Cüneyt Ülsever

Erik Jan Zürcher: İktidarperver liberallere ders

2 Kasım 2008
ERIC Jan Zürcher, uluslararası akademik dünyada kabul görmüş Yakın Türkiye Tarihi uzmanı Hollandalı (d. 1953) bir bilim adamı. Cumhuriyetin kuruluşu ve Osmanlı’nın son dönemleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Cumhuriyet dönemine anti-jakoben ve liberal yaklaşımlar getirir.

Ezgi Başaran, akademik dili gazetecilik dünyasında büyük bir başarıyla kullanarak Eric Jan Zürcher ile çok önemli bir söyleşi yaptı (Hürriyet Pazar, 26.10.2008). Arşivime aldığım bu söyleşiyi Türkiye’de bütün aydınlar ve özellikle kendisini liberal addeden kişiler muhakkak okumalıdır. Bildiğim kadarıyla söyleşinin önemine bir tek Ertuğrul Özkök dikkati çekti (Hürriyet, 28.10.08). Ben de kendi meramımı anlatmak için bu söyleşiden alıntı yaptım ("İktidarperver Liberaller Kongresi" Hürriyet, 30.10.08).

* * *

Bugün yine söyleşinin can alıcı gördüğüm bölümlerinden alıntı yapacağım.

Erik Jan Zürcher, Cumhuriyet’i hem dayatıcı, hem de çok başarılı bir proje olarak görüyor: "Cumhuriyet, tepeden inmeci ama dünyanın en başarılı ülke kurma projesidir." Zürcher’e göre "1924’e kadar ülkede kimlik denildiğinde Müslümanlık akla geliyordu. Sonra Atatürk ani bir değişimle seküler Türk milliyetçiliğine geçirdi halkı... (Atatürkçü hareket) birçok yönüyle jakobendi ve beraberinde problemler getiriyordu...

1880’lerde doğan Atatürk jenerasyonu, Batılı düşüncelerle büyüdü. Sekülerizm, pozitivizm, materyalizm onlar için çok önemliydi. Bilime de bir din gibi inanırlardı. Hayal ettikleri pozitivist dünyaya sadece laiklikle ulaşılabileceğini düşünüyorlardı. Yani çok ciddi bir fikri temeli vardı kuruluş aşamasındaki Cumhuriyet’in. (Ama Cumhuriyet) dönemin popüler kültürü ve halkın yaşamından bağımsız gelişmiştir."

Bugünkü Türkiye’ye bakışı da oldukça eleştirel:

"Türkiye o Kemalist dönem olmasaydı modernleşemezdi diyebilirim. Ama Cumhuriyet’in ilk yirmi yılının kalıntıları nedeniyle değişim süreci hiç tamamlanamadı. İspanya’da değişim geç geldi ama tamamlandı. Türkiye’de erken geldi ama hálá bitmedi. Kemalist tek parti zihniyeti hálá orduda, bürokraside ve elitlerin zihniyetlerinde yaşıyor."

* * *

Aynı Erik Jan Zürcher, AKP hakkında da, iktidarperverlere inat, eleştirel tavrını koruyor:

"Şu anda AKP de aynı Menderes gibi ezici politik güçle ne yapacağını bilemiyor. Gücünü küstah bir şekilde kullanıyor... Bu da AKP’nin modernleşme sürecinde ileri adım atmasını engelliyor.

2000’lerin başında AKP modernleşme açısından umut verici bir değişimi simgeliyordu. Eski elit meşruluğunu ve gücünü kaybetmişti. AKP sistemin tükenmiş enerjisini yenilemişti. Fakat şu anda görüyorum ki AKP, Türkiye’yi daha da modern bir ülkeye dönüştürmeye kabil değil... Türkiye eğer azınlık, kadın, eşcinsel vb. haklarına önem veren daha modern bir ülke olmak istiyorsa bu AKP’yle zor. Çünkü onlarda buna yetecek ne ideoloji var, ne zihniyet, ne de kadro. Modernleşme için liberalizm gerekir. Liberalizm (ise) serbest pazardan ibaret değildir... Endişem, Türkiye’nin şu anda (yakaladığı büyük) avantajlarını iyi kullanacak bir politikayla yönetilmiyor olması... Sert laik güçler ve aşırı milliyetçiler, Türkiye’yi sosyal liberal bir ülke yoluna götürmüyor. CHP şu anda demokrasi için çalışan bir parti değil, AKP ülkeyi modernleştirecek donanımdan yoksun... Çok ama çok büyük bir boşluk var şu anda siyasi sistemde."

Zürcher’in önerisine tüm liberal ve demokratlar kulak vermek zorundalar:

"Sırtını orduya ya da dine yaslamayan liberal, şehirli, seküler bir siyasi akıma acilen ihtiyaç var."
Yazının Devamını Oku

İktidarperver liberaller kongresi

30 Ekim 2008
HER daim başkanlığını "ebedi şef" Atilla Yayla’nın yaptığı Liberal Düşünce Topluluğu (LDT) 1-2 Kasım 2008 tarihleri arasında İstanbul’da 2008 Liberal Düşünce Kongresi’ni yapıyor. Okurlardan sürüsüyle "Sen neden katılmıyorsun?" diye sorgulayan mektup aldım. Sorunun basit cevabı davetli olmamamdır! Neden davet etmedikleri konusunda çeşitli rivayetler var ama bence en bariz neden benim AKP’ye uzak durmam, Atilla Yayla’nın ise LDT’yi ısrarla iktidara yamama çabasıdır.

Atilla Yayla bir yandan ekonomi başta olmak üzere devletin sosyal/siyasi hayata karışmasına çok kızar ama öte yanda devlet erkini yönetmeye soyunan iktidarlarla hep iyi geçinmeye çalışır. Yayla, 1994’ten beri iktidar olan Erbakan, Çiller, Yılmaz ile arayı yakın tutmaya hep özel gayret göstermiştir. Şimdilerde AKP’nin Türkiye’nin en has liberal partisi olduğu inancını yaymaya çalışmaktadır.

Hak yemeyelim, bir dönem Besim Tibuk’un Liberal Demokrat Partisi’ne (LDP) de yakın durdular. Bu ilişki, LDT Tibuk’tan maddi yardım aldığı sürece iyi gitti, ancak akçeler aksamaya başlayınca LDT LDP’yi defterden sildi. Bugün LDP’nin yüzüne bile bakmıyorlar.

LDT’nin medyaya bakışı bile ne demek istediğimi anlatıyor. Benim tespit edebildiğim kadarı ile Kongre’de basın irtibatlı 12 konuşmacı var. Bunların gazetelere göre dağılımı şöyle: 4 Zaman, 2 Sabah, 2 Star, 2 Taraf, 1 Yeni Şafak, 1 Bugün!

Bir sponsor adayı Kongre’de "Laiklik de tartışılsın" deyince o sponsordan anında soğudular.

Bakalım Kongre; Deniz Feneri’ni, Dişli’yi, Fırat’ı, belediye ihalelerini, Alevi haklarını, davalara getirilen yayın yasaklarını, 1 Mayıs rezaletini, Kürt meselesini, cinsel sapık Üzmez’i koruma kepazeliğini, aksayan AB adaylığını vb. ne seviyede tartışacak, yaşayıp göreceğiz.

* * *

Benim Atilla Yayla adı geçince aklıma şu anektod geliyor. Atilla Yayla 2006 yılında AKP İzmir İl Yönetimi’nin davetlisi olarak katıldığı bir konuşmada Atatürk ile ilgili sarf ettiği sözler nedeniyle linç edilmişti. Ona sahip çıkan 23.11 2006 ve 31.12.2006 tarihli iki yazı yazmış ve Atatürkçüler tarafından yerden yere vurulmuştum. Aynı günlerde onu konuşmaya davet eden AKP, sıkıyı görünce Atilla Yayla’yı açık beyanlarla anında satmıştı.

Bugün Atilla Yayla benden uzak ama AKP’nin dizinin dibinden ayrılmıyor!

İktidar ve cukka! Siz nelere kadirsiniz!

* * *

Siyaseti "ya CHP, ya AKP!" olarak takdim eden Yayla türü liberallerden nerelerde ayrıldığımı ise iki ayrı yazardan alıntı yaparak açıklamaya çalışacağım:

"...şu anda görüyorum ki AKP Türkiye’yi daha da modern bir ülkeye dönüştürmeye kabil değil... bu AKP’yle zor. Çünkü onlarda buna yetecek ne ideoloji var, ne zihniyet ne de kadro. Modernleşme için liberalizm gerekir. Liberalizm serbest pazardan ibaret değil... AKP ülkeyi modernleştirecek donanımdan yoksun. Çok ama çok büyük bir boşluk var şu anda siyasi sistemde. Sırtını orduya ya da dine yaslamayan liberal, şehirli, seküler bir siyasi akıma acilen ihtiyaç var." (Erik Jan Zürcher söyleşisi-Ezgi Başaran-Hürriyet. 26.10.08)

* * *

Bir diğer alıntım da 22. dönem AKP milletvekili Resul Tosun’dan (Yeni Şafak-29.100.08)

"AK Parti’yi AK Parti yapan Milli Görüş camiasının yetiştirdiği politikacılardır. Ayrıca AK Parti’nin oy tabanının omurgasını da Milli Görüş oyları oluşturmaktadır. Milli Görüş partilerinde parti içi demokrasinin işlemeyişi, genel merkezlerin buyurgan politikaları AK Parti’yi doğurmuş ve Milli Görüş teşkilat mensuplarıyla ve seçmenleriyle yeni bir kimlik ile bir bütün olarak AK Parti’ye kaymıştı."

Pazar günü Ezgi Başaran’ın çok önemli bulduğum Erik Jan Zürcher söyleşisi üzerine yazmaya devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

DTP ile Saadet arasında AKP!

29 Ekim 2008
AKP uzun süre, karşısına dikilen muhalefet açısından, çok rahat bir dönem yaşadı. CHP’nin AKP’ye "laiklik" bazında açtığı savaş sadece ve sadece iki tarafta da safların sıklaşmasına neden oluyordu. Hatta, CHP’nin laiklik söylemleri diğer konularda AKP’ye kızan seçmeninin kırgınlığının azalmasına bile neden oluyordu.

Nihayet, CHP bu yaz muhalefetin nasıl yapılacağını keşfetti ve AKP’yi ülkenin değişmez döngüsü çerçevesinde yolsuzluk söylemi ile vurmaya başladı. Bu söylem Kemal Kılıçdaroğlu’nun belgeli muhalefeti ile yerel seçimlere dek sürebilirse AKP’yi sandık başında geriletecektir.

Ancak, CHP’nin AKP tabanında baş edemediği bir zafiyeti vardır. Merkez-sağ ve muhafazakár seçmen CHP’yi, İnönü yıllarından beri, hep "dış-grup" olarak görür, kendinden saymaz, üstelik bir devlet partisi olarak baskıcı olduğunu düşünür.

Bu köşede sık sık yazdım, AKP’yi esas sarsacak muhalefet ancak ve ancak merkez-sağdan ve devletçi addedilmeyen bir partiden gelebilir. Ancak, 6 yıldır bu anlamda güçlü bir ses merkez-sağda olmadığı gibi Milli Görüş de dinozorlarla yönetildiği için gündelik siyaset potasına bir türlü giremiyordu. Şimdi Numan Kurtulmuş ile Saadet AKP’ye karşı içten içe ve yıpratıcı bir muhalefete girişebilir.

* * *

Öte yanda AKP 22 Temmuz’da Güneydoğu’da PKK alternatifi bir ses olarak büyük prim yaptı. Kürtler kendisinden bir yıl boyunca özgürlükler konusunda büyük atılımlar bekledi. Abdullah Gül bile Cumhurbaşkanı olarak ilk gezisini bölgeye yapıp özgürlük yelkenini şişirmişti. Ancak olmadı; yağmadı yağmur, esmedi rüzgar! Bugün itibari ile AKP:

1) Güneydoğu’da verdiği sözlerin üzerine yatmış vaziyette bir görüntü vermektedir.

2) Dış politika gereği Barzani’ye bir açılımda bulunuyor ama bunu yapmaya kendi bahçesini temizlemeden yeltendiği için Güneydoğu halkını PKK’ya daha fazla yaklaştırıyor. Kendi kendisini "Güneydoğu Türkiye" ile "Kuzey Irak" arasında tercih yapmak durumuna itiyor. Barzani’ye yaklaşarak PKK’nın elini Kuzey Irak’ta zayıflatıyor ama 1 yıldır tutulmayan sözler aynı PKK’yı Güneydoğu’da güçlendiriyor. İlla ki kapatılmak isteyen DPT siyasi arenada PKK’nın isteklerini her zamankinden güçlü seslendiriyor.

* * *

Benim düşüncem odur ki bu dönemde DTP ve Saadet AKP’yi beter bir statükocu parti olması için epey zorlayacaklardır.

PKK ile mücadele arttıkça ve Güneydoğu her geçen gün daha güçlü olarak bir "kalkışma" ortamına girdikçe AKP askeri önlemlere daha fazla cevaz vermek zorunda kalacak. Nitekim, Kuzey Irak’a askeri müdahaleye izin veren tezkere TBMM’den bir kez daha geçmiştir. Genelkurmay Başkanı’nın Bakanlar Kurulu’na brifing vermesi sadece doğal bir olaydır ama bu yakınlaşma Güneydoğu’da başka türlü okunmaktadır.

* * *

Dün de yazdım. Öte yanda, 6 yıldır türbanı çözemeyen, imam hatiplilere herhangi bir yardım eli uzatmayan AKP bu dönemde Saadet’ten iç cenahtan gelen bombalar yiyecektir.

Milli Görüş AKP’yi Ortadoğu politikalarında da sıkıştıracak, Kuzey Irak açılımı dahil, bölgede atacağı her adımı "ABD’nin dayatması" olarak yorumladığında AKP seçmeni kendinden bildiği ve yeni bir sese kavuşan Saadet’e daha fazla kulak verecektir.

Hele hele yerel seçimlere gidilen bu dönemde AKP’nin IMF ile tekrar masaya oturmasını hemen hemen imkansız görüyorum. Aksi halde Saadet kıyameti koparır!

Saadet’in yolsuzluklar konusunda CHP’ye destek vermesi ise tepkileri mislisi ile artırır!

* * *

Yerel seçimlere sırtında koruması gereken % 47’lik bir yükle giren AKP bu dönemde kendisini bir cenderede bulacak, şartlar ise onu hep daha fazla statükoculuğa itecek.
Yazının Devamını Oku

Numan Kurtulmuş ve Milli Görüş

28 Ekim 2008
28 Şubat sonrası Milli Görüş bir yol ayrımına geldi ve ikiye bölündü. Bir bölüm Anadolu’da yükselen yeni yıldız muhafazakár burjuvazinin ihtiyaçlarına cevap veremediği için gözden düştü. Necmettin Erbakan’ın sultası altında girerek dinozorlaştı ve yok olma noktasına geldi. Nitekim, son seçimlerde Saadet Partisi oylarını kabaca % 2.5 civarına düşürdü. Erbakan ve politbüronun parti içi iktidarı terk edememe zaafları, koskoca bir partiyi yok olma noktasına getirdi.

Öte yanda, hem Anadolu’da yeşeren muhafazakár burjuvazinin zamana uyum çabalarını doğru teşhis eden, hem de 11 Eylül sonrası Batı’da yeşeren ılımlı İslam sentezine ayak uydurma konusunda uyanık davranan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si, Milli Görüş’ün pragmatik unsurlarını yanına alarak iktidarı başarıyla 2002’de kucakladı. Halen de siyasi platformda alternatifi yoktur!

Bugün itibarıyla 2 değişik Milli Görüş’ten söz edilebilir.

Birincisi, Erbakan’ı terk etmemiş ve halihazırda Saadet’te siyaset yapan Öz Milli Görüş!

Diğeri ise pragmatizmin doruğunda artık yerel yönetim ihalelerini yöneten, Avrupa’daki insanlarımızı dolandıran Modern Milli Görüş: Deniz Feneri!

* * *

Numan Kurtulmuş
’u 28 Şubat döneminden beri takip ediyorum. Milli Görüş’te yollar ayrılırken o yapısal olarak AKP’ye daha yakın düştüğü halde gemiyi terk etmedi. Sabırla dergáhı bekledi. Bugün artık Saadet Partisi Genel Başkanı olarak geminin kaptanı o!

Ben Kurtulmuş’un Öz Milli Görüş’e yeni bir heyecan getireceğini, AKP’nin pragmatizmi ile Milli Görüş’ün ideolojik tutumunu hal-i hamur etmeye çalışacağını düşünüyorum.

AKP’ye alternatif olabilmesi bana çok zor görünüyor ama Numan Kurtulmuş bir ilki başlatabilir:

AKP’ye hayatiyet veren dini hassasiyeti yüksek kitlelerin gözüyle muhalefet yapabilir!

Bu kesim içinde AKP’den rahatsızlık duyan önemli bir kesim var ama onlar CHP’ye çok uzaklar, ayrıca dinozorlaşan Saadet’i ve merkez sağda siyaset yapan partileri fazla ciddiye almıyorlar(dı).

Numan Kurtulmuş’un liderliğinde Saadet Partisi, muhafazakár bir gözlükle, AKP’yi şu noktalarda ağır yaralayabilir:

1) 2002 yılından beri 6 yıl geçtiği halde AKP, türbanı üniversiteye sokamamıştır. Hatta Başbakan’ın şahsi kaprisleri sonucunda Anayasa Mahkemesi, türbana üniversiteyi tamamen kapatmıştır.

2) Aynı şekilde 6 yıldır imam hatipliler lehine tek bir adım dahi atılmamıştır. Hatta imam hatipliler gündemden tamamen silinmişlerdir.

3) Gelir dağılımında dini hassasiyeti yüksek kesimin ana gövdesini oluşturan dar gelirliler lehine 6 yıldır herhangi bir gelişme yoktur. Kriz, durumu daha da kötü hale getirecektir.

4) Tam tersine, AKP kendi zenginini yaratmış, onun döneminde değişen tek durum, lüks ciplere daha fazla türbanlının binmesi olmuştur.

5) En beteri AKP dönemi de Deniz Fenerleri, Dişli’leri, Fırat’ları vb. ile başka bir yolsuzluklar dönemi olarak tezahür etmektedir. Yerel yönetimler etrafına çöreklenen Modern Milli Görüşçüler, arazi ihalelerinde deveyi havudu ile götürmektedirler.

6) AKP tam bir ABD uydusu olarak hareket etmekte, Ortadoğu’da ABD’nin dümen suyundan zerre kadar ayrılmamaktadır. AKP, Milli Devlet’i değil kurmak, Milli Devlet’in en büyük kösteği haline gelmiştir.

7) AKP’lilerin dini inançlarındaki samimiyetleri artık sorgulanmaya başlanmalıdır.

* * *

Ben önümüzdeki dönemde Saadet Partisi ve DTP’nin, AKP’yi beter bir statükocu parti haline getireceğini düşünüyorum. Bu konuyu da yarın irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

AKP’nin yerel seçim stratejisi: Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısını değiştirmek

26 Ekim 2008
TÜRBAN konusunda benim görüşüm nettir. Türban bir siyasi semboldür ama aynı zamanda başını örtmek İslam içinde çok önemli bir zümrenin dinen gerekli gördüğü bir yaptırımdır. Türkiye, bu görüşü taşıyan insanlara üniversiteyi açmadığı sürece vicdanen rahat olamaz.

* * *

Öte yanda, Anayasa Mahkemesi’in gerekçeli kararı ile artık türbanla üniversiteye gitmenin yolları tamamen kapanmıştır.

Bu yolu CHP’nin Mahkeme’ye itirazı ve Mahkeme’nin kararı kapatmıştır ama biraz aklı olanlar bir süre sonra Recep Tayyip Erdoğan’dan da hesap sormayı herhalde akıl edeceklerdir. O "velev ki" sözleri ile tek başına başlattığı mücadelesinde, gözleri kararıp MHP’den "gel gel!" yapıldığını göremeyince, topa balıklama girmiş ve türbanı diğer inançlardan ayırt ederek ve ona öncelik ve ayrıcalık sağlayarak sonuç alacağını sanmıştır.

Sonuç hüsrandır, sanırım İslami cenahta birileri bir gün Erdoğan’a pervasız tek adamlık psikolojisinin maliyetini soracaktır.

* * *

Ancak, AKP’de çok akıllı insanlar var. Onlar pireden bile yağ çıkarmayı bilirler. Onlar durumdan vazife çıkarıyorlar. Şu tartışma pompalanıyor:

1) Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin yapacağı Anayasa değişiklikleri hakkında sadece şekil açısından karar verebilir. Bu mantığa göre; TBMM Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerini doğrudan veya dolaylı değiştirmeye (şimdi yapıldığı iddia edildiği gibi) kalktığında Mahkeme’nin görev alanı nedir sorusunu ağza bile almamak gerekir.

2) Mahkeme şekli aşıp muhtevaya da girmiştir.

3) Böyle yaparak Mahkeme kendini milli iradenin üzerinde görmüştür.

4) TBMM’nin iradesini tekrar Anayasa Mahkemesi’nin iradesi üzerine çıkarmak ve bunu demokrasi adına perçinlemek gerekir.

Şimdi sıkı durun! O halde:

5) Anayasa Mahkemesi üyelerini doğrudan TBMM seçmelidir.

İlk 4 çıkarımı kabul ettiğiniz anda 5. maddede yer alan öneri kendiliğinden makul gözükecektir.

* * *

Anayasa Mahkemesi’nin halihazırda görevde bulunan üyeleri 65 yaşına kadar bu görevi yapmak üzere seçilmişlerdir. Onları değiştiremezsin.

Demek ki; Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısının artırılıp, yeni üyeler TBMM’de seçilirse demokrasi çok büyük bir adım atmış olacaktır.

Bu arada TBMM kendini denetleyecek kişileri kendi eliyle seçmeye kalkmış olsa da ne gam!

Hem demokrasi şekil şartı açısından yeni bir şıklık kazanacaktır...

Hem de Mahkeme, AKP’nin istediği terkibe ulaşacaktır.

Sonra, kim tutar seni!

* * *

Ben AKP’nin ne yapacağını bilmiyorum ama ellerine iyi bir fırsat geçti diye düşünüyorum. Ben onların yerinde olsaydım, böyle yapardım.

Böylece:

1) Yolsuzluk tartışmalarını büyük çapta unutturur,

2) Safları yeniden pekiştirir,

3) Eğer değişikliği beceremezsem "Bak yine milli iradeyi hiçe saydılar" diye meydanlarda bangır bangır bağırır,

4) Becerirsem de "Oh be, önümde artık hiçbir engel kalmadı" diyerek göbek atardım!
Yazının Devamını Oku

Ergenekon ve Aktütün

23 Ekim 2008
DÜN Ergenekon’un siyasi yönü ile ilgili görüşümü aktardım: "(İçinde Ergenekon davasının da bulunduğu) Bu süreç Türkiye’yi ABD’nin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da başat ülke yapma yolunda Türkiye’nin önündeki engelleri kaldırma sürecidir.

ABD
’ye göre süreci Batı lehine götürebilecek kurum AKP, bu sürece engel olan kurum ise TSK’dır!"

Başarılı olunacak veya olunamayacak, bilemem ama ben Türkiye’nin yeniden kurgulandığı bir dönem içinde olduğumuzu düşünüyorum. Kurgulamanın iç aktörleri muhakkak var ama oyun kurucular dış aktörler.

Kurgulanan
Türkiye’de:

1) TSK siyasi karar mekanizmasının dışına çıkarılacaktır.

2) ABD, Irak’tan çıktıktan sonra Kuzey Irak’ın hamiliği Türkiye’ye bırakılacaktır.

Bu açıdan bakıldığında ben Ergenekon’un esas hedefinin TSK’nın siyasi etkinliğinin degrade edilmesi (itibarını kaybetmesi) olduğunu düşünüyorum. Davaya esas omurga teşkil edecek ana malzemenin de yıllardır dışarıda toplandığına, şimdi içeriye servis edildiğine inanıyorum.

Bugün de Ergenekon ile Aktütün saldırısı ardından ortaya atılan iddialar arasında paralellik kurmaya çalışacağım.

Tezim, ortak noktanın yine TSK’yı degrade etmek olduğudur!

* * *

Aktütün sonrası neler ortaya döküldü veya döküldüğü iddia ediliyor?

1) Aynı karakola 5. kez yapılan ve gündüz sergilenen saldırı, TSK’da askeri zaaf olduğu duygusu yaratmıştır.

2) Ağustos 2008’de Kandil’de yapılan ve sonradan işleme konan yeni stratejik kararların alındığı söylenen PKK 10. Kongresi hakkında herhangi bir ön bilgi elde edilememesi, istihbarati zaafın da hüküm sürdüğü fikrini vermiştir.

3) Bence en korkuncu da (koordinatları konusunda yanılmalar olsa da) Taraf Gazetesi’nin yayınladığı fotoğraflar, konuşmalar ve diğer istihbarat bilgileri gerçektir ve böylece TSK içinde büyük köstebek zaafları olduğu fikri de halk arasında yerleştirilmiştir.

Kimse kırılmasın; Cemil Çiçek’in TSK için kullandığı "ters tepen BBG benzetmesi" maalesef doğrudur. Hepimiz artık düşünüyoruz ki "birileri Genelkurmay’ı gözetliyor (BGG)".

TSK içinde çok farklı birimlerden gelen "gizli bilgiler" bir merkezde toplanıyor ve medyaya (Taraf) servis ediliyor!

İşin bir diğer ilginç yönü de köstebek zaafının ortaya çıkmasından beri şu kadar gün geçtiği halde köstebek(ler) ile ilgili bir sonucun halen alınamamış olmasıdır.

* * *

Bunca ilginç tesadüfün bir araya geldiği bir dönemde, Ayhan Çarkın adlı bir Susurluk hükümlüsü yıllar sonra orta çıkıyor ve "Biz kullanıldık!" deyiveriyor. Meğerse, onu da Ergenekon kullanmış, Veli Küçük ile Ayhan Çarkın ayrı şeylermiş ve zaten Çatlı’yı da Ergenekon öldürmüş!

Çarkın’ın ifadeleri, Ergenekon davasının başla(yama)dığı gün yayınlanıyor!

Çarkın, kendi ifadesine göre, o kadar insafsızca kullanılmış ki ekranda, "100 mü öldürdün, 200 mü öldürdün" tartışması yaşanırken Çarkın çıtayı "1000 kişi öldürdüm!"e (her gün 1 kişi öldürse 3 yıl her gün, hiç ara vermeden, ayrı birer cinayet işlemesi gerekiyor) çıkararak kendi çapında bir dünya rekoru kırıyor!

Ben de sormadan edemiyorum: Acaba bu kez Ayhan Çarkın’ı kim kullanıyor?

* * *

Karagöz perdesinde gözükenler ilgimizi çeker, görüntüye kapılır gideriz.

Perdeye arada bir gölgesi düşse de Karagöz’ü oynatan eli ise genellikle görmeyiz!
Yazının Devamını Oku

Ergenekon’un siyasi anlamı

22 Ekim 2008
ÖNCE bir dilek tutalım. İnşallah, duruşmanın ilk günü yaşanan ve özünde "Ama biz bu kadar çok misafir beklemiyorduk" tepkisi ile karşılanan organizasyon rezaleti davanın özüne yansımaz! Dilerim, cenab-ı Allah savcılarımıza zihin açıklığı vermiştir! * * *

Gelelim davanın siyasi anlamına! Ben iki uçtaki anlamlandırmayı eşit derecede eksik buluyorum. Bu dava ne salt: 1) Türkiye’nin demokratikleşmesi önündeki en büyük engeli kaldırmaya yönelik bir kara suratlıları yargılama davasıdır. Ne de: 2) AKP’ye karşı sesini yükseltenleri cezalandırma sürecidir.

Muhakkak ki, davanın içinde her iki sostan da birkaç yudum var. Ama davaya esas tadını başka bir süreç veriyor.

* * *

Bu süreç Türkiye’yi ABD’nin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da başat ülke yapma yolunda Türkiye’nin önündeki engelleri kaldırma sürecidir.

ABD
’ye göre süreci Batı lehine götürebilecek kurum AKP, bu sürece engel olan kurum ise TSK’dır!

Dilerim davada yer alan kara suratlılar hak ettikleri cezaları alırlar ama bana göre göz dağı TSK’ya verilmektedir.

Amaç, Türkiye’yi ABD Irak’tan çekildikten sonra bölgede Kuzey Irak’ın hamisi yapmaktır. Hükümet buna razıdır, ancak TSK direnmektedir. Bir süre beklenmiştir, hükümet anlamlı bir adım atamayınca bir yıldır ve son dönemde artan şiddette TSK’yı karar mekanizmasında sistem dışına çekmek için çeşitli yöntemler denenmektedir.

Benim yazılarım açık, ben Türkiye’nin Ortadoğu’nun başat ülkesi olması, Kuzey Irak’a hamilik etmesi, bütün bunları yapabilmek için de önce kendi kapısının önünü (Güneydoğu Anadolu) temizlemesi gerektiğini bu köşede yıllardır savunuyorum.

Görüşümde hiçbir değişiklik yok.

Ancak, bunu ülkenin kendi dinamikleri ile değil de dış dinamiklerin yaptırımı ile gerçekleşmesi ihtimali beni çok rahatsız ediyor.

* * *

Davada kara suratlıların Danıştay ve Cumhuriyet saldırıları ile şu veya bu şekilde ilişkili olmaları gayet mümkün.

Ancak, davanın açılımını yapan ana omurgayı ne idüğü belirsiz Tuncay Güney’in evinde ele geçiren "çuvallar dolusu" belgenin oluşturması beni daha çok ilgilendiriyor.

Bu kişi zamanında her yere girip çıkıyor, her türlü belge nasıl oluyorsa ona ulaşıyor, hatta bir gece canlı yayında yaşadığımız gibi, o gün ortaya çıkan bir resmi belge şimdi Kanada’da haham yardımcılığı yapan Güney’in eline çoktan geçmiş oluyor.

Tuncay Güney için "şizofrenik" dahi denebilir. Bu tartışılır. Ama başarılı bir taşeron olduğu aşikár. Birileri hayal edemeyeceğimiz kadar çok dokümanı büyük bir titizlik içinde yıllarca toplamış, zamanı ve gereği gelince de servis etmesi için Güney’e vermiş. O da belgeleri servise başarı ile sokmuş!

Ama aynı davada yer alan kara suratlılar esas illegal faaliyetlerini Güneydoğu’da icra ettikleri halde iddianamede, bildiğimiz kadarı ile, Güneydoğu henüz yok.

Zamanında Güneydoğu’da oluşturulan JİTEM, Özel Harekat Dairesi vb. gibi kurumlar müttefiklerin "gayri nizami harp" nosyonu ve uygulamaları esas alınarak kurulmuştu.

Şimdi bunların üzerine gidilirse mecburen müttefikleri de davanın içine katmak gerekmeyecek mi? Davayı yönlendiren belgeleri yıllardır biriktirenler önceden bir ayıklama yapmış olamazlar mı?

Ben Ergenekon’daki strateji ile "Aktütün saldırısı" ertesi oluşturan strateji arasında da büyük paralellik görüyorum. Bu konuyu da yarın irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Ergenekon davası

21 Ekim 2008
ERGENEKON davası ülkede yarattığı kargaşaya uygun bir kargaşa ile başlıyor. Bu ülke garip bir ülke. Çok önemli bu davayı adına yakışır şekilde organize etmek mümkün olmadı. Dava alaturka bir organizasyon ve "biz bize benzeriz" şiarı ile başlıyor. Öte yanda çok samimi ifade edeyim. Dava ile ilgili olarak kafam çok karışık.

1) Davanın bazı unsurları bana "Türkiye nihayet kendisi ile yüzleşecek, hukuk devleti önündeki son engeller de kalkacak" dedirtiyor.

2) Diğer bazı unsurlar ise "Birileri işi sulandırıyor, nerede ise hükümete karşı tüm kişiler işin içine sokulmaya çalışılıyor" duygusu veriyor.

3) Öte yanda, bahsi geçtiği kadarıyla ortaya konacak deliller ne kadar ciddi biçimde ele alınmış, içimde büyük şüpheler var!

* * *

1) Yargılanan bazı sanıklara bakınca Türkiye’nin tüm kirli yüzlerinin bu davada bir araya geldiğini görüyorum. Asker-sivil bu kişilerin zamanında "düzensiz ordu"lara karşı düzensiz ve illegal örgütler kurmakla görevlendirildiği, görevleri sona erdikten veya emekli olduktan sonra adeta Dr. Frankeştayn’ın kendi elleriyle yarattığı ama sonradan denetimini yitirdiği canavar kıvamında başıboş kaldıkları, askerin birtakım imkánlarını illegal kullanarak para-militer bir örgütlenmeye gittikleri görüşünü taşıyorum.

* * *

2) Öte yanda, davaya eklenen bazı isimlerin, ne fikriyat, ne de eylemlerini desteklemediğim halde, bu davada yer almalarına bir türlü akıl erdiremiyorum. Sanki, onlar bir şekilde iktidarın canını sıktıkları için durumdan vazife çıkaran savcılar tarafından davaya dahil edilmişler. Daha da beteri; bazı kel alaka kişilerin ifadelerinin alınması bile davanın ciddiyetine büyük halel getirdi.

* * *

3) Öte yanda, ortaya konacak deliller çok ciddi değilmiş gibi bir duyguya kapıldım.

i) Davaya ne idiği belirsiz Tuncay Güney’in evinde ele geçirilen "çuvallar dolusu" belge büyük yön verdi.

ii) Yurtdışına kaçarak bir askere reva görülebilecek en aşağılık sıfatı bizzat kendi eliyle boynuna asan emekli generalin illegal dinlettiği kişilerin ses kayıtları da galiba davada önemli rol oynayacak.

iii) Savcının sanıklara ait toplattığı bilgisayar kayıtları da delil olarak davanın mihenk taşları olacak.

iv) Bazı gizli tanıklar da verecekleri özel ifadelerle davayı yönlendirecekler.

* * *

İşte bu minvalde aklıma bazı sorular takılıyor:

a) Tuncay Güney’in hangi ülkenin hesabına çalıştığının sorgulandığı bir ortamda onun evinde ele geçirilen kanıtlar "yönlendirme bilgileri" olarak görülmeyecek mi?

b) İllegal yapılan dinlemeler, legal bir davanın delilleri olabilir mi? İzinli veya izinsiz yapılan dinlemeleri savcılık yandaş medyaya sızdırınca zaten bu dinlemelerin itibarı zedelenmedi mi?

c) Bilgisayar kayıtlarının kopyalarının sanık veya avukatlarına verilmediği söyleniyor. Eğer, iddia doğruysa bu "kıymetli deliller" baştan hukuken geçersiz duruma düşmeyecekler mi?

d) Gizli tanıkların kendi paçalarını kurtarmak için bu "gizli ifadeleri" verdiklerine dair karşıt iddialar da muhakkak ki tartışma konusu olacaktır.

* * *

Mahkeme çok uzun sürede de olsa bir karara varacaktır. O kararın ne kadar hukuki olduğu kadar ne kadar kamu vicdanını tatmin edeceği de önemlidir.

Dilerim, savcılar ve hákimler bu konuda çok dikkatli olurlar!
Yazının Devamını Oku