Sağlık turizmi, sağlığın korunması, geliştirilmesi veya hastalıkların tedavi edilmesi amacıyla kişilerin ikamet yerlerinden başka bir ülkeye seyahat ederek sağlık ve turizm olanaklarından yararlanması olarak değerlendiriliyor. Bu amaçla seyahat eden kişiye de ‘sağlık turisti’ deniyor. Gözde Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Kenan Kalı, sağlık turizmi konusunda kısa süre içinde önemli mesafe kat ettiklerini belirterek, 2022 yılında 10 bin yabancı hastayı sağlığına kavuşturduklarını söyledi. Dr. Kenan Kalı, sağlık turizminin merkezinin İzmir olacağını da ifade ederek şunları anlattı:
“İzmir’in sevdiği ve sağlıkta sembol bir marka olan Özel Sağlık Hastanesi’ni kentle yeniden buluşturduk. Burası, birçok kişinin doğduğu, üç kuşak boyunca İzmir’e hizmet etmiş, İzmir’in ilk, Türkiye’nin ise ikinci özel hastanesi. Özel Sağlık Hastanesi’ni İzmir’e kazandırmak bizim için gurur verici. İzmir köklerine ve kendi değerlerine çok bağlı. Dünya tarihinde en iyi sağlık merkezlerinin olduğu bir şehir. İnsanlar buraya şifa bulmaya geliyor. Yakın geçmişte Özel Sağlık Hastanesi ve uzak tarihte de Bergama’nın sağlık mirasını devraldık. İzmir nasıl geçmişte dünyaya sağlık ve şifa dağıttıysa, bugün de bu vizyonu devam ettirsin istiyoruz.
SAĞLIK TURİZMİNİN BAŞKENTİ
İzmir, sağlık turizmi konusundaki potansiyeliyle önemli bir marka şehir. Özel Sağlık Hastanesi kısa süre içinde İzmir’de sağlık turizminin en yoğun yapıldığı hastane oldu. İngiltere ve Avrupa ile İzmir’i buluşturdu. Bu konuda tüm ekip olarak inanılmaz bir gayret gösterdik. Dünyada ilk 20 merkez arasına girecek yapıya ve işlem çeşitliliğine sahibiz. 2022’de 6 branşta hasta getirmeyi başardık. Obezite, estetik cerrahinin kolları, diş tedavileri, rinoplasti ve beyin cerrahisi ameliyatları yapıyoruz. 2023’te bunları devam ettirirken, beyin cerrahisinde, nöronavigasyon işlemleri, üro teknolojik işlemler, prostat hastalıklarıyla ilgili de yabancı hasta getireceğiz. Bu hasta sayısı arttıkça İngiltere ve İzmir arasındaki uçak sayısı da artmaya başladı. Valilik, İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü de bu konuda önemli destekler sunuyor. Antalya’nın 40 yılda ulaştığı turizm kenti seviyesine İzmir bir yılda ulaşamaz. Ama İzmir de kısa sürede sağlık turizminin başkenti olacak. Sağlık turizmi konusunda doğru adımları atarsanız, bir marka şehir yaratabilirsiniz. İzmir’in en önemli teması bana göre sağlık turizmi. Devlet ve hükümet yetkililerini de bu konuda yanımızda görüyoruz.
30 ÜLKEDEN HASTA GELİYOR
Başta İngiltere olmak üzere Almanya, İtalya, kuzey ülkeleri, Güney Afrika, Sri Lanka gibi 30 farklı ülkeden İzmir’e hasta geliyor. Bu yıl ortopedi, üroloji ve beyin cerrahisi konusunda Amerika ve Kanada’dan hasta getirmeyi hedefliyoruz. Eskiden yabancı hastalar fiyat avantajı var diye Türkiye’ye geliyordu. Şimdi ise kalite ve operasyon başarısını görüyorlar. Ülkemizde çok iyi teknolojik altyapı, iyi hastaneler ve deneyimli hekimler var. İzmir ve Kuşadası’ndaki toplam üç hastanemizde 2022 yılında grup olarak sadece biz 10 binin üzerinde yabancıyı sağlığına kavuşturduk. 2023 sonunda ise sağlık turizminde 3–3.5 kat büyümeyi hedefliyoruz. Türkiye, sağlığa ulaşılabilirlik, teknoloji ve hekim kalitesi olarak çok ileri durumda. Avrupa’ya göre fiyat ve kalite anlamında cazip. Bu nedenle Türkiye’de yetişen bir hekimin Türkiye’de kalması doğru olacaktır. Sağlık turizminde ülke olarak çok daha fazla büyüyeceğiz. Bu hizmet çeşitliliği ve fedakar sağlık çalışanları oldukça ülke olarak bir marka konumuna yükseleceğiz.
NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Astım tedavisinin amacı, hastalığın kontrol altına alınması ve bu durumun devam ettirilmesidir. Astım tedavisi ulusal ve uluslararası uzmanların katılımıyla hazırlanan ve her yıl yenilenen rehberdeki önerilere göre yapılmaktadır. Uluslararası ve ulusal astım rehberindeki en önemli yenilik nefes açıcı (kurtarıcı) ilaçların astım tedavisinde artık tek başına kullanılması yerine mutlaka asıl tedavi edici ilaç olan inhaler kortizon ile birlikte alınması önerisidir. Tedaviyle astımlıların önemli bir kısmı iş ve okul dahil günlük yaşamlarına, hastalık nedeni ile ilgili herhangi bir kısıtlanma olmadan devam edebilirler. Astım ilaçlarının büyük bir kısmı nefes yoluyla (inhalasyon) ile kullanılan ilaçlardır ve bu yolla daha az yan etki ile direk hava yollarında istenen tedavi edici etkiyi oluştururlar. Bu cihazların (İnhalerler) önerilen şekilde doğru kullanılması tedavinin etkin yapılabilmesi için çok önemlidir. Eğer, hekim hasta işbirliği kurulamaz , inhaler ilaç düzenli ve doğru bir şekilde kullanılmazsa, astım kontrol altına alınamazsa, hastaların günlük aktivitelerinde ciddi kısıtlılıklar ve yaşam kalitesinde bozulma meydana gelir.
SPOR YAPABİLİRLER Mİ?
Astımlı hastalar doktorlarıyla paylaşarak ve çevresel tetikleyicilere dikkat ederek yürüyebilirler, hafif koşu yapabilirler, yüzebilirler. Birçok astımlı hasta performans sporlarını yapabilir. Günümüzde dünya rekorları kıran, olimpiyat şampiyonu olan pek çok astımlı sporcu vardır. Astımın önemli belirtilerinden biri egzersizle nefes darlığı ve öksürük olmasıdır. Bu nedenle astımlı hastaların spor aktivitelerinde bulunamayacakları düşünülür. Hatta astımlı çocukları olan aileler, çocuklarının beden dersine katılıp katılamayacaklarını merak ederler. Oysa sporun astım hastalarına hem fiziksel hem ruhsal olarak olumlu etkileri olduğu bilinmektedir. Bilhassa çocuklarda akciğer gelişimi, henüz tamamlanmadığı için düzenli yapılan egzersizlerin solunum kapasitesinde artışa yol açtığı gösterilmiştir.
EN ÇOK ÖNERİLEN YÜZME
Astımlı hastalar hemen her sporu yapabilse de en çok önerilen spor yüzmedir ve haftada 2-3 kez, 30-45 dakika süre ile yapılması yeterlidir. Ancak küf alerjisi olanların kapalı yüzme havuzlarında yakınmaları artacağı için açık olanları tercih etmeleri önerilir. Küf alerjisi olmasa da havuzlarda dezenfektan olarak kullanılan klor, solunum yollarında tahrişe yol açabildiği için havuza girmekle yakınmaları artan kişilerin denizde yüzmeleri tercih edilebilir. Yine çayır çimen poleni alerjisi olanların ilkbaharda açık havada yapılacak sporlardan kaçınmaları uygun olur. Rüzgarsız havada, kapalı alanlarda veya polenlerin nispeten azaldığı akşam saatlerinde spor yapmaları sağlanabilir.
NELERE DİKKAT EDİLMELİ
Derinin orta tabakasında bulunan kılcal damar uçlarına ulaşan ilaç süratle etkisini gösterir. Mezoterapi, o anda karışımı yapılmış, ilişkisi bu surette oluşmuş, hedef-organa yönelik farmako-dinamik etkisi itibarıyla seçilmiş mikro-doze alopatik ilacın, vücuda intra ve per-dermik yolla verilmesinin bir yöntemidir. İlaçların patolojinin bulunduğu yerin yakınına verildiği tedavi etkinliğinin arttığı yeni ve basit uygulanan bir tedavi metodudur.
TEK ENJEKSİYONLA
Mezoterapide oral olarak verilen ilacın aynısı kullanılır, fakat çok küçük miktardaki bir dozu kullanılır. Aynı zamanda o ilaçların karaciğerden geçen metabolitleri değil, bizzat kendisinin etkili olması tercih edilir. Mezoterapi 2 yada 3 ilacın tek enjeksiyonda kombine edilmesini de sağlar. Mezoterapi usulüne uygun bir şekilde uygulandığında, avuç dolusu ilaç tedavilerinden daha az sıklıkta uygulama gerektirir. Spor hekimliğinde seans aralıkları bir haftadan uzundur. Eğer hastadaki gelişme 3. seanstan sonra hala kayda değer değilse, hastayla diğer tedavi modaliteleri üzerine konuşmak gerekir. Osteoartrit gibi dejeneratif patolojilerde 10 gün aralıkla uygulanan genellikle 2 seans yeterlidir. Daha sonra gerekirse takip eden rapel uygulamalar yapılabilir. Migren ve presbiyopi gibi bir çok diğer endikasyonda ise seans aralıkları bir aya kadar uzamaktadır. Geleneksel olarak mezoterapi uygulaması ağrı olan tarafa yapılır. Geçmişte birçok hekim, siyataljinin ağrılı taraf boyunca enjeksiyon yapılarak tedavi edilebileceğini anlamamış ve bu durum tartışmalara yol açmıştır. Ağrı sendromlarını mezoterapiyle başarılı bir şekilde tedavi etmek için, doğru teşhis en önemlisidir.
FARKLARI NELERDİR?
Mezoterapinin diğer enjeksiyon yöntemlerinden farkları:
* Lokal-bölgesel uygulama
“Nörojenik mesane, idrar kesesinin sinirsel uyarımının herhangi bir nedene bağlı olarak bozulmasıdır. Diyabet, omurilik zedelenmeleri, multiple skleroz, sigara, omurga deformiteleri gibi hastalıklar, nörojenik mesane gelişiminde rol oynayabilmektedir. Bunun yanında ek hastalık olmaksızın da idrar kesesinin sinirsel uyarımında sorunlar meydana gelmektedir. İdrar kesesinin sinirsel uyarımının bozulması, idrar kaçırma, sık idrara çıkma, mesane kapasitesinin azalması, idrarda aciliyet hissi, idrar hissinin kaybolması, idrar yapamama ve böbrek fonksiyonlarının bozulması gibi durumlara neden olabilir. Bu durumların tedavisinde ilaçlar, mesane içi uygulamalar, kalıcı veya geçici sondalar, cerrahi girişimler gibi çok sayıda tedavi denenebilmektedir. Genellikle bu tedaviler düzenli ilaç kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Halk arasında mesane pili olarak bilinen sakral nöromodülatör cihazları, nörojen mesane hastalarına alternatif bir çözüm olarak yaygınlaşmaktadır.
KİMLERE UYGULANIR?
Mesane pili, nörojenik veya nörojenik olmayan bir nedenle idrar yapamama, idrar kaçırma, kronik kabızlık, ağrılı idrar yapma gibi şikayetleri olan hastalara uygulanır. İdrar yapamayan hastalar, hayatlarını kalıcı ve aralıklı sonda ile sürdürmektedir. Ağrı, kanama, enfeksiyon, sosyal hayattan kopma gibi bir çok nedenden dolayı sondalı yaşam sanıldığından daha zor olabilmektedir. Omurilik yaralanması durumunda idrar yanında kronik kabızlık da yaşamı kabusa çevirebilmektedir. Sakral modülasyon cihazı seçilmiş hastalarda idrar hissinin tekrar kazanılması ve sondasız idrara çıkılmasını sağlayabilmektedir. Bunun yanında bağırsak sistemi üzerine etki göstererek, kabızlık sorununun kalıcı olarak çözülmesini sağlayabilir. Test fazı olan bir uygulama olduğu için fayda göstermemesi durumunda kalıcı uygulama yapmadan işlem sonlandırılır. Test fazı sonrasında kalıcı batarya yerleştirilen hastalarda bataryanın dışarda görülen bir aksamı bulunmamaktadır. Bu nedenle dışardan fark edilmez. Kalça kaslarının hemen üzerine yerleştirilmektedir.
KALICI BİR ETKİ
Mesane pili çalıştığı sürece kalıcı bir etkiye sahiptir. Siz fark etmeden sürekli olarak çalışmaktadır. Bu nedenle herhangi bir ek ilaç kullanılmasına gerek kalmaz. Bunun yanında pilin voltajı her hastada ihtiyaca göre farklı ayarlanmaktadır. Bu da bataryanın ömründe değişiklik meydana getirebilir. Ortalama olarak 5 yıl süreyle batarya değişimi gerektirmez. Bataryanın tükenmesi durumunda ise kısa bir işlemle test fazı olmaksızın değiştirebilir. Mesane pili idrar yapamama, idrar kaçırma, ağrılı idrar yapma, kronik sistit, kronik pelvik ağrı ve kabızlık gibi sorunlarda klasik tedavilerden fayda görmeyen hastalarda mutlaka değerlendirilmektedir. Yaptığımız uygulamalarda 10 yıldır idrar yapamayan hastaların sondasız olarak yaşamına devam etmesine olanak sağladık. Mesane pili ile idrar kesesinizin kontrolünü yeniden kazanmak mümkün olabilir.”
ULUSLARARASI KONFERANS
Avrupa 112 Acil Tek Numara Derneği (EENA) tarafından Slovenya’nın Lübliyana şehrinde 19-21 Nisan 2023 tarihleri arasında düzenlenen uluslararası konferansa davet edilen Dr. Turhan Sofuoğlu, Türkiye’deki deprem ve yaşananlarla ilgili bir sunum gerçekleştirdi. İlk günlerde yaşanan iletişim sorunları, bulunan çözümler ve yaralıların kara, hava ve deniz yolu ile tahliyesi konusundaki deneyimlerimizi paylaştı. Dr. Sofuoğlu’nun Avrupa ülkeleri, ABD ve Uzakdoğu’dan yaklaşık 800 kişinin katıldığı konferansın açılışında yaptığı sunum, sağlık, itfaiye, polis çalışanlarıyla teknoloji ve yazılım firmalarının oldukça ilgisini çekti. Konferansın ilerleyen günlerinde Apple, Google gibi ünlü firmaların temsilcileri, Türkiye depremini örnek göstererek uydudan iletişim, toplumun önceden afetlere karşı bilgilendirilmesi, alarm sistemleri, konum bulma gibi her türlü bilginin 112 acil çağrı merkezleriyle paylaşımıyla ilgili teknolojik ve inovatif çözümlerini paylaştılar.
HOLLANDA İLE İŞBİRLİĞİ
AAHD Başkanı Dr. Sofuoğlu, 20 Şubat’taki üçüncü deprem sonrası Hatay’da hasarın artması üzerine çalışmalarını bu bölgeye yoğunlaştırdıklarını, İskenderun Arsuz’da sağlık hizmetleri yanında özellikle kadın ve çocuklara yönelik psikolojik destek sağlamak için İspanyol sahra hastanesi hekimleri ve merkezi Hollanda’da bulunan “Together International” kuruluşuyla işbirliği anlaşması yaparak çalışmalarına devam ettiklerini belirtti. Bodrum Belediyesi Hatay Arsuz Dostluk Kenti’ne hekim ve sağlıkçı desteği sağlandıklarını açıkladı. Dr. Sofuoğlu, “Together International” tarafından Hollanda’nın Lahey şehrinde düzenlenen, Hollanda’nın Türkiye konsolosluğu, Hollanda’da yaşayan Türkler, Hollandalı ve diğer ülke vatandaşlarının katıldığı Türkiye’ye yardım etkinliğinde de depremle ilgili bir sunum gerçekleştirdi.
DÜNYANIN SAYILI AFETLERİNDEN
KÖK HÜCRE RAHATSIZLIĞI
“Yaşlanma aslında bir kök hücre rahatsızlığıdır. Her hücrede 23 çift kromozom bulunur ve kromozomların ucunda telomer adı verilen koruyucu bölgeler yer alır. Bunlar tıpkı ayakkabı bağcıklarının ucundaki koruyucu plastik parçalara benzetilebilir. Telomer, DNA’daki genetik bilginin korunmasını sağlarken ayrıca hücrenin yaşlanma kaydını tutar. Yani bir hücrenin ne kadar yaşlandığını net biçimde tutan bir kum saatine benzetilebilir. Herhangi bir zamanda telomer uzunluğunu telomer analiz testi ile basitçe ölçmek, bireyin biyolojik yaşını ve yaşlanma hızını ortaya koyar. Hücreler zaman içinde yaşlandığında kendisinden yeni ve sağlıklı bir kopya çıkartır. Eski ve yaşlı hücre ise yok edilir. Bu bedenin sağlıklı kalabilmesi için önemli bir stratejidir. Hücrenin her bölünmesi ile bu telomer denilen bu parçalar giderek kısalır. Ta ki kritik bir kısalığa ulaştığında artık hücre bir daha kendini yenileyemez.
ORTALAMA 70-80 YIL ARASI
Doğum anında telomer uzunluğu yaklaşık olarak 10.000 baz çifttir (BP). İdeal şartlarda yaşayan bir bireyin telomerleri yaklaşık olarak yılda 50 baz çift kısalır yani yaşlanır diyebiliriz. Telomerlerin uzunluğu yaklaşık 4.000 baz çifte indiğinde ise artık yaşlanma nedeni ile yaşamın sonuna gelinmiştir. Basit bir hesap ile 6.000 BP’yi her yıl normal şartlarda kısalan 50BP’ye bölersek bir insanın teorik yaşam süresinin 120 yıl olabileceğini buluruz. 120’lere ulaşabilen az sayıda insan olsa dahi dünyada ortalama ömür 70-80 yıl arasındadır.
Telomerin kısalma hızını genetik yapı sadece yüzde 20-30 oranında etkiler. Yaşlanmanın geri kalanı ise tamamen bireyin yaşamdaki seçimleri ile ilgilidir. Sigara içmek, yüksek miktarda alkol, aşırı stres, uyuşturucu kullanımı, kötü beslenme ve obezite gibi yanlış tercihler telomerleri olması gerekenden daha hızlı kısaltır. Dolayısı 70-80 yıl yaşadığımız gibi bu sürenin son 20-30 yılını ise yaşlanmanın getirdiği kalp, kanser, diyabet vs gibi sağlık sorunlarından dolayı hayat kalitemiz düşer.
UZATABİLMEK MÜMKÜN MÜ?
FİZİKSEL VE RUHSAL
“Düşünün ki bir sabah uyandınız fakat elinizi, kolunuzu kıpırdatacak gücünüz yok. İlkbahar en çok sevilen mevsim. Güneşin ısıtmaya başladığı ama bunaltmadığı, doğanın yemyeşil çayırlar, rengarenk çiçekleri, meyve ağaçlarının meyvelerle süslenip, gözümüze ve de gönlümüze iyi geldiği bu aylarda neden çabuk yoruluruz. Bahar yorgunluğu güneşin daha dik gelmesi ile ısınan denizlerden suyun buharlaşması ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan nemin artması ve de metabolizmamızdaki değişikler sonucu oluşur. Sıcak geçen bahar aylarında hava sıcaklığı yüksek nem ile beraber metabolizmamızı ve de sinir sistemimizi etkileyerek yorgun, bitkin ve de depresif hissetmemizi sağlar.
NE YAPMALIYIZ?
* Halsizliğin ve depresif ruh halimizin geçmesi için yürüyüş ve gevşeme egzersizlerinden yararlanabiliriz.
* Sosyal aktiviteler ve etkinliklere katılarak ruhumuzu beslemeliyiz.
Dünyada her yıl doğal veya insan kaynaklı afetlerden milyonlarca insan etkileniyor. Hızlı başlangıçlı ve geniş etkiye sahip doğal afetlerde genellikle ölüm sayısı ve yaralananlarla ilgili boyut daha çok ilgi çekmesine rağmen, asla gözardı edilmemesi gereken çok daha farklı ve geniş bir etkilenim alanı var.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Kliniği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sevgi Akarsu, afet sonrasında yaşanılan duygusal stres ve ruh sağlığı bozukluklarının derimiz üzerindeki etkilerini anlattı:
PSİKOSOSYAL ETKİLENME
“Afete müdahalede kaynakların yetersiz kalması, altyapı eksikliği ve afet hazırlık sistemlerinin olmaması durumunda, afete uğrayan topluluk kendi olanaklarıyla olayın üstesinden gelmekte çok zorlanır. Özellikle yaşlılar, travmaya maruz kalmış veya yalnız yaşayan çocuklar, genç kadınlar, fiziksel veya psikolojik engelliler, destekten yoksun aile bireyleri ve afet bölgesinde çalışanlar (olay yerinde ilk müdahalede bulunanlar ve yardım çalışanları gibi) psikososyal olarak belirgin şekilde etkilenir. Afetlere maruz kalan bireyler ve yakınlarında yaşamları ve gelecekleri üzerindeki kontrol ve güvenlik hissinin, benlik saygısının, hizmetlere erişimin, mülklerinin ve geçim yollarının kaybı gibi olası sorunlara ek olarak umutsuzluk, korku, öfke, üzüntü, suçluluk, kaygı, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, alkol kötüye kullanımıyla hafıza, yoğunlaşma, uyku ve iştah sorunları gibi çeşitli stres tepkileri ve ruhsal bozukluklar görülebilir.
KANSER BİLE GELİŞEBİLİR
Kısa süreli tehditler bağışıklık sistemini güçlendirirken, düşük şiddette de olsa uzun süren stres ve depresyon gibi duygusal gerginlikler bağışıklığı bozarak pek çok hastalıkla birlikte deri rahatsızlıklarına, enfeksiyonlara hatta kanser gelişimine yatkınlığı artırabilir. Vücudumuzun örtüsü olan deri, beden sağlığımızın olduğu kadar ruhsal durumumuzun da bir aynasıdır. Asıl işlevi olan koruma görevi yanında çevreyle haberleşmeyi ve sosyalleşmeyi de sağlamaktadır. Tıp literatüründe stres ile bazı deri rahatsızlıkları arasında bireylerin stres algısına göre değişkenlik gösteren belirgin bir sebep-sonuç ilişkisi olduğu gözlenmektedir. Yapılan klinik çalışmalarda stres, gerilim, bitkinlik ve bir yakınını kaybetme gibi stresli yaşam olaylarının bazı deri hastalıklarına yol açabileceği veya var olan bir hastalığı kötüleştirebileceği gösterilmiştir. Bazı deri hastalıklarının oluşumunda stres etkisiyle salgılanan bazı hormon ve kimyasal ileticilerin rol oynadıkları anlaşılmıştır. Aslında psikolojik faktörler birçok deri hastalığının gelişim sürecinde hem sebep hem sonuç olabilecek şekilde bir kısır döngü oluşturarak iki yönlü etkili olabilir. Ancak bazen bir psikolojik problemin mi hastalık alevlenmesinden önce geldiği, yoksa hastalığın kendisinin mi psikolojik baskıya yol açtığı çok net anlaşılamamaktadır. Stres deride algılanabilir veya görünür sorun ve hastalıklara yol açabilirken mevcut deri hastalığının asıl kendisi bir stres kaynağı olabilir. Dolayısıyla stres ile deri ilişkisi oldukça karmaşık olup birbirini tetikleyen döngüsel olaylar söz konusudur.
SİVİLCE, SEDEF, EGZEMA