Otoskleroz hastalığı kulak içinde bulunan üç kemikçikten biri olan stapes(üzengi) kemiğinin kireçlenmeye bağlı olarak hareketsiz kalması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Kulak kireçlenmesi olarak da bilinen otoskleroz hastalığı işitme kaybının sık görülen nedenlerinden birisidir. Bayanlarda özellikle orta yaşlı bayanlarda daha sık görünen genetik geçişli bir hastalık olan otoskleroz birkaç kuşak atlayarak da ortaya çıkabilir.
ELEKTRİK ENERJİSİ
İşitmenin ilk aşaması ses dalgalarının dış kulak kanalı boyunca kulak zarına ulaşarak zarı titreştirmesidir. Bu titreşim orta kulakta yer alan çekiç, örs ve üzengi adı verilen minik kemikçikler vasıtası ile iç kulak sıvılarına aktarılır. Burada bulunan sinir uçlarında elektrik enerjisine dönüştürülen ses dalgaları işitme siniri ile beyindeki işitme merkezlerine iletilerek işitme sağlanır.
Ses dalgalarının dış ve orta kulak boyunca iç kulak sıvılarına aktarılması sürecinde gerçekleşen problemler “iletim tipi işitme kaybına” neden olurlar. Bu tip kayıplarda iç kulaktaki işitme organları sağlamdır ancak ses dalgaları bu organlara ulaşamamaktadır. İç kulak ve işitme sinirinden kaynaklanan işitme kayıplarına ise “sensörinöral tip işitme kaybı” adı verilir. İç kulağı da etkileyebilen bir hastalık olan otosklerozda genellikle her iki tip kayıp bir arada görülmektedir. Bu tip işitme kayıpları ise “mikst tip işitme kaybı” olarak adlandırılmaktadır.
HASTALIĞA BAĞLI
İŞİTME KAYBI
“Hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, sigara içilmesi, şişmanlık, kötü diyet alışkanlıkları, hareketsizlik... Bu sorular kalp ve damar hastalıkları ile ilgilenen doktorların hemen her gün defalarca işittiği sorular. Bir çok insan, toplumda her iki kişiden birinin ölümüne neden olan kalp damar hastalıklarından korkar; sakınmak için önlemler almak ister ama çoğu kez bu konuda başarılı olamaz. Zira bilinçaltımız bize şunu telkin eder; “Aman gidelim bir doktora muayene olalım, bize bazı testler yapılsın da hasta olmadığımızı görelim, rahatlayalım.” Sonrası adeta halk arasındaki tabiri ile “Eski hamam eski tas...” Kaldığımız yerden devam edelim. “Vur patlasın, çal oynasın.” Maalesef rutin bir poliklinik gününde, defalarca tekrar edilmiş (bir çok laboratuvar neticesi elde var) ve kolesterol yüksekliği olduğu neredeyse onlarca kere görülmüş ancak bu problemin çözümü, dolayısıyla kalp hastalığından korunmak adına gerekli adımlar atılmamış; hekimler önerilerde bulunmuş olsa bile gereği hastalar tarafından yerine getirilmemiş pek çok hastam var... Öyle düşünüyorum ki pek çok kişi doktora giderek, o an için bir kalp damar hastalığı olmadığı cevabını doktordan duymak istiyor ve bu şekilde içini rahatlatmayı (maalesef sadece içini rahatlatmayı) hedefliyor, ama asıl önemli olan önlem alınması eylemi savsatılıyor. Bu aslında bir insan olarak anladığım bir davranış biçimi olmakla birlikte, kesinlikle tasvip edilmemesi gereken bir durum.
HEKİMLER ÇOK İYİ ANLATMALI
Biz hekimlerin hastalarına kalp damar hastalığını kolaylaştırdığı gösterilmiş faktörleri çok iyi anlatması gerekir. Bu faktörlere risk faktörleri diyoruz. Bunlar çoğu kez hastalar tarafından direkt hastalık sebebi olarak algılanabiliyor. Risk faktörünün ne olduğunun hastalarımız tarafından daha iyi kavranabilmesi için biz hekimlerin bazı benzetmelerden faydalamasının işi kolaylaştırabileceği düşüncesindeyim. Kendi klinik pratiğimde, kalp damar hastalığının gelişimini kolaylaştıran risk faktörlerini hastalarıma anlatır iken, bir tarla ya da bahçenin bir çiftçi tarafından bakımının yapılması eylemine benzeterek söze başlarım. Bir çok insan bilir ki tarlaya bir tohum ya da fidenin ekilmiş olması, her zaman o tarlada iyi ürün alacağımız anlamına gelmez. Tarladaki tohumu genetik yatkınlığa benzetir isek, o tarlanın gübrelenmesi, sulanması veya çapalanması gibi bakım işlemlerini ise risk faktörlerine benzetirim. Eğer tarlada tohum olsa bile (biz genetik olarak kalp damar hastalığına yatkın olsak bile), bu hastak tohumunun yeşermesi için kolaylaştırıcı bakım işlemlerinin yapılmaması yani risk fktörlerinin ortadan kaldırılması hastalık tohumlarının çimlenmesinin önüne geçecektir. Hastalık tarlası çorak kalacaktır. Peki nelerdir kalp damar hastalığı tarlasının bakım işleri, gübreleri vb...
ŞEKER, KOLESTEROL, SİGARA
Hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, sigara içilmesi, şişmanlık, kötü diyet alışkanlıkları, hareketsizlik... Bu kısaca özetlediğimiz risk faktörleri varsa ortadan kaldırılması için yılmadan savaşılmalıdır. Ancak işte gerçek hayatta bu savaş çoğu kez verilememektedir. Ama hekimler yüzünden, ama sağlık sistemi yüzünden ve belki en acısı ama hastaların bu konuda yeterince gayret sarf etmemeleri yüzünden bir çok hastalık tarlası hem gübrelenmeye, hem sulanmaya ve hem de çapalanmaya devam etmektedir. Bir çok kişi bir kalp doktoruna gidelim, check up yaptıralım, efor gibi tarama testlerine tabi tutulalım da, doktor bunların temiz olduğunu söyleyiversin, ama alınması gereken koruyucu hekimlik önlemlerini pek de umursamayalım yönünde hareket etmekte. İşte bunun sonucunda elinde sayfalarca tetkik sonucu olan hastalar poliklinikleri doldurmakta; yani defalarca yapılan tahlillerde kolesterol yüksekliği vb sorunların var olduğu görülmekte ama çözüm eylemine geçilemeden doktora gelinip gidilmekte; içimiz rahatlamakta ama aslında hiç yol alınamamakta.
KORUYUCU YAŞAM İLK ÖNCELİK
KALITIM ÇOK ÖNEMLİ
Alerjik hastalıkların bazılarında kalıtım önemli rol oynar (atopik alerjik hastalıklar). Aile büyüklerinde alerjik nezle veya alerjik astım varsa, çocuklarda da aynı hastalıkların ortaya çıkma riski vardır. Alerjik hastalıklarda etkilenen organlara göre şikayetler ortaya çıkar. Birçok kez birden çok organa ait şikayetler birlikte olur. En sık cilt ve solunum yolları etkilenir. Ciltte kaşıntı, kızarıklık, kabarıklık ve şişme olabilir. Solunum yollarında burunda kaşıntı, sık hapşırma, su gibi bol miktarda burun akıntısı, burun tıkanıklığı, sinüzit, kulaklarda kaşıntı, orta kulak iltihabı, boğazda kaşıntı ve gıcıklanma, öksürük, hırıltılı nefes darlığı olabilir. Gözlerde kaşıntı, kızarıklık, sulanma ve göz kapaklarında şişme olabilir. Dolaşım sistemi ile ilgili olarak çarpıntı, tansiyon düşmesi ve şok olabilir. Mide barsak sisteminde karın ağrısı, kusma, ishal olabilir.
Alerjik hastalıkların önemli bir özelliği, benzer klinik tablonun alerji olmadan da ortaya çıkabilmesidir. Kronik seyirli rinit veya astım alerjik olabilir veya olmayabilir. Şikayetlerin bir alerjen ile karşılaşma durumunda ortaya çıkması (şikayetlerin polen mevsiminde, kedi ile veya toz ile karşılaşılınca olması) durumunda alerji akla gelmelidir. Toz akarlarına karşı alerjisi olan hastalar kendilerinin sık grip olduğunu düşünürler. Ancak ateşin olmaması şikayetlerin uzun süreli olması alerjiyi düşündürmelidir. Alerji uzmanları şikayetlerin alerjik olup olmadığını cilt testleri ile veya kan tahlilleri ile belirler.
İLAÇLAR ŞİKAYET GİDERİR
Şikayetlerin alerjik olup olmadığının belirlenmesinin önemi nedir? Kronik nezle veya astım durumunda kullanılan tüm ilaçlar şikayet giderici olup, kullanıldığı sürece etki ederler. İlaç kullanılmadığında şikayetler tekrar başlar. Daha önemlisi geleceğe yönelik faydası yoktur. Alerjik kişiler zamanla daha önce alerjik olmadığı alerjenlere karşı alerjik hale gelir. Bu durumda şikayetlerin süresi uzar, şiddeti artar ve ilaçlardan elde edilen fayda giderek azalır. Ayrıca alerjik nezle astıma ilerler. İlaçlar bu tip gelişmeleri önlemez. Şikayetleri gidermede kullanılan antihistamin adı verilen ilaçların uyku hali yapma, iştah açarak kilo aldırma gibi yan etkileri ile sık karşılaşılır.
AŞI TEDAVİSİ DE SEÇENEK
“Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası’nda gerçekleşecek 2°C’lik bir artış, önümüzdeki yıllarda beklenmeyen hava olayları, sıcak hava dalgaları, orman yangınlarının sayısında ve etkisinde artış, kuraklık ve bunlar dolayısıyla insan ve her türlü canlıların yaşamının tehlikeye girmesi, turizm gelirlerinde azalma, tarımsal verim kaybı ve en önemlisi kuraklık olarak etkilerini hissettirecektir.
İzmir Avrupa’nın güneydoğu bölgesinde Akdeniz kıyısında Türkiye’nin nüfus bakımından 3. büyük ilidir. Deniz ticareti ve turistik bölgeleri ile özellikle yaz aylarında yurtiçi ve yurt dışından önemli oranda göç alıyor. Daha önceki senelerde 1-2 gün kısa süren bu sıcak dalgaları bir haftaya uzamış ve insan yaşamı ve çevre üzerinde olumsuz etkileri olmaya başlamıştır.
YAŞLI VE ÇOCUKLARA DİKKAT
Sıcak dalgasının olduğu bu günlerde özellikle şehir merkezinde yaşayan 65 yaş üzerindeki yaşlılar, küçük çocuklar, bakıma ihtiyacı olanlar, engelliler, hamileler daha çok etkilenmekte, şeker, kalp ve damar hastalıkları, yüksek tansiyon, solunum sistemi, psikolojik sorunlar gibi kronik hastalıkları olanlar hayati sorunlar yaşamaktadır. Yine aşırı kilolular, açık alanda çalışanlar aşırı sıcaklardan daha fazla etkilenmektedir. Sıcaklık ve nem artışına bağlı olarak vücut ısısı artmakta ve metabolizma terleme ile vücut ısısı dengede tutulmaya çalışmaktadır. Ancak aşırı sıcaklarda sadece terleyerek vücut ısısı dengede tutulamaz. Yaşlılar, bebekler ve kronik hastalığı olanlarda terleme mekanizması ile vücut ısısının dengede tutulması her zaman mümkün olmayabilir. Yine ortamdaki nem oranı yüksekse terleme suretiyle vücut ısısı yeterli düzeyde düşmeyebilir. Bu gibi durumlarda yükselen vücut ısısı beyin ve diğer hayati organlarda hasara yol açabilir.
DIŞARI ÇIKMAMAYA ÖZEN GÖSTERİN
* Aşırıcı sıcaklardan daha az etkilenmek için, günün en sıcak saatlerinde (10.00-16.00) mecbur kalınmadıkça dışarı çıkılmamalıdır.
Medipol Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Şerbetçioğlu, bu konuda şunları anlattı: “Beynin hareket gerektiren eylemlerle bağlantılı ve gerekli olduğunu gösteren güzel bir örnek için en son Japon imparatoru Michinomiya Hirohito’nun gözlemlerine başvurmak zorundayız. Olgunlaşmamış bir larva iken deniz canlısı tulumlulardan (Tunicata) Ascidiacea, deniz suyunu filtreleyerek yüzmektedir. Bu dönemde, bir tür ilkel beyin görevini gören merkezi sinir sistemine sahip iken sürekli hareket halindedir. Deniz suyunu filtreleyerek kendi besinini temin etmekteyken besin yönünden zengin bir kaya kovuğu bulunca işler değişir. Besin yönünden zengin bir kayaya yapışarak sabit bir yaşama kavuşur. Bunun sonucunda hareket etmek ve suyu filtrelemek için gerekli olan gövde alanını genişletebilmek pahasına, artık ihtiyacının olmadığı beynini sindirerek yok eder. Bu canlı için hareket yoksa artık beyne de ihtiyaç yoktur. Bu canlının larva halinden olgun haline geçişte gösterdiği bu değişim, canlılar aleminde gözlenen önemli bir bulgu olarak ilgiyle izlenmiştir (1).
GELİŞMİŞ BEYNİN ÖNEMİ
Bu canlıdaki değişimin bize sunduğu ipucu, hareket ettiğimiz sürece bir beyne ihtiyacımızın olduğudur. Kısaca özellikle omurgalı ve gelişmiş hayvanlar, sürekli değişen ortamlarda gerekli olan hareket becerilerini ve dolayısıyla sağ kalabilmelerini gelişmiş beyinlerine borçludur sonucunu çıkarabiliriz.
İnsanın evriminde en önde gelen değişim, iki ayak üzerinde dik durabilmesi, yürüyebilmesi ve boşta kalan ellerini çok verimli kullanabilmesi sonucunda gerçekleşmiştir (Homo Erectus). İki ayak üzerinde dik durmak, yerçekimine karşı gelmek demektir ve aslında birçok sağlık sorununu da beraberinde getirmiştir. Örneğin ileri yaşlarda rastlanan düşmeler, lomber disk hernisi, kifoz, lordoz ve skolyoz bunlardan birkaçıdır. Neden olduğu her türlü sağlık sorunlarına karşın dik durmak ve yürümek, insanın vazgeçemediği üstün bir becerisi sayılmaktadır.
HAREKETLE ZİNDE KALABİLMEK
İnsan ancak hareket halinde olduğu durumda sağlıklı ve zinde kalabilen bir canlıdır. Hareket ve benzeri fiziksel beceriler beynimizi geliştiren en önde gelen beceri ise günümüzde bu becerilere gündelik hayatımızda ne kadar yer veriyoruz? Bunlardan en sık yapılan fiziksel egzersizler çeşitli şekillerde olabilir. Fiziksel aktivite, koşu bandında çevrede hiçbir değişiklik yaratmadan 10 bin adım atmak şeklinde de olabilir, orta/hafif tempoda oksijenden ve kuş seslerinden yoğun harikulade ormanda yapılan doğal yürüyüş şeklinde de olabilir. Koşu bandında atılacak 10 bin adımın sonunda kendinizi insandan daha çok robota yakın hissedebilirsiniz. Oysa güvenilir ve sakin bir ortamda sevdiklerinizle birlikte yapacağınız doğa yürüyüşü, sadece kaslarınızı değil, fazladan beyninizi de çalıştıracaktır. Hele kısmen engebeli bir arazide yürüdüğünüzde, değişen zemin ve çevre koşulları, fazladan denge ve navigasyon gibi birçok duyunuzu aktive ederek beynin beklediği zengin uyarıları sağlayarak beynin farklı devrelerinin işlerliğini artıracak ve beyninizi zinde tutmanıza hizmet edecektir.
“Yazın düşüncesi bile insana neşe verir, umut verir, özgürlüğü çağrıştırır, çocukluğumuzu hatırlatır. Sıcak günlerde, ılık gecelerde hareketi, neşeyi, coşkuyu getirir düşlerimize. Pandemiyle geçen son 3 yıl tüm dünya gibi ülkemizde de hissedemedik yazın coşkusunu, güzelliğini. Kalabalıklardan kaçtık, evimizin balkonundan, yazlığımızın bahçesinde dostlardan, arkadaşlardan mesafeli, çekirdek ailemizle geçirdik o güzelim yaz günlerini, gecelerini. Bu yaz salgını geride bıraktığımız düşüncesi ile daha mutluyuz, beklentilerimiz yüksek gelen sıcak günlerden.
O KİLOLAR DA OLMASA
Gardıropların rengarenk, ince, hafif kıyafetlerle yenilendiği bu günlerde bu kez kıştan kalan fazla kilolarımızdan kurtulmak telaşı sardı genç, yaşlı herkesi. İlkbaharda özellikle genç kızlar, kadınlar fazla kilolarının önlemini aldı, ciltlerinin bakımını yaptırdı. Akupunktur veya diğer yöntemlerle iştah kontrollerini yaptırıp, doğru diyetlerle beslenerek fazla ve de günlük yürüyüşlerini, sporlarını düzenli yaparak istedikleri vücut ölçülerine kavuşarak yaza hazır olmanın rahatlığı içindeler.
Düzgün bir fiziğe sahip olmak için bazen sadece doğru beslenme ve spor yetmeyebilir tabi ki. Bacaklardaki selülitlerden kurtulmak ve bölgesel yağlanmaların tedavisi için medikal bir takım tedaviler de gerekebiliyor. Bu konuda mezoterapi ve Lipoliz tedavileri diyetle birlikte çok iyi sonuçlar veriyor.
Form tutanlar ve form tutma aşamasında olanlar için sıcak yaz günlerinin avantajı bunun herkes tarafından kolaylıkla fark edilebilmesidir.
MOTİVASYONU YÜKSEK TUTUN
Motivasyonunuzu her zaman yüksek tutun, sizi fark eden ve destekleyen insanlar ile daha çok zaman geçirin.
SİSTEM BİRBİRİYLE İLİŞKİLİ
“Holistik beslenme, kökenini Holizm’den alır. Holizm de bütünün, kendisini oluşturan alt parçaların toplamından daha büyük olduğunu savunan felsefe görüşüdür. Bu yaklaşım ayrıca sistem kuramı içerisinde de değerlendirilir. Her ikisini bir araya getirdiğimizde holistik kelimesi, insanı gerçek bir bütüncüllük içinde değerlendirirken, bedeninin herhangi bir yerinde meydana gelen aksaklığın (kilo sorunları, kronik ya da akut sağlık sorunları dahil) sistemin diğer parçalarıyla da bağlantılı olabileceğini açıklar. Ki bu doğrudur. Kendi uzmanlık alanımdan yola çıkarak, en basit ve bilinen örnekle tiroid rahatsızlığı olan bireylerin sıklıkla kilo sorunlarıyla da karşı karşıya kaldığını görürüz. Tiroid sorunlarının davranışa yönelik alt yapısına baktığımızda bireyin duygularını ifade etmekte zorlandığı, psikolojik alt yapısına indiğimizde güven duygusu ile ilgili farkında olduğu/olmadığı tatminsizlikler yaşadığı, ilişkilerinde kaygılı bağlanma modeli nedenine bağlı sıkıntılar yaşadığı (genelde kontrolcü olurlar), genetik tarafa baktığımızda da duygularını ifade etmekte zorlanan ebeveynlere sahip olduğuna tanık oluruz genellikle. Yani sistem, beden, zihin ve duygu bütünlüğünde çalışır daima.
PARMAK İZİ GİBİ KİŞİYE ÖZEL
Aslına bakarsanız hali hazırda var olan, sağlıklı beslenmenin yalnızca gıdalara endeksli olarak algılanması, bireyleri ‘ne yiyeceğim’ konusunda çıkmaza sokan bir sorunu da beraberinde getirmektedir. Bilginin eksikliği, bir yandan da medyatik oluşu, gıda seçimleri konusunda bireyleri sürekli arayışta, bir yandan da sorgulamada tutar. Gerçek anlamda sağlıklı beslenme, tıpkı insanın parmak izi gibi kişiye özeldir. Diğer bir deyişle, Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık kavramını açıklarken kullandığı ‘Bireyin bedenen, zihnen ve sosyal olarak esenlik halinde oluşu’na hizmet etmelidir. Bedenin gıda ihtiyacını zamanında ve yeterli olarak karşılamak ise bireyin yaşamındaki diğer alanlarından da yeterli beslenebilmesi ile mümkündür. Özellikle uzun tatillere dönüşen bayramlara yaklaşırken, sosyal medya üzerinden bana en çok gelen sorulardan biri de, “Hocam bayramı kilo almadan atlatmak için ne yiyeyim?” oluyor. “Bayramı iyi değerlendirerek işe başlayın” diyorum.
BAYRAM KUTLAMADIR YEMEK DEĞİL
Bilindiği gibi Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı, bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali olarak tanımlar. Bu perspektifle sağlığı etkileyen ana unsurlar yüzde 15 kalıtsal nedenler, yüzde 8 tıbbi etkenler, yüzde 10 sosyal ve yüzde 7 iklimsel koşullar, son olarak da yüzde 60 yaşam stili olarak belirtilmiş.
Endüstriyel atıkların oluşturduğu çevre, hava, su kirliliğinden GDO ve gıda kontaminasyonuna giden geniş bir yelpaze, günümüz insanını ciddi risklere maruz bırakıyor. Bunlara yanımızdan hiç ayıramadığımız cep telefonlarının SARS etkisi ve teknolojilerin kolaylaştırıcılığının getirdiği sedentar yaşamın olumsuz etkilenimleri de eklenmelidir. Örneğin günümüzde artık bir salgın halindeki kanseri ele alalım; Kanser, organizma ya da organ bütünlüğü içinde, hücreleri kontrol edilemeyen bir şekilde büyüyen kötü huylu tümörler
için verilen genel bir terim ve ülkemizde de erkeklerde en sık prostat, kadınlarda da meme kanseri görülür. Bunları Akciğer ve kalın bağırsak kanserleri takip etmektedir. Vaka istatistiklerinin daha güvenilir olduğu Her üç kadından ve her iki erkekten birinin yaşam süreçleri içinde kanserle karşılaşması beklenmektedir. Bir tür salgın durumu olarak olayın vahametini gözler önüne sermektedir. Kanserlerin büyük çoğunluğunun çevresel faktörlerden kaynaklandığı da biliniyor.
KANSEROJEN AJANLAR NELER
Kronik enfeksiyonlar, tütün kullanımı, alkol tüketimi, obezite, çevre kirliliği, güneş kaynaklı ultroviyole ve x ışınları, kimyasal toksik kanserojen ajanlar hemen sıralanabilecek etkenler. Bugün,kanser vakalarının totalinin üçte birinin tütün kullanımı sonucu olduğunu biliyoruz ve bu tespit, sigara gibi önlenebilir risk etkenleri üzerinde daha fazla durulmasının nedenini açıklamaktadır. Örneğin kalp hastalıklarını inceleyelim: TÜİK verilerine göre her 10 ölümden 4’ü kalp ve damar sistemi hastalıkları orijinli. Bunun için bile sadece sigara içiminin önlenmesi, ideal kilo, egzersiz ve Akdeniz tarzı diyet tercihi, riskleri büyük oranda azaltmaktadır. Bu kapsamda yapılacak çalışmalarda Halk Sağlığı Ana Bilim önem arzetmektedir.
GELECEK YENİDEN TANIMLANIYOR