıda unsur var elbette. Ama en önemlisi Kıbrıs.
Eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın deyimi ile “bir yılan kadar soğukkanlı” olan Mehmet Ali Talat’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesi yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor. Ya da bu cümleyi şöyle düzeltelim: Denktaş’ın cumhurbaşkanlığını bırakması yeni bir döneme işaret ediyor. Çünkü Kıbrıs davası demek Rauf Denktaş demektir. Denktaş’ın atacağı her adım sadece Kıbrıs’taki siyaseti değil, Türkiye ve AB hatta ABD’nin bölgeye yönelik siyasetini belirleyecek ve bu nedenle de eski cumhurbaşkanı hem iç hem de dış siyasetin önemli bir aktörü olmaya devam edecek.
(Bu arada hatırlatalım yeni dönemin dış politikadaki ilk işaretlerini de ağırlıklı olarak Yunanistan kaynaklı ikinci Kardak krizinde ve Yunan Harp Okulu’nda Türk bayrağına yapılan saldırı ile görmüş olduk.)
Denktaş ile AKP hükümetinin Kıbrıs sorununda iki farklı cepheyi temsil ettiği artık herkesin açıkça gördüğü bir gerçek. Denktaş, cumhurbaşkanlığını bırakmasında AKP ile anlaşamamasının etkili olduğunu gayet net biçimde ifade etti ve mücadelesini Türk halkı içinde sürdüreceğini, yeni bir TMT dönemi başladığını ve bu mücadelenin de siyasi mücadele olacağını açıkça ortaya koydu. Denktaş’ın bu açıklamasının sadece milli hisleri okşamaya yönelik olduğunu düşünmek büyük bir hata olur. Bu açıklamanın doğru tercümesi şu: “Denktaş, Talat’ın seçilmesi ile yeni bir mücadele döneminin kapısını açtı.” Bu mücadelenin karşı cephesinde kimlerin olduğu da meçhul değil elbette.
Bu arada Talat da ilginç bir şekilde Türkiye ile birlik mesajları vermeye devam ediyor. Ama zaten Türkiye ile Kıbrıs, AKP ile Talat, arasındaki ilişki bu kadar sıkı fıkı iken gelen bu nevi mesajlar kafamızda “acaba sık sık Türkiye ile birlikte hareket edeceğini söyleyen Talat, aslında bu şekilde AB’ye asıl muhatabın kendisi olduğu mesajını vermeye ve Türkiye’nin Kıbrıs meselesindeki rolünü törpülemeye mi çalışıyor” sorularına yol açıyor.
Bu arada Denktaş’ın Anadolu’da ve tabii ki adada hala güçlü bir desteğe sahip olduğunu söylememize gerek yok herhalde. Örneğin seçime katılım oranı yüzde 60. Talat bunun yüzde 55’ini yani kabaca tüm seçmenlerin yüzde 30’unun oyunu aldı. Bir çok siyasi uzman Kıbrıs’ta genel havanın yeniden derin bir umutsuzluğa kaymaya başladığını ve bağımsızlık yanlılarının önemli bir kısmının bu seçimlere katılmadığını vurgulayarak Talat’ın cumhurbaşkanı olarak etkisinin eskiye kıyasla azaldığını öne sürüyor. Yani “Talat dönemi başladı, Denktaş devri sona erdi” cümlesi belirli çevreler için umutla sarıldıkları bir temenni cümlesi olmaktan öteye geçemiyor.
Tüm bunların özeti şu: Denktaş yakında hem Kıbrıs hem de Türkiye siyasetini sallayacak. Bakalım AKP bu sallantıdan nasıl çıkacak? Bakalım AB bu duruma ne diyecek? Bakalım ABD Denktaş’a Arafat muamelesi mi yapacak? Bakalım Talat Rumları ikna edebilecek mi? Bakalım AB sözlerini tutacak mı? Bakalım...
Paylaş