Bülent Katarcı

Fonksiyonel tıpla sağlıklı yaşam

16 Ağustos 2021
SAĞLIĞINIZIN ne durumda olduğunu öğrenip gelişebilecek problemleri önceden tahmin edebilmek için her yıl düzenli taramalardan geçmeniz şart. Sağlık riski analizlerinde de yavaş yavaş ‘fonksiyonel tıp’ ağırlıklı sağlık taramalarına yönelmemiz lazım. Bu taramalarda sadece hastalıkları araştırmak yerine, hücre, doku ve organların fonksiyonları da detaylı olarak inceleniyor. Daha doğrusu didik didik ediliyor. Fonksiyonel tıp sayesinde yeni, detaycı ve doğru sağlık taramaları devreye giriyor. “Beslenmenizi değiştirin yaşamınız değişsin” diyen İzmir Ekonomi Üniversitesi Medical Park Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı ve Fonksiyonel Tıp Uzmanı Opr. Dr. Zafer Beken, bakın neler söylüyor:

 

BİRÇOK HASTAYA UMUT OLUYOR
Fonksiyonel Tıp ve Sağlıklı Yaşam Merkezi, kronik ağrı, sindirim bozuklukları, nörolojik hastalıklar, alerji, kolesterol, diyabet, cilt ve bağışıklık hastalıkları başta olmak üzere yüze yakın hastalıktan mustarip birçok hastaya umut oluyor. Her bir kişi için hastalığın kökeninde yatan ana nedenleri inceleyen fonksiyonel tıp sayesinde hem kronik, hem de bağışıklık sistemine bağlı birçok hastalık gerileyebiliyor. Bağışıklık sistemini güçlendirmeye odaklanan fonksiyonel tıp, her hastanın genetik, biyokimyasal yapısı ve yaşam tarzıyla ilgili verileri toplayarak kişiye özgü tedavi planı uyguluyor.
Fonksiyonel tıp, sindirim sisteminin inceleme altına alınması ve sağlığımıza dokunan gıdaların saptanmasıyla birlikte bazı vitamin ve mineral eksikliklerinin tamamlanması sonucunda hastalığın önüne geçilebilir bir süreci tanımlıyor. Fonksiyonel tıpta mecbur olmadıkça ilaçlara başvurmuyoruz. Bazı besin desteklerini kullanabiliriz. Vitaminler, mineraller gibi... Bunları da bilim ışığında, tek tek verilerine baktığımız nitelikli testler ışığında gerçekleştiriyoruz. Kronik hastalar klinik tedavi almaksızın iyileşebiliyorlar. Bunların en güzel örneği diyabet hastaları. İleri tedaviler alan, insülin kullanan hastaların dahi bu yaklaşımla ileri süreçlerde tüm ilaçlarını bırakıp hayatına diyabet tanısını ortadan kaldırarak devam edebildiğini gösteren vaka örnekleri var. Pek çok bağışıklık sistemi hastalığının da iyileştiğini gösteren örnekler elimizde mevcut. Bulaşıcı hastalıklardan korkup aylarca eve kapanıp korkarak yaşamaktansa bağışıklık sistemimizi güçlendirip daha özgür yaşamak mümkün. Bunun için de vücudumuzu iyi tanımak ve eksiklerini tamamlamak gerekiyor.

ANTİ-KANSER GENLERİ AKTİFLEŞİYOR
Fonksiyonel tıpta hastalıkların çözümü, beslenme değişikliği, uyku, sıvı alımı, hastanın basit gıdalarla lif alımını aksattığı durumlarda lifli gıdaların diyete eklenmesi, dokunan gıdaların tespit edilmesi ve bunların eliminasyonuyla mümkün. Bu süreci takip ettikten sonra hastalıkların teşhisinde laboratuvar testleriyle düzelmeleri takip ederiz. Kolesterol yüksekliği, obezite, yağ dengesizliği başta olmak üzere vücuttaki iltihabı gösteren parametrelerde büyük değişimler gözlenebiliyor. Bazı çalışmalarla da kanser genlerinin suskunlaşıp anti kanser genlerinin aktifleştiğini gösterilmesiyle bu sonuçların yaşam değişimiyle elde edilebildiği saptanmış. Bu gelişmeler elimizdeki klasik yöntemlerle sağlanamaz ama fonksiyonel tıp tedavilerinin sürece önemli bir katkısı. Hastalıkların çözümü için nedenlerinin ortaya konması, kök nedenin tespiti, bundan kaçınma ve korunma yöntemi ile kademe kademe hastalıkların çözümlenmesiyle kişinin iyileşmesi sağlanır.


Yazının Devamını Oku

Menopozda beslenme

9 Ağustos 2021
MENOPOZUN sorunları bir hayli fazla ama her kadında bu sorunların hepsinin çıkması da şart değil. Ayrıca, söz konusu sorunların hafif seyretmesi de mümkün. Peki, ne yapacak kadınlar? Özel Kent Bayraklı Tıp Merkezi’nden kadın doğum uzmanı Dr. Ayşalı Yılmaz anlattı...


* Nedir? Menopoz kadın hayatında adetlerin kesilmesidir ki, bu da doğurganlığın bitişini gösterir. Ortalama 50 yaşında (45-55 yaş arası) başlar. 12 ay boyunca adet olmayan kişi menopoz kabul edilir.
* Vücuda etkileri nelerdir? Menopozla birlikte vücuttaki kadınlık hormonlarının azalmasına bağlı olarak nöroendokrin, kardiovasküler, immun ve iskelet sistemde değişiklikler olmaktadır. Ayrıca; duygusal, bilişsel, emosyonel ve hafızayla ilgili bozulmalar başlamaktadır. Bunun yanında fizyolojik olarak kolesterol ve trigliserid artmakta, kemiklerde kalsiyum tutulumu azalmakta, migren ve diğer baş ağrıları ile eklem ağrıları artmaktadır. Bütün bunlar vücudunuzda şu değişikliklere yol açmaktadır: Emosyonel bozukluklar: Duygu değişiklikleri, huzursuzluk, kendine güvenin azalması. Fiziksel rahatsızlıklar: Ateş basması, terleme, kilo alımı, cinsel isteksizlik, vaginal kuruluk.
* Rahat yaşamak için neler yapılabilir? Bir kadının hayatındaki en önemli dönemeçlerden biridir menopoz. Menopozun kaçınılmaz olduğunu bilen ve buna yönelik önlemlerini erkenden alan kadınlar bu dönemi daha rahat atlatırlar. Özellikle 40’lı yaşlardan başlayarak kadınlar yaşam tarzına, beslenmeye ve egzersize önem vermelidir.
* Nasıl beslenmeli? Menopozla birlikte metabolizma yavaşladığı için özellikle bel çevresine yağlanma ve kilo alımı sağlığı olumsuz bir şekilde etkiliyor. Yapılan çalışmalarda pirinç ve makarna gibi glisemik indeksi yüksek gıdalarla beslenen kadınlarda menopoza giriş 1.5 yıl erken olurken, tam tersi sağlıklı beslenen yağlı balık, taze sebze-meyve yiyenlerde ise 3.5 yıl kadar geç olduğu saptanmış. Beslenmeye günde en az 2 litre su içerek başlanmalı. Rafine gıdalar (beyaz ekmek, makarna, pirinç), fazla miktarda kırmızı et, patates, çerez türü şeylerin fazla tüketilmesi, bunun yanında bol çay, kahve ve alkol obeziteyi tetiklediği için uzak durulması gerekiyor. Özellikle Akdeniz diyeti dediğimiz meyve-sebzenin bol tüketildiği, rafine olmayan tam buğday, yulaf, çavdarla oluşturulmuş diyetler ve baklagillerle beslenenelerde kilo sorunu daha az oluşmakta. Menopoz döneminden en çok etkilenen bölgelerden biri de kemikler hiç kuşkusuz. Kemik kaybı hızla gerçekleşiyor. Kemik sağlığını korumada D vitamini, kalsiyum, magnezyum ve çinko senkronize çalışır. Biri eksikse diğerleri de etkilenir. En öne çıkan ise D vitaminidir. Kalsiyum emilimde çok önemlidir.
* Hangi besinler sıkıntıları atlatmaya yardımcı olur? Keten tohumu (içerdiği fitoestrojen, çinko, E vitamini ve omega 3 nedeni ile oldukça faydalıdır. Bir gece önceden yarım bardak suya 1 çorba kaşığı konulup beklenir ve sabah içilebilir). Omega 3 (özellikle yağlı balıklarda bulunan omega 3 depresyon, huzursuzluk ve hafızayla ilgili konularda yardımcı olur). Soya (Japonca’da menopoz diye bir kelime bulunmamaktadır. Bu da onların soyadan zengin beslenmeleri sonucu menopoz semptomlarını bilmemelerine bağlanmaktadır. Kullanımına bakıldığında Japonlar soyayı tofu ya da süt olarak değil, daha değişik (miso, tempeh, tamari olarak) tüketmeleri onların yan etkileri daha az hissetmelerine sebep olabilir. Günlük 25 gram kadar soya tüketilmesi önerilmektedir). Fasulyegiller (siyah fasülye, börülce ve bezelye doğal progesteron üretimine yardımcı olurlar). Arı poleni (özellikle sıcak basmalarında etkilidir, ancak kullanımı ve emiliminde zorluklar mevcuttur). GOJİ Berry (depresyon, kalitesiz uyku ve bağışıklık sistemine iyi gelir). Spirulina (sıcak basmalarına iyi gelmesinin yanında sakinlik enerji ve denge veriyor). Maca (sıcak basması, vajinal kuruluk, kemik erimesi, depresyon, stres ve kronik yorgunluğa iyi gelir). Herballer (black cohosh, adaçayı, sarı kantaron, şerbetçi otu gibi fitoöstrojen içeren diğer bitkisel kaynaklı gıdalar yüzde 50’lere varan oranlarda menopoz semptomlarında rahatlama sağlarlar).
* Egzersiz önemli mi? Egzersiz en çok kilo ile savaşta ve kalp sağlığının korunmasında önemli. Bunun yanında özellikle ağırlık kaldırarak yapılan sporlar kemik kütlesinin korunmasını sağlıyor. Yaşla azalan sirkülasyonun artmasıyla ekstra oksijen sağlanır ve bu da cildin parlaklık ve sağlığına yardımcı olur. Yoga ve meditasyon gibi rahatlatıcı faaliyetler de bu dönemin rahat atlatılması konusunda yardımcı olan unsurlardır.

Yazının Devamını Oku

Diş eti kanaması ve alzheimer ilişkisi

2 Ağustos 2021
AĞIZ-diş sağlığının genel sağlığımızı koruma ve sürdürmede çok ama çok büyük bir önemi var. İltihaplanmayı hızlandıran önemli problemlerden birinin de diş ve dişi çevreleyen dokuların iltihabi hastalıkları olduğu bilinen bir ayıbımız, önemli bir eksiğimiz. Çoğumuz diş sağlığımızı, daha da önemlisi bir bütün olarak ağız sağlığımızı yeteri kadar ciddiye almıyoruz. Bu konuda bakın dişhekimi Emre Aksu ne diyor?

Ülkemizde genellikle dişhekimine dayanılmaz düzeyde bir diş ağrısı olduğunda başvurulmaktadır. O döneme kadar çoğunlukla kişi ağrı kesiciler ve hatta antibiyotiklerle ağrısını gidermeye çalışmakta, artık kendi başına üretebileceği çözümleri tükettikten sonra dişhekimine son çare olarak gelmektedir. Bu nedenle, sorun diş çürüğü kaynaklı ise dişin canlı pulpa odasına kadar ulaştığından kanal tedavisi gibi kompleks tedaviler veya diş çekimi gibi o kadar uzun süredir hastaların çektiği ağrı nedeniyle tereddütsüz tercih ettiği seçenekden başka çıkar yol kalmamaktadır. Bir de erken yaşlardan itibaren daha yavaş ilerleyen, diş eti kanaması gibi daha az belirti veren ama bir noktadan sonra geri dönüşü olmayan diş eti problemleri ülkemizde sıklıkla rastlanan bir sorun olarak gözükmektedir. Hastalarımızdan sürekli şu yakınmayı duyarız: “Dişlerimde tek bir çürük yoktu, birden sallanmaya başladı, artık yemek bile yiyemiyorum ne yapabilirim?”

ASLINDA YILLARIN İHMALKARLIĞI
Bu noktaya aslında kişi yıllar içinde gelmiştir. Diş eti hastalığı dişi çevreleyen ve destekleyen dokuları etkileyen bir enfeksiyon hastalığıdır. Diş çevresi destek dokular; diş eti, diş kökü, çene kemiği ve dişin kökünü çene kemiğine bağlayan liflerdir ve bu yapı “periodonsiyum” adını alır. Enfeksiyonun sadece diş etini etkilediği durumlar “gingivitis” olarak isimlendirilir. Gingivitis kırmızı, şiş, parlak, yumuşak kıvamlı ve kolay kanayan diş eti ile kendini gösterir. Genellikle ağrısız seyrettiği için belirtileri hasta tarafından zor fark edilir. Bu durumu önemseyip dişhekimine başvurup detertraj (diş üzerinde yapışık diş taşlarının ve yumuşak bakteri plaklarının uzaklaştırma işlemi) yaptırması sonrasında da evde gerçekleştireceği diş bakımını uygun ve düzenli bir şekilde yapması, sonrasında da detertraj işlemini 6 ayda bir yapması gerekmektedir. Böyle yapılmadığı takdirde enfeksiyon yıllar içinde ilerleyerek yalnız diş eti ile sınırlı kalmaz, dişi çevreleyen destek dokulara da yayılır. Artık şimdi tablo “periodontitis” olarak adlandırılan diş etinde kanama, kırmızı veya mavimsi-morumsu renk değişikliği, diş eti çekilmesi, diş eti büyümesi, dişlerde yer değiştirme, aralanma, uzama, sallanma, apse oluşumu, hassasiyetle kendini gösteren hale gelmiştir. Bu noktadan sonra eski sağlıklı diş etine geri dönüş çok zor ve pek çok vakada imkansızdır. Halen yapılabilecek periodontal cerrahi operasyonlar ve ileri periodontal tedavi imkanları vardır ama olay tüm dişleri kapsamışsa çoğunlukla yaygın diş kayıplarıyla sonuçlanır.

DİĞER HASTALIKLARLA BAĞLANTILI
Ne yazık ki, diş eti hastalıklarının sonucu yalnız dişlerin kaybedilmesi değildir. Diş eti enfeksiyonlarının sistemik pek çok etkisi de vardır. Diş eti iltihabı ve buna bağlı gelişen bağışıklık yanıtının organları etkilemesiyle ilgili ilk mekanizma diş etindeki mikropların organlarda doğrudan çoğalması olarak tanımlanabilir. Yani diş etlerinden kaynaklanan tüm mikrobiyal organizmalar ve ürünleri dolaşım yoluyla vücutta gezinebilir. “Sepsis” ya da “septisemi” olarak açıklanan bu mekanizma kanda bakteri varlığıyla kendisini belli eder. İkinci mekanizma ise diş eti iltihabı sonucu oluşan mikropların sebep olduğu sistemik enflamasyondur. Diş eti rahatsızlıklarıyla şeker hastalığı, kalp hastalıkları, gebelik komplikasyonları ve romatoid artrit gibi diğer hastalıklar arasında ilişki olduğuna dair kanıtlar giderek artmaktadır. Diş etinde meydana gelen enflamasyonun akciğer hastalıkları, bağırsak hastalıkları ve kronik böbrek hastalığı için risk faktörü olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Son yapılan çalışmalar diş eti iltihabı ile alzheimer arasında ilişki olabileceğine de dikkat çekmektedir. Alzheimer hastası veya şüphesi taşıyan canlı veya ölmüş hastalardan alınan beyin dokusu, omurilik sıvısı ve tükürük örneklerini inceleyen bilim insanları ilgi çekici sonuçlara ulaştı.

YÜZDE 70 ORANINDA DAHA FAZLA
Science Advances Dergisi’nde yayımlanan bir çalışma kronik diş eti iltihabına yol açan “porphyromonas gingivalis” adlı bakterinin alzheimer hastalarının beyninde hasta olmayanlara göre daha yüksek seviyelerde görüldüğünü ortaya çıkardı. Hastalığın nedeninin belirlenmesi üzerine yapılan araştırmalar, tedavisini sağlayabilmek açısından büyük önem taşıyor. Bu bakteriyel enfeksiyonu temizlemek ve beynin bozulmasını önlemek için bir ilaç üzerinde çalışılıyor. Diş eti iltihabına neden olan bakterinin beyni nasıl etkilediği henüz bilinmiyor. Diş eti iltihabına yol açan bakteri ve bunların salgıladığı zararlı proteinler alzheimera yol açmak yerine onun sonucu da olabilirler. Bu konuda Tayvan’da yapılan bir başka araştırmada 10 yıl veya daha uzun süreli kronik diş eti hastalığı olanların alzheimer olma ihtimalinin yüzde 70 daha fazla olduğu görülmüştür. Bütün bunlardan kurtulmanın aslında çok kolay olduğunu belirtmek isterim. Günde iki kere hekiminizin önerdiği gibi diş bakımını gerçekleştirin ve 6 ayda bir diş hekiminize diş ve diş eti sağlığını için muayene olmayı ihmal etmeyin. Sağlıkla kalın.

Yazının Devamını Oku

Kemik, eklem ve kas sağlığı

26 Temmuz 2021
KAS ve iskelet sisteminin kuvvetli olması yaşamsal fonksiyonların yerine getirilebilmesi için son derece önemli.

 Sağlıklı beslenmek, kiloyu korumak ve hareket en basit kurallar. Günümüzde insan sağlığına verilen önemin artmasıyla ortalama yaşam süresinin de uzamaya başladığı bilinen bir gerçek. Yaşam kalitesini artırmak ise bu süreyi iyi ve yaşanır kılmak adına son derece önemli. Özellikle belli bir yaştan sonra kimse günlerini ağrıyla geçirmek istemez. Bu nedenle edineceğimiz alışkanlıklar ileri yaşlara geldiğimizde daha yaşanır günler bulmamız için kritik öneme sahiptir. Yaşam kalitesini belirleyen bazı ölçüler vardır. Kişinin duygu dünyası, sosyal hayatı ve psikolojisi bunlar arasında sayılabilir. EMOT Hastanesi’nin kurucularından Dr. Sait Ada, bakın neler söylüyor:

SAĞLIK İÇİN HAREKET ŞART
İnsanoğlunun evriminde iki ayaklı konuma geçmesi çok önemli bir olaydır. Bu, vücudun temelini oluşturan iskelet sisteminin, hareketi sağlayan kasların ve bunların eşgüdümünü gerçekleştiren santral sinir sisteminin gelişmesiyle olmuştur. Ayağa kalkan insanoğlu avlarını daha iyi görmüş, yiyeceklere daha kolay ulaşmış ve gelişmesini sürdürmüştür. Sağlıklı insan hareket ederek yaşayabilir. Hareketle tüm organlarımız çalışır, kan dolaşımı düzenli olur, ruh sağılığı ve uyku düzeni daha iyi olur, kilo sorunları olmaz. Hareketi sağlayan yapıların başında kemiklerin sağlıklı ve dayanıklı, eklemlerin sağlam ve ağrısız; omurganın sağlam, ağrısız ve esnek olması gerekir. Tüm bu koşulların sağlanması için de doğumdan ölüme kadar geçen sürede sağlıklı beslenme ile vücudun gereksinimi olan temel gıdaların dengeli alınması, egzersiz yapmak ortopedi ve travmatolojik hastalıkların oluşmasını engelleyen en önemli faktörlerdir. Kas iskelet sisteminin gelişiminde çocukluk çağından itibaren alınan kalsiyum ve D vitamininin ayrıca önemi vardır. Süt ve süt ürünleri bu konuda bilinen en zengin kaynaktır. Alınan kalsiyumun kemiklerde tutunması için D vitaminine ve magnezyuma da gereksinim duyulur. Kötü beslenme, hareketsiz yaşam, alkol ve sigara kemiklerimizin düşmanıdır.

VÜCUDUMUZUN MENTEŞELERİ
Eklemler vücudumuzun menteşeleridir. Hareketli ve kaygan yüzeylerdir. Ömür boyu çalışan eklemlerimiz özellikle diz ve kalçada yıpranabilir, halk arasında ‘kireçlenme’ denilen sorun ortaya çıkabilir. Sağlıklı bir eklem için kaslarımızn güçlü olması ve kilomuzun fazla olmaması gerekir. Ayrıca zorlayıcı oturmalar, diz üstü çalışma şekli (yer silme vb işler), aşırı ağır kaldırma gibi nedenlerle eklemlerimiz bozulabilir. Çağımızda artan şişmanlık sorunları, hareketsiz yaşam tarzı ve masa başı oturuşlar eklemlerimize, boyun ve bel omurlarında şiddetli hastalıklara yol açabilir. Bazı ailevi nedenlerle de eklem bozuklukları görülebilir. Eklemlerin esas yapı taşı olan kıkırdak dokusu bozulduktan sonra vücut tarafından orjinali gibi yeniden yapılamamaktadır. Eklemimizin sağlıklı kalması için kilo almama, egzersizle kasların güçlendirilmesi ve aşırı zorlamalardan kaçınmak en doğru yoldur. Eklem bozukluklarında son çare ameliyattır. Kaslar ise vücudumuza hareket veren uzama ve kısalma yetenekleri olan yapılardır. Kaslarımızın hem güçlü, hem esnek olması sağlıklı bir yaşam için çok önemlidir. Bu nedenle yine düzenli egzersiz önem kazanır. Yürüyüş en yaygın ve en basit önerilebilecek egzersizdir. Ayrıca, kasları esnetme ve güçlendirme yine her yaşta yapılabilir. Yoga ve pilates gibi hareketler önerilebilir. Bizim kültürümüzde olan, “Bu yaştan sonra bir şey olmaz” düşüncesi doğru değildir. Spor ve egzersiz hayatımızın önemli bir parçası olmalıdır.

ONLAR DA BİZİM DEMİRLERİMİZ
Vücudumuzun adeta inşaatın demirleri görevini gören kemiklerimizin sağlam olması gerekir. Özellikle menopoz sonrası kadınlarda kemiklerde zayıflama ve kırıklar sık görülür. Kalça kırıkları özellikle yaşlılarda hayatı tehdit eden olaylardır. Bu nedenle düşmelerden korunmak gerekir. Yaşlıların kaldığı evlerde halı ve kilimler kaldırılmalıdır. Yine yaşlı yaşayan bir evde özellikle gece ışık düzeninin iyi olması gerekir. Ev dışında ülkemizde hala iş ve trafik kazaları çok yoğundur. Kurallara uymaya, emniyet kemeri kullanmaya, sürüş esnasında cep telefonu kullanmamaya dikkat edilmelidir. İş kazalarının da birçoğu dikkatsizlik, önlem alınmaması ve bilgisizlikten olmaktadır. Sonuç olarak, sağlıklı kalma bir bilinç işidir. Bu konuda bize düşen görevler daha fazladır. Özetlersek; kemik, eklem ve kas sağlığı için egzersiz, doğru beslenme ve vücudu doğru kullanma çok önemlidir. Vucudumuza iyi davranmalı, onu iyi korumalı ve kullanmamalıyız. Sağlık üretilen değil, tüketilen bir şeydir. Tüketimi azatmak için çaba sarf etmeliyiz. Bunun için de alkol ve sigaradan uzak, spor yaparak ve kilo kontroluna dikkat ederek bir yaşam tercih etmeliyiz.

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı yaşam-sağlıklı deri

19 Temmuz 2021
SAĞLIKLI, uzun bir hayat istiyoruz. Bunun tek yolu var, kendimize iyi bakmak.

 

Sağlıklı bir hayat bizim elimizde. Peki bunun için ne yapmalıyız? Estetia Estetik ve Plastik Cerrahı, Özel Tınaztepe Galen Hastanesi Konsültan Hekimi Prof. Dr. Atay Atabey, sağlıklı yaşamın şifrelerini anlattı:
Sağlıklı bir yaşamın en iyi göstergesi sağlıklı ve canlı görünen deridir. Deri en büyük organımız ve bizi dış etkilere karşı koruyan bir bariyerdir. Derinin üst tabakası sürekli değişir, bu süreç her ay tekrarlanır. Yaşam biçimi, beslenme alışkanlıkları, zararlı maddelerle olan ilişkiler, çevre şartları ve genetik yapı deri kalitesini ve sağlığını etkileyen faktörlerdir. Sağlıklı bir deri genel vücut sağlığının ayrılmaz parçasıdır. Genel olarak sağlıklı ve güzel bir cilt için doğru beslenmek, zararlı etkenlerden uzak durmak ve genetik altyapı çok önemlidir.
Deri dış çevre ile organizmamız arasında fiziksel ve kimyasal bir bariyerdir. Vücut ısısını ayarlamada, dışarıdan gelen zararlı etkenleri engellemede ve D vitamini sentezlenmesinde önemli rol oynar. Deri diğer organlardan farklı olarak hem vücut içindeki olaylardan, hem de dış çevredeki olaylardan etkilenir. Vücudumuzdaki dengeyi iyi anlayıp ona göre hareket etmemiz organizmanın daha düzenli çalışmasını sağlar. Vücudumuz yaşadığımız ortamla, yediklerimizle, çevresel etkenlerle, vücuda giren maddelerle, duygularımızla, genlerimizle ve sosyal çevremizle sıkı bir bağ içindedir. Organizmamızda ters giden olaylar deride belirtiler verebilir. Örneğin, karaciğer bozuklukları deride kızarıklık veya akne türü olaylara yol açabilir. Deri muayenesi yapılarak birçok iç sistem patolojilerinin tanısı konabilir.

DERİYE ZARAR VEREN ETKENLER
Sıvı eksikliği: İnsanlar günlük yaşam çabası içinde su ve diğer sıvıları kısıtlı almaktadırlar. Oysa su, deri hücrelerinin yapı taşıdır. Unutmayalım ki, susamadan su içmek gerekir. Erişkin bir insan günde 2-3 litre su içmelidir. Susuz kalan deri pürüzlenir, kırışır, canlılığını ve parlaklığını kaybeder. Su içmenin yanında deriyi nemlendirecek diğer ajanları (kremler gibi) da kullanmalıyız.
Güneş-solaryum hasarı: Güneşten gelen ultraviyole ışınlar ve çevreden gelen diğer ışınlar DNA hasarına yol açmaktadır. Ayrıca, bu ışınlar hücrelerdeki antioksidan, C ve E vitamini sevilerinin düşmesine yol açarak savunma sistemlerini bozmaktadır. Bunun sonunda deride güneş yaşlanması (fotoyaşlanma) denilen olay sonucunda kırışma, gevşeme ve kalınlaşmalar olmaktadır. Güneş ışınlarının her üç deri kanseriyle ilgili (bazal-yassı hücreli ve malign melanom) aktive edici etkisi bilinmektedir. Solaryum uygulamalarının da (UV ışınları yapay uygulaması) aynen aşırı güneşe maruz kalma gibi hücre hasarı ve deri kanserleriyle ilişkisi saptanmıştır.

Yazının Devamını Oku

Etil yerine metil yaşam yerine ölüm

12 Temmuz 2021
SAHTE içki kabusu geri mi dönüyor? Nedir bu kaçak rakı? Neden zehirli ve öldürücü? Neden göz göre göre zehirleniyoruz? İçerken zehirli olduğu anlaşılmıyor mu? Peki zehirlenmek ve ölümden nasıl korunalım? Her şeye rağmen bilmeden içip zehirlendiysek ne yapalım? Halk arasında “kaçak rakı” olarak bilinen içkinin içilmesi, kalıcı körlük ve ölümle sonuçlanan zehirlenme türüdür.


Bu soruların cevaplarını Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürkan Ersoy anlattı:

MESELE SANAYİ ALKOLÜ
Kaçak rakı, kelime anlamı olarak, alkollü içkilerde alkol olarak ‘etil’ yerine ‘metil’ alkol kullanılmasıdır. Normalde alkollü içkilerde (rakı, votka, vs.) alkol olarak ‘etil alkol’ kullanılır, fakat etil alkolün üretim ve satışı devletimizin çok sıkı denetimi altındadır. Fiyatı yüksek, temini zor ve özel izinlere tabidir. İnsan sağlığını gözetmeden, ucuz ve kısa yoldan para kazanmak isteyen, kötü ve art niyetli kişiler, son derece kirli ve ilkel ortamlarda (bodrum, merdiven altı vs) kaçak alkollü içki üretmekte ve içine etil alkol yerine çok daha ucuz olan ‘metil alkol’ (ispirto olarak da bilinir, yanlışlıkla içilmesin diye piyasada renklendirilerek satılmaktadır) koyarlar. Metil alkol de, bir tür alkoldür. Etil alkole göre daha ucuz ama çok zehirlidir.

METİL NERELERDE BULUNUR
Metil alkol sanayide solvent (eritici), boya çıkarıcı, vernik, arabalarda antifriz sıvısı, cam yıkama sıvıları, ucuz kaçak kolonya, ispirto gibi maddeler içinde bulunmaktadır. Etil yerine metil kullanımında
ilk ve en ciddi belirti; geri dönüşü olmayan körlüğe kadar giden görme bozukluğudur. Aynı zamanda kan değerlerimizi bozarak, hastamızda asidoz denilen, ağır bir klinik durum ortaya çıkar ki bu durum, kalbimizin durmasına, dolayısı ile ölüme neden olur. İşte bahsettiğimiz formik asit bu olayların nedenidir.

BELİRTİLER 3 EVREDE

Yazının Devamını Oku

Korona soruları kafalar karışık

5 Temmuz 2021
 Aşı, aslında insan sağlığını korumanın en ucuz ve en etkili yöntemi. Bu haftanın da sağlık gündeminin bir numaralı maddesi Kovid-19 aşıları olacak. Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Yılmaz Bay, aşı ile ilgili kısa ve öz şu bilgileri verdi:

 

HANGİ cins aşı yaptırmalıyım? Bebeğimi emziriyorum, aşı yaptırabilir miyim? Hamileyim koronavirüs aşısı olabilir miyim? Şeker, kalp, böbrek, astım, romatizma, kronik hastalığım var, alerji bünyeliyim aşı yaptırabilir miyim?
Öncelikle şunu belirtmeliyim; hamileliğin ilk 3 ayı dışında emziren anneler dahil herkes koronavirüs aşısı yaptırabilir. Kanser tedavisi gören hastalar, bağışıklık baskılayıcı ilaç kullananlar, kronik bir hastalık nedeniyle sürekli hekim kontrolünde olanlar, kendilerini izleyen doktorlarıyla görüşerek hastalığının evresine göre aşı yaptırabilirler.

BEBEKLERİNİ DE KORURLAR

Koronavirüs aşısını yaptıran emziren anneler, sütleri aracılığıyla bebeklerine de koruyucu antikor ve çeşitli maddeler vererek, onları koronavirüsten korur. Kalp, tansiyon yüksekliği, şeker, böbrek hastalığı, astım, alerjik bünyeli olmak, kronik hastalık bulunmak genelde aşı olunmasına engel değil. Hatta bu çeşit hastalığı olanların öncelikle aşı yaptırmalarında yarar var. Ancak alerjik bünyeli olanlar aşı merkezine gittiklerinde mutlaka doktorlarına alerjilerini belirtmeli. Alerjik bünyeli olan kişiler aşı yapıldıktan sonra en az yarım saat aşı yapılan merkezde kalmalı ve daha yakından izlenmeli.

ALMAN MI ÇİN AŞISI MI?

Hangi cins koronavirüs aşısını yaptırmalıyım sorusuna gelince... Ülkemizde şu an Alman Pfizer firmasının Biontech aşısı ve Çin Sinovac firmanısının Koronovac aşısı uygulanıyor. Her iki aşı da güvenli. Her iki aşının da koruyuculuğu yeterli. Hastaneye yatacak kadar ağır hastalıkların yüzde 100’ünü önlemektedirler.

Yazının Devamını Oku

Sağlık kapınızı çalıyor duyuyor musunuz?

21 Haziran 2021
DÜNYA Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada 600 milyon işitme engelli birey var. Türkiye’de ise her yıl dünyaya gelen 1.3 milyon bebeğin yaklaşık 3 bin 900’ü işitme kaybı ile doğuyor. Yenidoğan bebeklerde işitme kayıplarının önlenebilmesi ve bebeğin fiziksel, ruhsal gelişim sürecini olumsuz etkilememesi adına doğum sonrası yapılan yenidoğan işitme taramasının önemi büyük.


İnsan sağlığını koruyabilmek için öncelikle organizmasının nasıl çalıştığını ve değişik organların birbiriyle nasıl etkileşimde bulunduğunu bilmemiz gerek. Bu anlamda bir vücut bölümünün yararına olabilecek bir önerinin, başka bir bölüme olumsuz etki gösterebileceği uyarısında bulunan İstanbul Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Odyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bülent Şerbetçioğlu, bakın neler söylüyor.
Ülkemizde hastanelerde doğan her bebek elektronik cihazlar yardımıyla birkaç gün içinde işitme taraması testlerinden geçiyor. Ancak doğduktan sonra bebekleri hiç tarama testlerinden geçmemiş veya testlere tabi olduğu halde testlerden geçmemiş annelerin bu yönde bilinçli olmaları ve bebeklerini referans merkezlerine götürmeleri gerekir. En uygun ve başarılı tedavi ancak tanının erken konulması halinde hayata geçirilebilir. Doğduktan sonra çıkabilecek orta veya iç kulak kökenli hastalıklarda anne ve babaların duyarlı davranarak KBB uzmanlarına veya odyologlara başvurmaları gerekir. Bir bebeğin konuşmayı öğrenebilmesi için doğar doğmaz sözlü diyaloğa başlatılması ve çevresindeki konuşmalara tanık olması şart.

ÇOCUKLARDA BUNLARA DİKKAT
Ebeveynlerin üst solunum yolu enfeksiyonlarının ardından çocuklarında bir tür vurdumduymazlık oluşuyor veya konuşmaları duyma zorluğu hissediyorsa dikkatli olmaları gerekir. Çünkü bunlar çocukta orta kulak kökenli işitme kaybının belirtileri olabilir. Temel olarak iki tip orta kulak hastalığından söz edebiliriz. İlki, kulak ağrısına ve ateş yüksekliğine neden olabilen orta kulak hastalığıdır (tıbbi adı akut süpüratif otitis media). İkincisi ise ağrı ve ateş gibi sistemik yakınmalara yol açmadan sinsi şekilde orta kulakta sıvı birikimi ve işitme kaybıyla seyreden orta kulak hastalığıdır (tıbbi adı effüzyonlu otitis media). Her ikisi de anne-babaların farkında olmaları gereken hastalıklar olup KBB hekimlerinin kontrolünde tedavisi önerilir. Bu tip işitme kayıplarının bebeğin konuşmayı öğrenme becerisini sekteye uğratacağı bilinerek doktor kontrolunda tedavisini geciktirmemek gerekir.

ORTA VE İLERİ YAŞLARDA
Orta ve ileri yaşlarda yetersiz veya dengesiz beslenmenin vücudumuzu kanser, osteoporoz gibi hastalıkların yanında işitme kaybına yakalanma riskini artırdığı düşünülüyor. Koklea dediğimiz işitme organımızın kılcal damar ağının zengin olmamasından ve hücrelerinin enerji üreteci işlevi bulunan mitokondriden fakir olmasından dolayı özellikle kokleayı korumak gerekir. Genellikle bir hastalık işitme organımızı etkilemedikçe işitme kaybının oluşmasını önlemek gündeme gelmez. Orta yaşlarda beliren ani işitme kaybının altında yatan nedenler arasında kontrol altına alınmayan tansiyon yüksekliği, düşük yoğunluklu kolesterol yüksekliği, sigara alışkanlığı, kontrol altına alınmayan şeker hastalığı sayılabilir. Bu olumsuz faktörlerin bir araya gelmesi, risk faktörlerini daha da yoğunlaştırır. Bu koşullarda özellikle orta yaşlarda işitme kaybı kuşkusu doğduğunda, ilk 24 saatte doğrudan işitme testinin uygulanabildiği KBB kliniklerine başvurulması tedavide başarı için şarttır. Acil servislere başvurmak uygun olmaz.

Yazının Devamını Oku