SARKMA VE TORBALANMALAR
“Yaşla birlikte ve yapısal nedenlerle üst göz kapağında sarkmalar ve alt göz kapaklarında torbalanmalar oldukça sık görülen bir durum. Sadece estetik bozukluk yapmaz, hastaların görmesini olumsuz etkileyerek günlük hayatlarında da rahatsızlığa neden olabilir. Alt göz kapağındaki gevşeme ve bozulmaların sonucunda göz yaşı kalitesi bozulup göz kuruluğu nedeniyle hayat kalitesi bozulabilir. Ayrıca üst göz kapağı düşüklüğü nedeniyle kişiler kaşlarını kaldırarak kapaklarını açmak istediklerinden, bu durum yorgunluk ve baş ağrısı yaratabileceği gibi, hastanın dış görünüşünü de etkiler. Bazen bu kapak düşüklüklerine kaş düşüklüğü de eşlik edebilir.
Blefaroplasti ve browplasti adı verilen ameliyatlarla göz kapaklarının ve kaşların konumu düzeltilir. Ameliyatlar lokal anestezi altında yapılır. Aynı seansta üst göz kapakları, kaşlar veya hem alt hem üst göz kapakları birlikte ameliyat edilebilir. Ameliyat sonrasında kapaklarda hafif ödem ve morarma olabilirse de birkaç hafta içinde bu durum düzelir. Blefaroplasti ameliyatı olan kişiler görünüşlerinin düzeldiğini ve yaşam kalitelerinin arttığını ifade etmektedirler.
PİTOZİS NEDİR VE TEDAVİSİ
Göz kapağı düşüklüğü, tıbben ‘pitozis’ olarak adlandırılır. Doğumsal veya sonradan olabilir. Göz kapağı düşüklüğü sadece estetik bir sorun değildir. Bu durum çocuklarda ve erişkinlerde farklı rahatsızlıklara neden olur. Çocuklarda göz kapağı düşüklüğü, estetik ve psikolojik sorunların ötesinde kalıcı göz tembelliğine neden olduğundan, özellikle göz bebeğini örtüyorsa mümkün olduğu kadar erken ameliyat edilmelidir. Erişkinlerde ise göz tembelliği yapmaz, ancak göz bebeğini örterse görmeyi bozar, yorgunluk ve sosyal problemlere neden olur. Göz kapağı düşüklüğü tek gözde olabileceği gibi her iki gözde de olabilir. Yaşlanmayla birlikte olan göz kapağı düşüklüğü ameliyatları blefaroplasti operasyonuyla birlikte yapılmalıdır. Yoksa sadece blefaroplasti yapıldığında görmenin rahatlaması tam olarak gerçekleşmeyecektir. Bu nedenle bireyler kapak ameliyatlarından önce ayrıntılı bir göz muayenesinden geçmeli ve kişiye özel ameliyat planlanmalıdır.
Pitozis ameliyatları lokal anesteziyle hasta ile iletişim halinde yapılan ameliyatlardır. Ameliyat sırasında birkaç kez hastanın kapaklarını açması, hareket ettirmesi istenir ve ince ayarlarla iki göz kapağının da eşit olması sağlanır. Ameliyat sonrasında ödem ve rahatsızlık vermeyecek ölçüde morluklar oluşabilir. Birkaç hafta içine bu durum düzelir. Ameliyat sonrası kişiler genellikle yaşam kalitelerinin arttığını, sosyal ilişkilerinin düzeldiğini ve görünüşlerinin olumlu yönde değiştiğini ifade etmektedirler.”
ÖLÜM DEĞİL ISTIRAP KORKUSU
“Ağrı özellikle kanser hastalarında önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanser hastaları ölmekten daha çok, ağrı ve ıstırap çekerek ölmekten korkmaktadır. Tedavi edilmeyen ağrı, hastanın fizyolojik fonksiyonlarını, düşünme-iletişim gibi zihinsel fonksiyonlarını, sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyerek yaşam kalitesini düşürmekte ve psikolojik bozukluklara neden olmaktadır. Kanserde ağrı değerlendirmesinin, teşhis konulma aşamasından itibaren yapılmaya başlanması gereklidir. Çünkü kanserde ağrı tedavisi mutlak bir yaşam hakkıdır. Erken dönemde birincil olan, kansere yönelik tedavidir. Burada üzerinde özenle durulması gereken, ağrılı hastada kansere yönelik tedavi devam ederken ilaçla ağrı kontrolünün de paralel yapılmasıdır. İleri evredeki kanser hastalarında yaşam kalitesi ön planda olduğu için kanser tedavisinden daha ziyade ağrı kontrolü çok daha önemlidir. Kanser ağrısı, basit farmakolojik yöntemlerle yüzde 80-90 oranında etkin şekilde tedavi edilebilmesine karşın, pratikte bu oran yüzde 30-40 civarında kalmaktadır. Bu nedenle ağrının en iyi yönetimi ancak multidisipliner yaklaşım, sürekli eğitim, doktor, hasta ve hasta yakınları arasında güvene dayanan yakın işbirliği yanında duygusal, psikolojik ve ruhsal destek ile mümkün olacaktır.
YAŞAM KALİTESİ ÇOK ÖNEMLİ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Algoloji Bilim Dalı’nın Kurucu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Yeğül hocamız da yüzlerce kanser hastasına uyguladığı bu işlemle kanser hastalarının dirençli tek taraflı ağrıları kontrol altına alınmış, böylece yaşam kaliteleri sağlanmıştır. Prof. Yegül, çalıştığı dönemde ziyaretçi öğretim üyelerine, emekli olduktan sonra davet edildiği üniversite kliniklerine bağlı algoloji bilim dalı öğretim üyelerine bu konuda eğitim vermiştir. Prof. Dr. Can Eyigör ve benim eşliğimde Ege Üniversitesi’nde uygulama yeniden başlatıldı. Şiddetli ağrıları nedeniyle yaşamı kabusa dönen hastalar büyük ölçüde rahamıştır.
MORFİN İHTİYACI AZALIYOR
Uygulama sonrasında hastaların kullandığı morfin türevi ağrı kesici ihtiyacı belirgin olarak azalmaktadır. Tecrübeli ellerde başarı oranı yüzde 70-80’dir. İlaca dirençli bilateral ya da tek taraflı alt ve veya üst ekstremite ağrısı olan hastalarda özel durumlarda bilateral kordotomi de uygulanabilir. Düşük akciğer kapasiteli hastalar ve 3 aydan daha kısa yaşam beklentisi olan hastalar için de bu girişim yapılabilir ama riskler taşıyabilir. Hastalara işlemden önce etkinlik ve yan etki konusunda bilgi vermek çok önemli olup işlem bu konuda çok deneyimi olan ağrı uzmanları tarafından titizlikle yapılmalıdır.”
“Beslenmede Akdeniz diyeti, çok önemli. Türkiyemiz, zengin florası, zeytinyağı, yeşillikleriyle bu tür bir beslenmeye çok uygun. Beslenmede temel kural ise denge... Bedenin iyi olması ve enerji depolaması, yiyeceklerden alınan faydalı besin değerleriyle yakından ilişkili. Bu nedenle sağlıklı beslenmenin ilk kurallarından biri çeşitli, kaliteli, besin değeri yüksek yiyecekleri öğünlere dahil etmektir. Protein, vitamin, mineral, lif, sağlıklı yağ ve karbonhidrat gibi...
Unutmayalım ki beden ve zihin ancak sağlıklı yakıtla görevlerine devam edebilir. Arabanız benzin almadan yürür mü? Aynı onun gibi... Kahvaltı etmeden okula giden çocukların öğrenme yetenekleri bile azalır. Bu noktada, aşağıdaki besin gruplarını dengeli tüketelim.
* Tahıl ve bakliyatlar
* Meyveler
* Sebzeler
* Hayvansal protein (süt, yumurta, kırmızı ve beyaz et, balık)
Sağlıklı yağlar tüketmeye özen gösterilmeli. Trans yağlar, doymamış yağlar, margarinlerin zararlı olduğunu artık çok iyi biliyoruz. Mümkün olduğunca yağda kızartma yerine buharda haşlama, fırında pişirme ya da bir kaşık yağ ile kızartma yapan sıcak üfleyici moda cihazları kullanmalıyız.
Nöroloji Uzmanı Dr. Aysel Gürsoy, ünlü aktör Tonry Curtis’in “Şöhret, alzheimer hastalığına benzer... Siz hiç kimseyi tanımazsınız ama herkes sizi tanır” dediğini ifade ederek, koruyucu hekimlikte alzheimer ve müzik terapisini anlattı:
DEMANS BUNAMA DEMEKTİR
Alzheimer demansiel bulgularla seyreden bir hastalık. O zaman demans nedir? Demans kelimesinin Türkçe karşılığı bunamadır. Beyinde ortaya çıkan hasara bağlı olarak zihinsel işlevlerde ve motor becerilerde ilerleyici bir yıkım. Demans daha önce edinilmiş zihinsel ve duygusal yeteneklerimizi etkileyerek sosyal davranışları bozar ve günlük yaşam aktivitemizi kendi başımıza sürdürmemizi önceleri kısmi, daha sonra tamamen engeller. Demnas yapan yüzlerce sebep vardır.
Alzheimer hastalığı en sık görülen demans nedenidir, 1906 yılında alman Psikiyatri Uzmanı Dr. Alois Alzheimer tarafından tanımlandı. Hakkında artık çok şey bilsek de henüz kesin nedeni ve tedavisi ortaya konulamayan hastalık, ömrün uzaması ile birlikte ileri yaşta en sık görülen bir hastalık olarak zamanımızda her bireyin korkusu haline gelmiştir. Sinsi başlangıçta hastanın orta yaşlara uzanan klinik bulgu vermeyen, beyinde başlamış harabiyeti ve hafif, orta, ileri diye ayırabileceğimiz kişiden kişiye farklılık gösteren seyri, sosyal-ekonomik tahribatı ile psikolojik olarak hastadan sorumlu aileyi derinden etkileyen bir toplum sağlığı sorunudur. Buna rağmen başlangıcı geciktirilebilecek bakım düzenlemeleri ile evde uzun süre yaşam mümkün olabilecektir.
ALZHEİMER ORTA YAŞTA BAŞLAR
Alzheimer hastalığının 65 yaş üstünde görülme sıklığı yüksek olmasının yanında beyinde bozulmanın orta yaşlarda başladığı, erken alınacak önlemler ile orta çıkmasının geciktirilebileceğine dikkati çekmek isterim. Türkiye için önemi yaşlı nüfus artmakta, ebeveyn bakımının ekonomik ve sosyal sorumlusu genç nüfus oranının giderek azalmasıdır. Genç ve orta yaşta trafik kazası ve kalp krizi nedeniyle olan ölümlerdeki otopsilerde beyinde orta-ağır düzeyde alzheimer pantolojisi görülse de, öykülerinde sağlıklı bir zihne sahip oldukları anlaşılmıştır.
40 YAŞ ÜSTÜ RİSKLİ GRUP
Glokom bebeklerden yaşlılara kadar her yaşta kişiyi etkileyebilse de en çok 40 yaş üstü bireylerde görülmektedir. En yüksek risk altında olanlar, ailesinde glokom hikayesi bulunan kişiler. Birinci derecede akrabalarında glokom bulunanlarda hastalık riski yaklaşık 4-6 kat artmaktadır. Bunun dışında önceden gözüne darbe almış kişiler, üveit (göz içi iltihabı) geçirenler, gözlük numarası yüksek, uzun süreli kortizonlu ilaçlar kullanmış kişilerde de glokom riski artıyor. Bunun dışında migren, düşük veya yüksek vücut tansiyonu, ihmal edilmiş şeker hastalığı da glokom ile ilişkili olabilir.
Erişkinlerde görülen glokom hastalığı genellikle açık açılı türde olup erken dönemde hiçbir belirti göstermez ve ağrı yapmaz; kişi ancak hastalık ilerleyip görme alanı kayıpları oluştuktan sonra görmesinin azaldığını fark edebilir. Dar ya da kapalı açılı denilen glokom türü ise bazı bireylerde ani göz tansiyonu yükselmesi ile şiddetli göz ve baş ağrısıyla (göz tansiyonu krizi) ortaya çıkabilir; ancak dar açılı glokomların çoğu genellikle sessiz ve ilerleyicidir. Bebeklik ve çocuklukta glokom ise daha seyrek görülse de ciddi ve hızlı seyirlidir; gözlerde irileşme, bulanıklık ve görme kaybıyla belirti verebilir.
TEDAVİ ÖMÜR BOYU SÜRER
Glokomda bir kez tanı konulduktan sonra takip ve tedavi ömür boyu sürmektedir. Tedavi glokomun türüne göre değişir. En sık görülen açık açılı glokomda göz tansiyonu düşürücü göz damlaları ile tedavi yeterli olabilirken, bazen de ilaca ilaveten veya alternatif olarak lazer yöntemleri ile de göz tansiyonu düşürülebilmektedir. Dar açılı glokomlarda ise açıyı genişletmek için gözün renkli iris tabakasına lazer uygulanması veya hasta ileri yaşlarda ise katarakt ameliyatı yapılması faydalı olabilir. Bebeklik ve çocukluk çağı glokomlarının çoğunda ilaç tedavisinin yeri kısıtlıdır ve cerrahi yolla tedavi edilirler.
GÖRME KAYBINA CERRAHİ
Özel Acıbadem Ataşehir Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. A. Çağrı Büke, çok sık görülen bir enfeksiyon hastalığı olan üriner ve ürogenital sistem enfeksiyonlarının atlanabildiğini, tanı süresi, tedavide kullanılacak ilaçların seçimi kadar tedavi uygulama sürelerindeki uygunsuzluğun süreci bir çok açıdan komplike hale getirebildiğini söyledi. Büke, şu bilgileri verdi:
KADINDA VE ERKEKTE
“Hemen her iki kadından birisinde hemen her yaş döneminde en az bir defa görülebilen, erkeklerde de yaş ilerledikçe görülme sıklığı artan üriner sistem enfeksiyonu, sıklıkla sistit (mesane enfeksiyonu) ve piyelonefrit (böbrek enfeksiyonu) şeklinde karşımıza çıksa da, yakınmalar her iki cinste anatomik yakınlıkta olan ve genital sistem organları olarak da adlandırılan kadınlarda vajinayı ve erkeklerde prostatı ilgilendiren enfeksiyon hastalıklarında da benzer olabilir. Yine benzer yakınmalar mesaneye giriş yolunu oluşturan üretra enfeksiyonu olan üretritte de görülebilir. Bu hastalıkların birbirlerinden ayrımlarının tam olarak yapılabilmesi, kullanılacak tedavilerin seçimi ve tedavi sürelerinin doğru belirlenebilmesi açısından çok önemli. Zira tedavide kullanılacak ilaçların ve tedavi sürelerinin tam ve doğru olarak belirlenemediği durumlarda, hem tam bir iyileşme olmaz hem de sık tekrarlar ortaya çıkar.
MİKROORGNİZMALAR İLK ADIM
Söz konusu üriner ve ürogenital sistem enfeksiyon hastalıklarının doğru tanısı için enfeksiyona neden olan mikroorganizmaların belirlenmesi başarılı bir tedavi için ilk basamağı oluşturur. Zira hastalığa yol açan mikroorganizmalar farklı farklı olabilmektedir. Dolayısı ile tedavi için kullanılması gereken ilaç seçenekleri de farklı olmaktadır. Hatta mikroorganizmalara karşı gittikçe artan oranlarda antimikrobiyal direnç nedeniyle, hangi antimikrobiyal ilaçlara karşı duyarlı olduğunun saptanması da tedavi başarısını etkileyen bir diğer önemli unsurdur. Üriner ve ürogenital sistem enfeksiyonlarının tanısı hasta yakınmalarının, geçmiş hikayesinin tam ve doğru olarak alınması ile başlar. hastanın yakınmaları, bunların süresi, benzer yakınmaların sık tekrar edip etmemesi, ne zaman ortaya çıktığının belirlenmesi, altta yatan başka hastalıkların olup olmaması tanıya giden yolda çok değerli bilgiler verir.
ÇOK ÇEŞİTLİ YAKINMALAR
Depremin yarattığı üzüntü, endişe, korku gibi duygularla nasıl baş ederiz? Akupunktur Uzmanı Doktor Tayfur Yağcı anlattı:
“Güzel ülkemizin güneydoğusunda yaşananları, olan bitenleri ve hala olmaya devam edenleri ifade etmek için kelimeler yetersiz kalıyor. Çünkü ateş düşmediği yeri de yaktı vicdanı ve merhameti olan biz insanlar için. Tüm ülke olarak gözümüz kulağımız orada ve yastayız. İçimizde bir yerlerde hala depremler, sarsıntılar, yıkıntılar devam ediyor. Maddi, manevi hepimiz bir şeyler yapmanın, yaralara merhem olmanın gayreti içerisindeyiz. Biz hekimler, psikologlar, dernekler, gönüllü yardımseverler, depremden sonra kanamayan fakat içimizi dağlayan, yakan, yıkan yaraları nasıl tamir edebiliriz?
ACILARINA DRTAK OLMALIYIZ
Öncelikle ağlamasına, acısına, öfkesine, umutsuzluğuna, duygularına saygı duymalıyız. ‘Şanslısın, daha kötüsü de var’ demeden acısına ortak olmaya çalışmalıyız. Çünkü daha kötüsünün bir ölçüsü yok terazimizde. Onları dinlemek, yanında olduğumuzu hissettirmek, bizim için değerli olduklarını ve onlar için elimizden gelenin en iyisini yapacağımızı söylemeliyiz. Çünkü uzun ve zor bir süreç içindeyiz. Acılarımıza destek olacak dostlarımızla. ‘Yaşam üçgenimizi’ kurarak normale dönmenin çarelerini bulmalıyız. Tüm bunlar yetmiyorsa, tabii ki tıbbi destek almalıyız. Dağcı ve arama kurtarma ekibi olan bir kadın hastam, deprem olduğu gün aradı ve deprem bölgesine gideceğini söyleyerek Mezoterapi randevusunu iptal etti. Bir hafta sonra da arayarak döndüğünü ve tedavisine devam etmek istediğini söyledi. O gün karşımda güleryüzlü, canlı, neşeli ve şık kıyafetli, oradaki görevini tamamlayıp dönen mutlu bir kadın vardı. Ben ise şaşırmıştım. Çünkü 8 gün boyunca depremin ilk ve de en korkunç günlerini yaşamış, yerde uyku tulumunda yatmış, yaşadıklarını, acılarını geride bırakarak, normal yaşantısına dönebilecek kadar güçlü bir fiziksel ve psikolojik yapısı vardı.Herkesin acılara, üzüntülere, tepkisi aynı olmayabiliyor. Tıbbi bir destek almak gerekiyorsa, ki çoğu kişi için gerekebilir, biz hekimler yardımcı olabiliyoruz.
AKAPUNKTUR FAYDA SAĞLAR
İlaç kullanmadan doğal tedavilerle tamamlayıcı tıptan yararlanmak istenirse, akupunktur şu faydaları sağlayabilir:
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Doktor Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Onur Fevzierer, ‘Geçmeyen Öksürük’ü anlattı:
“Öksürük, soğuk, sıcak gibi fiziksel etkenlerin, kimyasal maddelerin, psikolojik etmenlerin veya enfeksiyöz ajanların solunum yolunda, akciğer zarında, kalp zarında, kulak yolunda, yemek borusunda ve midede bulunan algılayıcıları uyarılması ile oluşan kompleks bir reflekstir. Öksürük, hapşırma ve hıçkırığa benzemez. Hem istemli hem de istemsiz olarak oluşabilir.
İKİ YÖNLÜ ETKİSİ VAR
Öksürükte iki yönlü bir etkiden bahsetmek doğru olur. Birincisi, öksürüğün akciğerlere ve solunum yollarına yabancı maddelerin girişini engelleyerek bu hayati organımızı korumasıdır. Ayrıca bu korumanın yanı sıra solunum yolundaki sekresyonların da atılmasını sağlayarak bu bölgenin steril yani mikropsuz kalmasına yardımcı olur. Öksürüğün bu olumlu yönünün yanı sıra, eğer kişide solunum yolu ile bulaşan bir hastalık var ise, hastalığın toplum içinde yayılmasına yol açması, tıbbi bakım için sağlık kuruluşlarına en sık başvuru nedeni olması, önemli miktarda sağlık harcaması ile toplumsal ekonomik yük oluşturması gibi olumsuz yönleri de vardır.
Neredeyse her insan yaşamı boyunca en az bir kez öksürük nöbeti geçirmektedir. Avrupa ve Amerika’da yapılan çalışmalara göre, öksürük sıklığı sağlık kuruluşuna başvurularda yüzde 9-33 oranında saptanmaktadır. Bu kadar sık görülen bir şikayet eğer şiddetli de olursa, sağlıkla ilgili yaşam kalitesini önemli ölçüde bozarak, depresyon, idrar kaçırma, senkop, sosyal utanç, uyku bozukluğu gibi sorunlara da neden olabilir. Öksürük ataklarının çoğu iyi huylu ve kendi kendini sınırlayıcı olsa da, bazı durumlarda zatüre veya akciğer kanseri gibi ciddi hastalıklara da işaret edebilir.
DEVAM SÜRESİ ÖNEMLİ